Gönderen Konu: Hükümdarlarımız  (Okunma sayısı 21204 defa)

0 Üye ve 5 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #26 : Ekim 24, 2010, 08:57:57 ÖS »
Devlet Giray Han II


Kırım hanlarının yirmi dördüncüsü. Babası Hacı Selim Giray Han olup 1654′te doğdu. Veliahtlığı zamânında 1694′te Engürüs, 1695′te Sadrâzam Ali Paşanın Varadin Seferine katıldı. 1696′da Rus Çarı Petro, Azak Kalesini kuşatınca, kardeşleriyle berâber kalenin muhâfazasına yardım etti. Petro kaçmak zorunda kaldı.

Selim Giray Han, 1699′da yaşlılığını ve hacca gideceğini belirterek büyük oğlu Kalgay Devlet Giray’ı yerine aday gösterdi. Bu isteği kabul eden İkinci Mustafa Han, ayrıca Devlet Giray’ı Edirne’de kabul ederek iltifâtlarda bulundu. Ancak birâderi Saâdet Giray kendisinden yüz çevirince, isyân ve huzursuzluklar baş gösterdi. Bu sebeple, 1703′te Hanlıktan alındı ve yerine babası Selim Giray, dördüncü defâ getirildi. 1708′de Kaplan Giray, Kabartay Seferinde ağır bir bozguna uğradığı için azledilerek yerine ikinci defâ Devlet Giray getirildi. Rusya üzerine birkaç defâ sefer yaptı. O sıralarda meydana gelen Rus harbi esnâsında meşhur Prut Savaşında Tatar Sâlih ve Çerkez Mehmed Paşaların yardımlarıyla Rusları Temmuz 1711′de Huş Geçidinde çevirip Osmanlı ordusuna yardımcı oldu. O sırada Osmanlı ülkesine sığınmış bulunan İsveç Kralı Onikinci Şarl’la (Demirbaş Şarl) esir muâmelesi yaptığı için Osmanlı devlet politikasını zedeledi. Bu sebeple hanlıktan alınması uygun görülerek Edirne’ye Çağrıldı. Edirne yakınlarında Derbent köyüne gelen Devlet Giray’a durum bildirildikten sonra Gelibolu’ya gönderildi. 11 Nisan 1713′te Gelibolu’da yeni Kırım Hanı Kaplan Giray’la karşılaşan Devlet Giray, Rodos’a gitti. Böylece siyâsî hayattan çekildi.

Sürgünlüğü affedilerek Vize’de kendisine verilen çiftliğe yerleşen Devlet Giray, 1725′te orada vefât etti ve Ayazpaşa Câmii civârına defnedildi.


Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #27 : Ekim 24, 2010, 09:01:03 ÖS »
Devlet Giray Han IV


Kırım hanlarının otuz sekizincisi olup, Arslan Giray Hanın ikinci oğludur. 1729′da doğdu.

Arslan Giray Hanın hanlığı zamanında veliaht oldu. Veliahtlığında mühim askerî hizmetlerde bulundu. 1769′da amcası Giray Hanın vefâtı üzerine Kırım Hanlığına tâyin edildi. O sıralarda meydana gelen 1768-1774 Osmanlı-Rus Harbinin Osmanlıların aleyhine gelişmesi neticesinde Hotin Kalesinin düşmesi ve Rusların Turla Irmağını geçmesi gibi üzücü hâdiselerin zuhuru esnâsında Osmanlı Devletinden birçok yardım görmesine rağmen burayı alamadığı için Hanlık’tan alınarak Kıbrıs’a sürüldü. Bir müddet sonra affedilerek Malkara’daki çiftliklerinden birinde oturmasına müsâade edildi.

1771′de Rusların Kırım’a saldırmaları üzerine Osmanlı orduları komutanı Canikli Ali Paşa ile, beraberinde ona yakın Hanzâde ve Devlet Giray olduğu halde Kırım’ı kurtarmakla görevlendirildi. Tatar, Çerkez ve Nogay askerlerinin de yardımıyla başarı sağlandı. Ruslarla Küçük Kaynarca Antlaşması yapıldıktan sonra Kırım bağımsızlığına kavuştu. 1775′te Devlet Giray ikinci defa Kırım Hanlığına tâyin olundu. Hanlığın tek başına tutunamayacağını anlayınca, Kırım Hanlığının Osmanlı İmparatorluğuna bağlı bir ülke olduğunu îlân etti. Ancak Kırım Mirzaları Ruslarla birleşince Devlet Giray zor durumda kaldı. Nihayet 1776′da bu görevinden alınarak İstanbul’a Çağrıldı ve Vize’de oturmasına izin verildi.

Osmanlı Devletine bağlı ve sâdık bir kimse olan Devlet Giray, 1780′de orada vefât etti.
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #28 : Ekim 24, 2010, 09:04:15 ÖS »
Ebülgazi Bahadır Han


Harezm Özbek hanlarından bir hükümdar ve târihçi. Babası Arab Muhammed Han, Harezm Özbek hanlarının ceddi olan Yâd-gâr Hanın dördüncü batından torunudur. 1603te Rus Kazaklarının Urgençe hücum ve babasının tarafından imhaları hadisesinden 40 gün sonra doğmuş ve bu gazâ dolayısıyla Ebül-Gâzi ismi verilmiştir. Arab Muhammed Han önce Urgençi, sonra da Hiveyi başşehir yaptı. Oğlu Ebül- Gâziyi Harezmde Kat valiliğine tâyin etti. 1620 başlarında Hanın oğulları Habeş ve İlbars, babalarına isyân ettiler. Ebül-Gâzi yaptığı savaşlarda fevkalâde kahramanlık gösterdi ise de, babasının yakalanarak gözlerine mil çekilmesine engel olamadı. Bu hâdise üzerine Ebül-Gâzî, Buhara hanı İmam Kuli Hana sığınarak iki yıl yanında kaldı.

Şah Abbasa sığınan Arab Muhammed Hanın büyük oğlu İsfendiyar Han, babasının yerine Harezm Hanlığına geçince, 1623te Urgençi has olarak Ebül-Gâziye verdi. Burada üç sene kalan Ebül-Gâzi, Harezme tek başına hâkim olmak niyetinde olduğundan, ağabeyi ile harbe girişti. Fakat muvaffak olamayarak 1626da Kazakistana gidip üç ay kaldı. Daha sonra Taşkent hanının dâveti üzerine Taşkente gitti ve iki sene orada misâfir kaldı. Buradan tekrar Buhara hükümdârı İmam Kuli Hanın ülkesine giderek, ordu toplamaya başladı. Ağabeyinin bir seferde olmasından faydalanarak Hive Kalesini ele geçirdi. Fakat İsfendiyar Han, ordusu ile gelince mukavemet edemedi ve yakalanarak Safevîlerin elinde bulunan Yurda gönderildi. Oradan İsfahana geçen Ebül- Gâzi, İranda iken Şah tarafından hüsnü kabul gördüğünü, kendisine dirlik olarak maaş bağlandığını ve on yıl orada kaldığını kendi târihinde anlatır. Târihe büyük bir ilgisi olan Ebül-Gâzi, gittiği yerlerin târihini tedkik ettiği gibi, İsfahan'da iken de, Türk târihi üzerine yazılmış Fars kaynaklarını tedkik etme imkânını bulmuştu.
Ebül-Gâzi, İsfahandan kaçarak, önce Ersari Türkmenleri, sonra Balhandaki Teke Türkmenlerinin yanına gitti. 1642de ağabey İsfendiyar Hanın ölümü ile boşalan Harezm Hanlığına 1643 yılında çıkıp, Hiveyi kendine merkez edindi. 21 sene hanlık yapan Ebül-Gâzi, en çok Türkmenlerle mücâdele etmiştir. Ayrıca komşuları olan Buhara Özbek hanlarının yurtlarına da birkaç defâ akın düzenleyerek yağma etti.

Ebül-Gâzinin, 16 yaşında devlet idâresi işlerine başlayıncaya kadar Urgençte geçirdiği gençliğinde ve İrandaki hayatında ciddî sûrette ilim tahsil ettiği, güzel Arapça ve Farsça bildiği, bu dillerden yaptığı tercümelerden anlaşılmaktadır. İki mühim eser bırakmıştır. Bunlardan biri 1659da yazdığı Şecere-i Terâkime, diğeri 1663te ölmesi ile yarım kalan ve vasiyeti üzerine oğlu Enûşe tarafından ikmâl edilen Şecere-i Türktür. İlk eserini, Reşideddînin târihinden aldığı Oğuznâmeyi, Türkmenler arasında ele geçirdiği diğer 20 kadar Oğuznâme rivâyetleri ile karşılaştırarak tasnif etmiştir. Eser, Rus müsteşriki Tumansky tarafından 1892de Aşkabadda Rusça olarak ve 1937de Türk Dil Kurumu tarafından Çağataycası faksimile olarak neşredilmiştir.

Şecere-i Türk ise, 15. asrın ikinci yarısından başlayıp Harezm'de hükümet süren Yâd-gâroğlu Şıban-Özbek hanlarının târihini ve ensâbını (soyunu) tespit maksadıyla kaleme alınmış ve bu sülâlenin 1663e kadar ki târihi için esas kaynak olmuştur. Bu eser, Türk ve Moğol târihine âit bilinen ilk kaynak olduğundan, yalnız Özbek hanları târihi için değil, aynı zamanda Moğol ve Türk târihi için başlıca kaynak telâkki olunmuştur. Eseri batıya ilk kez tanıtan; Poltava Savaşından sonra Ruslar tarafından Sibiryaya sürülen İsveçli subay Tabberttir. Eser Moğol Hânedânı ve kabîlelerin târihini belirten en iyi kaynaklardan biri olarak tanınmıştır. Kont Estralenburg tarafından Almancaya tercüme olunmuş, Fransızca tercümesi de 1726da Leidende basılmış ve yayınlanmıştır.
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #29 : Ekim 24, 2010, 09:07:19 ÖS »
Ekber Şah Ebül Feth Celâleddîn


Bâbürlü Türk İmparatorluğunun üçüncü hükümdârı. Bâbür Şahın torunu ve Hümâyûn ile Hâmide Banu’nun oğludur. Hümâyûn’un, Sir Han ile mücâdelesi esnâsında uğradığı ağır bir mağlûbiyet üzerine, âilesi ile birlikte iltica ettiği Ömerkot’ta 1542’de dünyâya geldi.
Daha küçük yaşından îtibâren babasının yanında önemli hizmetler gören Ekber’in ilk başarısı 1555’te Serhend’e saldıran İskender Şahı mağlup etmesidir. Komutanlar arasında zafer şerefini paylaşamamaktan doğan ihtilâf, Hümâyûn tarafından oğlu Ekber’e gönderilen ve kumandan olarak tebriklerini bildiren nâme ile bertaraf edilmiştir. Ekber, bundan sonra 1555 Temmuzunda idârî işlerine atabeyi Bayram Han tarafından bakılmak üzere, Pencap vâliliğine tâyin edildi. Babası Hümâyûn’un bir kazâ netîcesinde ölmesi üzerine, tahta dâvet edildi. O gelinceye kadar, bu sırada orada bulunan Seydi Ali Reis’in tavsiyesi üzerine, Osmanlı töresine uygun olarak, Hümâyûn’un ölümü gizlendi ve Şubat 1556’da Ekber, Hind-Türk İmparatoru îlân edildi.
Ekber, 14 yaşında devletin başına geçtiği zaman, babasından kendisine miras kalan ülke, Bayram Hanın küçük ordusunun hâkim olduğu Pencap’ın bir kısmı ile Ganj ötesindeki Katehr eyâletinden ibâretti. Delhi ile Agra, babasının ölümü ile düşmanların eline geçmişti.
Saltanatının ilk yedi senesinde harplerle meşgul olan Ekber, ilk iş olarak Delhi ile Agra etrâfındaki memleketlerde hâkimiyetini tesis etti. 1567’de Racputların kalesi Çitor’u zapt ve Ecmir’i fethetti. 1572’de Gücerât’a yürüyerek müstakil Ahmedâbâd sultânlarının sonuncusunu mağlup edip bu ülkeyi, hükümdâr nâibi tarafından idâre edilen mümtâz bir eyâlet (subah) hâline getirdi. Ganj Vâdisi de imparatorluk hudutları içine alındı. Ayrıca 1578’de Orisa, 1581’de Kâbil, 1587’de Keşmir, 1592’de Sind ve 1594’de Kandehar alındı. Bundan sonra ordularını Dekken’in Müslüman hükümdârları üzerine tevcih ederek Berar’ı ellerinden aldı.
Ekber’in askerî ve siyâsî faaliyetleri yanında özelliklerinden biri de teşkilâtçı oluşudur. Geniş ölçüde ıslâhâta 1573’te başladı. O yıl “damgalama nizâmı” konarak, bütün zeâmetler hükümdâra bağlı devlet mülkü hâline getirildiği gibi, devlet memurlarının mertebe ve dereceleri de tespit edildi. Zeâmet usûlünde de yeni tedbirler alındı. Erinden en kuvvetli komutanına kadar herkese devlet hazînesinden maaş bağlandı. Arâzi gelirlerini kontrol için “kurubî” denilen tahsildârlar teşkilâtı kuruldu.
Ekber’in en zararlı icrââtlarından birisi, “Dîn-i İlâhî” adıyla yeni, bozuk bir din kurmasıdır. Şeyh Mübârek’in riyâkârâne telkin ve teşvikleri altında derecesinin hükümdârlıktan yüksek olduğuna inanan Ekber, 1582 senesi yağmur mevsiminde bütün vâlilerin sarayda bulunmalarını fırsat bilerek dînini resmen îlân etti. İşte bu târihten îtibâren ölümüne kadar imparatorluk bünyesinde ve özellikle sarayda Ehl-i sünnet âlimlerine îtibâr azaldı ve Ekber’in dînine temâyülü olanlar baştâcı yapıldı. Mecûsî, Brehmen ve Hıristiyanlara hürriyetler tanırken, Müslümanlara çeşitli eziyet ve işkenceler yapılmaya başlandı. Büyük İslâm âlimi İmâm-ı Rabbânî hapse atıldı ve işkencelere mâruz kaldı. Ehl-i sünnet âlimlerinin lâyık oldukları değere kavuşmaları, Ekber’den sonra tahta çıkan oğlu Cihângîr zamânında olacaktır. Ekber’in bu dîni ülke çapında pek taraftar bulamadı. Yakın adamlarından târihçi Ebü’l-Fazl’ın öldürülmesi ile bu din zayıflamaya başladı, Ekber’in ölümünden sonra ise tamâmen terk edildi.
Ekim 1603’te şiddetli bir dizanteri hastalığına yakalanan Ekber, 25-26 Ekim 1603 gecesi öldü. Cenâzesi İslâmî usûllere göre kaldırıldı. Cesedi, saraydan 10 km uzaklıktaki o zamanlar Behiştâbâd denilen ve daha sonra İskender adı verilen bahçeye gömüldü. Halefleri tarafından üzerine büyük bir türbe yaptırıldı.
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #30 : Ekim 24, 2010, 09:09:47 ÖS »
Ertuğrul Gazi


Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman Beyin babası Ertuğrul Gazi hakkında bilinenler, kesin olmamakla birlikte, Oğuzların Kayı boyuna mensup olduğu bilinmektedir. Oğuz boyundan biri olan Kayılar'a mensup Ertuğrul Gazi'nin ataları, Anadolu'nun ilk fethi sırasında Sultan Tuğrul Bey ve Alparslan'ın emirlerinin maiyetinde, önce Ahlat bölgesine gelmişler, Anadolu'ya yapılan seferlere katılmışlardı. Ahlat'ın Eyyubiler'in eline geçmesinden sonra, Mardin yöresine yerleşen Ertuğrul Gazi'nin babası Gündüz Alp'in içlerinde yer aldığı Türkmenler, Moğolların Mardin ve çevresini yağmalamasından sonra, bu bölgeden ayrılarak Anadolu içlerine doğru ilerlediler. Gündüz Alp idaresindeki Kayılar da batıya göç ederek önce Erzurum yakınlarındaki Pasinler ovasına, Sürmeliçukur'a yerleştiler. Kayılar'ın Pasinler'e gelmesinden kısa bir süre sonra Gündüz Alp hastalanarak vefat etti ve yerine oğlu Ertuğrul Gazi aşiretin başına geçti. Moğol saldırılarının bu bölgede de hissedilmesinden sonra Ertuğrul Gazi kardeşi Dündar Bey ile birlikte batıya hareket etti. Sivas yakınlarına gelip konakladığında burada Selçuklu ordusu ile Moğolların savaştığını ve Selçuklu ordusunun bozulmak üzere olduğunu gördü. Ertuğrul Gazi Selçuklu ordusuna yardım edince savaşın seyri değişti ve savaşı Selçuklar kazandı. Alaaddin Keykubad, Ertuğrul Gazi'ye yardımlarından dolayı iltifatlarda bulunarak hi'lat giydirdi. Selçuklu ülkesinde yaşamak için göç ettiklerini öğrenince, Ankara yakınlarındaki Karacadağ ve çevresini ona verdi. Ertuğrul Gazi bir süre Karacadağ'da kaldıktan sonra, Bizans sınırlarına kadar gelerek Söğüt dolaylarına, Aşağı Sakarya havzasına yerleşti. Burada Bizans sınırlarındaki kasaba ve köylere akınlar düzenlemeye başladı. Selçuklu ordusuyla İznik Rum İmparatoruna bağlı birlikler arasında bugünkü Pazaryeri ile Bozüyük arasındaki Ermeniderbendi denilen yerde yapılan savaşı, Selçuklular Ertuğrul Gazi'nin yardımlarıyla kazanınca, Alaaddin Keykubad ödül olarak Eskişehir ve çevresini Ertuğrul Gaziye verdi. Bu başarıdan sonra Karacahisar'ı da ele geçiren Ertuğrul Gazi, Söğüt üzerine yürüdü ve burayı fethetti. Söğüt'ü yurt olarak tutan Ertuğrul Gazi, Bizans sınırlarına saldırılar düzenlediği gibi dostluk ilişkileri de geliştirdi. Söğüt'e yerleşmiş Kayı aşireti her geçen gün biraz daha kuvvetlenerek büyüdü. Oldukça yaşlanan Ertuğrul Gazi yerine oğlu Osman Beyi bıraktı ve Doksan yaşında vefat etti. Türbesi Bilecik ili Söğüt ilçesinin 1 km. doğusunda bulunmaktadır.




Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #31 : Ekim 24, 2010, 09:12:03 ÖS »
Evrengzib Birinci Âlemgîr Şah



Bâbürlü hükümdarı, Şah Cihan’ın Mümtaz Mahal’den doğan üçüncü oğlu. 1618’de Malva Duhad’da doğdu. Muhyiddîn Muhammed Birinci Âlemgîr Şah olarak da bilinir. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu Muhammed Mâsum Fârûkî’nin terbiyesinde yetişti. İyi bir tahsil gördü. Din ve fen ilimlerinde ilerledi. Askerlik ve idârecilikte ustalaştı. Dekken vâliliği esnâsında (1634-1644) idâresinin ve ahlâkının güzelliği ile kendisini halka ve çevresine sevdirdi. Safevîlere karşı yapılan seferlere komutan olarak katıldı ve başarılı savaşlar yaptı (1646-1647). İkinci defâ Dekken vâliliğine tâyin edildi (1654). Yaklaşık dört sene bu vazîfede kalıp başarılı hizmetlerde bulundu. Şah Cihan, daha çok Hindulara yakınlığı ile tanınan oğlu Dara Şükuh’u veliaht tâyin etmişti. 1657 yılında Şah Cihan’ın ciddî bir şekilde rahatsızlanması Evrengzib ile Dara Şükuh’u taht mücâdelesinde karşı karşıya getirdi. Evrengzib, ağabeyi Dara Şükuh’u, Samugarh’da kesin bir mağlûbiyete uğrattı. Bu arada rahatsızlığı geçen babası Şah Cihan’ı da Agra’daki sarayında göz hapsine aldı. İki sene süren iktidar mücâdelesini 1659 da bitirerek hâkimiyeti sağladı. Muhyiddîn Birinci Âlemgîr unvânıyla tahta çıktı.
Âlemgîr Şah, tahta geçtikten kısa bir müddet sonra memlekette sulh ve sükûnu sağladı. Müslim ve gayrimüslim herkesin, huzur içinde yaşamasını temin etti. Zulüm ve kötülüklere, bid’at ve sapıklıklara son verdi. Ayak altına düşme ihtimâlini göz önüne alarak, paralardaki Kelime-i şehâdet yazılarını kaldırdı. Ateşe tapan Mecûsilerin dînî bayramı olan Nevrûz (21 Mart) ve Mihrican günlerinin resmî bayram olarak kutlanmasını yasakladı. Allahü teâlânın emir ve yasaklarının memleketin her tarafında tatbikinin kontrolü için, Molla İvaz Vecih isimli âlimi vazîfelendirip emrine müfettişler verdi. Molla İvaz’ın emirlerine aynen kendi emirleri gibi itâat edilmesini, memleketin her köşesindeki idârî âmirlere fermanlarla bildirdi. İslâmiyetin emretmediği seksen çeşit vergiyi halktan kaldırdı. Müslüman ve kâfir herkesin gönlünü aldı. Bu uygulamalardan sonra hazîne zayıflaması gerekirken, zenginleşti.
Agra başta olmak üzere ülkenin her yerinde imâret vazîfesini gören bulgurhâneler açtırdı. Yolcu ve misâfirler için han ve kervansaraylar yaptırdı. İlim ve ilim ehline çok kıymet verip, talebelerin ve müderrislerin vazîfelerini râhat yapmaları için maaş verdi. İlmî yayın faaliyetlerini teşvik ederek eser takdim eden âlimleri mükâfatlandırdı. Din ve fen ilimlerinin herkes tarafından öğrenilmesine büyük gayret sarf etti.
Âlemgîr Şah, memleketin ileri gelen ulemâsından meydana getirdiği kalabalık bir heyete her türlü imkânları verip büyük bir kütüphâne kurarak Fetâvâ-yı Âlemgiriyye ve Fetâvâ-yı Hindiyye adları verilen kânun kitabını ve devletin anayasasını, Hanefî mezhebi hükümlerine göre hazırlattı. Bu hükümler, yetişen âdil kâdılar tarafından memleketin her tarafında tatbik edildi. Daha sonra aynı şey Mecelle ile Osmanlı Devletinde de yapıldı. Âlemgîr Şahın âdil idâresine hayran kalan Hindûlar, böyle bir sultanın dînine girmek için âdetâ yarışıyorlardı. Böylece binlerce Hindunun bâtıl dinlerini bırakıp hak din olan İslâmiyeti seçmelerine sebep oldu.
Âlemgîr’in ilk fetihleri Hind-Pakistan Yarımadasının doğu ucunda cereyân etti. Kuç-Bihar ve Assam’ın Hindû idârecileri, taht mücâdelesi sırasında devletin zayıf durumundan faydalanarak buraları istilâ etmişlerdi. Âlemgîr buraları geri aldı. Şah Cihan zamânından beri Müslümanların alâkasını cezbeden Bengal topraklarını fethetti. Bu zengin memleketin gelirleri daha sonra Âlemgîr Şah’ın ordularının ana mâlî kaynağı oldu.
Bugün Bangladeş olarak bilinen bölgenin dünyâya açılması ve iskânı da büyük ölçüde Âlemgîr Şah tarafından gerçekleştirildi. Daha önceleri bölge kapalı bir hayat sürmekteydi. Dışardan gelen tesirler kendilerini ancak büyük yerleşim merkezleri ve zengin manastırlarda gösterebiliyordu. Hindûlar ve Hıristiyanlar, Doğu Bengal insanının şahsı ve dili ile alay ediyorlardı. Diğer insanların kötülükleri, Müslümanların bölgedeki çalışmasını kolaylaştırdı. İslâm medeniyetini Doğu Bengal’e yerleştirerek ülkenin çehresini değiştirdiler.
Bu sırada Batıda Peşâver civârında oturan Afgan kabilesi Yusufzâîlerin lideri Baku başkaldırdı. Âlemgîr’in komutanlarını mağlûp etti. Âlemgîr, bizzat müdâhale edinceye kadar da mücâdelesini devâm ettirdi. Ancak Âlemgîr’in uzun iktidârı boyunca tâkip ettiği usta siyâset, Afganlılarla münâsebetlerinin iyiye dönüşmesini temin etti. 1675’lerde ortaya çıkan Sih isyanlarını bastırdı. Evrengzib döneminde Safevîlerle olan dostluk devâm ettirildi. Mekke şerifine elçiler yollanarak büyük maddî yardımda bulunuldu. Osmanlı Gürgâniyye münâsebetleri ileri bir safhaya ulaştı. İkinci Süleymân Han zamânında Hindistan elçiliği ile Bâbür ülkesine gelen Ahmed Ağa büyük bir merâsimle karşılandı ve Anadolu’nun temsilcisi olarak kabul edildi (1690). Batılı devletlerden İtalya, Fransa ve İngiltere ile temaslarda bulunuldu.
Bâbürlüler Devletini yönetmeye başladığı ilk günden îtibâren, Allahü teâlânın rızâsı için çalışmayı elden bırakmayan Âlemgîr Şah, vefât edeceği zaman bile, Marata denilen isyânkâr Hindûlarla savaşıyordu. 3 Mart 1707 târihinde Bombay’ın kuzey doğusuna düşen Evrengâbâd yakınlarında, Ahmednagar’da vefât etti ve Huldâbâd (Ravza) denilen yerde defnedildi. Âlemgîr Şahın dört oğlu, üç kızı vardı.
Târihlerde Âlemgîr Şahın en müşahhas özelliklerinin, eksiksiz bir cesâret ile gâyesine erişmekte gösterdiği azim ve sebat olduğu yazılmıştır. Askerî harekâtları, cesâretinin seviyesini yeteri kadar ortaya koymaktadır. Düşmanlarını saf dışı etme veyâ kendine bağlamada gösterdiği mahâret onun diplomasi ve devlet adamlığındaki ihtisâsını göstermiştir. Çok iyi bir hâfızaya sâhip olan Âlemgîr, aynı zamanda yorulmaz bir liderdi. İktidârı zamânında kendisiyle görüşebilme fırsatını bulan İtalyan doktor Gemalli Careri, Âlemgîr’in kendisine yapılan mürâcaatları tek tek okuduğunu, bunları cevapladığını ve bu işten büyük haz duyduğunu kaydetmiştir.
Devletinin bütün ihtişamına karşılık Âlemgîr’in sâde bir hayâtı vardı. Giyim-kuşamı, yeme-içmesi ve diğer her türlü faâliyeti sâdelik sınırlarını geçmezdi. Çok düzenli bir hayâtı vardı. Doksan yaşında vefât ettiğinde, işitme hâriç bedenî faaliyetlerinde hiçbir bozukluk yoktu.
Okumayı çok severdi, bu sevgisini vefâtına kadar devâm ettirdi. Kendisi de yazardı. Fârisî nesirleri çok beğenilmektedir. Mektuplarını ihtivâ eden, Ruk’at-i Âlemgîrî kitabı, uzun zaman, basit fakat güzel nesir yazma umûmi ders kitabı olarak kaldı. Şiir söylemede de kâbiliyetliydi. Hemen hemen bütün Hint-İslâm liderlerine ağır bir dille saldıran Will Durant, Âlemgîr Şah için şu îtirâfı yapmaktan kendini alıkoyamamıştır: “Suç ve suçlunun üzerine gitmede hemen hiç cezâi metodlar kullanmadı. Dîni tarafından yasaklanan bütün yiyecek, içecek ve şatafattan uzak durdu.”
Tasavvufta Muhammed Mâsum-i Fârûkî gibi bir zâta talebe ve halîfe olmakla şereflenen bu büyük hükümdâr, İslâm hukûkuna büyük hizmet etmiş, hadis ilminde pek kıymetli bir eser kaleme almış, aynı eseri şerh ettikten sonra yine kendisi Farsça'ya çevirmişti. Ayrıca belâgat yönü çok üstündü. Bu sebeple, belâgat şâheserleri denilebilecek pek kıymetli risâleler de kaleme almıştır.

Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #32 : Ekim 24, 2010, 09:17:51 ÖS »
FATİH SULTAN MEHMED


Babası        Murad Han -II
Annesi       Hadice Alime Hüma Hatun
Doğumu    30 Mart 1432
Vefatı       3 Mayıs 1481
Saltanatı    1451 - 1481


   Yedinci Osmanlı padişahı ve İstanbul Fatihi.

   Sultan Murad Han, oğlu şehzade Mehmed' i yanlız din ve fen ilimlerinde yüksek bir tahsil yaptırmak ve bir takım kültür dillerine (Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve Sırpça) sahip olarak yetiştirmekle kalmadı. O, bu kudretli ve kabiliyetli şehzadeye tecrübeli devlet adamlarından ve büyük alimlerden müteşekkil yüksek bir muhiti, maddi-manevibakımlardan devrin en üstün ordusunu ve nihayet bütün düşmanlarını ve Haçlı ordularını yere seren rakipsiz ve sağlam bir devleti de miras bırakmıştı.

   Bununla beraber 21 yalında tahta oturan genç Hakan, daha ilk günlerde devleti ve ordusunu daha büyük hamleler yapacak bir kudrete ulaştırdı. Şehzadeliğinden beri bir an önce İstanbul' u fethetmek ve hazret-i Peygamberin "Kostantiniyye (İstanbul) muhakkak feth edilecektir. Bu fethi yapacak hükümdar ne güzel hükümdar ve onun askerleri ne güzel askerdir." müjdesine mazhar olmak istiyordu. Bu gaye ile askeri tarihin kaydettiği en büyük ateşli silahlar ve toplar ile ordusunu dayanılmaz bir kudret halina getirdi. Ayrıca 1000 yıllık tarihi boyunca bütün muhasaraları muvaffakiyetsizliğe uğratan surları aşmak için seyyar kuleler kurdu. Nihayet 6 Nisan' da başlayan kuşatma, 22 Nisan' da Fatih' in donanmayı Beşiktaş' tan Haliç' e indirmesiyle çok şiddetli bir duruma girdi. 29 Mayıs 1453 ' de yapılan son taarruzla şehri alarak ortaçağa son verdi.

   Beyaz bir at üzerinde ve muhteşem bir alayla Topkapı' dan şehre giren Fatih Sultan Mehmed, doğuca Ayasofya' ya gitti. Kapıya gelince attan inip, secdeye vardı. Mabedi temizletti, tasvirlerden kurtardı ve ilk Cuma namazını orada bütün gazilerin sevinç ve heyecanları içinde kıldı. Daha sonra Ayasofya' nın kıyamete kadar cami kalmasını yazılı vasiyyet ve vakf eyledi.

   Fatih Sultan Mehmed bundan sonra, Osmanlı Devleti' ni bir Cihan İmparatorluğu haline getirme ve İslamiyet' i bütün dünyaya yayma mücadelesine girişti. O; "Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul da cihanın payi tahtı olmalıdır. " diyordu. Nitekim bu gaye ile Fatih kısa zamanda Anadolu' da İsfediyar, Trabzon, Karaman ve Akkoyunlu memleketlerini ilhak etti. Dulkadir beyliği ile Kırım hanlığını tabiiyeti altına aldı. Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan (Belgrad hariç), Eflak Boğdan ve sair ülkeleri fethetti. Bir çok krallık, imparatorluk, hanlık ve beylik ortadan kaldırıldı ve Osmanlı topraklarıTuna' dan Fırat' a kadar yayıldı. Anadolu' da milli birlik te'si edildi.

   Bu büyük Türk Sultanı 1481 senesi ilkbaharında üç yüz bin kişilik bir ordunun başında olarak yeni bir sefere çıktı. Ancak, Hünkar çayırı denilen mevkide hastalandı ve çok geçmeden 3 Matıs 1481 ' de vefat etti. Özel doktoru olan Yahudi dönmesi Yakup Paşa tarafından zehirlendiği de söylenmektedir. Naşı, adına yaptırdığı camini bahçesine defnedildi. Sonra üzerine türbe yapıldı.

   Fatih Sultan Mehmed, ince yüzlü, uzunca boylu, dolgun vücudlu olup, seyrek güler, yüzüne bakıldığında hürmet ve korku telkin ederdi. Her şeyi öğrenmek isteyen zeki bir araştırıcı idi. Harp san' atından çok hoşlanır. yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdar etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. "Sırrıma sakalının bir telinin vakıf olduğunu bilsem onu yolar atarım" sözü meşhurdur.

   Soğuğa-sıcağa, açlığa-susuzluğa ve yorgunluğa karşı çok dayanıklı idi. Tabzon üzerine çıktığı seferde Zigana dağlarını yay olarak binbir müşkilatla geçerken yanında bulunan Uzun Hasan' ın annesi, Sara hatun; "Ey oğul! Bir Trabzon bunca zahmete değer mi?" deyince, yüce Hakan; "Bu zahmet din yolundadır, ahiretde Allahü tealanın huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslam kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur." cevabını verir.

   Fatih, büyük ilim, din, kültür ve san' at adamlarını etrafında tolayarak İslam medeniyetine yeni bir hamle verdi ve İstanbul' u devrinde bu medeniyetinve dünyanın en yüksek bir merkezi haline getirdi. Molla Gürani, Hocazade, Molla Hüsrev, Hızır Bey, Molla Yegan, Ali Kuşçu ve Akşeseddin meclisinin en mühim simaları idi. Devrinde Osmanlı Devleti' nin büyük temel müessese ve teşkilatı en mükemmel bir hale geldi. Zeytinyağı döktürerek insanlık tarihinde "yağla makina soğutması", havan topunun balistik hesab ve planını yaparak dik mermi yollu ilk silahı keşfeden de odur. Yine onun devrinde başta İstanbul olmak üzere, imparatorluğun büyük şehirleri cami, mescid, medrese vesair eserlerle donatılmıştır.
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #33 : Ekim 24, 2010, 09:22:53 ÖS »
Gazi Giray Han I

Gazi Giray Han I Kırım hanı. 1503 yılında Kırım’da doğdu. Kırım hanlarından Birinci Mehmed Giray’ın oğludur. Mehmed Giray 1523′te Astragan’ı fethederek Nogayları itâat altına aldı ise de bir gece baskını ile şehid edildi. Yerine geçen Birinci Gâzi Giray hanlığa getirildi (1523). Ancak hanlığı, Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmedi. Osmanlılar, Kırım beylerinin reisi Şirin Memiş Beyle anlaşarak Birinci Gâzi Giray’ın amcası Saâdet Giray’ı han seçtiler (1524). Hanlıktan alınmasından üç ay sonra bir karışıklık sırasında öldürüldü.


Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #34 : Ekim 24, 2010, 09:25:00 ÖS »
Gazi Giray Han II


Kırım hanlarından. Devlet Giray’ın oğludur. Mehmed Giray’ın hanlığı zamânında Özdemiroğlu Osman Paşa kuvvetleri safında İran seferine katıldı ve büyük yararlıklar gösterdi. Bu seferde İranlılara esir düştü ise de bir yolunu bularak kaçmaya muvaffak oldu. İstanbul’a geldiği sırada, birâderi İslâm Giray’ın vefâtı vukû buldu. Kırım Hanlığına tâyin edilerek memleketine gönderildi (1588).
Kırım hânı olarak ülkesine dönen Gâzi Giray, kardeşi Fetih Giray’ı Kalgaylık ve diğer kardeşi Adil Giray’ın oğlu Baht Giray’ı Nûreddînlik makâmına getirdi. Gâzi Giray, 1593 ve 1594 yıllarında, dâvet üzerine iki defâ Avusturya Seferine katıldı. Lehistan içlerinden geçerek süratle orduya yetişen Gâzi Giray, bu iki seferde de mühim yararlıklarda bulundu. 1596 Eğri Sefer-i Hümâyûnunda ise kendisi Eflâk’ta kalarak kardeşi Kalgay Fetih Giray’ı büyük bir kuvvetle yardıma gönderdi.

Eğri muhârebesinde büyük hizmeti görülen Fetih Giray, Veziriâzam Cağalazâde Sinan Paşanın tavsiyesiyle Kırım hanlığına tâyin edildi. Ancak Gâzi Giray Han bu tâyine usûlsüz olduğu gerekçesiyle karşı çıktı ve Kefe’ye geldi. Bu arada Tatarların ileri gelenleri de Gâzi Giray’dan memnun olduklarını belirterek yerinde kalmasını istediler. Nihâyet Cağalazâde Sinan Paşanın yerine geçen Vezîriâzam İbrâhim Paşa, Gâzi Giray’ı tekrar Kırım Hanlığına tâyin ettirdi (1597).

Gâzi Giray, bu ikinci hanlığında birincide olduğu gibi devlete bağlılığı ve tebaası üzerindeki sevgi ve otoritesi ile memleketi iyi idâre etti. Savaşlara katıldı ve büyük hizmetlerde bulundu. Vakarlı ve ciddî bir zât olan Gâzi Giray’la temas edenler, kendisinin ilim ve fazîletini övmektedirler. Şâirliği de meşhur olup, Türkçe, Farsça ve Arapça şiirler yazdı. Memleket müdâfaası için yıllarca serhatlarda kalan ve düşmanla çarpışan Gâzi Giray’a, bu hizmetlerine karşılık olarak Silistre sancağı dirlik olarak verildi. Ayrıca otuz bin altın cep harçlığı ihsân olundu.

1608 Martında tâundan vefât eden Gâzi Giray, Bahçesaray’da babasının yanına defnedildi. Hanlığı 20 seneden fazladır. Gâzi Giray’ın Avusturya Seferi esnâsında kendi el yazısıyla pâdişâha takdim edilmek üzere Hoca Sâdeddîn Efendiye göndermiş olduğu 1598 târihli bir gazelinin ilk ve son beyitleri:

Biz mücâhid kulunuz terk ederiz cân ü seri
Pâdişâhım ne diyem, sonra duyarsın haberi

.......

Azmeder oldu gazâyı, sefere Sultânım
Kıl ana hayr-ı duâ, ol da kulundur iş eri


Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #35 : Ekim 24, 2010, 09:28:38 ÖS »
Gazneli Mahmud


 
Gazneliler Devleti’nin en büyük hükümdarı ve Hindistan Fatihi Gazneli Sultan Mahmut, 2 Kasım 971 tarihinde doğdu. İyi bir öğrenim gördü. Büyük bilginlerin elinde yetişti. Mert ve cesur bir insandı.

Gazneli Mahmut’un babası Sebüktekin, Samanoğulları Devleti’nin Horasan valisi idi. Sebüktekin cesur ve güçlü bir insandı. Samanoğulları’na karşı bağımsızlığını ilan etti.

Gazneliler Devleti’nin kurucusu Sebük Tegin’in oğlu olan Gazneli Mahmut, genç yaştan itibaren devlet idaresinde görev aldı. Babası sağ iken Horasan valiliği görevini yürüttü.

Babası öldüğü zaman yerine küçük kardeşi İsmail geçmişti. Gazneli Mahmut, küçük kardeşini ortadan kaldırarak hükümdar oldu.

998 tarihinde Gazne tahtına oturan Mahmut, Buhara, Horasan, Herat, Belh, Bust ve Kabil’i Samanîlerden aldı. Daha sonra, bugünkü Afganistan ve Belucistan ile Harezm’e kadar tüm Maveraünnehr’i ele geçirdi. Ardından Rey, İsfahan, Save, Kazvin, Zencan ve Ebher’i alarak, İran topraklarının büyük bölümüne hakim oldu.

Eylül 1000’de ilk Hindistan seferine çıkan Sultan Mahmut, 1027’ye kadar Hindistan’a on yedi büyük sefer yaptı. Bu seferler sırasında Hindistan’da birçok cami yaptıran ve İslâm Dinini öğretmek üzere alimler yerleştiren Gazneli Sultan Mahmut, İslam Dininin Hindistan’da yayılıp kabul görmesini sağladı.

Cihangirliği yanında, alim bir kişiliği de olan Sultan Mahmut, sarayında alim ve şairlere çeşitli konularda sohbet ve tartışmalar yaptırırdı. Gazneli Sultan Mahmut’un sarayı bir bilim akademisi haline geldi. Kendisi bilime ve sanata karşı büyük bir sevgi besliyordu. Zamanında Fars kültürü yüksek bir düzeye ulaştı. Bîrûnî ve Firdevsî gibi birçok meşhur İran bilgini Sultan Mahmut’un sarayında himaye gördüler.

Firdevsî’nin meşhur Şehname’si de dahil olmak üzere, devrinin pek çok kitabı Gazneli Sultan Mahmut’a takdim edildi.

Gazneli Sultan Mahmut’un sarayında Türk dili konuşuluyordu. O, Türk dilin yayılmasını ve gelişmesini sağlamış olsaydı, Türk kültür tarihi ölmez eserler kazanacaktı. Ancak o, çevrenin ve dönemin etkisiyle Fars kültürüne önem vererek Farsça’nın çok kudretli eserler kazanmasına hizmet etti.

Türk İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük hükümdarlardan biri olan Gazneli Sultan Mahmut, İslam dünyasında yayılma istidadı gösteren sapık Batınî-Rafızî akımlarına karşı da mücadele etti. İmar faaliyetlerine büyük önem veren Sultan Mahmut, Gazne’nin yanı sıra Belh ve Nişabur gibi önemli şehirleri de mamur hale getirdi.

33 yıl hükümdarlık yapan Sultan Mahmut, 1030’da Gazne’de vefat ederek, burada defnedildi.

 
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #36 : Ekim 24, 2010, 09:31:02 ÖS »
Keyhüsrev I Gıyaseddin Birinci Keyhüsrev


Türkiye Selçuklularından Sultan İkinci Kılıç Arslan’ın oğullarının en küçüğüdür. Doğum târihi bilinmemektedir. Babası İkinci Kılıç Arslan, yerine en lâyıkını tesbit etmek için ülkesini 11 oğlu arasında taksim edince, Keyhüsrev’e de Uluborlu ve civârını verdi (1182).
Keyhüsrev, bölgede kendi adına para bastırdı. Hutbeyi babasından sonra Melik unvânıyla kendi adına okuttu. Haçlılara karşı başarılı savaşlar yaptı (1190). Babası ile ağabeyi Kutbeddîn Melikşah arasındaki anlaşmazlıkta babasını destekledi. Babası tarafından veliahd îlân edildi. Babası ile birlikte hareket edip Konya’yı Kutbeddin Melikşah’tan aldı. Melikşah’ı Aksaray’da kuşattığı sırada babasının ölümü üzerine Türkiye Selçukluları tahtına çıktı(1192). Melikşah’ın da Aksaray’da ânî vefâtı, diğer ağabeyleri Mesut ve Süleymân Şahları birbirine düşürdü.

İçte rahatlayan Keyhüsrev, Bizans üzerine sefer düzenleyerek Menderes Vâdisine kadar bölgeyi ele geçirdi. Fakat bu sırada Rükneddîn Süleymân Şah güçlenerek, Konya üzerine yürüdü. Keyhüsrev, kendisinin ve yanındakilerin canlarına dokunulmaması şartı ile tahtı terk edip Trabzon’dan deniz yoluyla İstanbul’a gitti. Bizans İmparatoru Üçüncü Aleksios Angelos’a misâfir oldu (1196). Lâtinlerin İstanbul’u işgâli üzerine İznik yakınlarında bir kaleye çekildi (1204). Aynı yıl, ağabeyi Rükneddîn Süleymân Şahın ölümü ve küçük yaştaki Üçüncü Kılıç Arslan’ın tahta geçirilmesi üzerine Konya tahtına dâvet edildi. Ordusuyla yaptığı Konya kuşatmasında başarısız olup Ilgın’a çekildi ise de, Konya ve Aksaray halkının dâvetiyle tahta çıktı(1205). Yeğeni Üçüncü Kılıçarslan ve yakınlarını Gavele Kalesinde muhâfaza altına aldı. Devlet işlerini düzene koyup birliği sağladı. Eyyûbî melikleri, Artuklular, Mengücükler gibi bağlı beylikler, itâatlerini bildirdiler. Büyük oğlu Keykavus’u Malatya’ya, diğer oğlu Keykubad’ı da Tokat’a melik yaptı. Trabzon Rum İmparatoru Aleksios Komnenos’u yenerek kuzey ve doğu ticâretini emniyete aldı. Antalya’yı ele geçirdi (1207). Kilikya üzerine bir sefer yapıp Pertus Kalesini aldı (1209). İznik İmparatorluğunu ele geçiren Theodoros Leskaris’ten tahtı gerçek sâhibi Aleksios’a geri vermesini istedi. Olumsuz cevap alınca Alaşehir üzerine yürüdü. Burada yapılan savaşı Selçuklu ordusu kazandı ise de çıkan kargaşada Sultan bir Bizanslı tarafından öldürüldü (1211). Bu haber yayılınca ordu dağıldı. Yerine oğlu Birinci İzzeddîn Keykavus sultan oldu. Bizanslılarla sulh yaptı.

Sultan Birinci Gıyâseddîn Keyhüsrev, âdil, âlim bir sultandı. Zamânında Selçuklu devletinin birliğini sağladı. Memleket huzur ve sükûna kavuştu.


Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #37 : Ekim 24, 2010, 09:38:21 ÖS »
Gıyâseddîn Keyhüsrev II


1237 - 1246 arasında Anadolu Selçuklu hükümdarı ve I. Alaeddin Keykubad'ın büyük oğludur. Annesi Hunat Hatun'dur

II. Gıyaseddin Keyhüsrev 1228'de atabegi Mübarizeddin Ertokuş'la birlikte Erzincan'a gönderildi. Babasının kendisinden küçük olan kardeşi İzzeddin Kılıç Arslan'ı veliahtlığa atamasına karşın, babasının ölümü (1237) üzerine Sadeddin Köpek önderliğindeki bazı emirlerin desteğiyle Anadolu Selçuklu tahtına çıktı.

Kardeşinin tarafını tutan Harezm emirlerine karşı mücadeleye girişti.Bu arada rakiplerini etkisiz duruma getirdikten sonra Anadolu Selçuklu tahtı üzerinde hak iddia eden Sadeddin Köpek'i öldürttü (1239). Daha önce yönetimde etkili olan emirlerin yeniden işbaşına geçmesiyle devlet eski düzenine kavuştu, dış ilişkileri düzeldi. Eyyubi melikleri, İznik'de (Nikaia) hüküm süren Bizans imparatorları (İznik İmparatorluğu) ve Kilikya ile Mardin Artukluları II. Keyhüsrev'e bağlılıklarını sürdürdüler. 1240'ta Diyarbakır Anadolu Selçuklularının eline geçti. Moğolların önünden kaçarak Anadolu'ya sığınan göçebe Türkmenler, Anadolu'daki yerleşik devlet düzeni içinde yeni sorunlar yaratmaya başladı. Bu koşullarda Baba İshak'ın başlattığı Babai ayaklanması bastırıldı (1240). Ama devletin gücünü önemli ölçüde sarstı. Anadolu Selçuklularının zayıflamasından yararlanan Moğollar 1242'de Erzurum'u ele geçirdiler.Kösedağ Savaşı'nda da Anadolu Selçuklu ordusunu yenilgiye uğrattılar (1243). II. Keyhüsrev savaştan sonra Batı Anadolu'ya kaçtı. Moğollarla barışın sağlanmasının ardından Konya'ya dönen sultan bundan sonra devlet işlerini bütünüyle veziri Şemseddin İsfahani'ye bıraktı.


Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #38 : Ekim 24, 2010, 09:41:11 ÖS »
Hacı Giray I


Kırım Hanlığı'nın kurucusudur. Hacı Giray, Cengiz Han'ın oğullarından Cuci’nin küçük oğlu Tokay Timur soyundan gelmekteydi.

Hacı Giray babasının, Kırım’daki taht mücadelesi sonunda Litvanya’ya göç ettiği ve Kral Vitold’un yanına sığındığı sıralarda dünyaya geldi. Büyüdükten sonra, Litvanya Grandüklüğü ve Şirin kabilesinin yardımıyla Altınordu Devleti'nden bağımsız bir Kırım Hanlığı’nı kurdu. Kırım Hanlığı'nı kurma tarihi kesin olmamakla beraber, bastırdığı paranın 1441 tarihini taşımasından, belirtilen bu tarihten daha önceki yıllarda devleti kurmuş olduğu anlaşılmaktadır.

Hacı Giray da, diğer hanlar gibi üzerinde hak iddiâ ettiği Altınordu tahtını ele geçirmek için, Lehistan Kralı ve Moskova Rus Prensi ile anlaşma yapmaktan çekinmedi. Bu arada, Kefe Cenevizlilerine karşı, Fatih Sultan Mehmet ile de anlaştı.

Hacı Giray Han'ın türbesi, Kırım'ın tarihi başkenti Bahçesaray şehrinde, bugün devlet mezarlığına dönüştürülen Zincirli Medrese 'nin de bulunduğu alandadır.


Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.