Gönderen Konu: DÜNYADAN BAKINCA TRABZON  (Okunma sayısı 1543 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı blackseastorm

  • Banned
  • *
  • İleti: 187
  • Rep Puanı: +50/-1
  • Ne Mutlu Türküm Diyene
DÜNYADAN BAKINCA TRABZON
« : Mart 04, 2007, 07:10:05 ÖS »
DÜNYADAN BAKINCA TRABZON


Kudret Emiroğlu
 




- Thalasa! Thalasa!
“Deniz! Deniz!” İ.Ö. 400 yılında, Pers tahtı mücadelesine paralı asker olarak katılan on bin Yunanlının, yurtlarına dönmek için Doğu Anadolu2yu geçip Karadeniz dağlarından inerken denizi ilk görüşlerini, bu seferi kaleme alan Ksenophon, Anabasis adlı eserinde böyle ölümsüzleştirmiştir.Ve bu seferin öyküsü, denizi ilk gördükleri yeri saptama dürtüsü, 1800 lü yıllardan beri bölgeden geçen her gezginin kafasında yer etmiş, hemen her seyehatnamede alıntılanmıştır.
“Yakın zamanlara kadar İngiltere’deki her öğrenci Pontuslu Rumların kim olduğunu biliyordu çünkü Ksenophon’un Anabasis’i klasik Yunanca eğitiminde ilk okuma metinlerinden biriydi”. A.Bryer’in verdiği bu bilgi, gezginlerin bu “adet”ine bir açıklama getiriyor.
Trabzon, yalnız 19.yüzyılda Batılıların “Doğu”yu keşfetme, kendini kanıtlama, merakı tatmin etme dürtülerinin en iyi ifadesini bulduğu yayınlar olan seyehatnamelere geçmekle kalmıyor. Rabelais, Gargantua adlı eserinde (1534) “Bazı komutanların sivri akılları yüzünden Pierochole’u nasıl büyük bir tehlikeye attıkları” adlı bölümde, Pierochole’un Trabzon İmparatoru da olmak arzusu gösterdiği anlatılır. Roman türünün babası sayılan Cervates 1605’de birinci bölümü yayınlanan Don Quijote (Don Kişot) ın yiğitli sayesinde en azından Trabzon İmparatorluğu tacıyla ödüllendirildiğini yazar. Bugün daha az ünlü olan ama zamanın popüler eserlerinde de Trabzon esinini bulabiliriz. Perez Galdoz’un Episodos Nacionales’i veya ilk ke 1640’ta bir bölümü yayınlanan Giovanni Ambrogio Marini’nin tamamıyla Trabzon’da geçen tarihi romanı bunlardandır. Yirminci yüzyılın başlarında iki Alman, L.A. Franke, Kaiserin Helena adlı şiiri ve A.Marini Langmann, Die Prinzessin von Trapezunt adlı tiyatro oyunuyla Trabzon’u doğrudan konu edinmişlerdir.
Trabzonlu Perikles Triantafilides’in 1870’de yayınlanan tiyatro oyununu (İ Figades, Atina) ve sonraki Yunanlı yazarların edebieserlerini ve Nikolay Gogol’un Taras Bulba (1835) adlı romanında, Kazakların Trabzon akınlarından birisinin anısını anlattığı bölümü, Doğrudanilgileri veya siyasi kaygıları nedeniyle saymasak da, yirminci yüzyıl yazarlarında da Trabzon adını görmekteyiz. Edebi eserlerde Trabzon’un kendi bilinmeden adı bilinen egzotik bir şehir olarak geçmesi, belleklerde yer etmiş olan Trabzon imgesi adına daha da ilginçtir.
Efsanelere göre Roma’dan (İ.Ö. 753), İstanbul’dan (İ.Ö. 660), Paris’ten (İ.Ö. 52), Londra’dan (İ.Ö. 43) önce, İ.Ö. 756 yılında kurulmuş olan Trabzon şehri, Heredotos’tan (İ.Ö. 490 – 425) , Ksenophon’a (İ.Ö 430 – 355?), Strabon2dan (İ.Ö. 63 – 21), Plinius’a (İ.Ö. 23 – 79), Arrianus’dan (İ.S. 95 – 178?), Marselinus (İ.S. 330 – 400), Zosimus (5.yy) Prokopius(ölüm.562?) kadar Yunan, Roma, Bizans eserlerinde yapıları, ürünleri, siyasal mücadelelere katılımı, doğu seferleri için üs oluşu, Hristiyanlık tarihi açısından yer almıştır. Bizde kamuoyuna mal olmamış ve yalnızca ansiklobedilerde Mahmut Goloğlu’nun Anadolu’nun Milli Devleti Pontos adlı eserinde konu edinilen ,Pers satrabı Mithridates’in kurucusu olduğu (İ.Ö.298 – 63 yılları arasında yaşayan) Pontos krallığının ünüde Avrupa’da uzun yıllar devam etmiştir. Amasya, Sinop, Bergama’nın başkentlik yaptığı Kırım Bosporos Devleti ile birleşen, Helenistik Anadolu’nun bu en önemli siyasal gücü, Roma karşısında Trabzon’a kadar geriletilmiş ve Ksenophon’un andığı deli balı Romalılar da tatmıştır.
Doğu Karadeniz’in antik çağlardan beri ilgi çeken balı, ihraç ünü olan fındığı, zengin bitki çeşitliliği, Pontos Devletinin adını Avrupa’da yüzyıllarca yaşatan, bitki özlerinden yapılma bie ilaçla simgeleşir. Adını son kral 6. Mithridates’ten alan Mithridaticum adlı ilaç, kralın zehirlenerek öldürülmek korkusu ile hazırladığı panzehirdir ve Neron’un doktoru Andromak tarafından hazırlanan Tiryak’ında kökenini oluşturur. Mithridaticum için 16.yy.da Venedikte her bahar tören yapılırdı. Venedik yolu ile İstanbul’a gelen bu ilacı ilk kez 1539’da Kanuni’nin annesi Hafize Sultan için Merkez Efendi kullandı. Manisa’daki Mesir Macunu ve bayramı da Merkez Efendinin anısının ve Mithridaticum’un devamıdır. Mithridaticum 1837 ve 1866 Fransız kodekslerine de girmiştir. Efsanevi ün kazanan bu antidoterin yanında, İmparatorun doktoru Kraeusas’ın (İ.Ö 120 – 63) düzeni ve resimleri ile metodolojik yenilikler getiren, çağına göre ileri bir anlayışla yazılmış olan otlarla ilgili kitabı da, eczacılık ve botaniğin çağdaşlaması sürecinde yeniden önplana çıkmıştır.
Tacitus (İ.S. 56? – 120?) Germania kitabını” Bundan ötede masal diyarı başlar. Söylendiğine göre Helusilerle Oxionların başları ve yüzleri insana, beden ve azaları hayvana benzermiş. Bunun hakkında kesin bir delil olmadığı için meseleyi olduğu gibi bırakıyorum” diye bırakır.
İnsanların başka insanlar ve coğrafyalara yönelik merakı her çağda başka etkenlerce belirlenir. Matbaanın yaygınlaşmasıyla en ilgi çeken yayınların başında gelen seyehatnamelerde, abartı, uydurma veya eski söylencelere bolca yer verilmesi, yazarlarınpaylaştığı genel dünya algısının yansısı olduğu kadar, gidilmesi olanaksız yerlerle ilgili “meraklı olay” talebine karşılık verme gayreti de olmalıdır. Başının üstünde uçan dört bin keklikle dolaşan ve bunlardan istediği kadarını Trabzon İmparatoruna hediye eden adamın öyküsüde bunlardan biridir. Tarihi, dağ kabileleri ile denizci tüccar “site”sinin birlikteliği olarak başlayan, 3.000 yıldan beri yerleşim alanı olduğu söyleyebileceğimiz Trabzon, doğu – batı yolunda ve ticaretindeki konumu ve hem bu yola hemde doğal yapıyla biçimlenmiş ardalanında taşıdığı öneme dayanılarak yaratılan siyasal ve kültürel kimliği çerçevesinde, ilgi konusu olmuştur ve bu birikimin dönüştüğü “yarı tarihi edebi imge”nin kökeninde bu ilgi yer alır.
Merkezi iktidarların zayıfladığı, zamanın süper-güçleri arasındaki rekabetin egemenlik sahalarında belirsizlik yarattığı dönemlerde, Trabzon’da devletler kurulmuştur. İsa’dan önce kurulan Pontos devleti de, Haçlı Latinlerinin İstanbul’u işgalinden sonra kurulan Trabzon Komnenos Devleti de, (1204 – 1461) böyle dönemlerin ürünüdür. Kurulan ticari, siyasi ve kültürel bağlar, dönemin öncelikleri içinde ifadesini bulacaktır. Örneğin
Avrupa’nın Doğu’ya açılan ticaret yollarını keşfedişinin öncüsü ve zamanında çok popüler seyehatnamelerin yazarı olan Marco Polo, Trabzon’dan geçmiş olmasına karşın şehirden söz etme gereği duymaz. Herhalde Trabzon’u yeteri kadar “bildik” bulmaktadır. İlk dönem Arap coğrafyacılarından Belazuri (ölm.892) içinse Trabzon, Karadeniz’e açılan bilinen tek kapıdır; şehirden söz etmez ama onun için Karadeniz’in adı “Tarabazunde Denizidir.
Trabzon, çağına göre Hristiyanlık, Eski Yunan ve Milliyetçiliğe atfedilen değerle Avrupanın gündemine girmiştir. Avrupa ve Batı’nın sınırları ve değerleri, Haçlı seferlerinden başlayarak değişiklik gösterirken, Anadolu’daki toplumsal gerçekliğin bu kavramsal çerçeveye ne kadar uyduğu ne batıda nede Türkiye’de yeterince değerlendirilmiş değildir. Sıradan insanların yaşantısı tarihe yeni yeni konu olmaya başlamışken, kralların ve feodallerin yaşamları, içiçe geçmişliğin örnekliğiyle doludur.
Bizans döneminde Trabzon, liman olarak önemini korurken, siyasi olarak Arap – Müslüman ilerlemesi, Türk Beyliklerinin kurulması, Bizans feodalleşmesinin etkilerini paylaşır. Gabrad ailesinin tarihi bu etkilerin aynası gibidir. Kökeni tartışmalı olan aile, 979 dan 1820’lere kadar kayıtlara geçmiştir; Orta Karadeniz’in güneyinde toprak sahibi olarak çıkan aile, 1067-1140 döneminde Haldiya dükleri olarak Trabzon’u Türklerin elinden almış, bir yandan da İstanbul iktidarına başkaldırıpbağımsızlık peşinde olmuştur. Bizansa karşı siyasetinde, Konya Selçukluları ile mücadele içinde olan Danişmentlilerlebağlaşma kurmuştur. Melikdanişmendname’de efsaneleşen ailenin Türklere karşı savaşta 1098’de ölen önderi Thedor Gabras, 12.yüzyılda şehit, 14.yüzyılda azizler listesine dahil edilmiştir. Aile 1146 – 1256 dönemindehem Selçuk hem Bizans hizmetinde çalışan önemli görevliler yetiştirmiştir. 1204 – 1345 yılları arasında Komnenos hanedanının önde gelen görevlilerinden ve siyasal güçlerinden biridir. Ailenin İstanbul, Kırım, Girit ve çeşitli Ege adalarındaki kolları 19. yüzyıla kadar ulaşır. Gabradlar hakkındaki kayıtlar, Trabzon’un kısa sürelerle Arap ve Türklerin eline geçişi, Doğu Karadeniz yaylalarına sarkmaya çalışan Türkmenlerin Gümüşhane, Bayburt, Erzincan’daki yerleşimleri konusundaki en önemli ipuçlarıdır.
Trabzon’da Komnenos hanedanının kurduğu devlet, yerel ögeleri yanında Bizans’ın Karadenizli örneği gibidir. İmparator – kilise ilişkisi aynı temele yerleşmiştir, yerli yönetici ailelerle (Gabradlar gibi) hanedan şehirli bağlaşmasınınsiyasi mücadelesi kendisini hisettirir. Topraklarında Ceneviz-Venedik çekişmesine sahne olmaktan kaçınamadığı gibi, kuruluşunda Gürcülerle bağlantı sağlamış, Selçuklu tehlikesine karşı Timur, Osmanlı tehlikesine karşı Akkoyunlular ve nihayet Papalıkla bağlaşma aramaya mecbur kalmıştır. Ruslar, Sırplar ve Anadolu Beylikleri ile kurduğu ilişkilerde, zamanın uluslararası kültürel, dinsel ve siyasal sahnesinde yer alır.
Fatih Sultan Mehmet’in sadrazamı Mahmut Paşa ile Trabzon’unteslim görüşmelerini yapan Komnenos devlertinin “başbakanı” Georgios Amoirutzes akrabadır. Mahmut Paşa’nın annesi Sırp, babası Espir’li Angelos ailesindendir. Mahmut Paşa’nın annesi Sırp, babası Espirli Angelos ailesindendir. Mahmut Paşa Filantropenos ailesinden biriyle evlenmiştir ve Georgios Amoirutzes ile Trabzon mparatoru 2. Manuel bu aileden kız kız almışlardır. Georgios Amonirutzes’in eşi ayrıca hem Trabzon’un son İmparator’u David Komnenos’un, hem Sırp prensi George Brankoviç’in eşlerinin kız kardeşidir. Bizans’ın ünlü Kantakuzen ailesinden bu kızların bir üst kuşak akrabalarında da Komnenos ve Brankoviçlerle evlilikleri vardır. Ayrıca 2. Murat’ın karısı Mara’da George Brankoviç’in kızıdır. Fatih’in Trabzon seferinde yanında bulunan Akkoyunlu Uzun Hasan’ın annesi Sara Hatun’da Trabzon için şefaat ister; Uzun Hasan’ın karısı, David’in yeğeni Teodora Komnenos’tur.
Zamanının siyasal kurumlaşması içinde ilişkileri Rusya’dan Fransa’ya kadar uzanan Komnenos Devleti’nin Müslüman Türkler eline geçmesi, İstanbulun fethinden sonra Hristiyan Dünyasında büyük yankı yaratan olaylardan biri olmuştur. Osmanlı padişahlarıda, fethedildiğinde ancak Doğu Karadeniz illerimizin küçük bir bölümü içine sıkışmış, merkez nüfusunun beş bin kadar olduğu bu devletin fethinin yarattığı yankıyı benimsemiş, Fatih Asya, Yunanistan ve Trabzon’u temsil eden üç katlı, Kanuni Sultan Süleyman Ceneviz’e ısmarladığı ve zamanında çok sözü edilen tacına Nısır’ı da ekleyerek dört katlı taçla resmedilmişlerdir. Fethettiği o kadar büyük devletler ve geniş topraklar varken, Trabzon’a egemen olmayı önceden öğünç nedeni saymışlardır.
Trabzon’un fethinden sonra da, Komnenos Devleti ileri gelenlerinin etkinliği sürmüştür. İstanbul’a gelen Amoirutzes ve oğulları Fatih’e danışmanlıkta bulunmuş, Hristiyanlıkla, Eski Yunan’la ilgili çeviriler yapmışlar ve anlaşılan Maçka Sümela –Meryem Ana manastırının fonlarını kullanarak Trabzonlu Simenon’u skandallr içinde patrik seçtirmişlerdir(1466’da 6 ay, 1471 sonu ve 1475 başı ve 1482-1486 arasında). Öldüğünde çok büyük servet bırakan Simeon’un malına da Amoirutzes’in müslümanlığı kabul eden oğlu, hazinedar İskender el koymuştur.
Trabzon, bu dönemde yetiştirdiği halen ansiklobedilerde yer alan bilginlerle de Avrupa’da etki yapmıştır. Amoirutzes’in Mehmet adını alan öteki oğlunun Fatih’e sunduğu kitaplar yanında , coğrafyayla ilgili bir kitabı Nüremberg’de 1514’de basılmıştır. Georgios Amoirutzes’in çocuklarının vaftiz babası, birlikte Ferrara Konsiline katıldıkları Bessarion (1402-1472), Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşmesini savunmuş, İtalya’da Rönesans’ın öncülerinden olmuş, kardinalliğe kadar çıkmış ve Venedik’e bağışladığı kitaplığı San Marco Kütüphanesi’nin çekirdeğini oluşturmuştur. Girit doğumlu olmakla birlikte kökeni itibari ile Trabzon’lu olarak geçen Georgios (1396-1486), Papa 4.Eugenius’un özel sekreteri ve paplık okulunun felsefe öğretmeni olmuş, bir çok çalışmaları yanında Latince öğrenimi üzerine çalışması, 6.yüzyıl Latincesine dönüş sağlamıştır. Sevastos Kiminitis (1630 –1702) ise Batı’ya en kapalı, Trabzon’a en bağlı kalandır. İstanbul’da patriklik okulunda müdür olmuş, Trabzon’a Frenk misyonerlerin gelindiğinin duyulmaı üzerine 1682’de şehirde Frotisteron adıyla bilinen okulu kurmuş, buradaki dersleriyle sağladığı ünle 1691’de Bükreş’e giderek orada da okul kurucusu olmuş ve Romanya’nın azizi olarak bu şehirde ölmüştür.
Trabzon, Akdeniz’in uluslararası seyehatler için güvensizleştiği 1258’den, Karadeniz’in Osmanlı gölü gelişine kadar Doğu-Batı geçişinin kapısı olmayı sürdürmüştür. İlhanlılarla görüşmek isteyen Fransa elçisi Rubriquis (y.1240) ve ingiltere elçisi Langley (1292), Timur’a giden İspanya elçisi Clavijo’dan (1404), Hindistan ve in’e Sumatra’ya kadar giden rahiplere (Odoric1318, Jordanus 1330) kadar, Kullanılan Trabzon yoludur. Yaşadıklarını kağıda geçiren bu kişiler dışında Trabzon, ipek yolu tüccarlarının uğrak limanıdır. Şehirde, en önemlisi şehrin koruyucu azizi Eugenius adına olmak üzere panayırlar düzenlenmektedir.
Trabzon fethedildiği 1461 yılından sonra da eski toplumsal yapısını korumuş, Osmanlı fethi yerli halkın yaşantısına doğrudan müdahale etmemiştir. Fetihten sonra kurlan ilk tımar beylikleri, fethe katılan askerler ile 1200’lerden beri Ordu, Giresun taraflarında beylik kurup, yaylalar üzerinden doğuya ve vadilerden kuzeye doğru uzanan Çepni beyleri arasında paylaştırılmıştır.Komnenos düzeninin önde gelen kişileri Trabzon’dan uzaklaştırılırken, daha küçük düzeydeki yerel beyler tımar ve martolos düzeni içine alınmıştır. Çepnilerin Şah İsmail taraftarlığı nedeni ve iddiasıyla Yavuz Sultan Selim zamannda tasfiye edilmesinden sonra tımar Beylikleri onlardan alınarak eski yerli Rum veya Arnavutluk ve Bulgaristan’dan getirilen sipahi ve yeniçerilere verilmiştir.
Trabzon’da nüfusun müslümanlaşması da bundan sonra olmuş, 15802lerden itibaren hızlanmıştır.
Trabzon’da tarım topraklarının azlığı, nüfusun yoğunluğu, onu dışarısı için cazip bir yer olmaktan uzaklaştırırken, bir yanda da dışa kapalı, sahip olduğu toprak ve ona bağlı gelenekleri titizlikle koruyan, bir yandanda gurbetçi ve sanat sahibi bir toplumsal yapı yaratmıştır. Babadan oğula geçen “statü” ve mesleklerle ilgili bilgi ve söylenceler çok eski tarihlere kadar uzanmaktadır. Patrik seçiminde trabzon hizbini oluştururken Sümela manastırının sağladığı ekonomik güçten faydalanan Amoirutzes ailesi, Manastır vakıflarının merkezi olan Dubera ( Livera-yazlık) köyündedir. Komnenosların kilise ve manastır vakıfları Osmanlılarca çoğunluğu padişahlara has biçimde olmak üzere imal edilirken, Maçka’daki Komnenos sisteminin en önde tuttuğu üç büyük manastırın gücünün olduğu gibi bırakılması ilginç bir durumdur ve dini, etnik, toplumsal önemli sonuçlar doğurmuş, Trabzon’da Ortodoks Rum kültürünün yaşamasına hizmet etmiştir. Komneos hanedanı yalnız Sümela manastırına 1364, 1386, 1417-29 yıllarında imtiyazlar tanımış ve köyler vakfetmişlerdir. Osmanlı padişahlarının da fermanlarıyla koruduğu vakıf arazilerle, 1890’larda Sumela’nın 15, Kuştul’un 11, Vazelon’un 20 köyü vardır. Bryer’in öztlemesiyle “toprak ağanız manastır keşisi ise, din değiştirmek akıllıca olmaz”.
Trabzon, Osmanlı –Rus savaşları ve merkezi iktidar-ayan/derebeyi savaşlarından fazlasıyla etkilenmiştir. Trabzon valileri 1758-59, 1827,1830 ve 1833 yıllarında isyancılar tarafından konaklarında muhasara edilmişlerdir. 17. yüzyılda Müslüman tüccarların daha çok Kafkaslar ve Doğu Karadeniz sahilleri, Ermeni ve Rumların Tuna üzerinden yürüttüğü ticaret sarsıntıya uğramıştır. Trabzonlu Rumlar, Eflak’taki etkileri nedeniyle Fener Rumları ile rekabet edememişler, Trabzon’daki okul ve manastırlarda bir dönem Fenerlilerin bağışları ve egemenlik gayretleri sö zkonusu olmuştur. Rusya’nın ilerlemesinden sonra Kafkaslarda ticaret gerilerken, Trabzon Rumları üzerinde eğemenlik Gümüşhane madenlerinde imtiyaz alan dağ köylerinin ağa soylarına geçmiştir. Halk dağlara çekilmiş, uzun yıllar kilise ve devlet örgütünün dışında kalan bir yaşam sürmüştür. 1826 yılında Trabzon’a gelen Schulz- Beusher’in gördüğpü bu mücadelelerin izidir :” bugün ticaret yavaş yavaş sönmekte ve sefalet görülmektedir. İstanbul’da değişik anlayışlar, çeşitlemeler olur ve projeler memnuniyet verecek başarılar olur ancak Trabzon’un eski ticretinin canlanacağı, eski parlak günlerini göreceği düşünülemez. Geriye sadece güzel iklimi, verimli toprağı, onu aslı terk etmeyecek antik şehir oluşundan gelen ünü kalacaktır”.
Oysa 180’lardan itibaren Trabzon’un tarihinde yeni bir sayfa açılacaktır. İstanbul gerçekten yeni açılımlara girecek (Yeniçeri Ocağının kaldırılması (1824) ve Tanzimat’la (1839) simgelenen yeni düzen), Karadeniz2in uluslar arası ticarete kapalılığı 1829 Osmanlı Rus Edirne anlaşması ile son bulacak ve ilk İngiliz ticaret gemisi, buhar teknolojisinin verdiği güçle, İran transit yolunu canlandıracak başarılı sferini yapacak (1830), 1838 Osmanlı-İngiltere ticaret sözleşmesinden sonra Trabzon gümrüğü yenidendüzenlenecek, Rus orduları Gümüşhane’ye kadar ilerleyecek ve halktan kendisine katılan Rum ve Ermeni guruplarla birlikte geri çekilecektir.
Yunanistan’ın bağımsızlığının, sanayi devriminin zorladığı yeni pazarlar arayışı ve Romantizm içindeki yerinden Trabzon da payını almıştır. Çağdaş Yunanlıların, antik Yunanlıların devamı olup olmadığı konusnda tarihçiler tezler geliştirirken, Yunan tarihi ve kültürü üstüne yorumlar getirenJakop Philipp Fallmerayer’in ( Geschichte des Kaiserthums von Trapezunt, 1827) ve George Finlay’ın ( The History of Greece from itsConquest by the Turks and of the Empire of Trebizond, 1851) eseleri Trabzon’u da kapsayacaktır. 1830’lardan itibaren Trabzon’a yönelen ilgi yalnız Avrupa Rönesans ve Aydınlanmasının antik çağlara duyduğu kültürel ilgiyle sınırlı kalmayıp, başta İngiltere2nin Rus yayılmasına karşı Osmanlı bütünlüğünü koruyup korumama kararı çerçevesinde belirlenip, doğrudan ekonomik çıkarlarla da içiçe geçecektir. Ve bölgeye gelen tüccarlar ve konsoloslara gezginler, misyonerler, botanikçi, tarihçi, sanat tarihçilri de katılacaklardır.
Trabzon’un tekrar İran transit ticaretinin limanı ve Avrupa’nın Pazar kapısı haline gelmesi ile bölgenin ekonomik olduğu kadar kültürel yaşamında da canlanma ve değişim başlamıştır. Rus, Fransız, İngiliz, Avusturya, Fransız şirketleri düzenli gemi seferlerini başlatmış, yabancı konsoloslukların sayısı onları geçmiş, yerli Rum ve Ermeni okulları dışında, İran, Fransız ve Ermeni okulları açılmış, 1834’ten itibaren misyoner faaliyetleri başlamıştır.
Özellikle uluslararası ticaretle eklemlenme yeteneğini gösteren ve bütün Karadeniz limanlarına ve Avrupa’ya kadar yayılan Rumlar, ekonomik olarak zenginleşirken, toplumsal örgütlülükleri de artmış, yeni düşünce akımları’nın özellikle Milliyetçiliğin etkisinde kalmışlardır. 1784-1816 yılları arasında kapalı kalan Frontisteron’un devamı kabul edilen yeni Rum okulu açılacak, bu okulun öğretmenlerinden Triantafilidies, oğlunu Perikles adıyla vaftis ettirip Atina’ya öğrenime gönderecektir. Perikles 1842’de öğretmen olarak döndüğünde, hem klasik Yunancayı öğretecek hemde “yerli ağızlar” derlenmesine ve yukarıda bir örneği anılan yerli kültürle ilgili yayınların yayımını başlatacaktır. Bu yıldan itibaren okulu bitiren Karadenizli çocuklar Atina’ya burslu gönderilmeye başlanacak, cemaaten toplanan para Maçka’nın üç manastırı ile okul arasında paylaştırılacaktır. Gelişen “Rum” burjuvasinin, eğitimi kilise egemenliğinden çıkarma mücadelesi ise özellikle öğreticidir.
Bu gelişmeler Trabzon’da yeni bir kuşak yaratacaktır. Osmanlı yönetimince bölgede yeni okullar, matbaa açılıp, salname, vilayet gazetesi yayımlamaya başlar. Açılan matbaada basılan ilk kitaplardan biri Şakir Şevket’in Trabzon tarihidir (1870). Ancak İmparatorluk Avrupa’nın hasta adamı olmaktan kurtulabilmiş değildir. Osmanlı –Müslüman aydınlar bir yandan bürokrasi içinde yer alıp, bir yandan sürgün ve sansürle belirlenen bir dünyaya sıkışırken, gayrimüslim aydınlar Odessa, Marsilya hatta New York’a uzanan bir ticaret dünyasının içinde yer almakta ve yayınları da aynı oranda yoğunluk göstermektedir. Perikles Triantafilidies (Atina 1866), Savvas İonnides (İstanbul 1870), Epaminondas Th.Kyriakides (Atina, 1897), T.E Evangelides (Odessa, 1898), İ.P.Elefteriades’in (Atina,1903) Trabzon ve Doğu Karadeniz’le ilgili kitapları yanısıra, ayrıca 13 yerleşim birimiyle ilgili tarihi çalışmaları vardır. Dede Korkut ve Battalname’lerle ilişkisi Batılılarca araştırılan Yunan destanıı Digenes Akritas yazması Savvas İonnides tarafından Trabzon’da 1868’de bulunmuş ve Ermeni destanı Sasonlu David, Trabzon Ermeni piskoposu tarafından Muş’ta derlenmiş ve 1874’de yayımlanmıştır.
Çeşitli tarihlerde bölgeye gelen gezginlerin gözlemleri ve yaklaşımları, bu değişimin aşamalarını göstermektedirler. Finlay 1850’de Sumela manastırını ziyaretinde, keşişlerin Türkçeyi Yunancada daha iyi bildiğini hayretle gözlemlemiş, kendisi Atina Yunancası konuşurken karşısında Trabzonluların diyalektiğini bulmuştur.”Finlay Trabzonluların Yunanlı olmasını, Ksenophon gibi davranmalarını ve onları istekler içinde bulmayı umuyordu”. Bu arzular 1820’lerden beri duyulur olmuştur; 1837’de Horatio Southgate, Gümüşhane’de yeni açılmış iki okulla karşılaşır: “Deneyimli öğretmenler başkentten getirilmiş. Antik ve çağdaş Yunanca, tahrirat öğretilen ana dersler. Öğrencilerden birkaçı beni görmeye geldi. Onların ağzından Konstantinapolis Yunancasının tatlı ve incelmiş tonlarını duymak özel bir zevkti. Bunu okullarında öğrenmişler ; ana baları ise kendi ağızlarını konuşuyorlar ve çevirmenim, bu dili çok iyi bilmesine rağmen, onlarla anlaşamıyor”.
Rev.Henry F. Tozer, 1879’da Sumela’yı ziyaretinde, papazlar ve kütüphanesiyle ilgili olarak şunları anlatır: “...dikkat çekici bir başka yazma da 2. Mhmet’in fermanıydı... Bu yazmaları incelerke, sözünü ettiğim cahilliğin şaşıtıcı bir örneğine daha tanık olduk. Arkadaşım ilk fermanı verenin İstanbul’un fatihi olduğuna emin olmak için heyecanlanırken hegumene hangi Muhammed’i kasttettiğini sordu. Hegumen buna “niin, elbette peygamber Muhammet” diye cevap verdi. Biz şaşkınlık içinde birbirimize bakıp kulaklarımıza inanamazken, keşişlerden şaşkınlığımızı gören bir başkası”doğru, büyük Muhammed – peygamberdi” diyerek bize güvence verdi. Bunu duyduktan sonra başka soru sormadık”.
“ Kütüphaneden söz etmek kaldı. Burayı soruşturduğumda, hegumen, kapısına ulaşmanın yolu olmayan taş bir odayı işaret etti. Ziyaret arzumuzu ifade ettiğimizde, merdiven istendi ve getirildiğinde ve anahtar bulunduğunda, hegumen önümüzde, cüssesinden beklemediğimiz ir güç sergileyerek, yukarı tırmandık. Ve heyhat! Sönük gözlü bir penceresi ile küçük karanlık bir oda bulduk, öyle nemli atmosfer ve arkkadaki soğuk kaya olmasa da burası nemsiz kalmazdı ve kitaplar büyük karışıklı içinde üst üste yığılmıştı. Onları incelrmeye olanak yoktu ama genede tezpihsiz, iyi işçilik eseri üç yazma incil buldum. Hegumen yeni bir kütüphane yaptıdıklarını ama kitapların henüz oraya taşınmadıklarını ifade etti. Ama böyle bilgisiz kişilerin elinde özenli bir muamele görme şanslarının çok az olduğunu düşünüyorum”.
Durum çok kısa sürede değişecektir. Bir çok eserle birlikte Komnenos dönemiyle ilgili en önemli yazmaların bulunduğu Sumela Kütüphanesi, yöre tarih ve kültürüyle ilgilenenler arasında nerdeyse efsaneleşecektir. Sumela Manastırının 180 bütçesi 387 sterlinken, 1904 yılında bu miktar 4.142 sterline ulaşmıştır. 1856 Islahat fermanı ile kazanılan haklar ve cemaatin zenginleşmesi sonucu, Trabzon’un girişimci metropoliti Konstantinos Efendi (1830-1879), bölgedeki kiliseleri restore ettirmiş, daha doğrusu birçoğunu eski özellikleri tanınamaz hale getirerek, bazen yıktırarak yeniden yaptırmıştır.
Sumela’da su kemeri, kütüphane ve bütün ön cephenin yapılış yılı 18642dür. Yamaçtaki ahşap yapılar yıkılmış, manastır yepyeni bir görünüşe bürünmüştür. Komnenos hanedanının özel bir önem verdiği, Osmanlı padişahlarından da vakıf imtiyazlarının korunduğuna dair fermanlar alan Sumela Manastırı, haln Trabzon’un en ilgi çeken eseri olma niteliğini korumaktadır. Bugün dünyanın çeşitli müzelerinde ve bazıları özel kolleksiyonlarda bulunan tarihi belgeleri, eserleri, 3. Manuel’in armağan ettiği haçlar ve stavrotek, Aziz Lukas’ın yaptığına inanılan ikonuyla “Sumela kültü” sürmektedir. Aziz Lukas ve Kara Meryem ikonlarının Hristiyan inacı ve sanat tarihi içindeki yerini Manastırla ilgili literatürü de tanıtıp eleştirerek değerlendiren Semavi Eyice, Türkiye’de konuya bilimsel olarak eğilen ilk kişidir: “Tarihi olan ve sanat değerine haiz kısımların tesbiti il bu kısımların dikkatle korunması düşünülebilir...Geri kalan ve çok menfi bir görünüş yaratan enkazın ayıklanması...işe yarar kısmında bir kahve ve dinlenme yeri tesis edilebilir...son yıllarda pek aşırı bir derecede önem verilen bu yerin haiki tarihi hüviyetini ortaya koyabildiğimizi tahmin ediyoruz...”. Bu satırların yıllar öncesinin olanakları elverdiğince kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Orman Bakanlığı görevlilerininde çabasıyla korunduğu ve sonunda müze olabildiği bilinen manastırın Rumlar ve Müslümanlar için önemli bir ziyaret yeri olduğu açıktır. Efsaneye göre Aziz Lukas’ın “dualara hemen karşılık veren” Meryem Ana ikonu Atina’dan uçarak rüyasına girdiği iki keşişi bugün bulunduğu dağa getirmiş ve manastırı kurdurtmuştur. Sumela efsanesi 4.yüzyıla kadar giderken, Vazelon Manastır’nın 270, Kuştul-Peristera Manastırı’nın 752 yılında kurulduğuna inanılmaktadır.
Sumela, Müslümanların tanıdığı adla Meryem Ana manastırı, ayazması, arka tarafındaki dilek kayası ile yüzyıllarca bölge halkı için kutsal bir yer olmuştur. Müslüman ve gayrimüslüm halkın, birbirlerinin dinadamlarına “okunma”yı, farklı ekollern teknklerinden yararlanmak üzere, son ve sürpriz etkili bir çare olarak gördüklerini biliyoruz. Ancak, Ziganoyların, 1900’lü yıllarda Kuştul’a sedyeyle hasta sokma oyunuyla battaniye altına sakladıkları tüfekleri çıkarıp manastırı soydukları da halen belleklerdedir.
Kuştul Manastarı 1203’de terk edilmş, 1393’de tekrar kurulmuş, 1904’de çok büyük bir yangın geöirerek yeniden inşa edilmiştir. Bryer’in 19.yüzyılda yapılan yeniliklerin Sumela’dan da çok etkilenmiş olduğunu belirttiği Vazelon Manastırı, yalnız uzaktan heybetli görüntüsü kalmış olan Kuştul’a göre çok daha iyi durumdaysa da, bu iki manastır, Sumela kadar talihli olamamış, halen korunma altına alınmamıştır.
Bryer, Trabzon şehrinde 1204 öncesine ait 22, sonrasına ait 56 ve 1461 sonrasında yapılmış 24 kilisetesbit eder. Eser sayısının, kayıtlardanÖğrenilenlerle birlikte 96 olduğunu,, tekrarlar nedeniyle bu sayının 82’ye inebileceğini bugün kendisi veya izi görülebilen eser sayısının 37 olduğunu gösterir. Müze yapılmış olan olan Aya Sofya ve cami yapılarak kurtarılmış olan kiliseler, bugün Trabzon mimari mirasının zenginliğini oluşturmaktaysa da, daha büyüğünü yapmak için cami yıkılabilen bir yerde “mimari miras” kavramından söz etmek havada kalmaktadır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Karadeniz ve Trabzon’u işgal eden Ruslar, Trabzon askeri bölge şef ve vekilliğine, Rus ordusunda beklendiği gibi bir generali değil, ast subay olan Sergey Mintslov’u atadılar. Bilim adamı niteliği daha baskın olan Minstlov, yayıncılık ve Trabzon tarihinin araştırılması konulşarına büyük önem verdi. Kendisi bu görevdeyken üçü Trabzon’la doğrudan ilgili sekiz kitap ve broşür, bir gazete yaımlandığı gibi, zamanın en tanınmış Rus arkeologlarından olan F.J.Uspensky başkanlığında bir heyeti de bölgeye getirtti. Şehrin, mimari mirası üstüne araştırmalar yapan heyet, başta Vazelon sicil defterleri olmak üzere bazı belgeleri ve taşınır eşyayı memleketlerindeki müzeye götürdüler, daha sonra bu araştırmaların bilimsel raporlarını ve defterlerini yayınladılar.
Savaştan sonra galipler, istekleri doğrultusunda barış anlaşması yapılması ve Anadolu’nun paylaşılmasını gerçekleştirmeye çalışırken “Pontos Devleti” veya Büyük Yunanistan düşünceleri ile Trabzon bir kez daha dünya gündemine girer. Osmanlı tarihi hakkında da eserler veren Herbert Adams Gibbons, Trabzon’dan Amerşka’da yayımlanan The Christian Science Monitor gazetesine haberler gönderirken, Türkiye’nin Kemalist, İttihatçı ve Bolşevik, komplocu bir çetenin elinde olduğunu ileri sürmekte, Anadolu’da Hristiyanlığın kurtuluşu için Batı’yı harekete geçmeye çalışmaktadır.
1820’lerin Avrupa’sının yeni doğan Yunan devleti nedenile Trabzon tarihine ilgi gösterdiği gibi19202lerde yaşanan çalkantılar da Trabzon üstünde yaratılan literatüre ivme kazandırmıştır. Türk-Yunan savaşının ve yeni Türkiye’nin yarattığı etkiler de Trabzon’un yeniden incelenmesine vesile olmuştur. William Miller’in “Trebizond, The Last Greek Empire of the Byzantine era, 1204-1461 (1926) adlı yapıtıyla başlayan tarih çalışmaları, doktora tezi Komnenos devletinin toplumsal ve bürokratik yapısı olan ( The Society and Isnstitutions of the Empire of Trebizond, 1967), Pontos tarihi alanının duayeni A.A.Bryer’la günümüze kadar gelmektedir. 1939’da yayınlanan bir bibliyografyada, o güne kadar Trabzon üzerine yazmış olan 678 yazar saptanmaktadır.
19.yüzyılın bilime, icat ve keşiflere duyduğu ilginin edebi ifadesi olarak değerlendirilebilecek eserleriyle popüler olan Jules Verne (1828-1905), “ Keraban le Tetu” adlı romanında kahramanlarna Karadeniz çevresinde ir tur yaptırırken, buradaki şehir ve kasabalarla ilgili, kitabi olması gereken, oldukça ayrıntılı bildiye sahip olduğunu göstermektedir. Yazar Trabzon’u “Kökeni çok eskilere dayanan...Birinci Napolyon’un soyundan geldiğini öne sürdüğü Kommagenes ailesnin eline geçen...Dünya tarihinde yer almış bir kenttir” diye niteler ve kahramanı adına “bu ünlü kenti gezip görme umuduyla ne denli sevindiğini anlamak güç olmaz” der.
Trabzon’la ilgili seyehatname sayısı 19.yüzyılda yüzü fazlasıyla geçmektedir ve bütünü içinde yüksek bir oran tutmaktadır. Amerikalı misyoner, doğa karşısında duygulanırken (“...manzara sözcüklere sığdırılamıyacak kadar muhteşemdi. Sanki Efendimiz Küçük Asya’nın bu bölümünü özenerek yaratmış...”). Erzurum yolunda çalşan Fransızlar han duvarlarına Paris’in ünlü otellerinin adını kazımaktadırlar. Hamilton ve arkadaşlarının , on iki, on üç kadar olan binek ve yük hayvanı ihtiyaçlarının karşılanması için Trabzon valisi emir verince, çavuşlar iki yüze yakın hayvanı zorla toplamış, rüşvet verenler hayvanlarını kaçırdığı için sonuçta gelenler, en kötğ durumdakiler olmuştur.Warkworth ve arkadaşları yolculuklarına devam edebilmek için valilikten izin almaya çalışırken, ünlü İslahat Müfettişi Şakir Paşa, eşyalarını Maçka’daki handan boşalttırarak buraya ailesiyle kendi yerleşir. Ancak seyyahlar görmeyi arzuladıklarını görürken veya doğal olarak içinde ayrıksı olan dikkatlerini çekerken, Trabzon’un ekonomik ve toplumsal yaşamı ile ilgili en gerçekçi ve kapsamlı çözümler gene İngiltere konsolos raporlarında bulunmaktadır. Trabzon köylüsünün ödediği vergiler, yol inşaatında çalışma yükümlülüğü, fındık fiyatları, mendirek inşaatı ihalesi hep bu raporlarda yer almaktadır.
Trabzon Şeriye sicilleri, Tahrir defterleri gibi Osmanlı kaynaklarına dayalı araştırmalar, tarih, antropoloji, sosyoloji ve iktisat tarihinde çağdaş anlayışla yapılan incelemeler, eski seyehatnamelerin yeni baskılarıyla, Avrupalılar Trabzon hakkında eserler vermeyi sürdürmekte, geçen yüzyılların dini ve siyasi yargılarından arınmış akademik ürünler artmaktadır. Bir gelişim de Mübadele ile Yunanistan’a giden Rumların 1930’lardan itibaren yarattığı edebiyatın, çileli yıllardan sonra zenginleşen ve eğitim gören yeni kuşakların yetişmesiyle, yeni bir evreye girmesidir. Bu gelişme biraz bizdeki gurbetçilerin bölgeyle ilgili eserler vermeleriyle benzeşmektedir. Yunan için yeni bir gelişim Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Gürcistan, Karadenz kıyıları ve Orta Asya’daki Pontos kökenlilerin Yunanistan’a gitmeye başlamaları ile canlanan ilgi örgütlenme ve yayın faaliyetleridir. Sovyetlerin dağılışıyla tarihe ve bugüne ilişkin Batı’da yapıla çalışmalarınsayısı ve nitelikleri bizdekilerden çok daha yüksektir.
Giresun’da kirazı bulup Batı’ya tanıtan, adından görkemli ve lüks şölenleri anlatan sıfat türetilmiş olan Romalı kumandan Lucullus’la ve altın postu bulmak için Kolh ülkesine giden Argonotlarla Doğu Karadeniz, Batı belleğinde yer etmiştir. Roma, Yunan ve Hristiyanlık dünyasının çok farklı bir coğrafya ve iklimdeki halen yaşayan egzotik şehri olarak Trabzon ve Komnenoslar romanlara esin kaynağı olmayı sürdürmektedir. İpek yolunun öteki ucunda, Japonya’da kirazın kutsallaşması veya anayurdu Japonya olduğu söylenen Trabzon hurmasının Trabzon’da doğal bitki örtüsüne katılmasına ilişkin bir araştırma çalışması herhalde çok zor. En az Evliya Çelebi’den beri söylenmekte olan “Trabzondur yerumuz / Ahça tutmaz elumuz / Hapsi baluk olmasa / Nice olurtu halumuz” türküsünün de tanıklık ettiği gibi, geçmişi bugünle, yüksek yaylalardaki yaşamla çağdaş donanımı birleştiren Trabzon’a “dünya” hep bu miras ile bakacaktır.
Birinci Dünya Savaşından sonra yeniden kurulan dünyada Trabzon, Karadeniz’in ücra bir limanı haline gelmiştir. 1970’lerde İran-Romanya/Tuna ticareti canlanmışsa da, Trabzon’un tek çekiciliği, gittikçee uluslar arası çevrede daha fazla tanınmaya başlayan Sumela Manastırı olmuştur. Trabzonspor adını Avrupalı futbolseverlere duyurmuşsa da, şehir yeni bir aşamaya Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra girmiştir. Bugün yalnız doğuda Bakü, Gence, Duşenbe, Stavrapol, Krasnodar, Soçi’ye uçak seferleri olan havaalanı ve 1997 Ocak- Nisan ayları arasında 276.113 ton yükleme boşaltma yapılan limanı ile Trabzon, yalnız Sumela, Kaçkar ve Karadeniz yaylalarını görmeye gelen turistlerin uğrak yeri değil, ekonomik bakımdanda önem taşıyan bölge merkezi olmuştur. Son dönemin şehre getirdikleri, nasıl iz bırakıp, yazıya nasıl geçtiği, Trabzon imgesiyle gerçek Trabzon arasına neler girdiği de gelecek kuşakların sorunu olmaya devam edecek.
Biz Karadeniz ' in asi çocuğunu kaybetmedik . Biz Kazım ' ı , yani Karadeniz ' in hırçın çocuğunu notaların sonsuzluğuna uğurladık . Ve Köroğlu , Dadaloğlu , Aşık Veysel gibi kuşaktan kuşağa yaşayacak , yaşatacağız . Sen Bizimlesin Kazım....

Çevrimdışı ¤ۣۜ..¤SessizGemi

  • Administratör
  • *
  • İleti: 7518
  • Rep Puanı: +333/-3
Ynt: DÜNYADAN BAKINCA TRABZON
« Yanıtla #1 : Mart 05, 2007, 10:31:40 ÖS »
çok tşkkrler  yazı için..paylaşımların için çok tşkkr ediyorum..
Sen üzülme, senin için bu gönlüm ağlar..

Çevrimdışı lazcaptan

  • Süper Üye
  • *****
  • İleti: 430
  • Rep Puanı: +14/-0
  • t4A1'lİ mAnyAxs
Ynt: DÜNYADAN BAKINCA TRABZON
« Yanıtla #2 : Mart 06, 2007, 12:54:22 ÖÖ »
teşekkurler çok uzundu paylaşım için saol emeğe saygılıız...