Gönderen Konu: İstanbul'u Fethetti ama Oğullarına Söz Geçiremedi  (Okunma sayısı 834 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
İstanbul'u Fethetti ama Oğullarına Söz Geçiremedi
« : Temmuz 27, 2011, 12:24:29 ÖÖ »
Fatih Sultan Mehmed'in Oğullarının Taht Kavgası
 1481-1494, Anadolu, Mısır, Rodos, Fransa, İtalya


 II. Mehmed, İstanbul'u alarak Bizans İmparatorluğuna son vermiş ve tarihe
 "Fatih" unvanıyla geçerken Osmanlı devletini "imparatorluk" haline getiren
 padişah olmuştu. Ayrıca büyük dedesi Yıldırım Bayezid'ın Timur'a
 yenilmesinden sonra Osmanlı devletinin karşı karşıya kaldığı dağılma tehlikesi
 ve on yıldan fazla süren "Fetret Devri" sırasında şehzadeler arasında çıkan taht
 kavgalarının bir daha tekrarlanmaması için "kardeş katline" olanak tanıyan bir
 "kanunname" de yapmıştı.
 Nitekim daha sonra bu kanunnameye uygun olarak çok kan dökülecek, saraydan
 bir gün içinde 17 şehzadenin cesedinin çıktığına bile tanık olunacağı zamanlar
 gelecekti. Ama Fatih kendi oğullarına söz geçiremeyecek ve Osmanlı tarihindeki
 en ciddi, en uzun süreli ve uluslararası boyutlar kazanan taht kavgası da
 Fatih'in oğulları arasında meydana gelecekti. Cem Sultan ile II. Bayezid
 arasındaki mücadele tam 13 yıl sürecekti.
 Aralık 1459'da Edirne'de doğan Cem Sultan ağabeyi Bayezid'dan on iki yaş
 küçüktü ama ondan daha yetenekli ve daha iyi yetişmişti. Bir Türk beyinin,
 Dulkadiroğlu'nun kızından doğan Bayezid, babası Fatih henüz şehzade iken
 dünyaya gelmişti. Bir Hıristiyan prensesi, Macaristan Kralı Matyas'ın kuzeni
 Sofya'dan olan Cem ise II. Mehmed "Fatih" unvanını aldıktan ve imparator
 olduktan sonra doğmuştu. Dinini değiştirmemesine rağmen Çiçek Hatun adını
 alan Sofya, II. Mehmed'in hareminde yönetimi ele almış ve padişahın en sevdiği
 karısı olmuştu.
 Fatih, Sofya'ya o kadar düşkündü ve öylesine değer veriyordu ki, Hıristiyan
 olarak kalmasına ve dini inancının gereklerini Topkapı Sarayı'nda sürdürmesine
 izin vermişti. Kendisinin de yine bir Hıristiyan prensesinin -Sırp Kralı
 Brankoviç'in kızı Mara Despina'nın- oğlu olması Fatih'in Cem'i daha çok
 sevmesinde rol oynamış olabilir. 3 Mayıs 1481'de Gebze'de son nefesini vermeden
 önce Fatih'in "Benden sonra tahta geçecek olan Cem'dir" dediği söylenir.
 Yunanca ve Farsça'yı çok iyi bilen Cem Fransızca ve İtalyanca'yı da oldukça iyi
 konuşuyordu. Farsça'dan çeviriler yapıyor, müzik, edebiyat ve felsefeyle
 ilgileniyordu. Önce Kastamonu'ya daha sonra da ağabeyi Mustafa'nın ölümü
 üzerine de Konya'ya vali olarak atanan Cem'in ağabeyi Bayezid'a göre yeniçeriler
 ve halk tarafından daha çok sevildiği söyleniyordu.
 Babaları öldüğü sırada Bayezid Amasya'da, Cem ise Konya'da bulunuyordu ve
 tahta Cem'in geçmesini isteyen Sadrazam Mehmed Karamani Paşa hemen Cem'e
 üç ulak, Bayezid'a de iki ulak göndererek durumu bildirdi. Konya İstanbul'a
 daha yakındı ama Topkapı Sarayı'nda Bayezid daha örgütlüydü. Zaten
 ölümünden önce Fatih'le oğlu Bayezid arasında dolaylı bir iktidar mücadelesi
 başlamıştı ve hatta Fatih'in Üsküdar'dan hareket ettiği orduyla Bayezid'ın
 üstüne yürüyeceği söyleniyordu. Daha önce bilinen bir sağlık sorunu olmayan
 padişahın birdenbire rahatsızlanarak ölmesi üzerine zehirlendiği ve üstelik Bayezid'ın adamları tarafından zehirlendiği de ileri sürülecekti. Bayezid'ın
 damadı ve Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa ulakların Cem'e üç gün geç gitmesini
 sağladı ve böylece daha erken haberi alan Bayezid Amasya'dan hemen yola
 çıkarak Cem'den önce İstanbul'a gelip padişahlığını ilan etme fırsatını buldu.
 Ama kendisini tahtın asıl sahibi gören Cem bu durumu kabullenmeyerek
 toparladığı bir orduyla Konya'dan yola çıktı. 28 Mayıs'ta Bursa önlerinde
 ağabeyinin gönderdiği orduyu yenerek Bursa'da hükümdarlığını ilan etti. Kendi
 adına para bastırıp, camilerde hutbe okutarak Osmanlı'da ikili bir iktidarın
 varlığını herkese kanıtlamış oluyordu.
 Bu arada İstanbul'da kontrolü ele alan Bayezid iktidarını pekiştirmek için
 önemli adımlar attı. Cem'in destekçisi olarak bilinen Sadrazam Mehmed
 Karamani Paşa'ya karşı yeniçerileri kışkırttı ve onların bazı haklarının elinden
 alınmasının sorumlusu olarak gösterdi. Yeniçerilerin sadrazamı katletmesi
 üzerine hem Cem'in önemli bir destekçisinden kurtulmuş, hem de Yeniçerileri
 kendi yanına kazanmış oluyordu.
 Bayezid, ulema ve vakıf sahibi güçlü aileleri de yanına alacak tarzda davrandı.
 Zaten Fatih'in ölümüne giden olayların nedenleri arasında gösterilen vakıf
 arazilerine ve mallarına el konulmasından vazgeçileceğini ve bunların eski
 sahiplerine verileceğini ilan ederek kardeşiyle arasındaki iktidar savaşının
 sonucunu tayin edecek bir adım da atmış oldu.
 Böylece konumunu güçlendiren Bayezid büyük bir orduyla Bursa'daki Cem'in
 üzerine yürüdü. Kardeş kanı dökülmesini istemediğini söyleyen Cem, Bayezid'la
 anlaşmanın yollarını arayarak Anadolu topraklarının Bayezid'a, Rumeli
 topraklarının ise kendisine bırakılacağı ikili bir yönetim önerdi ama kabul
 edilmedi. 20 Haziran 1481'de Bursa önlerinde yapılan savaşı Cem kaybetti ve
 böylece fiilen ikili iktidar durumuna da son verilmiş oldu. Cem'in Osmanlıların
 ilk başkentindeki saltanatı ancak 20 gün sürebilmişti.
 Cem savaşı kaybetti ama taht üzerindeki iddiasını, Fatih'in meşru varisinin
 kendisi olduğu yolundaki inancını kaybetmedi. Savaş alanında ele geçirilemeyen
 Cem annesinin ve ailesinin bulunduğu Konya'ya gizlice ulaştı ve buradan da
 hemen yola çıkarak Kahire'ye Memluklara sığınmayı başardı. Eylül ayı
 sonlarında ulaştığı Mısır'da Memluk Sultanı Kayıtbay tarafından törenle
 karşılanan Cem Sultan için artık uzun yıllar sürecek bir sürgün hayatı
 başlamıştı.
 Oysa Cem'in tek düşüncesi yeniden Anadolu'ya dönüp bir ordu toparlayarak
 İstanbul'a yürümek ve gasp edildiğine inandığı tahtını ele geçirmekti. Bunun için
 Kayıtbay'ın mali desteğine ihtiyacı vardı ve Osmanlılarla ihtilafı olan Memluk
 Sultanının da Cem'e ihtiyacı vardı. Bu taht kavgasında Osmanlıların
 yıpranacağını hesaplıyor, Cem'in kazanması durumunda ise kendisine dost olan
 bir sultanın İstanbul'da olması tabii ki işine geliyordu.
 Kayıtbay destek sözü verdi ama önce yaklaşan Hac zamanını değerlendirmesini
 ve Mekke'ye giderek hacı olmasını önerdi. Böylece bütün Müslümanlar gözünde
 itibar kazanacaktı. Nitekim Cem de bu öneriyi akıllıca buldu ve binlerce
 taraftarından oluşan görkemli bir kafileyle Mekke'ye giderek Osmanlı hanedanından İslamın kutsal topraklarına giderek hacı olan ilk kişi oldu.
 Gerçekten de bu durum İslam dünyasında Cem'in itibarını ve desteğini artırdı.
 Kahire'ye döndükten sonra ailesini Kayıtbay'ın yanında bırakarak yeniden
 Anadolu'ya doğru yola çıkan Cem Suriye üzerinden Adana'ya geldi ve 14 Mayıs
 1482'de Karaman beyi Kasım'la buluştu. Karamanlıların yanı sıra Bayezid'a
 karşı olan güçlerden bir ordu meydana getiren Cem Ankara'ya doğru yürüdü ve
 kaleyi kuşattı. Ancak Bayezid'in büyük bir orduyla üzerine gelmesi üzerine
 kuşatmayı kaldırdı ve Alaşehir'e doğru çekildi. Kuvvetleri dağılmıştı ve artık
 canını kurtarmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu.
 Çareyi Rodos şövalyelerine sığınmakta buldu. Şövalyelerin lideri Pierre
 d'Aubusson'la yapılan anlaşmaya göre adada özgür olacak ve istediği zaman
 adadan ayrılabilecekti. Güneyden Anadolu'dan ülkeye girerek şansını deneyen
 ancak kaybeden Cem bu kez Batı'ya giderek, kendisine destek olacağını söyleyen
 dayısı Macar Kralı Matyas'la buluşmayı ve Rumeli'den ilerleyerek tekrar şansını
 zorlamayı düşünüyordu.
 20 Temmuz 1482'de geldiği Rodos'ta uzun süre kalmaya niyeti yoktu. Saint-Jean
 şövalyeleri ise Cem'i mümkün olduğunca uzun süre ellerinde tutmak ve böylece
 hem Osmanlı hükümdarının adaya saldırmasını engellemek ve ondan para
 sızdırmak, hem de Hıristiyan dünyası üzerinde etkili olmak istiyordu.
 Avrupa'daki her kral Osmanlı hükümdarının korkulu rüyası olan böylesi bir
 tutsağa sahip olmak için her şeyi yapabilirdi. Balkanları ele geçirip Orta
 Avrupa'ya doğru yayılmakta olan Osmanlıları ve İslam'ı durdurmak için Cem
 Sultan çok iyi bir araç olarak görülüyordu. Bunu başaran kral ise hiç kuşkusuz
 Avrupa'nın hakimi olurdu.
 Gerçekten de 1 Eylül'de Rodos adasından gemiyle yola çıkan Cem Sultan ve
 kendisini terk etmeyen bir avuç adamı Ekim ayında Fransa kıyılarına, Nice
 şehrine ulaştılar. Cem'in bundan sonraki yedi yılı bazen kısmen özgür, bazen de
 iyice ağırlaşan tutsaklık koşulları içinde Rodos şövalyelerinin yönetiminde
 bulunan Fransa'nın Akdeniz kıyılarındaki şatolarda geçecekti.
 Bu arada bir Fransız asilzadesinin Philippine adlı bir kızıyla kısa süreli bir aşk
 yaşadığı ve daha sonra ondan bir oğlu olduğu da söylenir. Ellerindeki değerli
 tutsağı kimseye kaptırmamaya çalışan Saint-Jean şövalyeleri Bourganeuf'da
 onun için özel bir kule bile yaptırdılar. Batılılar Cem Sultana "Zizimi" dedikleri
 için hala "Zizimi Kulesi" diye bilinen bu özel hapishanede Fatih'in oğlu iki yıldan
 fazla kaldı.
 Bu arada İstanbul'daki ağabeyi Bayezid tabii ki hiç de huzurlu değildi ve
 yaşadığı sürece tahtı için bir tehlike olacak Cem'i ortadan kaldırmak veya en
 azından serbest bırakılmamasını sağlamak için elinden gelen her şeyi yapıyordu.
 Cem'i elinde tutanlara yıllar boyunca her ay 40 bin düka altın rüşvet verirken bir
 yandan da onu öldürtmek için her yolu deniyordu. Cem gerçekten de Hıristiyan
 dünyası karşısında elini kolunu bağlıyordu.
 Cem'i destekleyenleri kendi yanına çekmeye çalışıyor, siyasi ödünler veriyor,
 anlaşmalar yapıyor, hükümdarları satın almaya uğraşıyordu. Fransa Kralı XI.
 Louis'nin çok dindar olduğunu öğrenince Cem'i kendisine teslim etmesi için
 Topkapı Sarayı'nda bulunan Hıristiyanlık için kutsal emanetlerden "Vaftizci Yahya'nın elini" ve "İsa'yı öldüren mızrağın parçasını" krala vermeyi teklif etti.
 Ancak hasta ve yakında öleceğini düşünen kral bir kafirden bunları kabul
 etmeye yanaşmadı.
 Hıristiyan dünyasının ruhani lideri Papa VIII. Innocentius da Cem'i elde etmeye
 çalışıyordu. Osmanlılara karşı bir haçlı seferi düzenlemeyi düşünen Papa, Cem'i
 de ikna ederse Türkleri Avrupa'dan atacağına inanıyordu. Nitekim uzun
 uğraşlardan sonra Saint-Jean şövalyelerinin lideri Pierre d'Aubusson'u kardinal
 yaparak Cem'in Roma'ya verilmesini sağlayacaktı.
 Mayıs 1489'da Roma'ya gelen Cem, burada daha özgür olacağını ve Macaristan'a
 geçme olanağını bulacağını umuyordu. Ancak Papanın Hıristiyan olma davetine
 şiddetle karşı çıkınca yaşamı yine Rodos şövalyelerinin elindeki gibi sürüp gitti.
 Bu arada 6 Nisan 1490'da dayısı Macar Kralı Matyas da ölünce artık Cem'in
 Rumeli üzerinden İstanbul'a yürüme hayalleri de sönüp gidecekti.
 Siyasi emelleri için Cem'le yakından ilgilenen son hükümdar Fransa Kralı VIII.
 Charles oldu. Kudüs üzerine bir sefer yapmak niyetindeki Charles, VIII.
 Innocentius'un ölümü üzerine 27 Eylül 1492'de yeni Papa olarak seçilen VI.
 Alexandre'ın Cem'i ağabeyi Bayezid'a teslim etmek için pazarlık yaptığını
 duyunca 31 Aralık 1493'de Roma'ya girdi ve Cem'i kendi himayesine aldı. Fransa
 Kralı ile birlikte İtalya'dan yola çıkan Cem yolda hastalandı ve 24 Şubat 1494'de
 Napoli'de öldü.
 Henüz 35 yaşında hayata veda eden bu talihsiz şehzadenin ani ölümü
 zehirlenmiş olduğunu gösteriyordu. Ama bu konudaki esrar perdesi tam olarak
 aydınlanamadı. Bayezid'ın görevlendirdiği casuslardan birinin berber kılığında
 Cem'in yanına kadar gittiğini ve bir tıraş sırasında usturasıyla kanına zehir
 karıştırdığı söylentisi en çok üzerinde durulan olasılıklardan biridir.
 Daha sonra ilaçlanarak bozulmadan saklanan cesedi bile yıllar boyu süren
 pazarlıklara konu olan Cem Sultan en sonunda ölümünden 5 yıl sonra Bursa'ya
 getirilerek toprağa verildi.
 On yedi yıl önce Anadolu kıyılarından Avrupa'ya doğru yelken açmak zorunda
 kalan Fatih Sultan Mehmed'in en sevdiği oğlu taht kavgasında bir türlü başarılı
 olamamış ve Anadolu'ya ancak cesedi dönebilmişti. Kurduğu imparatorluğun
 taht kavgalarına sürüklenmesini önlemek için "kardeş katline" bile olanak
 tanıyan ve kendisinden sonra Cem'in gelmesini vasiyet eden Fatih ise ne
 oğullarının kavgasını önleyebilmiş, ne de kendisinden sonra Cem'in
 imparatorluğun başına geçmesini sağlayabilmişti.
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı MAHMUTOĞLU

  • Premium Üye
  • *******
  • İleti: 4219
  • Rep Puanı: +62/-0
  • GURURLA BAKIYORUM DÜNYAYA
Ynt: İstanbul'u Fethetti ama Oğullarına Söz Geçiremedi
« Yanıtla #1 : Temmuz 27, 2011, 10:27:21 ÖÖ »
Teşekkürler
Hamsi küçük bir balık, sakın ha aldanmayın, soyu çok kalabalık, yan göz ile bakmayın