Gönderen Konu: Risale-i Nur Nedir ve Nasıl Bir Tefsirdir?  (Okunma sayısı 969 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı yomralı_güzel

  • Bağımlı Üye
  • ***
  • İleti: 146
  • Rep Puanı: +23/-0
Risale-i Nur Nedir ve Nasıl Bir Tefsirdir?
« : Ağustos 19, 2007, 11:36:16 ÖÖ »
Kur'ânın hakikatlarını müsbet ilim anlayışına uygun bir tarzda izah ve isbat eden Risale-i Nur Külliyatı, her insan için en mühim mesele olan "Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceğim? Vazifem nedir? Bu mevcudat nereden gelip nereye gidiyorlar? Mahiyet ve hakikatları nedir?" gibi suallerin cevabını vâzıh ve kat'i bir şekilde, çekici bir uslûp ve güzel bir ifade ile beyan edip ruh ve akılları tenvir ve tatmin ediyor.

    Yirminci asrın Kur'ân Felsefesi olan bu eserler, bir taraftan teknik, fen ve san'at olarak maddiyatı, diğer taraftan iman ve ahlâk olarak mâneviyatı câmi ve havi olacak Türk medeniyetinin, sadece maddiyata dayanan sair medeniyetleri geride bırakacağını da isbat ve ilân etmektedir.

    Ecdadımızın bir zamanlar kalblerinde yerleşen iman ve itikad cihetiyle zemin yüzünde yüz mislinden ziyade devletlere, milletlere karşı imanından gelen bir kahramanlıkla mukabele etmesi, İslâmiyet ve kemalât-ı mâneviyenin bayrağını Asya, Afrika ve yarı Avrupa'da gezdirmesi ve 'Ölsem şehidim, öldürsem gaziyim' deyip ölümü gülerek karşılayarak müteselsil düşman hâdisata karşı dayanması gibi, milletçe medar-ı iftihar âli seciyemizin bugün biz gençlerde inkişafı, vatan ve millet menfaatı bakımından ve istikbalimizin selameti noktasından ne derece elzem olduğu malûmdur. Mutlaka her hareket ve hizmette maddî bir ücret ce şahsî menfaatler mülâhaza etmek, Türk'ün millî tarihinin şeref ve haysiyeti ile kabil-i te'lif olamaz. Bizler, ancak Rıza-yı İlâhî için çalışıyoruz. Bizzat hizmetinde bulunmakla aldığımız telezzüz, kardeş ve vatandaşlarımıza, İslâmiyete ve insaniyete yardımda bulunabilmek mazhariyetinden gelen ebedî hayatımıza ait sürur ve ümit, bizim bu babda aldığımız ve alacağımız yegâne hakiki mukabele ve ücrettir.

    Risale-i Nur nasıl bir tefsirdir?
 Tefsir iki kısımdır.

    Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur'anın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânalarını beyan ve izah ve isbat ederler.

    İkinci kısım tefsir ise: Kur'ânın imanî olan hakikatlarını kuvvetli hüccetlerle beyan ve isbat ve izah etmektir. Bu kısmın çok ehemmiyeti var. Zâhir malûm tefsirler, bu kısmı bazan mücmel bir tarzda dercediyorlar; fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannîd feylesofları da susturan bir mânevî tefsirdir.

    Risale-i Nur sübjektif nazariye ve mütâlâalardan uzak bir şekilde, her asırda milyonlarca insana rehberlik yapan mukaddes kitabımız olan Kur'ânın hakikatlarını rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin istifadesine arzedilen bir külliyattır.

    Risale-i Nur!.. Kur'an âyetlerinin nurlu bir tefsiri.. Baştan başa iman ve tevhid hakikatlarıyla müberhen.. Her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış... Müsbet ilimlerle mücehhez.. Vesveseli şüphecileri ikna ediyor... En avamdan en havassa kadar herkese hitap edip, en muannid feylesofları dahi teslime mecbur ediyor...

    Risale-i Nur!.. Nurlu bir külliyat... Yüzotuz eser... Büyüklü küçüklü risaleler halinde... Asrın ihtiyaçlarına tam cevap verir... Aklı ve kalbi tatmin eder... Kur'ân-ı Kerim'in yirminci asırdaki lâfzî değil - manevî tefsiri...

    İsbat ediyor!... Akla gelen bütün istifhamları... Zerreden güneşe kadar îman mertebelerini... Vahdaniyet-i İlahiyeyi... Nübüvvetin hakikatını...

    İsbat ediyor!... Arz ve Semavatın tabakatından, melaike ve ruh
    İsbat ediyor!... Arz ve Semavatın tabakatından, melaike ve ruh bahsinden, zamanın haikatından, Haşir ve Ahiretin vukuundan, Cennet ve Cehennemin varlığından, ölümün mahiyet-i asliyesinden ebedî saadet ve şekavetin menbaına kadar... Akla gelen ve gelmeyen bütün îmanî meseleleri en kat'i delillerle aklen, mantıken, ilmen isbat ediyor... Pozitif ilimlerin müşevviki... Riyazi meselelerden daha kat'i delillerle aklı ve kalbi ikna edip, merakları izale eden bir şaheser...

Tarihçe-i Hayattan

* * *   
Her hayat kalbinin ekseninde döner. İnsanların uğrunda öldükleri,uğrunda yaşadıklarıdır!..

Çevrimdışı yomralı_güzel

  • Bağımlı Üye
  • ***
  • İleti: 146
  • Rep Puanı: +23/-0
Ynt: Said Nur Ve Talebeleri
« Yanıtla #1 : Ağustos 19, 2007, 12:01:12 ÖS »
Said Nur Ve Talebeleri


         Bahtiyar bir ihtiyar var. Etrafı, sekiz yaşından seksen yaşına kadar bütün nesiller tarafından sarılmış. Yaşlar ayrı, başlar ayrı, işler ayrı... Fakat bu ayrılıkta gayrılık yok! Hepsi birşeye inanmış: Allah'a, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a, Onun ulu Peygamberine, Onun büyük kitabına. Kur'ân henüz yeni nâzil olmuş gibi, herkes aradığını bulmuş gibi bir hal var onlarda. Said Nur ve talebelerini seyrederken, insan kendini âdetâ Asr-ı Saadette hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur... Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz birşeye bağlanmak; her yerde hâzır, nâzır olana, Âlemlerin Yaratıcısına bağlanmak; o yolda yürümek, o yolun kara sevdâlısı olmak... Evet, ne büyük saadet! Said Nur, üç devir yaşamış bir ihtiyar. Gün görmüş bir ihtiyar. Üç devir; Meşrutiyet, Ittihad ve Terakki, Cumhuriyet: Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış! Yalnız bir adam var. O, ayakta. Şark yaylalarından, güneşin doğduğu yerden Istanbul'a kadar gelen bir adam. Îmânı, sıradağlar gibi muhkem. Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı îmanlı bağrını siper etmiş. "Allah" demiş, "Peygamber" demiş, başka birşey dememiş; başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zâlim onu eğememiş, hiçbir âlim onu yenememiş. Kayalar gibi çetin, müthiş bir irâde, şimşekler gibi bir zekâ; işte Said Nur! Dîvân-ı harbler, mahkemeler, ihtilâller, inkılâplar, onun için kurulan îdam sehpâları, sürgünler bu müthiş adamı, bu mâneviyât adamını yolundan çevirememiş! O, bunlara îmânından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesâretle karşı koymuş. Kur'ân-ı Kerîm'de
  "Inanıyorsanız muhakkak üstünsünüz" (Âl-i Imrân Sûresi: âyet 133.) buyuruluyor. Bu Allah kelâmı, sanki Said Nur'da tecellî etmiş!
Mahkemelerdeki müdâfaalarını okuduk. Bu müdâfaalar bir nefis müdâfaası değildir; büyük bir dâvânın müdâfaasıdır. Celâdet, cesâret, zekâ eseri, şâheseri...
          Niçin Sokrat bu kadar büyüktür? Bir fikir uğruna hayatı hakîr gördüğü için değil mi? Said Nur, en az bir Sokrat'tır; fakat İslâm düşmanları tarafından bir mürtecî, bir softa diye takdim olundu. Onlara göre büyük olabilmek için ecnebî olmak gerek. O, mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Mahkûmken bile hükmediyordu. O, hapishânelerden hapishânelere atıldı. Hapishâneler, zindanlar onun sâyesinde medrese-i Yûsufiye oldu. Said Nur, zindanları nur, gönülleri nur eyledi. Nice azılı katiller, nice nizam ve ırz düşmanları, bu îman âbidesinin karşısında eridiler; sanki yeniden yaratıldılar. Hepsi halîm-selîm mü'minler haline, hayırlı vatandaşlar haline geldiler. Sizin hangi mektepleriniz, hangi terbiye sistemleriniz bunu yapabildi, yapabilir?

            Onu diyar diyar sürdüler. Her sürgün yeri, onun öz vatanı oldu. Nereye gitse, nereye sürülse, etrafı saf, temiz mü'min.ler tarafından sarılıyordu. Kanunlar, yasaklar, polisler, jandarmalar, kalın hapishâne duvarları, onu mü'min kardeşlerinden bir an bile ayıramadı. Büyük mürşidin, talebeleriyle arasına yığılan bu maddî kesâfetler; din, aşk, îman sâyesinde letâfetler haline geldiler. Kör kuvvetin, ölü maddenin bu tahdit ve tehditleri, ruh âleminin ummanlarında büyük dalgalar meydana getirdi. Bu dalgalar, köy odalarından başlayarak, yer yer her tarafı sardı; üniversitelerin kapılarına kadar dayandı.
          Yıllardır mukaddesâtları çiğnenmiş vatan çocukları, mahvedilen nesiller, îmâna susayanlar; onun yoluna, onun nûruna koştular. Üstadın Nur Risâleleri elden ele, dilden dile, ilden ile ulaştı, dolaştı. Genç- ihtiyar, câhil- münevver, sekizinden seksenine kadar herkes ondan birşey aldı, onun nûruyla nurlandı. Her talebe, bir makine, bir matbaa oldu. Îman, tekniğe meydan okudu. Nur Risâleleri binlerce defa yazıldı, teksir edildi.
Gözlerinin nûru sönmüş, iç âlemlerinin ışığı sönmüş, harâbeye dönmüş olan körler bu nurdan, bu ışıktan korktular. Bu azîz adamı, dillerden hiç eksik etmedikleri "Inkılâba, lâikliğe aykın hareket ediyor" diye, tekrar tekrar mahkemeye verdiler; tekrar tekrar hapishânelere attılar. Kaç kere zehirlemek istediler. Ona zehirler panzehir oldu, zindanlar dershâne... Onun nûru, Kur'ân'ın nûru, Allah'ın nûru vatan sınırlarını da aştı. Bütün âlem-i İslâmı dolaştı. Şimdi Türkiye'de, her teşekkülün, vatanını seven herkesin önünde hürmetle durması lâzım gelen bir kuvvet vardır: Said Nur ve talebeleri. Bunların derneği yoktur, lokali yoktur, yeri yoktur, yurdu yoktur, partisi, patırdısı, nutku, alâyişi, nümâyişi yoktur. Bu bilinmezlerin, ermişlerin, kendini büyük bir dâvâya vermişlerin şuurlu, îmanlı, inançlı kalabalığıdır.


Osman Yüksel SERDENGEÇTİ
Her hayat kalbinin ekseninde döner. İnsanların uğrunda öldükleri,uğrunda yaşadıklarıdır!..