TRABZONFORUM - Trabzon ve Trabzonspor Forumu

...:::(¯`·.FORUM GENEL KONULAR.·´¯):::... => Tarihimiz ve Şehitlerimizin Anısına => Mustafa Kemal Atatürk Özel => : MAHMUTOĞLU February 22, 2010, 05:11:15 PM

: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU February 22, 2010, 05:11:15 PM
Yugoslav Kralı müteveffa Aleksandr, Balkan Atlantı'nın imzasını takip eden günlerde memleketimize gelmişti. Atatürk'le sohbeti sırasında, şahsına ve Türk Milleti'ne karşı duyduğu yakınlığı ve iyi hisleri ifade için dedi ki:

"-Cihan Harbini takip eden mütareke günlerinde, İtilaf devletleri Yunanistan'dan evvel Türkiye'yi işgali bana teklif etmişlerdi. Fakat hiç tereddüt etmeden bu teklifi reddettim, bunun üzerine Yunanlıları tercihe mecbur kaldılar."

Mustafa kemal muhatabının sözlerini sükunetle dinledi ve birden yerinden kalkıp, muhatabını şaşkınlık içinde bırakarak elini sıktı:

"-Size ve milletinize geçmiş olsun Ekselans..." dedi.

Ve anlatmak istedi ki, Türk topraklarına saldıran kim olursa olsun akibeti değişmeyecekti!
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU March 12, 2010, 02:14:39 PM
Atatürk, sık sık memleketi dolaşan bir liderdi. Çiftçi ile, işçi, sanatkar, esnaf ile konuşur; memleketin derdini arar bulur, meclise getirir, milletvekillerinden, bakanlardan hesap sorardı.

İşte böyle yurt gezilerinden birinde Orta Anadolu’da tarlasında çift süren bir çiftçi ile karşılaşmıştır.

- Kolay gele, bereketli ola ağa.

- Allah razı olsun bey

- Hayrola ağa, öküzün teki ne oldu?

- Devlete borcumuz vardı bey, icra kapımızı çalınca çaresiz kaldık, koca öküzü satıp borcumuzu ödedik.

- “Sağlık olsun ağa” diyerek konuşmasını kısa kesmiştir.

Çiftçinin adı Halil Ağa idi. Atatürk’ün yanındakiler, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Salih Bozok, Kılıç Ali, Hüsrev Gerede, Emir Subayı Resuhi Bey, daha birkaç yakını vardı. Yürüyorlardı. Atatürk düşünceli idi. Salih Bozok’u yanına çağırdı. Salih, yarın sabah git, Halil Ağayı bul, bana getir. Benim kim olduğumu sorarsa, bizim bey seni bir kahve içmeye çağırıyor de.

Ertesi gün Salih Bozok, Halil Ağa’yı bulmuş Atatürk’ün yanına getirmiştir. Atatürk ayağa kalkarak; “Buyur Halil Ağa” deyip bir sandalye göstermiştir. Zamanın başbakanı İsmet İnönü de salonda bulunuyordu ve olanlardan habersizdi. Atatürk Halil Ağa’ya dönerek: “Halil Ağa, anlat şu vergi işini bir daha” demişti.

Halil Ağa, vergi borcunu, icrayı, satılan öküzünü tekrar anlattı. Atatürk kaşlarını çatarak, İsmet Paşa ve Şükrü Kaya’ya dönerek; “Arkadaşlar, biz İstiklal Savaşı’nı Halil Ağa’nın öküzünü icra yoluyla satalım diye yapmadık. Bu memlekette adaleti, vatandaşı böyle mi koruyacağız, gerekirse vergi borcu ertelenebilir. Köylünün çift sürdüğü öküzü elinden alınmaz.”

Halil Ağa “Sen Atatürk Paşamsın galiba, beni bağışla, kusur ettim” diye yalvaracak oldu.

“Sana güle güle Halil Ağa, sen bizim gözümüzü açtın” diye Halil Ağa’yı ayakta uğurlamıştı. Atatürk Türk Köylüsünün borcu konusunda çok titiz davranmıştır.

(Noelle ROGER, Olaylar ve Atatürk, s.41-42)
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU March 12, 2010, 03:04:16 PM
İNGİLİZ KRALI’NA VERİLEN ZİYAFET

Atatürk her ortamda mensubu bulunduğu Türk Milletiyle gurur duyar ve milletin onurunu en iyi şekilde temsil etmeyi görev bilirdi. O asla bu milletin evlatlarının yeteneğinden şüphe etmemiş, olumsuz koşullarla karşılaştığında bile o Türk insanını hep yüceltmiştir. Aşağıdaki anekdot da O’nun yaklaşımının sayısız örneklerinden sadece birisidir.


İngiliz Kralı VIII. Edward İstanbul’a Atatürk’ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce:

- Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini yahut bir aşçı bulunuz!... dedi.

Sonunda İngiliz sofra merasimini bilen bir kişiden öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular... Akşam Kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk’e dönerek:

- Sizi tebrik eder ve size teşekkür ederim. Kendimi İngiltere’de zannettim, diyerek memnuniyetini bildirdi.

Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı. Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral’a eğilerek:

- Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim,” dedi. Bütün sofradakiler Atatürk’ün zekasına hayran oldular. Atatürk garsona da “görevine devam et” emrini verdi.

(Ahmet Niyazi BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s186-189)
: Ynt: Anılarla Atatürk
: nigner March 12, 2010, 03:11:23 PM
teşekkürler Cihan..

hepsi ders verir mahıyette...
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU March 12, 2010, 03:17:58 PM
sağolasın nigner
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU March 12, 2010, 03:30:11 PM
GENERALLE ASKER BİRDİR!...

Türk milleti, zor anlarında yediden yetmişe el ele gönül gönüle vererek birçok engeli aşmasını bilmiştir. Ancak, aklın gösterdiği doğru asker ocağında olduğu gibi, zor anların dışında da bu milletin evlatlarının el ele gönül gönüle olmasıdır. Asker ocağındaki komutan ve mehmetçik sevgisi öylesine güçlü öylesine uzun ömürlü ki, bu sevgi, şiirlere, türkülere, öykülere ve gece masallarına konu oluşturarak ölümsüz bir kültüre dönüşmüştür.

Vatani görevini yapmış her Türk insanının iki anısından birisini mutlaka askerlik anıları oluşturur. O ne güzel bir ocak ki ondan kopmak mümkün olmuyor. “Askerliğini yapmayana kız verilmez” ve “askerliğini yapmayan adam sayılmaz” sözleri Anadolu’da atasözü haline gelmiştir. Bu sözlerin mutlak doğruluğuna katılmak mümkün değilse de, asker ocağına veriler değeri yansıtması açısından önemlidir. Aşağıdaki anekdotta Atatürk, komutan-mehmetçik dayanışmasının önemine dikkat çekmektedir.


Atatürk, Sümerbank Dokuma Fabrikasının açılış töreninde hazır bulunduktan sonra askeri manevra sahasına hareket etmişti.

Yolda bir sel yatağına saplanmış olan top arabasının tekerleklerini bataklıktan çıkarmaya uğraşanlar arasında bir generalin bulunduğunu görünce, kendisine sonsuz takdirlerini bildirdiler ve iltifatlarda bulundular.

Daha sonra, “Maviler” tarafına ait bir tank birliğinin yaptığı hücum sırasında “Pembeler”den bir askerin ansızın siperinden fırlayarak tanklardan birinin üstüne sıçradığını ve şoförüyle mücadeleye başladığına tanık oldular. O zaman yakında bulunanlara, evvelce gördüğü generalin fedakarlığı ile bu askerin gösterdiği cesaretin birbirine denk olduğunu beyan ederek, şöyle dediler:

- Biz Milli Mücadelede bütün Türk Milleti bu şekilde çalıştık. Böyle kahraman generaller, subaylar ve askerlere dayanarak savaşı kazandık. Onlar var oldukça kimse vatanımıza göz dikemez!...

(N.A.BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s.38)
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU March 12, 2010, 03:39:57 PM
“KUVAYI MİLLİYE” NEYE YARAR?
 
I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin yöneticileri kendi taç ve tahtlarının geleceği için Türk yurdunun istilasına göz yumunca Türk Milleti kendi namusunu, yurdunu ve geleceğini kurtarmak amacıyla “Kuvayı Milliye” adı verilen yerel direniş örgütlerini kurmuşlardır. Bu yerel örgütler Kurtuluş Savaşı destanını yazacak olan Türk Milletinin kahraman ordusunun çekirdeğini oluşturmuştur. Aşağıdaki anekdot da Atatürk’ün Kuvayı Milliye ile ilgili ilginç değerlendirmesi yer almaktadır.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra memleket işgal edilmiş, ordu dağılmış, elde bir şey kalmamış durumdaydı.

Yabancılar artık Türkiye’nin tarihe karıştığını iddia ediyor, memleket üzerinde pazarlıklar yapıyorlardı.

İşte bu sırada Atatürk Samsun’a çıkmış, Erzurum ve Sivas Kongresi’ni topluyor, “Kuvayı Milliye”nin oluşmasına çalışıyordu.

Bu durum karşısında etrafındakilerden umutsuzluk içinde olan birisi, bir gün Mustafa Kemal’e:

- Paşam, dedi, memleket işgal edilmiş, ordu tümüyle dağılmış, büyük devletler bizim sonumuzu görüşüyorlar. Galip devletlerin kuvvetli orduları ve donanmaları karşısında kurmak istediğiniz “Kuvayı Milliye” neye yarar?

Mustafa Kemal gayet sakin şu cevabı verdi:

- Kuvayı Milliye, namuslu bir insanın yastığının altındaki tabancaya benzer. Namusunu koruması için, herhangi bir ümidi kalmadığı zamanda hiç değilse intihara yarar.

(Hadi BESLEYİCİ, Atamız Atatürk, s.103-104)
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU March 12, 2010, 04:47:48 PM
ÖLMEYİ TERCİH EDERİZ
 
Bağımsızlık Savaşı öncesi ülkenin yöneticileri ve bazı sözde aydınlar işgallerin yarattığı ortamdan yılgınlığa düşerek düşmanların Türk Milletine uygun göreceği düşük bir yaşama razı olmuşlardı. Onlar, insanların yaşama tutkularının temelinde onur ve özgürlüğün bulunduğunu görememişlerdi. Oysa, Türk insanı bu değerler için ölümü yaşama tercih etmeye hazırdı. Bunu gören ve bilenlerden Atatürk, Bağımsızlık Savaşı’na karar verirken bir an bile tereddüt göstermemiştir. O, yaşamak için ölümü göze alanların ölmeyeceğini biliyordu. Türkiye Cumhuriyeti bunun en canlı ve anlamlı kanıtıdır. Aşağıdaki diyalog Atatürk’ün özgürlük ve Türk Milleti hakkındaki düşüncelerini yansıtmaktadır.

General Pershing’in kurmay başkanı olan General Harbord Sivas’ta Mustafa Kemal ile görüşürken der ki:

- Türk tarihini okudum. Milletiniz büyük komutanlar yetiştirmiş, büyük ordular hazırlamıştır. Bunları yapan bir millet elbette bir medeniyet sahibi olmalıdır. Takdir ederim. Ama, bugünkü duruma bakalım. Başta Alman müttefikinizle bir dört yıl harb ettiniz, yenildiniz, dördünüz bir arada yapamadığınız şeyi, bu durumda tek başınıza yapmayı nasıl düşünebiliyorsunuz? Fertlerin intihar ettikleri zaman zaman görülür. Bir milletin intihar ettiğini mi göreceğiz?

- Mustafa Kemal generale “Teşekkür ederim, dedi, tarihimizi okumuş, bizi öğrenmişsiniz. Fakat, şunu bilmenizi isterdim ki biz emperyalist pençesine düşen bir kuş gibi yavaş yavaş aşağılık bir ölüme mahkum olmaktansa babalarımızın oğulları olarak vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ediyoruz.”

General ve arkadaşları sessizce ayağa kalktılar.

- Biz de olsak böyle yapardık!

(F.Rıfkı ATAY, ÇANKAYA)
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU March 12, 2010, 05:02:37 PM
VATAN ELDEN GİDERSE
 
Vatan, yani üzerinde yaşadığımız toprak parçası, toprak olmanın ötesinde anlamlar taşır. İnsanlar vatanlarıyla vardır. Acı, tatlı, bütün anılar onunla başlar onunla biter. Ona sahip olmayanın kimliği bile yoktur, tutsak köleden öte. İnsanlar varlıklarını vatana borçlu oldukları bilinciyle hep onun için ölmüşlerdir. Vatanı kaybetmek, atayı, kendini, evladını, suyunu, ekmeğini, aşını, nefesini hepsinden öte kimliğini kaybetmektir.

Vatanımızın varolmasına emeği, bilgisi ve düşüncesiyle en büyük katkıyı yapan şüphesiz Türk milletinin Atası Atatürk’tür. Aşağıdaki anekdot bu büyük insanda vatan sevgisinin nasıl bayraklaştığını, her şeyin nasıl vatanla anlam kazandığını yansıtması açısından önemlidir.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı için Anadolu’ya geçtikten ve Erzurum Kongresi’ni yaptıktan sonra Sivas’a dönmüş, orada ikinci kongreyi açmıştı. Bu sırada lise binasında yatıyor; toplantılar yapıyordu. En basit ihtiyaçlarını bile temin edecek halde değildi; bazı geceler sabahlara kadar küçük petrol lambasının cılız ışığında çalışıyordu.

Bir aralık lise binasına baskın yapılacağı ve Atatürk’ün yakalanıp asılacağı hakkında şehirde haberler dolaşmaya başladı.

Atatürk’ün hizmetini basit fakat temiz ruhlu, fedakar bir Türk genci yapıyordu. Bu delikanlının babası gizli ve sık sık geliyor; oğluna:

- Etme, eyleme; evine dön; bugün yarın şehir basılacak; Mustafa Kemal ve arkadaşları yakalanacak. Onlar her şeyi göze almışlar; sen aileni düşün, diyordu.

Atatürk bu geliş gidişin farkına vardı; bir gün delikanlıyı yanına çağırdı ve sordu:

- Sık sık sana gelen kimdir?

- Babam!...

- Ne istiyor?

Delikanlı her şeyi anlattı. O zaman Atatürk, ona doğru biraz daha ilerledi; elini omuzuna koydu ve dedi ki:

- Hizmetinden memnunum, fakat baba hakkı büyüktür. Madem ki razı olmuyor, git! Git, fakat babana söyle ki, vatan elden giderse evladın ne önemi kalır?

(N.A. BANOĞLU,  Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s.87-88)
: Ynt: Anılarla Atatürk
: uSLaNMaZ March 12, 2010, 10:44:12 PM
hepsini tek tek okudum ve yine Atamla gurur duydum. o zekadır şu anda hür yaşamamızı sağlayan, anlayana!

+, tşkler cihan...
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU March 13, 2010, 05:17:31 PM
hepsini tek tek okudum ve yine Atamla gurur duydum. o zekadır şu anda hür yaşamamızı sağlayan, anlayana!

+, tşkler cihan...


Gurur duymamak elde değil, sağolasın uslanmaz. Elimden geldiğince güncellemeye çalışacağım burayı.
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU March 14, 2010, 06:37:41 PM
TÜRK ASKERİ
 
Osmanlı devlet anlayışına göre savaşlardaki başarı padişahın, başarısızlık ise onun kulu durumundaki ordu komutanlarının ve askerlerindi. Türk Milli Kurtuluş Savaşı’nın lideri Atatürk ise, cephede omuz omuza savaştığı askerinin hakkını teslim eden ve kendi başarısını önemsemeyerek ordusunu hep yücelten alçakgönüllü bir kahramandı. Aşağıdaki anekdot bu gerçeği yansıtanlardan sadece birisidir.

Alfabe toplantısında, 29-30 Ağustos 1928 Dolmabahçe.

Şafak söküyordu. Doğacak güneş 30 Ağustos sabahının güneşi idi. Bütün İstanbul, bu büyük zafer hazırlıklarını tamamlamıştı...

Hep birden kalkıldı. Atatürk’ü, Türk yurdunu ve Türk ulusunu kurtaran en büyük zaferin yıldönümünü kutluyorduk.

Ulu Önder, kutlamaları – derinlere bakan gözlerinin dalgınlığı içinde - dinledi, dinledi:

- Bu zaferi kazanan ben değilim, dedi. Bunu asıl, tel örgüleri hiçe sayarak atlayan, savaş meydanında can veren, yaralanan, kendini esirgemeden düşmanın üzerine atılarak Akdeniz yolunu Türk süngülerine açan kahraman askerler kazanmıştır. Ne yazık ki onların her birinin adını Kocatepe sırtlarına yazmak mümkün değildir. Fakat hepsinin ortak bir adı vardır: Türk Askeri.

Kutlamalarınızı onların adına kabul ediyorum.

(Kemal ARIBURNU, Atatürk, Anekdotlar, Anılar)
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU March 14, 2010, 06:46:09 PM
MİLLETE GÜVENİ
 
Atatürk, “Özgürlüğün olmadığı yerde ölüm ve yokoluş vardır. Bütün gelişmelerin anası özgürlüktür.” sözünü söylerken bu duygu ve düşüncesinin kaynağını mensubu olmakla gurur duyduğu Türk milletinden aldığını çok iyi bilmekteydi. O, özgürlükleri için ölümü göze alabilen ulusların asla tutsak edilemeyeceğine inanmakta, Türk milletinin de bu özelliğinden dolayı sonsuza kadar özgür ve bağımsız kalacağını düşünmekteydi. Aşağıdaki anekdot Atatürk’ün Türk ulusundaki özgürlük tutkusuna olan güvenini yansıtması açısından güzel bir örnektir.

Bir gün müslüman memleketlerden birinde (Mısır’da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal’i görmeye gelmişti. Kendisine:

- Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz? diye sordu.

Olabilecek bir şey değildi, ama, insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal:

- Yarım milyonun bu uğurda ölür mü? diye sordu.

Adamcağız yüzüme baka kaldı:

- Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya... dedi.

- Benimle olmaz, beyefendi hazretleri yalnız benimle olmaz. Ne zaman halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse o vakit gelip beni ararsınız.

(Falih Rıfkı ATAY, Çankaya)
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU March 15, 2010, 02:29:49 PM
ATATÜRK’E HAKARET EDEN KÖYLÜ
 
Atatürk, olaylara duygusal yaklaşmazdı. Kendisini daima olaya neden olan kişilerin yerine koyarak onların hareketlerinin gerisinde yatan nedenleri araştırır ve kararını ondan sonra verirdi. Devlet yönetiminde görev alanların kendilerini mutlaka vatandaşın yerine koymalarını, kendilerine nasıl davranılmasını, nasıl hizmet verilmesini isterlerse kendilerinin de vatandaşa aynı anlayışla davranmalarını ve hizmet vermelerini isterdi. Kendine yabancı, halkına yabancı, gerçeklerden uzak anlayışlı insanların toplumlarına yararlı olmaları mümkün olmadığı gibi bir de halkta yöneticilerin şahsında devlete olan güvenin sarsılması gibi çok olumsuz bir anlayışın doğmasına da neden olabilirler. Aşağıdaki anekdot Atatürk’ün halka hizmet anlayışını yansıtması açısından önemlidir.

Atatürk’e hakaretten sanık bir köylü hakkında kovuşturma yapılıyordu. Durumu Ata’ya bildirdiler.

- Mahkemeye veriyoruz, dediler, size küfür etmiş.

Atatürk sordu:

- Ben ne yapmışım ona?

Soruşturma evrakını inceleyenler açıkladılar:

- Gazete kağıdı ile sardığı sigarayı yakarken kağıt tutuşmuş da ondan.

Bunu söyleyen o zamanın bakanlarından biridir. Bakana şu soruyu yöneltmiş:

- Siz hiç gazete kağıdı ile sigara içtiniz mi?

- Hayır...

- Ben Trablus’ta iken içmiştim. Pek berbat şeydir. Köylü gene bana az küfretmiş. Siz bunun için mahkemeye vereceğiniz yerde, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız.

(H. BESLEYİCİ, Atamız Atatürk, s.95-96)
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU March 15, 2010, 03:16:02 PM
ATATÜRK’ÜN AĞZINDAN TÜRK KÖYLÜSÜ
 
Türk köylüsü Osmanlı devlet anlayışı nedeniyle yüzyıllar boyunca kendisini padişah-halifenin kulu olarak görmüş, her istenileni itiraz etmeksizin yerine getirmiştir. Yaşadığı sorunları ise devlet görevlilerine yansıtmadan kendi içerisinde çözmeye çalışmıştır. Çünkü kendisine aşılanan yanlış düşüncelerle itaatkar olmayı öğrenmiş ve devlet görevlisini ulaşılmaz kişiler olarak görmüştür. Atatürk’le birkaç köylü arasında geçen aşağıdaki konuşma, Osmanlı yönetiminde halkla devlet görevlileri arasındaki mesafeyi çok iyi göstermektedir:

Bir gün Akşehir civarında bir köye gittim. Çok yağmur yağıyordu ve soğuk vardı. Kendimi belli etmeyerek, bir evin önünde duran kadına: Bacı yağmur var, soğuk var. Beni çatın altına kabul eder misin, dedim. Hiç tereddüt etmeyerek, buyrun dedi ve beni bir odaya aldı, odada ateş olmadığı ve yeni bir ateşin yakılması uzun zaman alacağı için:

“İsterseniz bizim odaya gidelim. Orada hazır ateş var” dedi. Gittik. Daha sonra, komşulardan birkaç kadın ve birkaç erkek geldi. Beraberce konuşmaya başladık. Konuşurken bana en önemli soruları soranlar kadınlar oldu. Askerin vaziyetini, düşmanın halini, en önemli düşmanın hangisi olduğunu sordular ve bunları sorarken hiçbir telaş ve çekinme göstermediler. İnsanca konuştular. Fakat, biraz sonra, benim kim olduğumu anlayınca, telaş gösterdiler ve söyledikleri, sordukları şeylerden kendilerine zarar geleceğini zannederek korktular! Çünkü şimdiye kadar resmi bir adamla açıkça konuşmanın büyük bir kabahat olduğuna inandırılmışlardı.

(Niyazi Ahmet BANOĞLU, Atatürk’ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları s.14)
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU March 15, 2010, 05:17:39 PM
ATATÜRK VE ADALET
 
Demokratik yapıya sahip hukuk devletini keyfi yönetime sahip monarşik veya teokratik devletten ayıran en önemli faktör; kim olursa olsun herkesi yasalar karşısında eşit kabul etmek ve kimseye ayrıcalık tanımamaktır. Atatürk de bu anlayışı Türkiye’de yerleştirmeye çaba göstermiş, herkesin hukuka, adalet sistemine saygı göstermesi gerektiğini vurgulamıştır. Aşağıdaki anekdot bu anlayışa yönelik güzel bir örnektir.

Atatürk bir Balıkesir gezisinde, kendisine Milli mücadelede hizmetler etmiş birinin başvurusu ile karşılaştı. Adam bir konuda yanlış hüküm giydiğini söyleyerek yakındı.

Atatürk:

- Haklısın, konuyu ben de biliyorum, dedikten sonra yanında bulunan bir adliye subayını çağırdı. Konuyu anlattı. Düzeltilmesini istedi.

Müfettiş onu dinledikten sonra:

- Efendimiz, dedi, karar bütün adli sıralardan geçtikten sonra tamamlanmıştır. Hükmün yerine getirilmesinden başka yasal yol yoktur, dedi.

Atatürk:

- Ama ben söylüyorum, bu iş haksızlık. Çünkü ben işin usulünü biliyorum, dedi.

Genç Adliye müfettişi:

- Efendimizin beyanı yasa önünde bir değişiklik yapamaz. Adliye Bakanlığı’nın da bir şey yapmasına olanak yoktur.

O anda ortada soğuk bir hava esti. Şimdi bir fırtınanın kopacağı sanılıyordu. Fakat Atatürk sakin bir şekilde sordu:

- Peki bir adli hata olursa yasa bunun düzeltilmesini sağlayamaz mı?

- Yeni bir delille mahkemenin yinelenmesi istenebilir.

O zaman Atatürk başvuru sahibine döndü:

- Beni tanık olarak göster. Onda yeni deliller bulunduğunu öğrendim, diye iddia et. Ben mahkemeye gider, sana tanıklık ederim, dedi.

Sonra da Müfettişe döndü:

- Size teşekkür ederim, dedikten sonra yeniden başvuru sahibine dönüp:

- Neden zamanında başvurmadın. Zamanında gelir tanıklık ederdim. Boş yere mahkemeleri de meşgul etmezdin. Her vatandaş hatta Cumhurbaşkanı bile adalete saygı göstermek zorundadır.

(H. BESLEYİCİ, Atamız Atatürk, s.110-112)
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU October 08, 2010, 02:43:18 PM
NE DİYORSUN
 
Atatürk gerek Kurtuluş Savaşı döneminde gerekse daha sonraki dönemde aldığı her kararda, yaptığı her işte yasal bir dayanak aramış, keyfi ve kanunsuz hiçbir eyleme girişmemiştir. Attığı her adımda devlet adamı sorumluluğunu unutmamış ve ülkede yasaların üstünlüğü ilkesini yerleştirmeye çalışmıştır. Mahkeme kararı olmaksızın “yargısız infaz” yapılmasına asla izin vermemiştir. Aşağıdaki anekdot O’nun bu yöndeki yaklaşımına güzel bir örnektir.


Erzurum Kongresi sırasında, İstanbul Hükümeti’nin yeni atanmış bir valisinin kimliği üzerinde konuşurken Mustafa Kemal Paşa der ki:

- Eğer işimize zarar verecek bir adamsa, Trabzon’dan İstanbul’a çevirelim, başımıza iş açmasın.

Konuşanlardan Rize üyesi Hoca Necati atılarak “Paşam, üzülmeyin, icabederse Kop Dağı’nda temizlenir” der.

Mustafa Kemal’in acı bir kızgınlıkla verdiği yanıt şudur:

- Hocam ne diyorsun? Yolları kestirip adam mı vurduracağız? Bu memlekette hükümsüz vatandaş öldürülemez. Vatandaş ancak mahkeme kararı ile cezalandırılır. Devlet adamının böyle düşünmesi gerektir.

Kemal ARIBURNU, Atatürk, Anekdotlar, Anılar
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU May 02, 2011, 03:03:53 PM
KAMÇISIZ YÖNETİM

Kurtuluş Savaşı’nın başlamasından 1938 yılında ölümüne kadar Türk Milletine önderlik yapan Atatürk, bu süre içerisinde, Osmanlı döneminde çok sık uygulanan baskı yönetimine başvurmaksızın toplumu ikna yolu ile yönetmiştir. Zorbalığa başvurularak ve sindirilerek toplumun kazanılamayacağını, korku ve baskı ile ancak geçici bir süreyle insanların desteklerinin alınabileceğini çok iyi bilen Atatürk, bu yüzden ikna yöntemini kullanmış ve başarılı olmuştur. Aşağıdaki anekdot Atatürk’ün bu anlayışına güzel bir örnektir.

(Bir süre evli kaldığı eşi Latife Uşaklıgil’in anılarından).

Evli bulunduğumuz sıralarda idi. İzmir’deydik.

Doktorların önerisi gereğince sessiz, sakin bir hayat sürmesi, dinlenmesi gerekliydi:

Bir türlü uyuyamadığı bir gece:

- Latife, ben şimdi tramvaya binmek istiyorum, dedi.

- Dinlenseniz olmaz mı? Vakit de oldukça geç, dedim.

- Ben de vaktin geç olmasından yararlanıp tramvaya binmek istiyorum ya, diye karşılık verdi.

Derhal gereken yerlere emir verildi. Bir atlı tramvay hazırlandı.

- Tramvay hazır, emrinize amade...

Yanlarına yaverlerini de aldılar. Hep birlikte tramvaya gittik. Bir sürücüden başka kimse yoktu. Atatürk sürücünün yanına yaklaşıp sordu:

- Sen atları kamçı ile mi idare edersin?

- Tabii Paşam, kamçısız idare edilir mi?

- Neden idare edilmesin?

- Biz görmedik...

Ata sürücünün yanına oturdu.

- Sen şu yerini bana ver de, kamçısız idare edeyim, dedi.

Sürücü hemen yerini verdi. Atatürk dizginleri ele aldı. Tramvay atlarını kamçısız sürmeye başladı.

- Nasıl idare edebiliyor muyum?

- Benden daha güzel idare ediyorsunuz Paşam...

- Ben de senin gibi bir idareciyim. Ben de yüzbinlerce insanı idare ettim. Onları ölüme giden yola seve seve sevkettim. Fakat bir tanesine bile kamçı kullanmadım.
 

Hadi BESLEYİCİ, Atamız Atatürk, s.88-89
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU May 02, 2011, 03:18:42 PM
VATAN İÇİN
 
Atatürk, Türk milletine karşı görevlerinin hiçbir zaman bitmeyeceğini, onun için ne yapsa az olduğunu düşünürdü. Bu nedenle hayatının son anlarında bile bu millet için bir şeyler yapmak çabasında olmuş, doktorların sağlığıyla ilgili uyarılarına rağmen yurt sorunlarıyla ilgilenmekten kendisini alıkoymamıştır. Ondaki vatan ve millet sevgisinin en iyi göstergesi yaptıkları ve yapmak istedikleridir. Aşağıdaki anekdot bu sevgiyi yansıtan sayısız örneklerden sadece birisidir.

Atatürk’ün rahatsızlığının son günlerinde doktorları Atatürk’ün devlet işleriyle uğraşmasını yasaklamıştı. Ancak, ölümünden otuz altı gün önce Başbakan Celal Bayar hazırlığı tamamlanmış “Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı” dosyası ile birlikte Atatürk’ü ziyarete geldi. Celal Bayar planla ilgili olarak bir iki temel konuda Atatürk’ün düşüncelerini öğrenmek istiyordu. Doktorları en çok beş dakika izin verdiler.

Bundan sonrasını Celal Bayar şöyle anlatır:

“Sanki hasta değil, rahat bir uykudan yeni kalkmış gibiydi.

Elimdeki dosyanın ne olduğunu sordu:

- Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın son şekli, efendim, dedim.

Eliyle işaret etti.

- Şöyle, yanıma otur, anlat.

Şezlongunu yükseltmelerini ve arkasına bir yastık konulmasını istedi. Göreceği yakınlıkta oturdum. Dinledikçe alakası artıyordu. Verilen beş dakika geçmişti. Genel Sekreteri Hasan Rıza’nın bana bunu hatırlatmak için içeri girdiğini hissetti:

- Gel Soyak, sen de dinle, başbakan çok güzel şeyler anlatıyor, dedi.

Sadece başlıkları okuyor, birkaç cümle ile o bahsi tamamlıyordum. Öğrenmek istediklerimi de öğrenmiştim. Yakın gelecekleri okurcasına:

- Ufukta, yeni bir dünya savaşının bulutları var. Acele edin. Bunların çoğu ordu ve halk ihtiyaçları için şart olan tesisler, Allah muvaffak etsin, acele edin, dedi.

Bunları söyleyen insan birkaç gün önce komadan çıkmıştı.

Sağlığı ile ilgili tek kelime etmedi.
 

Cemal KUTAY, Atatürk Olmasaydı
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU May 02, 2011, 03:32:34 PM
SORAMAZDIN

Atatürk’e ve O’nun düşüncesine karşı olanlar, tarihsel gerçekleri çarpıtarak Atatürk’ü, kendi uluslarının ve insanlığın felaketini hazırlayan Hitler ve Mussolini gibi diktatörlerle kıyaslamaktalar. Bu diktatörler, kendi ülkelerinde demokrasilere son vererek baskı yönetimlerini kurmuşlardır. Oysa Atatürk, kişi egemenliğine dayalı keyfi monarşi yönetiminden Türk ulusunu kurtararak ulus egemenliğine dayalı bir yönetim getirmiştir. O, Türk halkını kulluktan kurtararak hak ve özgürlüklerinin bilincine sahip yurttaş yapmak için hayatını adamıştır. O’nu diktatörlükle suçlayanlar ya gaflet içerisinde olan kıymet bilmezlerdir ya da O’nun getirdiği çağdaş değerlerden rahatsızlık duyan geçmiş yönetimin kalıntıları olan tutucu ve yobazlardır. Bu tür düşünenlere, bir gençle Atatürk arasında geçen aşağıdaki diyalog bir cevaptır.

Bir halk toplantısında, bir genç O’na şu soruyu sordu:

- Paşam, size diktatör diyorlar, ne dersiniz?

- Ben, diktatör olsaydım, sen bana şimdi bu soruyu soramazdın?
 

Hadi BESLEYİCİ, Atatürk’ü Anlamak, s.129
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU May 02, 2011, 04:37:46 PM
ATATÜRK VE MİLLİ BİRLİK

Milli birlik ve bütünlük bir milletin varoluş sebeplerinden biri ve Atatürk’ün üzerinde önemle durduğu sebeplerdendir. O, 23 Mart 1923’te Afyonkarahisar’da halkla yaptığı konuşmada bu konuyu şöyle dile getirmiştir.

“Yurttaşlarım,

Gördüğünüz bütün o felaketlerden sonra, sizleri o felakete sürükleyen sebepleri anlamışsınızdır ve o felaketlerden nasıl kurtulduğunuzu, elbette takdir etmişsinizdir. Sizler ve bütün millet o felaketlere kendine güvenmediği, geleceğini şunun bunun eline verdiği, şunun bunun esiri olduğu için uğramıştır. O, felaketlerden ancak milli benliğinize hakim olduğunuz için kurtuldunuz; amaca doğru bütün bir millet halinde yürüdünüz; üzerinize çöken felaketlere tahammül gösterdiniz, sebat gösterdiniz ve ancak bu sayede başarılı oldunuz.

Bundan sonra da egemenliğinizi canınız gibi koruyarak ulusal egemenliğinize, namusunuza, kutsal değerleriniz gibi dört elle sarılarak hiç durmadan bütünlük içinde geleceğe doğru yürüyecek, bugünden daha saadetli, daha şerefli ve mutlu günlere kavuşacağız.

Yurttaşlarım,

Allah birlik ve beraberlik içinde çalışan şerefini, namusunu koruyan ulusları mutlu eder. Biz de bundan önce olduğu gibi bundan sonra da bu anlayışla çalışırsak, Allah’tan böyle bir mutluluğu istemeyi hak ederiz.”


Em.Tümg. Muzaffer ERENDİL, İlginç Olaylar ve Anekdotlarla Atatürk, s.64
: Ynt: Anılarla Atatürk
: @sen@ May 02, 2011, 10:14:07 PM
Hepsini yeniden okudum, yeniden gurur duydum. Teşekkürler Cihan. Bir de unutulmuş bir şey... +
: Ynt: Anılarla Atatürk
: MAHMUTOĞLU May 03, 2011, 10:00:56 AM
Çoktandır güncellemeyi unutmuşum bu konuyu

Ben teşekkür ederim