Gönderen Konu: İstanbul'dan Bir Kuyruklı Yıdız Geçti..  (Okunma sayısı 814 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
İstanbul'dan Bir Kuyruklı Yıdız Geçti..
« : Kasım 12, 2010, 08:37:29 ÖS »
1577'nin Eylül gecelerinde İstanbul üzerinde bir ışıklı kuyruk

Prag'dan Çin'e kadar uzanan bir coğrafyada büyük heyecanlar yaratan ve İstanbul'u da 40 gece aydınlattığı söylenen bir kuyruklu yıldız, İstanbul Rasathanesi'nin de astronom Takiyuddin'in de kaderlerini etkilemişti.

Ramazan'ın birinci günü hayırlısıyla tamamlan*mış ve iftar sofralarından yeni kalkılmıştı; 1577 yılının güzel bir eylül akşamıydı.

Veziriazam Sokollu Mehmed Paşa'nın verdiği iftar yemeğinde paylarına düşen diş kirasına sevinen kethudalar yavaş adımlarla bölmelerine ilerliyorlar. Şehzadebaşı'ndaki konaklarda, Fildamı'nda ve Altımermer'deki esnaf evlerinde, iftar sonrasının rehavetiyle ağaçların altında tütün saranlar birbirleriyle şakalaşıyorlardı. Sonra olağanüstü bir şey oldu.

Gökyüzünü bir güneş gibi aydınlatan ışık seli


Çemberlitaş'taki Tavuk Pazarı'nda saz şairlerini dinlemeye gidenler, Balat'taki zurnalı semai kahvehanelerinde nargilelerini fokurdatanlar, Yeşiltulumba Meydanı'nda Karagöz seyredenler, Mercan odalarında pinekleyen pabuççu bekarları, cumbaların arkasında tarçınlı şerbetlerini yudumlayarak tatlı tatlı dedikodu yapan kadınlar, sokaklarda kelle şekerlerini soğurarak çelik çomak oynayan çocuklar, velhasıl tüm İstanbul halkı, birdenbire gökyüzünü bir güneş gibi aydınlatan ışık seliyle şaşkınlığa düştü.

Kıyamet günü mü geldi?

Kimi salavat getirip cesaret toplamaya çalışırken, kimi korkuyla yanındakine sarılıyordu. Çocuklar şaşkınlık içinde göğü incelerken, kadınlar kıyamet gününün geldiğini sanıp dua ediyorlardı. Kimi mahallenin ileri gelenleri, akıl sormak için en yakın mescidin imamına koşuyorlardı.

Padişahın müneccimbaşı Takiyüddin'i çağırarak bir yorum yapmasını istediği rivayet edilir

Bütün bunlar olup biterken, içe kapanık ve vesveseli biri olduğu bilinen padişah III. Murad'ın (1574-1595) ise derhal müneccimbaşı Takiyüddin'i çağırarak bir yorum yapmasını istediği rivayet edilir.

Takiyüddin'in büyük bir maharetle 'zuzeneb' (ışıklı kuyruk) diye adlandırdığı bu kuyrukluyıldız, 11 Eylül 1577 akşamından başlayarak 40 gece boyunca İstanbul semalarında güneş gibi parlayacak, bu süre içinde halkın ve sarayın en önemli konusu olacaktı.

Bu 'zuzeneb'in nasıl yorumlandığını anlatan kaynakların sayısı oldukça sınırlıdır. III. Murad'ın Şehnamesi olan Şemailname'ye ya da dönemin asker sadrazamlarından Özdemiroğlu Osman Paşa'nın (ö. 1585) Şark gazalarını anlatan Şecaatname'ye bakılırsa,

"Akıllı, ruhi bilgili, zamanın hakimi, yüksek ruhlu fazıl kişiler, bu kuyrukluyıldızın açıklamasını yapmak için geceler boyunca uykusuz ve yiyeceksiz halde çalışmaya koyulmuşlardı".

Bu uzun tefekkür gecelerinden sonra müneccimbaşı Takiyüddin'in Şeyhülislam Aziz Efendi'yi de yanına alarak padişahın huzuruna çıktığı ve III. Murad'a;

"Ey alemin medarı olan padişah! Güzel meclisin aydınlık olsun! İran'ı fethetmek için sana müjdeler olsun! Zira düşman toprakta nefesi kesilmiş bir halde kaldı. Böyle semavi bir ateşin zuhuru burada uğur ve iyilik alametidir. Fakat İran üzerine bela, felaket şerareleri yağacaktır!" dediği kaydedilir.

Yine Şecaatname'ye bakılırsa:

"Zuhuru Kavis hanesinde olduğu için okunun tesiri çabucak din düşmanlarının üstüne düşmüş... parlaklık ile kuyruğu Şark tarafında olduğundan uğursuzluğunu akrep gibi düşmanın üzerine yollamış" olan bu kuyrukluyıldızın koruyucu kanatlan altında, İran yollarına düşmenin zamanı gelmişti!

Sokollu Mehmed Paşa'nın planı

Bütün bunların ne anlama geldiğini anlamak için, söz konusu tarihlerde gücünün doruklarında bulunan Sokollu Mehmed Paşa'nın planlarına bakmak gerekir. İran Şahı II. İsmail'in ölümünden yararlanmak isteyen Sokollu'nun bir süredir padişahı Azerbeycan, Gürcistan ve İran üzerine sefere çıkmak için iknaya çalıştığı; ancak padişahın bu konuda tereddütleri olduğu bilinmektedir.

Takiyüddin saray'a kırgındı

Kuyrukluyıldızla ilgili yorumlarda, Sokollu'nun ne kadar dahli vardır bilinmez; ama Takiyüddin'in bu açıklamalarının padişahı cesaretlendirdiği ve bir süre sonra Divan'dan İran Seferi için irade çıktığı bilinir. "Reyhanetü'r-Ruh" ve "Sidretü'l-Münteha" adlı eserlere bakılırsa Takiyüddin, Mısır'a yerleşmiş bir Türk ailesinin oğlu olarak ya Kahire'de ya da Şam'da doğmuş, yine bu kentlerde döneminin tanınmış hocalarından fıkıh, hadis ve tefsir dersleri aldıktan sonra ders vermek üzere yine Mısır'a gitmiştir. İki kez İstanbul'a geldiği fakat yeniden Mısır'a döndüğü bilinir.

İstanbul'a ilk gelişinde (muhtemelen 1553) Takiyüddin'in, kendisinden yaklaşık 100 yıl önce İstanbul'a gelen bir başka müneccimin, Semerkandlı Ali Kuşçu'nun torunu Kutbeddinzade Muhammed Efendi gibi bilge kişilerle dostluk kurduğu ve bilgisini arttırdığı rivayet edilir.

Takiyüddin İstanbul'a ikinci gelişinde Edirnekapı Medresesi'ne müderris olarak atandığında, tekrar Mısır'a döner. Anlaşılan, gözü daha yükseklerdedir ve değerini bir türlü anlayamayan Saray'a biraz kırgındır.

Takiyüddin müneccimbaşı olup muradına ediyor

Mısır'da kadılık yapmakta olan Abdülkerim Efendi adlı hamisi, Takiyüddin'e eski gökbilimcilerden kalma risalelere ilaveten çeşitli gözlem aletlerini ve bu aletlerin yapımlarına ilişkin bilgileri vererek matematik ve gökbilimle ilgilenmesini sağlar.

Gökbilim konusundaki deneyimini ve yetkinliğini artıran Takiyüddin 1570 yılında İstanbul'a tekrar gelecek ve 1571'de müneccimbaşı Mustafa Çelebi'nin ölümü üzerine II. Selim döneminde sarayın müneccimbaşılığına tayin edilerek muradına erecektir.

Takiyüddin'in bir rasathane kurmakla görevlendiriliyor

Kendisine verilen ilk görev, Semarkantlı ünlü astronom Uluğ Bey'in astronomi cetvelinin yeni rasatlarla düzenlenmesidir. Bu çalışmasıyla 1574'de tahta çıkan III. Murad'ın dikkatini çekmeyi başaran Takiyüddin'in bir rasathane kurmakla görevlendirilmesi de Osmanlı'daki astronomi çalışmaları açısından çok önemli bir dönüm noktası olacaktır.

Rasathane topa mı tutuldu?

İstanbul Rasathanesi'nin büyük bir heyecanla kuruluşundan birkaç yıl sonra bir daha açılmamak üzere kapatılmasının üzerindeki esrar perdesi hâlâ kalkmamıştır.

Bazıları, rasathanenin yıkılışında, 1577 yılında gözlenen kuyrukluyıldızın ve bu olayı hayra yorarak 1578'de çıkılan İran Seferi'nin hazin sonuçlarının etkisi olduğunu düşünürler.

Gerçekten de Sokollu Mehmed Paşa'nın zorlamasıyla başlayan ve ilk ağızda Tiflis, Şiraz ve Revan'ın fethiyle mutlu sona ulaşan İran Seferi yüzünden, hazine büyük açıklar verecek ve devlet ilk kez yüksek enflasyonla tanışacaktı. Ardından bir de veba salgını çıkınca, başarısızlığı yükleyecek bir yer arayan Saray çevrelerinin suçu Takiyüddin'e yıkmış olmaları muhtemeldir.

Takiyüddin'in hem bu talihsiz kehanetten dolayı hem de onu kıskanan Saray görevlilerinin ayak oyunları sonucu, padişahın gözünden düştüğü anlaşılıyor. Örneğin Kürdizade adlı bir saray imamının, Takiyüddin'in sarığının kendi sarığından büyük oluşunu bir türlü hazmedemediği kayıtlara geçmiştir.

Ancak nihai darbeyi Takiyüddin'in hamisi Hoca Saadettin Efendi ile arası hiç de iyi olmayan Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi vuracaktır. Şeyhülislam padişaha bir 'arıza' takdim eder ve

"Semaları rasat etmenin uğursuz olduğunu ve her nerede bu işe teşebbüs edildi ise devletin harap olduğunu" söyler. Bu jurnali takiben Kaptanı Derya Kılıç Ali Paşa, rasathaneyi topa tutarak yok eder.

Takiyüddin'in 21 Ocak 1580'de meydana gelen bu olaydan sonra neler yaptığı bilinmez. Ancak bir kayda göre, 1585 yılında hayata gözlerini yummuştur. Rasathanenin padişah emriyle yıktırıldığı kesin olmakla birlikte, Kılıç Ali Paşa emrindeki donanma tarafından denizden topa tutularak yıkılması hakkında resmi bir belge yoktur. Rasathanenin tahmin edilen yerinin çok yakınlarında yerleşim bölgeleri olduğu göz önünde tutulursa, bu durum tartışmaya açıktır.

İstanbul Rasathanesi neredeydi?

İstanbul Rasathanesinin yeri konusunda kesinlik yoktur. Ata Tarihi'nde ve Hadikatü'l- Cevami'de yapılan bazı tasvirlerden, Takiyüddin'in (sağda) rasathaneyi kurmadan önce kısa bir süre Galata Kulesi'nde çalıştığı tahmin edilir. Daha sonra yeri bugün de tam olarak tesbit edilemeyen bir yerde, bir gözlem kulesi ve / veya bir gözlem kuyusu yapılmıştır. Alatü'r-Rasadiyye'ye göre rasathane için, "miri Tophane-i mamurenin fevkinde Frenk Sarayı denmekle maruf saha-i latife muayyen kılınıp mübaşeret olunmuştur". 1573-1581 arasında İstanbul'daki Nemçe (Alman) elçisi Von Ungnad'ın maiyetinde sefaret papazı olan S. Gerlach'a ve halefi S. Schweigger'e göre, Rasathane, Galata dışında mukim Venedikli Andreas Gritt adlı birinin konağının bahçesindeydi ve sadece bir kuyudan ibaretti. Evliya Çelebi'nin "Tophane civarındaki Samsurrhane denilen yerde Müneccimbaşı Kuyusu Mesiresi" diye andığı 'çarh-ı rasad'ın yani gözlem kuyusunun Çelebi'nin dediği gibi Tophane'de değil de Taksim'de (ya da araştırmacı Mortdmann'ın iddia ettiği gibi Ayaspaşa'da) olmasını muhtemel bulanlar da vardır. Ancak en güçlü ihtimal, İstanbul Rasathanesi'nin şimdiki Galatasaray Lisesi'nin civarında olmasıdır.

Kuyruklu Avrupa'da

Takiyüddin'in başını yediği iddia edilen bu kuyrukluyıldız Avrupa'da da görülecektir. Baltık Denizi'ndeki Hveen Adası'nda 1576'da kurduğu rasathanesinde gözlemler yapan Danimarkalı astronom Tycho Brahe'nin 1585'de "De mundi aetherei recentioribus phoenomenis Liber Secundus" adlı eserinde kayıtlara geçirdiği bu kuyrukluyıldızın Prag'dan Çin'e kadar uzanan bir coğrafyada büyük heyecanlar yarattığı bilinir.

Kuyrukluyıldızın yörüngesine ilişkin bilimsel hesaplamalar, 1705 yılında İngiliz astronomu E. Halley tarafından kesinleştirilecektir. Halley'in hesaplamalarına göre söz konusu kuyrukluyıldız, bugüne kadar insanoğlunun gözlemlediği en parlak kuyruklu yıldızdır, ancak bir kez daha görülmediği için, periyodu henüz belli değildir. Birbirinden habersiz biçimde aynı kuyrukluyıldıza ait bilimsel hesaplamaları yapmalarına rağmen Takiyüddin'in III. Murad'a arz ettiği 'ilmi muhtıranın' aslının günümüze kadar ulaşmaması yüzünden, yıldızın tarihe 'Takiyüddin Kuyrukluyıldızı' olarak değil de 'Tycho Brahe Kuyrukluyıldızı' olarak geçmesi üzücüdür.

Bir sonraki gözlemevinin kurulması ancak 1868'de gerçekleşecektir, ama.

Bu tarihten sonra Batı'da astronomi bilimi büyük bir hızla gelişirken, Osmanlı'da gökyüzü gözlemlerine tam 300 yıl ara verilmiştir. Bir sonraki gözlemevinin kurulması ancak 1868'de gerçekleşecektir. Ancak Pera'da kurulan bu Rasathane-i Amire 12 Nisan 1909'da (31 Mart olayları sırasında) yağmalanarak kullanılamaz hale gelecek, yeniden açılışı için 1911 yılını beklemek gerekecektir. Osmanlı astronomlarının 'meleklerin bacaklarını gözetlemekten' vazgeçmelerine rağmen, umur-u devletin pusulasının bir daha düzelmemesinin nedeni belki de bu kuyrukluyıldızdır, kimbilir?

: Popüler Tarih Dergisi / Eylül 2002 / Ayşe HÜR
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.