Gönderen Konu: 10 Soruda Kubbealtı'ndaki Divan-ı Hümayun  (Okunma sayısı 742 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
10 Soruda Kubbealtı'ndaki Divan-ı Hümayun
« : Ekim 18, 2010, 07:43:53 ÖS »
Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük karar organı Divan-ı Hümayun idi. Üç
kıtaya yayılan imparatorluk, Topkapı Sarayı'nda bulunan Kubbealtı'ndaki
Divan-ı Hümayun toplantılarıyla yönetilirdi

1.Divan-ı Hümayun nasıl kuruldu?



Bazı Osmanlı tarihleri, Osman Gazi'nin zaman zaman "Divan" topladı­ğını
söyler. Ancak bunlar muhtemelen aşiret yönetimin­deki toplantılardan
birisiydi. Üyeleri ve toplanma şekli belirlenmiş Divan-ı Hümayun değildi.

Orhan Gazi devrinde, dev­let idaresinde "vezir" adı veri­len bir görevlinin
ortaya çık­masından sonra, Divan-ı Hü­mayun örgütlenmesi de ger­çekleşti.


Aşıkpaşazade Tarihi, dev­let adamlarının Divan toplan­tılarına burmalı
dülbend, yani bir çeşit sarıkla katıldıklarını yazar. Bu da Divan'ın belli
Orhan Gazi döneminde kurul­duktan sonra, dev­letin büyümesine paralel olarak
geli­şimini sürdürüp, Fatih Sultan Meh­med zamanında klasik halini aldı.


2.Fatih devrinde Divan'da ne değişiklik oldu?


Fatih devrine kadar, Di­van-ı Hümayun bizzat padişahların başkanlı­ğında, bu
tarihten sonra da veziriazamın riyasetinde top­landı. Padişah, Divan
başkan­lığını bıraktı.


Bu değişim, Fetih'ten son­ra, Roma'nın İmparatorluk, İs­lâm devletlerinin
Sultanlık ve Türklerin Hakanlık gelenekle­rini Fatih'in kendi kişiliğinde
birleştirme fikrinin sonucuydu.

3.Divan'a kimler katılırdı?



Fatih'in devletin idari teşkilat ve teşrifatında, yani protokolünde mey­dana
getirdiği büyük yapısal değişim neticesinde, yeni bir çehreye kavuşan
Divan-ı Hü­mayun'a katılanlar, iki ana gruba ayrılmaktaydı:


Erkân-ı erbaa ismiyle anılan ve başta sadra­zam olmak üzere, vezirler,
kazaskerler, defterdarlar ile nişancıdan oluşan ilk zümre Divan'ın aslı
olup, orada fikir beyan etme ve karar ver­me yetkisine sahip­tiler.

Bu asli üyelerin arasına bazı görevliler de şartlı olarak dâhil
olabilmekteydi. Bunlar­dan yeniçeri ağaları, vezir rüt­besinde iseler,
Di­van'a katılabilir­lerdi.

Üzerinde vezir­lik payesi de bulu­nan kaptanıderya­lar da İstanbul'da
bulundukları za­man Divan toplan­tısına iştirak eder­lerdi.

Beylerbeyilerden herhangi birisi İstanbul'da iken, aynı şekilde Divan'a
katılma hak­kına sahipti. Ancak 18. Yüzyıl'dan itibaren, beylerbeyi
makamında bulunanlar Divan toplantılarına katılmadılar.

Divan-ı Hümayun'un asli üyesi olmadığı halde toplantı­lara katılanlar ise,
maiyetinde Divan bürokrasini yürüten bir kâtipler zümresi bulunduğu halde
reisülküttap, büyük ve küçük tezkireciler, çavuşbaşı, kapıcılar kethüdası,
teşrifatçı, asesbaşı, subaşı gi­bi görevlilerdi.

Divan-ı Hüma­yun hizmetkârları diye anılan bu gruptakiler, sadece
hizmetlerini yapar­lar ve asli üyelerin aksine, toplantı müddetince ayakta
beklerlerdi,

4.Divan ne zaman toplanırdı?

Orhan Bey zamanın­dan Fatih zamanına kadar Divan-ı Hümayun, genellikle
haftanın hemen her günü sabah namazından sonra toplanıp, öğlene kadar
çalış­maktaydı.


Fatih'in Divan başkanlı­ğından çekilip, arza girme uy­gulamasını
başlatmasından sonra, Divan'ın asli üyeleri­nin, haftanın dört günü huzura
çıkarak kendi memuriyet sahaları hakkında padişaha bilgi vermeleri âdeti
benim­sendi.

16. Yüzyıl sonlarına doğru Divan toplantıları haftanın yalnızca dört günü;
cumartesi, pazar, pazartesi ve salı günleri yapılmaya başlandı.

III. Murad devrinde salı ve pazar günleri arz yapılması usulü kabul
edilerek, her Di­van günü arza girilmesi âde­tinden vazgeçildi.

III. Mehmed devrinde ise, toplantı günleri salı ve pazar olmak üzere haftada
iki güne indirildi ve salı da, arza girme günü oldu.
Bu süreçte, dev­let işlerinin ve çeşit­li meselelerin görü­şülüp bir karara
bağlanmasında, ön­ce sadrazamların "İkindi Divanları" ön plana çıktı. 17.
Yüzyıl'ın ortaların­dan itibaren oluş­maya başlayan Paşa Kapısı (Bab-ı Asafî
/ Bab-ı Âlî), zamanla Divan-ı Hümayun'un yerine, devlet işlerinin
görül­mesinde, yeni bir hükümet merkezi oldu.

Divan-ı Hümayun, II. Mahmud'un reformlarından sonra, eski bir gelenek ve
şata­fat vasıtası olarak kaldı; an­cak ulufe dağıtımı ve elçi ka­bulleri
sırasında toplanmayı sürdürdü.


5.Divan-ı Hümayun nerede toplanırdı?

Osmanlı saraylarında Divan-ı Hümayun toplantılarının yapıl­dığı yerler olan
divanhaneler hakkında, ilk dönemlere dair bilgimiz sınırlıdır.

Bursa Sarayı zaten bilinmez; 1877- 78 Osmanlı-Rus Savaşı'nda büyük hasar
gören Edirne Sarayı'nda ise, Divan toplantıları için tahsis edilmiş bir
Kubbealtı oldugu bilinir.

Topkapı Sarayı'nda ise Divan-ı Hümayun toplantıla­rı, Kanuni zamanına kadar
ikinci avluda, bugünkü Di­vanhane'nin hemen arkasında yer alan Eski
Divanhane'de yapılırdı,

Bugünkü üç kubbeden oluşan Kubbealtı binası, Eski Divanhane'nin yetersiz
kal­ması üzerine, Kanuni'nin sal­tanatı başlarında, veziriazam İbrahim Paşa
tarafından yap­tırıldı.

Kubbealtı'nın üç kubbe­sinden 'Divanhane' ismiyle anılan birisi, Divan
toplantı yeri idi. Bu kısımda, Divan üyelerinin teşrifat kaidelerine göre
belirlenmiş oturma yerle­ri vardı.


6.Divan'da nasıl oturulurdu?

Sadrazam ve vezirlerin oturduğu ve yerden ya­rım metre kadar yüksek­likteki
sedirin üst kısmında, sadrazamın oturduğu yerin hemen arkasında, padişahın
gizlice Divan toplantılarını dinleyebildiği "Kasr-ı Adl" isimli odanın
kafesli penceresi bulunurdu.


Divanhane'nin bitişiğinde, kapı­dan girilince sağ taraftaki ikinci kubbenin
altında Divan-ı Hümayun hacegânı, maliye kalemlerinin hali­fe, kâtip ve
şakirt­leri bulunurdu.

Bu ikinci kub­be ile üçüncü kubbe arasında yer alan ve reisülküttap tahta­sı
ismi verilen bölüm, reisül­küttaba bağlı olarak Divan bürokrasisini yürüten
Divan-ı Hümayun kâtiplerinin yeriydi.


Üçüncü kubbenin altında­ki bölüm Divan-ı Hüma­yun'da tutulan defterdarlıkla
ilgili her türlü kaydın sandık­lar içinde muhafaza edildiği Defterha­ne-i
Amire idi.

Sadrazam, Di­vanhane'deki sedir­de, Kasr-ı Adl'e açı­lan kafesli pencere­nin
hemen önüne, vezirler ise onun sağ tarafına mevki­lerine göre oturur­lardı.
Sadrazamın solunda kadıaskerler yer alır, kapının girişine yakın bir yer­de
defterdarlar, onların karşı­sında da nişancı otururdu.

7.Protokol kuralları nelerdi?

Divan-ı Hümayun top­lantıları, simgelerle yüklenmiş, katı ve ay­rıntılı
teşrifat geleneklerine bağlı olarak icra edilirdi.

Bu konuda İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın "Osmanlı Dev­letinin Merkez ve
Bahriye Teşkilatı" isimli eserinde önemli bilgiler verilir.

Divan halkı sabah namazını genellikle Ayasofya Camii'nde kılarlardı. Bu
arada yeniçeri ocağı ve süvari bölükle­ri ağalarıyla bir miktar yeniçe­ri
caminin Bab-ı Hümayun isimli giriş kapısına bakan mi­naresi önünde, önceden
belir­lenmiş yerlerinde, iki sıra ha­linde dizilirler; namazdan Çı­kan Divan
üyeleriyle vezirler de buraya gelerek mevkileri­ne uygun biçimde saftaki
yer­lerini alırlardı.

Nihayet toplanma tamam­lanınca meydan duacısının yüksek sesle dua edip,
"Fatiha" demesiyle, hep birlikte Fatiha Suresi okunur, sarayın ilk ka­pısı
olan Bab-ı Hümayun açı­lırdı.


Vezirler, reis tahtası önün­de kendilerini bekleyenlerin selamını aldıktan
sonra, bü­tün erkân Divanhane'ye girer; herkes yerli yerinde ayakta
beklerdi.
Sadrazam da gelip, herkes yerli yerine oturduktan sonra, iki görevli hazine
önünde Fe­tih Suresi'ni okumaya başlar, bu sırada Divan erkânına aki­de
şekeri dağıtılırdı. Fetih Suresi'nin bitmesiyle birlikte ye­niçerilere de
çorba dağıtılırdı. Yine bu sırada çavuşbaşı ve tezkereciler tarafından
hazine ve defterhanenin mühürleri açılıp, o gün kullanılacak def­terler
Divanhane'ye getirilirdi.

Nihayet bütün hazırlıkla­rın tamamlanması üzerine, ça­vuşbaşı ağa, elindeki
asayı ye­re vurur, bu işaret üzerine Di­van-ı Hümayun toplantısı başlardı.


8.İşlemler Divan'da nasıl yürütülmekteydi?



Divan'da önce devletin iç ve dış meseleleri görüşülür ve bu ko­nularda
alınan kararlara dair evrak hazırlanırdı. Bundan sonra Divan-ı Hümayun'u en
fazla sonra herhangi bir işin veya davanın halli için Divan'a ge­len halkın
dinlenmesine baş­lanırdı.

Dışarıda bekleyenler, ça­vuşlar ve kapıcılar marifetiyle, kafile halinde ve
bir sıra terti­binde getirilirler, çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdası bu
kimse­leri bulundukları yerden ala­rak Divanhane'ye sokardı.


Divan-ı Hümayun'a sunu­lan arzuhaller, sadrazamın huzurunda, önceleri
reisülküt­tap tarafından okunurken, 18. Yüzyıl'ın başlarından iti­baren, bu
görevi büyük ve kü­çük tezkireciler yerine getir­meye başladılar.

9.Divan'ın konuları nelerdi?

Divan'ın konul meşgul eden me­seleler, imparatorlu­ğun dört bir yanından
gelen istek sahiplerinin talepleri ile yerel kadının verdiği kararı
beğenmeyen, kendi bölgesin­deki memurlardan baskı gör­düğünü iddia eden,
birisiyle anlaşmazlığa düşen ya da daha başka sebeplerle şikâyetle­rini
Divan'a intikal ettiren kimselerin davaları idi.


Divan'da davalı ve varsa davacı, bizzat kendi kendini müdafaa eder, lüzum
görülür­se yerel kadıdan bu konuda bilgi istenir ya da çavuşlar ve­ya
mübaşir adı verilen görevli­ler o bölgeye gönderilerek araştırma yapılırdı.


İsteyen herkes din, dil, ırk ve içtimaî mevkii farkı gözetil­meksizin
Divan'a müracaat edebilirdi.

Divan erkânı, muayyen bir iş bölümü ile çalışırdı.


Sadrazam, huzurunda okunan arzuhallerdeki mese­leler hakkında kesin bir
kara­ra varamadığında, meseleyi, şer'i bir dava ise kazaskere, mali bir dava
ise defterdara, toprakla ilgili bir konu ise ni­şancıya havale ederdi.


Şikâyetçilerin fazla olması durumunda, sadrazamın mü­saadesiyle ikinci vezir
de dava dinler, tayin, azil ve maaş zammı haricindeki işleri halle­derdi.


Ayrıca vezirler nişancının işinin çok olduğu zaman, yine sadrazamın emriyle,
ferman ve beratlara tuğra çekmede ni­şancıya yardım ederlerdi.

10.Divan'ın yetkileri nelerdi?




Padişahın vekillerinin iş­tirakiyle ve padişah adı­na tertip edilen Divan-ı
Hümayun, 17. Yüzyıl'ın son­larına kadar, 0smanlı'nın en güçlü
kurumlarındandı.

Okul kitapların­da, bu kurumun gü­nümüzün bakanlar kuruluna benzetil­mesi
hatalıdır ve bu kurumun idari fel­sefenin anlaşılmasını­ imkânsız
kılmak­tadır.


Ahmet Mumcu, Divan-ı Hümayun'un yetkilerinin si­yasi, hukuki ve
iktisadi-mali olmak üzere üç başlık halinde değerlendirilebileceğini söyler.


Buna göre Divan'ın siyasi yetkileri; hiçbir fark gözet­meksizin bütün
Osmanlı teba­asının emniyetinin sağlanma­sı, devlet kademelerinde ge­rekli
tayin terfi veya azillerin yapılması, yabancı devletlerle ilişkilerin
esasının belirlenme­si, savaş ve barış şartlarının saptanması, elçi kabulü,
elçi­lerden gelen taleplerin değerlendirilmesi gibi geniş bir yelpazeye
yayılmaktaydı.


Hukuki yetkileri padişah adına örfi kanunların hazır­lanması, bir suç
işleyen ya da hakkında şikâyet bulunan rea­ya ve askeri sınıf mensupları­nın
muhakeme edilmesi, daha evvel eyalet divanlarında ya da yerel mahkemelerde
sonuca bağlanmış bir dava­nın tekrar görüşül­mesi,bir davanın ye­niden
görüşülmek üzere başka bir mah­kemeye havale edil­mesi, suçu sabit
bu­lunanların cezaları­nın infazı gibi, ol­dukça geniş bir alanı
kapsamaktaydı.

İktisadi-mali yet­kileri ise, verginin etkili ve adil bir şekilde
toplanmasını sağlamak, vergi politikalarını belirlemek, arazilerin
statüle­rinin tespit ve muhafaza edil­mesi, para politikalarının tayini,
yerli ve yabancı ticaretin yönlendirilmesi, iltizam ve mukataa işlerinin
düzenlen­mesi gibi hayli genişti.



Divan-ı Hümayun, günü­müzdeki Meclis, Bakanlar Ku­rulu ve Yargı tarafından
yürü­tülen yasama, yürütme ve yar­gı işlemlerini tek başına üst­lenmişti.

Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.