Gönderen Konu: İngiliz Elçisinin Yanlış Hesabı Büyükada'dan Döndü  (Okunma sayısı 725 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
İngiliz Elçisinin Yanlış Hesabı Büyükada'dan Döndü
« : Ağustos 12, 2011, 11:12:52 ÖS »
SİLAHLI DİPLOMASI FOS ÇIKTI
 İngiliz Elçisinin Yanlış Hesabı Büyükada'dan Döndü
 Şubat 1807, İstanbul Açıkları

 
Türkiye'nin Ekim 1998'de Suriye'ye uyguladığı ve Abdullah Öcalan'ın ülkeden
 çıkarılmasını sağlayarak istediği sonucu da aldığı "silahlı diplomasi" tarihte
 büyük devletler tarafından zaman zaman uygulanan bir yöntemdi. Silahlı
 kuvvetlerin açıkça harekete geçirilip savaş tehdidi ile üzerine yürünülen ülke
 daha zayıf veya o anda savaşa hazır değilse ödün vermek, geri adım atmak
 zorunda kalırdı.
 Türkiye 20. yüzyılın sonunda bunu ilk kez uyguladı -ve böylece "büyük devlet"
 olduğuna belki kendisi de inandı- ama başka büyük devletler bu yönteme daha
 önce çok başvurmuşlardı. Ancak her zaman istedikleri sonucu aldıkları
 söylenemez. Nitekim İngiltere 19. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğuna
 karşı aynı yöntemi denedi ancak amacına ulaşamadı. Büyükada önlerine kadar
 gelen İngiliz savaş gemileri elleri boş dönmek zorunda kaldı.
 Nisan 1789'da tahta çıkışının hemen ardından meydana gelen Fransız
 Devrimi'nin estirdiği rüzgarların da etkisiyle III. Selim Osmanlı
 İmparatorluğuna yeni bir düzen "Nizam-ı Cedid" getirmeye çalışıyordu. Fransız
 Devrimi'nden etkilenmişti ama 1798'de Mısır ve Suriye'yi işgal eden General
 Napolyon'dan doğal olarak hoşlanmıyordu. Hatta bu sırada III. Selim İngiltere ve
 Rusya'ya yanaşacak ve onlarla ittifak yapacaktı.
 Daha sonra kendisini "Fransa İmparatoru" ilan eden Napolyon'u III. Selim
 başlangıçta yine tanımadı ve doğrusu pek ciddiye almadı ama Napolyon'un
 komutasındaki Fransız orduları Avrupa'yı bir baştan diğer başa hallaç pamuğu
 gibi atmaya başladığında Osmanlı padişahı da ülkesinin eski dostu Fransa'ya ve
 Napolyon'a yakınlaşmak gereğini duyacaktı. Napolyon'un Avrupa'yı kasıp
 kavurması ve Osmanlıların geleneksel düşmanı Rusların üzerine yürümesi III.
 Selim'in işine geliyordu.
 Böylece III. Selim'in tavrı hızla değişecek ve Fransa ile ittifaka yönelirken
 İngiltere ve Rusya'yı karşısına alacaktı. Napolyon'un da istediği bu idi.
 Osmanlıların ve İran'ın güneyden Rusları sıkıştırmasını isteyen Fransız
 imparatoru en güvendiği adamlarından birini, General Sebastiani'yi İstanbul'a
 elçi olarak gönderdi.
 Fransız general gerçekten de İstanbul'da çok iyi karşılandı ve özel bir yakınlık
 gördü. O kadar ki, Hıristiyan elçilerinin Osmanlı hükümdarının huzuruna
 kılıçlarıyla kabul edilmemesi yerleşmiş bir kural, bir gelenek olmasına rağmen
 Sebastiani kılıcıyla sultanın yanına girebilen ilk Avrupalı elçi oluyordu. Askeri
 başarılarına hayranlık duyduğu Fransa ve Napolyon'un desteğiyle III. Selim
 ordusunu modernleştirip, güçlendireceğini umuyordu.
 Böylece süreç hızla Rusya ve İngiltere aleyhine gelişmeye başlayınca İngiltere
 "silahlı bir diplomasi" uygulayarak III. Selim'i bu politikadan uzaklaştırmaya ve
 yeniden kendilerinden yana dönmesini sağlamaya karar verdi. Elbette İngiltere büyük bir güçtü ve bunu ilk kez denemeyecekti. Son olarak Nisan 1801'de
 Danimarka'ya yönelik olarak bunu denemişler ve Kopenhag önüne gönderdikleri
 Kraliyet Donanması'nın topları ateşlenince istedikleri sonucu almışlardı.
 Aynı şey İstanbul için de uygulanabilirdi; Çanakkale'den girerek Marmara'yı
 geçen gemiler Sarayburnu'na gelerek toplarını Topkapı Sarayı'na çevirdiklerinde
 III. Selim'in dize geleceğine inanıyorlardı. İki yıldır İstanbul'da İngiliz elçisi olan
 Charles Arbuthnot Osmanlı yöneticilerini ve III. Selim'i iyi tanıdığına inanıyordu
 ve Londra'ya yolladığı raporlarda Osmanlı padişahının Sarayburnu'nda İngiliz
 savaş gemilerini gördüğünde yelkenleri suya indireceğinden kuşku duymadığını
 yazıyordu. Sultan, Boğaziçi'nde bir savaşa girişmektense Bosna'da Fransızlarla
 bir savaşa girmeyi tercih ederdi.
 İngiltere bu doğrultuda hazırlıklara girişerek Plymouth'dan yola çıkan savaş
 gemilerine Doğu Akdeniz rotası verirken İstanbul'daki İngiliz elçisi Arbuthnot da
 Osmanlı yönetimine bir ültimatom vererek Fransız elçisi Sebastiani'nin ülkesine
 geri gönderilmesini talep etti. Çünkü Fransız elçisinin Osmanlı başkentindeki
 faaliyetleri Fransa ile İngiltere arasındaki savaşta tarafsız olduğunu söyleyen
 Osmanlı devletinin bu konumuna uygun düşmüyordu. Ancak Osmanlılar hiç de
 oralı olmadılar ve İngiliz elçisinin taleplerine olumlu bir yanıt vermediler. Hatta
 tam tersine Charles Arbuthnot'un bu tutumu öfkeye yol açtı ve İstanbul'da
 istenmeyen adam haline gelmeye başladı.
 Bu arada İngilizlerin bu girişimleri karşısında Boğazlar'dan bir saldırı olasılığına
 karşı Çanakkale Boğazı'ndaki savunma mevzileri, eski kaleler de Fransızların
 desteğiyle teknolojik olarak güçlendirilmeye başlandı. Öte yandan İngiliz elçisi
 ve İstanbul'daki İngiliz vatandaşlarına da tehdit yağmaya başlamıştı. Bu durum
 karşısında daha önce gelip Galata önlerinde demirlemiş olan bir İngiliz
 firkateynine binen elçi ve bazı önde gelen İngiliz vatandaşları gerilimin doruk
 noktasına ulaştığı 1807 yılının Ocak ayı sonlarında Marmara'ya doğru açılmak
 ihtiyacını hissettiler.
 Aslında İngiliz elçisi gerilimi tırmandırma politikasını erken başlatmış ve henüz
 İngiliz savaş gemileri Boğazlarda görünmeden doruk noktasına ulaşan krizi
 yönetebilecek tarzda bir silahlı gücü arkasına alamamıştı. İstanbul'daki
 İngilizleri Çanakkale'ye doğru götüren savaş gemisini boğaz çıkışında ancak üç
 gemi daha bekliyordu ve bunlar "silahlı diplomasi" için yeterli bir güç değildi.
 Malta'ya haber gönderilerek on gemi daha ve çıkarma birlikleri istendi.
 Bir yandan Gelibolu'ya çıkarma yapılacak, bir yandan da İstanbul'a kadar
 gidilecekti. Ancak Amiral Duckworth'un komutasında yedi geminin daha
 Çanakkale Boğazı açıklarına gelmesi için on gün geçecekti. On bir gemiye ulaşan
 İngiliz filosu bundan sonra bir on gün daha rüzgarın uygun hale gelmesini
 beklemek zorunda kalacak ve ancak 19 Şubat 1807'de Kraliyet Donanmasının
 gemileri tarihlerinde ilk kez Çanakkale Boğazı'na girip ilerlemeye
 başlayacaklardı. Boğazın savunma mevkileri İngiliz gemilerine ateş açtılar ama
 gemilere bir zarar veremediler. Bazı eski Osmanlı gemileri de düşman filosuna
 ateş açacak ancak etkili olamayacaklar ve karşı ateşle bazıları batırılacaklardı.
 Böylece Amiral Duckworth'un küçük filosu Marmara'yı geçti ama Topkapı
 Sarayı'nı tehdit edecek kadar Boğaziçi'ne sokulamadı. Çünkü Karadeniz'den esen güçlü rüzgar ve şiddetli akıntı İngilizlerin gemilerini istediği yerde
 demirlemesine olanak tanımıyordu. Zorunlu olarak ancak Büyükada önlerinde
 demirleyebildiler. Ama İstanbul'a on kilometreden uzak olan bu mesafeden
 topların bir tehdit unsuru olması pek mümkün değildi. İki gün boyunca İngiliz
 gemileri adalar civarında dururken bu gücü arkasına alan İngiltere elçisi
 Arbuthnot da İstanbul'a gelmiş kendince çeşitli temaslar yapıyor, sonuç almaya
 çalışıyordu.
 İngiliz gemilerinin adalara kadar gelmesi tabii ki Topkapı Sarayı'nı
 endişelendirmişti. Ama daha sonra kıyıya pek sokulamadıkları fark edildi ve
 kentte savunma önlemleri alındı. Sadece bir firkateyn Galata önlerine
 gelebilmişti. İngiliz elçisinin tehditlerine pek aldırmayan Osmanlı yöneticileri
 tam tersine Arbuthnot'u tehdit ettiler. Halkın galeyan halinde olduğunu ve her
 an kentteki yabancılara saldırıların başlayabileceğini söyleyerek bir an önce
 çekip gitmelerinin en iyi yol olacağını bildirdiler.
 Amiral Duckworth 22 Şubat sabahı gemilere İstanbul'u bombalamaları emrini
 verdi ama hemen geri aldı. Çünkü kente fazla sokulamadan yapılacak bir
 bombalama pek bir işe yaramayacağı gibi çıkarma birlikleri de olmadığı için
 etkili bir sonuç vermesi de beklenemezdi. Kentin bir kısmında hasara meydan
 verebilecek bombalar uzun vadede İngiltere ile Osmanlı İmparatorluğu arasında
 çok daha büyük ve kalıcı bir düşmanlığın doğmasına yol açmaktan başka siyasi
 bir sonuç üretemeyecekti.
 Sonuçta İngilizler Şubatın son günü tası tarağı toplayıp Marmara'ya doğru
 açıldılar. Bu iç denizde kalmayı güvenli görmeyen Amiral Duckworth gemilerini
 Çanakkale Boğazından geçirerek Ege'ye çıkaracak, bu arada bu kez boğazdan
 geçerken Osmanlı topları daha isabetli atışlar yapınca bazı gemileri de yara
 alacaktı. Ege'de bir Rus filosu ile buluşan İngilizler geri dönüp birlikte İstanbul'u
 bombalamayı tartıştılar ama bunun bir yararı yoktu.
 Bunun üzerine her iki filo da Akdeniz'e doğru yola çıkarken İngiltere'nin "silahlı
 diplomasi" denemesi tam bir fiyaskoyla sonuçlanıyor, İstanbul'da ise kutlama
 gösterileri düzenleniyordu
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.