Gönderen Konu: Viyana'yı Kurtaran Kibir ve Açgözlülük  (Okunma sayısı 757 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Viyana'yı Kurtaran Kibir ve Açgözlülük
« : Ağustos 07, 2011, 03:22:54 ÖS »
AZ TAMAH ÇOK ZARAR GETİRİR
 Viyana'yı Kurtaran Kibir ve Açgözlülük
 1683, Viyana Önleri



16. ve 17. Yüzyıllarda Avrupa'nın kaderi iki hanedanın elindeydi; Habsburglar ve
 Osmanlılar. Habsburgların başkenti Viyana aynı zamanda Avrupa'da Osmanlı
 askerinin görülebildiği son nokta idi. Viyana'nın Osmanlılar tarafından
 fethedilmesi sadece en önemli rakip hanedanının tasfiyesini getirmekle
 kalmayacak Orta Avrupa'dan Batı Avrupa'ya doğru Türklere yeni bir yayılma
 alanı da açılacaktı. Ve böyle bir durumda hiç kuşkusuz Avrupa'nın tarihi çok
 farklı şekillenecekti.
 Viyana'nın fethine ilk kalkışan Kanuni Sultan Süleyman oldu. 1529'da 75 bin
 kişilik o zamana göre büyük bir orduyla Viyana önlerine gelerek kenti
 kuşatmıştı. Ama Mayıs'ta İstanbul'dan yola çıkan ordu görülmemiş yağmurların
 etkisiyle çok ağır ilerleyebilmişti. Bu arada kuşatmada etkili olacak büyük
 toplarını geride bırakmak zorunda kalmış ve ancak Eylül sonlarında Viyana
 önlerine gelebilmişti. Üç hafta kadar kenti kuşatan Sultan Süleyman, Avusturya
 İmparatoru Ferdinand'ın kenti terk etmiş olduğu gerekçesiyle -aslında artık kış
 bastırdığı için- kuşatmayı kaldırmış ve geri çekilmişti. Kenti alamamış duruma
 düşmektense kendi kararıyla vazgeçmiş olmayı tercih etmişti.
 Ama Viyana'nın fethi Osmanlıların zihninden çıkıp gitmedi. Nitekim 150 yıl
 sonra Temmuz 1683'de Osmanlı ordusu bir kez daha Viyana önlerinde göründü.
 Bu kez Sadrazam Kara Mustafa Paşa komutasındaki 200 bin kişilik dev bir
 ordunun elinden Viyana'nın kurtulması bir mucize olurdu! Ama tarihte
 kazananlar açısından "mucize" kaybedenler açısından ise "fiyasko" olarak
 nitelendirilecek olaylara da yer var.
 Nitekim "Cihan Padişahı"nın Sadrazamının olağanüstü kibri, şehrin yağma
 edilmeden eline geçmesi için gösterdiği açgözlülüğü ve 11 yıl önce 1672'de
 Dinyester Nehri kıyılarında yenilgiye uğrattığı Polonya Kralı Jan Sobieski'yi
 küçümsemesi hem Viyana'yı kurtaracak, hem de bu ihtiraslı sadrazamın
 kellesine mal olacaktı.
 17. Yüzyılda Osmanlı maliyesinde ve ordusunda çeşitli reformlar yaparak
 imparatorluğu güçlendiren Köprülü Mehmet Paşa'nın evlatlığı olarak yetişen
 Kara Mustafa Paşa, Köprülü'nün oğlu Fazıl Ahmet Paşa'dan sonra sadrazam
 oluncaya kadar bazı önemli askeri başarılara imza atmıştı. Özellikle 1672'deki
 Kameniçe seferi askeri kariyerinde bir dönüm noktası oldu.
 Fazıl Ahmet Paşa'nın sadrazamlığı sırasında Kaptan-ı Deryalığa getirilen ve
 Sadaret Kaymakamlığı da yapan Kara Mustafa Paşa, Köprülü ailesinin bir
 mensubu gibiydi. Bu ailenin hizmetlerinden memnun olan IV. Mehmet
 tarafından 1676'da sadrazamlığa getirildikten sonra 1678 ve 1680'de Ruslara
 karşı savaşlarda başarılı olan Kara Mustafa Paşa en sonunda Kanuni Sultan
 Süleyman'ın başaramadığını başarmak azmiyle Viyana üzerine sefer için
 hazırlıklara başladı. Nisan 1683'de Avusturya'ya açılan savaşta ordu yola çıktığında Sultan IV.
 Mehmet Belgrat'a kadar ordunun başında geldi. Ancak daha ileri gitmeyi uygun
 görmeyerek ordunun komutasını sadrazama bıraktı ve Edirne Sarayına ve av
 partilerine geri döndü. Bu gibi büyük önemi olan askeri seferler sırasında
 padişahlar ordunun komutasını verdikleri vezirlerine İslam Peygamberi
 Muhammed'in bayrağı olduğu kabul edilen Sancak-ı Şerif'i de teslim ederler,
 böylece sefere yüklenilen anlam farklı bir dinsel boyut da kazanırdı. IV. Mehmet
 de böyle yaptı. Daha önce Mühr-ü hümayununu ve Kabe'nin anahtarlarını
 emanet ettiği sadrazamına Belgrat'ta peygamberin sancağını da teslim ederek
 Viyana'ya doğru uğurladı.
 Hızla Viyana'ya doğru yürüyüşe geçen Osmanlı ordusu önüne çıkan her şeyi
 yakıp, yıkıp, yağmalayarak Viyana surlarının önüne geldiğinde Temmuz ayının
 ortası olmuştu. Yani bu kez birinci kuşatmada olduğu gibi bir gecikme ve savaş
 mevsiminin sonu gelmiş değildi. Dönemin gözlemcilerinin aktardığına göre
 Viyana'nın karşısına kurulan ordugah neredeyse Viyana kentinden daha büyük
 ve daha gösterişliydi.
 Viyana'yı ele geçireceğinden hiç kuşkusu olmayan Kara Mustafa Paşa rivayete
 göre 1500 cariyenin bulunduğu haremini bile yanında getirmişti. En büyük
 kaygısı da Habsburgların bu zengin başkentini yağmaya uğramadan ele
 geçirmekti. Osmanlı ordusunun geleneklerine göre zorla fethedilen bir kent bir
 süre için onu ele geçiren askerin yağmasına bırakıldığından buna meydan
 vermemek için kentin teslim olmasını sağlamak gerekliydi. Sadrazam da bunun
 için elinden geleni yapmaya kararlıydı.
 Askerin yağma hırsının ve hevesinin azalması için yol boyunca ele geçirilen
 kasaba ve köylerin yerle bir edilmesine varan bir yağmaya göz yummuş, böylece
 Viyana'nın fazla hasar görmeden kendi ganimeti olabilmesi için önlem almıştı.
 Hatta kentin zarar görmesini istemediği için Osmanlı ordusunun en büyük
 toplarını yanında getirmemeyi bile düşünmüş, daha küçük çaplı toplarla
 yetinmişti.
 Osmanlı ordusunun Viyana'ya gelinceye kadar yol boyunca saçtığı dehşet ve
 sergilediği güç karşısında Avusturya İmparatoru I. Leopold ve ailesi kenti terk
 etmiş ve geride Starhemberg komutasında yaklaşık 20 bin kişilik bir savunma
 kuvveti bırakarak Linz'e doğru çekilmişti. Bunu öğrenen Viyanalıların iyice
 morali bozulurken kenti kuşatan Osmanlı ordusunun ise kendisine olan güveni
 ve zafere olan inancı pekişmişti.
 Kara Mustafa Paşa 14 Temmuzdan itibaren bir yandan kenti kuşatır ve bunun
 için gerekli askeri önlemleri alırken, bir yandan da kentin kendiliğinden teslim
 olmasını sağlayacak moral bozucu önlemlere ağırlık veriyor, hatta gösteriler
 düzenliyordu. Viyana'yı savunanların savaşma gücünün kırılması için gereken
 her şey yapılıyor, adeta bir tür "psikolojik savaş" yürütülüyordu.
 Öncelikle ordunun neredeyse Viyana'dan daha büyük, düzenli ve gösterişli bir
 kent gibi surların karşısına yerleşmesi dikkat çekiyordu. Sadrazamın çadırı
 gerçekten de bir saray gibi inşa edilmiş, etrafını çeviren diğer paşaların çadırları
 da konaklar gibi yayılmıştı. Hatta Sadaret çadırının çevresine çiçekler dikilerek
 küçük bir park yapılması bile ihmal edilmemişti.
 Kuşatma için kurulan metris ve tabyalarda da bir tür pervasızlık sergileniyor,
 birliklerin ve komutanların hareketlerinin de kalenin içindekileri önemsemeyen,
 ciddiye almayan bir havada cereyan etmesine özen gösteriliyordu. Öyle ki,
 Osmanlı ordusu istediği anda kenti ele geçirebilecekmiş, kenti savunanların
 elinden bir şey gelemezmiş gibi davranıyordu. Birlikleri teftiş ederken Kara
 Mustafa Paşa bile tüfek menziline girmekten çekinmiyor, maiyetiyle birlikte
 adeta resmi geçit yapmaktan zevk alıyordu.
 Örneğin Tuna nehri üzerindeki adada yer alan bir bahçeyi ziyarete gidiyor,
 gidişte ırmağı atıyla geçerken birkaç saat sonraki dönüşü için hemen adayla kara
 arasına bir köprü inşa ediliveriyordu. Kuşatma bölgesinin çeşitli noktalarına
 sevk edilen birlikler Viyana surlarının dibinde mehteran bölüğünün çaldığı
 askeri marşların eşliğinde ve gerçek bir resmi geçit yaparak yola çıkıyorlardı.
 Bu arada ele geçirilen esirlere de hiçbir şekilde merhamet gösterilmiyor, böylece
 estirilen terörün yaratacağı korkudan da yararlanılmaya çalışılıyordu. Kuşatma
 boyunca infazların yapıldığı "Leylek Çadırı" sürekli faaliyetteydi ve binlerce kelle
 kesilmişti. Daha önceki savaşlardan esir düşmüş Avusturyalı bir hizmetkar
 sahibini öldürünce o sırada orduda bulunan Avusturya uyruklu 150 hizmetkarın
 hepsi kılıçtan geçirilmişti. Viyana yakınlarında kuşatılan ve teslim olan bir
 kasabadaki binlerce kişi de yine kılıçtan geçirilmekten kurtulamamıştı.
 Bir yandan da Viyana surlarına çok şiddetli olmayan saldırılar sürüyordu.
 Zaman zaman yapılan hücumları Avusturya askerleri püskürtmekte
 zorlanmıyordu. Ama artık haftaları geride bırakan kuşatma kentin 50 bin kişi
 civarında olduğu tahmin edilen nüfusunun yaşamını doğal olarak zorlaştırmaya
 başlamıştı. Ele geçirilen esirlerin verdiği bilgiler de Kara Mustafa Paşa'nın
 kentin teslim olacağına ilişkin umutlarını güçlendiriyordu.
 Bu arada kuşatmanın kaderini tayin edecek birkaç önemli olay meydana geldi;
 birincisi, İstanbul'dan getirilen Avusturya elçisi serbest bırakılarak
 İmparatorunun yanına gitmesine izin verildi. Böylece Osmanlı'nın baş edilmez
 gücüne tanık olan elçinin aktaracağı bilgilerle kentin teslim edilmesinden başka
 çare olmadığını imparator anlamış olacaktı. Oysa elçinin ordunun zaaflarına
 ilişkin gözlemleri ve bilgileri de vardı ve bunların Osmanlıların aleyhine
 kullanılacağı hiç de dikkate alınmıyordu.
 İkincisi, daha kuşatma başlarken Budin Beylerbeyi Koca İbrahim Paşa
 Viyana'nın arkasına düşen bazı önemli kalelerin fethedilmesinin doğru olacağını
 söylemiş ve böylece Viyana'ya gelebilecek yardım kuvvetlerinin bu noktalarda
 engellenebileceğini belirtmişti. Ancak Kara Mustafa Paşa bu öneriyi fazla ciddiye
 almadı ve düşmanın gücünü abartmak olarak değerlendirdi. Oysa bu yapılmış
 olsa, gerçekten de kuşatmanın sonlarına doğru gelen yardım ordusu
 engellenebilir, bir ölçüde yıpratılabilir ve Viyana önlerindeki meydana savaşına o
 kadar diri bir şekilde çıkamayabilirdi.
 Üçüncüsü, Avusturya İmparatorunun Viyana'ya yardım çağrısının da Avrupa'da
 pek karşılığı olmayacağı varsayılmıştı. Dolayısıyla uzayan kuşatmanın aynı
 zamanda imparatora büyük bir askeri kuvvet toparlamak için de fırsat ve zaman
 kazandırdığı dikkate alınmadan kentin ele geçirilmesini sağlayacak tayin edici
 saldırılara girişmekten uzak duruldu. 14 Temmuzda başlayan kuşatma artık iki aya yaklaşıp da Eylülün ilk haftasına gelindiğinde Leopold'un ve Jan
 Sobieski'nin büyük bir orduyla Viyana'ya yardıma gelmekte olduğu
 öğrenilmesine rağmen Sadrazam bu duruma pek aldırmadı. Kendisini uyarmaya
 çalışanları da korkaklıkla suçlayarak susturdu.
 Böylece uzayan ve artık iki ayı bulan kuşatma Osmanlı ordusu içinde sıkıntılara
 ve moral bozukluklarına yol açmaya başlamıştı. Yiyecek kıtlığı başlamış ve
 fiyatlar çok yükselmiş, hayvanların beslenmesi için gereken otun bulunması için
 artık iki günlük yola gidilir olmuştu. Viyana önlerine gelinceye kadar yapılan
 yağmalardan elde edilen ganimetlerle İstanbul'a dönmek asker için önemli bir
 kaygı haline geliyordu. Ya sıkı bir saldırıyla kent ele geçirilmeli, ya da İstanbul'a
 dönüş için yola çıkılmalıydı ve bunlar artık ordu içinde açıkça konuşulmaya
 başlanmıştı.
 Öte yandan Hıristiyan dünyası da Avrupa'nın bu en büyük kentini kuşatan
 İslam ordusuna karşı harekete geçecek ve Viyana'nın kurtarılması için büyük bir
 ordunun toparlanmasını sağlayacaktı. Bu girişimlerden ve hazırlıklardan bilgisi
 olan Viyana'daki savunma kuvveti tüm zorluklara göğüs geriyor ve teslim olmayı
 düşünmüyordu. Nitekim Eylül'ün başında yaklaşık 100 bin kişilik büyük bir
 ordu Viyana'nın yardımına gelmek üzere yola çıkmıştı.
 Durumu haber alan Kara Mustafa Paşa hala düşmanını küçümsemeye devam
 etti. Üstüne gelen kuvvet hiç de küçük olmamasına rağmen kuşatmada görev
 alan askerlerin sayısını iyice azaltarak veya kuşatmayı tümden kaldırarak bu
 orduyla meydan savaşına girmeyi düşünmedi. Bazı birlikleri kaydırarak ve
 yeniden bir düzenleme yaparak Avusturya İmparatoru ve Polonya Kralı'nın 100
 bin kişilik ordusunun karşısına 30 bin kişilik bir kuvvetle çıkmayı yeterli gördü.
 Bu savaşı kazandığında Viyana'nın da eline olmuş bir meyve gibi düşeceğini
 umuyordu. Ama hiç de öyle olmayacaktı.
 12 Eylül 1683'de meydana gelen savaşta Osmanlı ordusu ağır bir yenilgiye
 uğrarken bütün ağırlıklarını Viyana önlerinde bırakarak hızla Belgrat'a doğru
 çekilmek zorunda kaldı. Avrupa topraklarında Osmanlılar ilk kez bu kadar ağır
 bir bozguna uğruyordu. Viyana önlerindeki bu savaşı kazanan Avusturya ve
 Polonya ordusu çekilmekte olan Osmanlı ordusunu takip etse sonuç daha da
 vahim olabilirdi ama buna kalkışmadılar. Bunun üzerine Osmanlı ordusu az çok
 toparlanarak Belgrat'a çekilmeyi başardı.
 Uğradığı bozgun karşısına şaşkına dönen ve hem kendi sorumluluğunu
 azaltmak, hem de öfkesini çıkartmak için maiyetindeki birçok komutanın
 kellesini vurduran Kara Mustafa Paşa bu arada İstanbul'daki padişahın
 gazabından da kurtulamayacağını herhalde biliyordu. Viyana'nın arkasındaki
 kaleleri almadan kuşatmaya başlamaması konusunda kendisini uyaran Budin
 Beylerbeyi Koca İbrahim Paşa'yı da Viyana önlerindeki meydan savaşında ilk
 önce bozulan tarafa komuta ettiği ve kendisinden önce çekilmeye başladığı için
 idam ettirmesi de bir işe yaramayacaktı.
 25 Aralık 1683'de İstanbul'dan gelen Kapıcılar Kethüdası Ahmed Ağa ve
 Çavuşbaşı Mehmed Ağa Belgrat'ta Sadrazamın huzuruna kabul edildiler. IV.
 Mehmet'in bu görevlilerinin neden geldiğini herkes gibi Kara Mustafa Paşa da
 biliyordu. Yine Osmanlı geleneklerine uygun bir şekilde son anma kadar Sadrazama saygıda hiçbir kusur etmediler. Padişahın emanet ettiği Mühr-ü
 Hümayunu, Sancak-ı Şerifi ve Kabe'nin anahtarlarını teslim aldılar. Kara
 Mustafa Paşa seccadesini serip namazını kıldı ve ardından boğularak idam
 edildi. Kellesi kesilerek verilen görevin yerine getirildiğinin kanıtı olarak
 Topkapı Sarayına gönderildi.
 17. Yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu artık eski gücünde değildi. Batı
 Avrupa karşısındaki üstünlüğünü kaybedeli epey olmuştu. Ama yine de
 Viyana'nın belki bir süre için Osmanlıların eline geçmesini engelleyen şey Kara
 Mustafa Paşa'nın olağanüstü kibiri ve açgözlülüğü olmuştu.
 Boşuna dememişler; "Az tamah, çok zarar getirir!"
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.