Gönderen Konu: İslamiyet'ten Önceki Destanlar  (Okunma sayısı 1213 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
İslamiyet'ten Önceki Destanlar
« : Nisan 26, 2011, 08:22:06 ÖS »
1. Altay - Yakut
a.Yaratılış destanı
2.Sakalar Dönemi
a.Alp Er Tunga Destanı
b.Şu Destanı
3.Hun Dönemi
a.Oğuz Kağan Destanı
b.Atilla Destanı
4.Göktürk Dönemi
a.Bozkurt Destanı
b.Ergenekon Destanı
5.Uygur Dönemi
a. Türeyiş destanı
b. Göç Destanı
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: İslamiyet'ten Önceki Destanlar
« Yanıtla #1 : Nisan 27, 2011, 10:51:58 ÖÖ »
Yaratılış destanı

Kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir.

 Altay Dağları'nda söylenen yaratılış ve türeyiş destanları, değil yalnız Türklerin; bütün Orta Asya ile Sibirya'nın bile, en gelişmiş ve üzerinde ilgi ile durulan mitoloji verileridir.


Dünyayı kaplayan ilk okyanus


 Altay türklerinin bu efsanede adı geçen Tanrıları Bay-Ülgen, yaratıcı bir Tanrı idi. Kendisi yerle gök arasında, yüce Tanrının bir elçisi olarak bulunuyordu. Bu sebeple dünyayı yaratmadan önce, Büyük Tanrının kutsal bir ilhamı, 'Bay-Ülgen'in bütün varlığını sarmıştı. Çünkü o, dünyayı yaratmak için, Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilmişti. Sadece su vardı. Ne gök ne yer henüz yoktu. Tanrı Ülgen bu suları birbirleriyle birleştirerek okyanusu yarattı.


İnsan balçıktan yaratılmıştı


 Altay efsanelerinde, büyük bir okyanusun ve suyun esas olmasına rağmen, onlara göre insanoğlu, sudan yaratılmamıştı: İnsanoğlu aslı yine topraktı.

 Tanrı Ülgen deniz üstünde gezerken yüzen bir kara parçası görür. Yaklaştığında toprağın üstünde balçığı farkeder. Düşünür ki bu insan olsun, o düşündükçe çamur insan suretine bürünür. Hikayenin devamında bu ilk insan olan erlik Ülgen'e ihanet edecektir. Bu noktada nur ile çamur arasındaki farka işaret vardır.

 İran mitolojisinde de ilk insan, kil dediğimiz yapışkan topraktan yapılmıştı. Onun için İranlılar ilk insana Kil Şah adını veriyorlardı. Türkler ise daha çok, balçık üzerinde durmuşlardı.

Yaratılış Destanı


 Daha hiç bir şey yokken Tanrı Kayra Han'la uçsuz bucaksız su vardı. Kayra Han'dan ve gören sudan başka görünen yoktu. Ay, yıldızlar, gök ve toprak yaratılmamıştı. Bütün Tanrıların en büyüğü, varlıkların başlangıcı ve insanoğullarının da ilk atası Tanrı Kayra Han'ın bu sade sudan âlemde canı sıkılıyordu. O yalnızlık içinde düşünürken suda bir dalga belirdi, Ak ana (Akine) denilen bir kadın hayali görünerek Tanrı'ya "Yarat! " dedi, yine suya gömüldü.

 Bunun üzerine Kayra Han, kendine benzer bir varlık yaratarak ona 'Kişi' adını koydu. Kayra Han'la Kişi sonsuz suyun semasında iki siyah kaz gibi, rahatça uçmaya koyuldular. Fakat Kişi bundan memnun olmadı. Hayatında değişiklik aradı. İlk olarak kendisini yaratandan daha yüksekte uçmaya kalktı. Onun bu duygusunu sezen Tanrı, Kişi'den uçma gücünü aldı. Kişi suya yuvarlandı. Boğulmak üzereyken yaptığına pişman olarak Tanrıdan imdat diledi.

 Tanrı "Yüksel!" emrini verdi. Kişi suyun derinliğinden çıktı ve Tanrı'nın yine suyun içinden yükselttiği bir yıldıza oturarak boğulmaktan kurtuldu.

 Kişi, artık uçamaz diye, tanrı Kayra Han dünyayı yaratmayı düşündü. Kişi’ye suyun dibine dalıp bir avuç toprak çıkarmayı emretti. Fakat o bu toprağı çıkarırken de kötülükler düşündü: Toprağın bir kısmının ağzına saklayarak ileride kendisi için gizli bir dünyayı yaratmayı tasarladı. Avucundaki toprağı su yüzüne serpince Tanrı Kayra Han, toprağa "Büyü!" emrini verdi. Bu toprak dünya oldu. Fakat "büyü!" emrini alınca Kişi'nin ağzındaki toprak da büyümeğe başladı. O kadar büyüdü ki Tanrı "Tükür!" buyurmasaydı kişi boğulacaktı.

 Kayra Han'ın tasarladığı dünya önce dümdüz topraktı. Fakat Kişi'nin ağzından dökülen ıslak toprak dünyaya fırlayarak yeryüzünü bataklıklar ve tepeciklerle örttü. Buna çok kızan Tanrı, Kişi'yi kendi ışık âleminden kovdu ve ona şeytan “Erlig” adını verdi.

 Sonra yerden dokuz dallı bir ağaç bitirerek her dalın altında ayrı bir insan yarattı. Bunlar dünyadaki dokuz ayrı insan cinsinin ataları oldular.

 Toprağın yeni insanları güzel ve iyiydiler. Erlig onları kıskandı. Kayra Han'dan onları kendisine vermesini istedi. Tanrı buna razı olmadı. Fakat şeytan, onları kötülüğe sürükleyerek, kendine çekmeyi biliyordu. Kayra Han, şeytan kapılan insanların bu akılsızlığına kızarak onları kendi hallerine bıraktı. Erlig'i yeniden lanetleyerek toprak altındaki karanlıklar dünyasının üçüncü katına sürdü. Kendisi içinde göğün on yedinci katında bir nur âlemi yaratarak oraya çekildi. İnsanları büsbütün başıboş bırakmamak için de onlara doğru yolu gösterecek bir melek gönderdi.

 Erlig Tanrı Kayra Han'ın semasını görünce o da kendisi için bir gök yaratmak istedi ve (birçok yalvarışlarla) Tanrıdan bu izni aldı.

 Erlig'in tebaası, yani kandırdığı fena ruhlar gökle yer arasındaki yeni dünyada Kayra Han'ın dünyasındaki insanlardan daha iyi (daha serbest) yaşıyorlardı. Bu durum Kayra Han'ın canını sıktı. Erlig'in dünyasını yıkmak için oraya kahraman Mandişere'yi gönderdi. O kuvvetli mızrağıyla vurarak, korkunç gök gürültüleri arasında bu dünyayı parça parça etti.

 Parçalanan bu dünya aynı gürültülerle, Erlig ve insanlar için yaratılan ilk dünyanın üzerine yıkıldı. İri dünya parçaları yeryüzünün biçimini bütün bütün bozdular. Eski dünyaya şimdi yüksek dağlar, derin boğazlar balta girmez ormanlarla dolmuştu.

 Kayra Han Erlig'i dünyanın en alt katına sürdü. O arada ne güneş, ne ay, ne de yıldız ışığı vardı. Tanrı Erlig'e dünyanın sonuna kadar orada oturmayı emretti.

 Tanrı Kayra Han, şimdi on yedinci kat gökten kâinatı idare etmektedir. Diğer gök katlarından yedinci katta Gün Ana, altıncı katta Ay Ata oturmaktadır.
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: İslamiyet'ten Önceki Destanlar
« Yanıtla #2 : Mayıs 01, 2011, 12:20:03 ÖÖ »
Alp Er Tunga Destanı

Büyük kahramanlar büyük destanlar doğurur. Alp Er Tunga da Türk tarihine damgasını vurmuş; ancak tam olarak bilinmeyen daha çok destansı özellikleriyle tanınan kahramanlardandır. Aşağıda onun destansı kişiliğini ve yarattaığı destanı okuyacaksınız.

Başta Şehname olmak üzere çeşitli kaynaklardan derlenen Alp Er Tunga destanının özeti şöyledir:

Turan ile İran birbirine komşu ve düşman iki devlet idi. İran ülkesinin tahtında Minuçehr, Turan ülkesinin tahtında ise Alp Er Tunga'nın babası Peşeng Kağan vardı.İran hükümdarı Minuçehr ölünce, Kağan Peşeng oğlu Alp Er Tunga'ya şöyle dedi: "Bu İranlıların bize yapmadığı kötülük yoktur. Şimdi Türk'ün öç alma zamanı gelmiştir!"

Alp Er Tunga da bunu istiyordu. "Arslanlarla bile çarpışacak güçteyim ve İran'dan öç alacağım" dedi. Peşeng'in öbür oğlu Alp Arız, İranlılarla savaşmak yanlısı değildi. Fakat karar verildi ve Alp Er Tunga savaş hazırlığına başladı.

Alp Er Tunga arslan yeleli, servi boylu idi. Saldırırken timsah kadar cesur, av avlarken erkek arslan gibi çevik, vuruşmada savaş fili kadar kuvvetliydi. Yürüdüğü zaman yeri sarsıyor, ard arda attığı oklar vınlayarak göğü inletiyordu. O, hiddetlenip savaşa girecek olsa, ayak basıp toz kaldırdığı yerde ova, kandan bir ırmağa dönerdi. Dostlarına umut veren, kut veren dili, düşmanları için keskin bir kılıç idi. Bilgelikte de ondan üstünü yoktu. Yüreği derya kadar geniş, eli ise yağmur yağdıran bulut kadar cömertti. Babasının adı Peşeng, üçüncü göbekten atasının soyu gibi adı da "Türk" idi.

Alp Er Tunga'nın oğulları ve kızları da vardı. Kızlarından birine, kaz (kuğu) kadar güzel olduğu için Kaz adını vermişlerdi. Babası ona, "İle Suyu"na akan büyük bir çayın kenarında bir kale-saray yaptırmıştı. Kaz, burada oynar-yüzerdi. Onun için Türkler bu suya "Kaz Suyu" dediler. Daha sonra Kaz'ın oturduğu, oynaya oynaya büyüdüğü yer büyük bir şehir oldu. Bu şehre de Kaz Oynı (Kaz Oyunu) adı verildi. (Bugünkü Kazvin şehri)...

Alp Er Tunga ordusu ile İran üzerine yürüdü, iki ordu Detıistan bölgesinde karşılaştılar. Türk ordusundan Barman adlı bir yiğit, atını öne sürerek, teke tek dövüşmek için iranlılardan er diledi. Barman'ın karşısına Iran kumandanının kardeşi Kubad çıktı, iki savaşçı sabahtan akşama kadar vuruştular. Sonunda Barman kargısı ile Kubad'ı devirdi ve Alp Er Tunga'nın yanına zaferle döndü.

Bundan sonra iki ordu birbirine girdi ve o güne kadar görülmemiş derecede şiddetli bir savaş oldu. Bu savaşı Alp Er Tunga kazandı. Meydan, ölen İranlılarla doldu ve İran padişahı geri çekilip Dehistan kalesine sığındı. Fakat Alp Er Tunga kaleyi kuşattı ve sonunda İran padişahını tutsak etti.

Bundan sonra, İran'a bağlı Kabil ülkesinin, kahramanlığı ile ünlü padişahı Zâl, İranlıların yardımına geldi, ani bir hücumla Türk ordusunu dağıttı. Buna pek kızan Alp Er Tunga tutsak İran padişahını öldürttü. Öbür tutsakları da öldürmesine kardeşi Alp Arız engel oldu. Tutsakları 'Sarı' şehrine gönderdiler. Daha sonra bu tutsakların kaçmasına engel olamadığı veya göz yumduğu için hiddetlenen Alp Er Tunga kardeşi Alp Arız'ı da öldürttü.

Alp Er Tunga yine galipti ve Rey şehrine giderek İran tacını da giymişti. İranlılar ise öldürülen padişahlarının yerine Zev'i getirmişti. İki ordu tekrar savaştılar. Savaş sırasında büyük bir kıtlık oldu. Bunun üzerine "savaş ve kıtlık insanlığı bitirmesin" diye, barış yaptılar, İran'ın kuzey eyaletleri Turan'ın oldu.

İran padişahı Zev ölünce barış yine bozuldu ve Alp Er Tunga tekrar saldırıya geçti. İranlılar Zâl'den yardım istediler. Zâl artık kocadığı için kahramanlıkta kendisini aşan oğlu Rüstem'i gönderdi. Zâloğlu Rüstem ordusunun başında ilerleyerek Türkleri bozguna uğrattı ve İran tahtına Keykubad'ı çıkardı.

Rüstem, bir hücumda 1160 Türk kahramanını öldürdüğü için Türkler çekildiler ve barış imzalamak zorunda kaldılar.

Daha sonra İran tahtına Keykâvus geçti. O sırada İran'ın egemenliğinde olan Araplar isyan ettiler. Bu kargaşalıktan yararlanan Alp Er Tunga iran içlerine daldı ve pek çok tutsak aldı. Fakat Kabil padişahı tekrar İran'ın yardımına geldi ve Türkler yenildi.

Bu savaştan sonra Zâloğlu Rüstem birliğini alıp Türklere ait avlakta dolaşmaya başladı. Bunun üzerine Alp Er Tunga ordusunu tekrar harekete geçirdi. Fakat, kötü bir rüya görmüştü. Bunu yorumlattı ve beylerin de fikirlerini alarak iran'la barış imzaladı. Bu anlaşma ile Buhara, Semerkand ve Çac şehirlerini İranlılara bırakıyordu.

Bu barışı istemeyen Keykâvus, Rüstem'e ve oğlu Siyavuş'a kötü muamelede bulunarak onları küstürdü. Rüstem kendi ülkesine çekildi. Siyavuş ise Türklerin o zamanki başkenti Gang şehrine giderek Alp Er Tunga'ya sığındı.

Siyavuş kendini Türklere çok sevdirdi. Başlangıçta bir Türk gibi hareket ediyordu. Burada Türk kahramanlarından biri olan Piran'ın kızı ile evlendi. Bu evlilikten bir oğlu oldu ve ona Keyhüsrev adını verdiler. Siyavuş, bir süre sonra Alp Er Tunga'nın güzel kızı Ferengis ile de evlendi. Ama, bir süre sonra Türk töresine uymamaya ve bazı siyasî teşebbüslere başlayınca Alp Er Tunga onu öldürttü.

Siyavuş'un ölümünden sonra Rüstem bir ordu toplayarak tekrar saldırıya geçti ve bu defa Türkler ağır bir yenilgiye uğradılar. Vuruşmalarda Alp Er Tunga'nın oğullarından Sarka da ölmüş, Turan'ın birçok şehri yakılmıştı.

Alp Er Tunga, Turan için kan ağladı ve öç almak için and içti. İran içlerine girerek ekinleri yaktı ve pek çok tutsak aldı. İranlılar yedi yıl süren kıtlıktan kırıldılar.

Artık, Alp Er Tunga ile Rüstem arasında savaş durup durup başlıyor, bazen Türkler, bazen İranlılar galip geliyordu. Bu savaşlardan birinde, ordusuyla Alp Er Tunga'nın emrine giren Çin hakanını da esir almışlardı. Alp Er Tunga son savaşta yenilerek çekildi.

Bu sırada İran tahtında, Turan'dan kaçırarak getirdikleri Keyhüsrev vardı. Türklerin yenilmesiyle dünya Keyhüsrev'e kalmış bulunuyordu. Fakat Türkler öç için fırsat buldukça akın ediyorlardı. Bunun üzerine Keyhüsrev İran'ın ünlü kahramanlarından Bijen'i Turan'a gönderdi. Bijen, Turan sınırından içeri girince, ormanda, neşe içinde eğlenen kızlar gördü. Bu kızlar Alp Er Tunga'nın güzel kızı Menije'yi eğlendiriyorlardı. Bijen, Menije'yi görür görmez âşık oldu. Menije de onu sevdi ve Turan'a, kendi sarayına götürdü. Bunu öğrenen Alp Er Tunga çok kızdı. Bijen'i bir zindana hapsetti, kızını da kovdu.

İran padişahı geri gelmeyen kumandanını bulup getirme görevini Rüstem'e verdi. Rüstem, tüccar kılığında Alp Er Tunga'nın sarayına kadar giderek hem Bijen'i kurtardı hem de Menije'yi kaçırıp İran'a gönderdi.

Rüstem bir defa daha galip gelmişti. Karluğa çekilen Alp Er Tunga beğlerini toplayıp şöyle dedi:

"Ben dünyaya hükmeden kağanınızdım. Bugüne kadar Iran Turan'a denk olmamıştı. Ama bugün İranlılar sarayıma kadar gelebiliyor. Bin kere bin kişiden oluşacak Türk ve Çin askerleriyle İran'a yürümeli, öcümü almalıyım!"

Alp Er Tunga, bin kere bin ordusunun üçte ikisini toplamıştı. Beykent şehrindeki karargâhında, altınlı ve mücevherli tahtında oturuyordu. Fakat artık iyice yaşlanmıştı. İleriye gönderdiği ordunun yenildiğini öğrenince çok üzüldü. Hele teke tek bir dövüşte gencecik oğlu Şide'nin de ölmesi, gönlünde onulmaz yaralar açtı. Emrindeki kuvvetleri alıp yürüdü. Kükremiş arslanlar gibi saldırıyordu. Çok kocamış olmasına rağmen İran'ın en ünlü pehlivanlarından birkaçını teke tek vuruşmada öldürdü. Nihayet Keyhüsrev ile Alp Er Tunga karşı karşıya geldiler. Alp Er Tunga Keyhüsrev'le teke tek dövüş isteğiyle atını ileri sürdü. Fakat Turan pehlivanları onun İran padişahı ile dövüşmesini istemediler ve atının dizginini tutup geri getirdiler. Keyhüsrev en güçlü çağında olmasına rağmen Alp Er Tunga'dan çekinmiş, kocamış ve yaralı bir arslan olan Alp Er Tunga'nın vuruşmasına da beğleri izin vermemişti.

Bu durum Alp Er Tunga'ya pek ağır geldi. Ordusunu alıp Ceyhun ırmağının ötesine geçti. Burada Kara Han'ın ordusu ile birleşip Buhara'ya, daha sonra da başkent Gang'a geldi.

Gang cennet gibi bir şehirdi. Toprağı mis kokulu, tuğlaları altındandı. Kalesi o kadar yüksekti ki üzerinden kartal bile uçamazdı. Her köşesinde pınarlar, havuzlar vardı. Ambarları yiyecek dolu idi. Havuzların eni ve boyu bir ok atımı kadar büyüktü. Burada oturup Çin hakanına mektup yazdı ve yardım bekledi.

Keyhüsrev ve Rüstem önce geri çekilir gibi yapmış, sonra derlenip Turan içlerine girmiş, Gang şehrini kuşatmışlardı. Kalenin çevresinde hendekler kazdılar. Buraya odun yığıp katran döktüler ve ateşe verdiler. Alp Er Tunga 200 beği ile gizli yoldan çıkarak kurtuldu ve Çin hakanının yanına gitti. Çin hakanı büyük bir ordu hazırlamıştı. Bunu duyan Türkler de Alp Er Tunga'nın yanına gitmek için yollara düştüler.

Alp Er Tunga tekrar toparlandı ama Çin hakanı sözünde durmadı ve Keyhüsrev'le anlaşma imzaladı. Bunun üzerine Alp Er Tunga Keyhüsrev'e bir mektup yazarak, insanlardan uzakta ve kendisinin beğeneceği bir yerde teke tek dövüş teklif etti. Fakat en güçlü çağında olan Keyhüsrev, ihtiyar arslan Alp Er Tunga ile teke tek dövüşe cesaret edemedi.

Ordusuz kalan Alp Er Tunga perişan bir halde Zere denizine geldi. Bu derin denizi geçerek Gangidizi şehrine ulaştı. Keyhüsrev büyük ordusu ile onu takip ediyordu. Alp Er Tunga yapayalnız kalmıştı. Yiyeceği, içeceği yoktu. Bir kaya dağında, bu dağın tepesindeki bir mağarada oturuyor, kara talihi için dövünüyor, Tanrı'dan güç kuvvet istiyordu. Onun yakarışını duyan Hûm adında biri, Alp Er Tunga olduğunu anlamıştı. Çünkü bu Türkçe sözleri, böyle bir yakarışı ondan başkası söyleyemezdi. Hemen saldırdı ve onu tutsak etti. Fakat Alp Er Tunga onun elinden kurtularak kendini suya attı. Su başında bulunanlar onu kurtarmak istediklerini söyleyerek hile yaptılar ve sudan çıkar çıkmaz öldürdüler. (Tarih Keyhüsrev'in Alp Er Tunga'yı şölene davet edip hile ile öldürdüğünü söylüyor.)
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı MAHMUTOĞLU

  • Premium Üye
  • *******
  • İleti: 4219
  • Rep Puanı: +62/-0
  • GURURLA BAKIYORUM DÜNYAYA
Ynt: İslamiyet'ten Önceki Destanlar
« Yanıtla #3 : Mayıs 02, 2011, 11:28:40 ÖÖ »
Alp Er Tunga öldi mü
Issız ajun kaldı mu
Ödlek öcün aldı mu
Emdi yürek yırtılur!

Ödlek yırag közetti
Ogrı tuzak uzattı
Begler begin azıttı
Kaçsa kah kurtulur?

Ulşıp eren börleyü
Yırtın yaka urlayu
Sıkrıp üni yurlayu
Sıgtap közi örtülür

Begler atın argurup
Kadgu ânı turgurup
Mengzi yüzi sargarup
Korkum angar türtülür.

Ödlek arıg kevredi
Yunçıg yavuz tavradı
Erdem yeme savradı
Ajun begi çertilür.

Ödlek küni tavratur
Yalnguk küçin kevretir
Erdin ajun sevritür
Kaçsa takı ertilür

Bilge bögü yunçıdı
Ajun eti yençidi
Erdem eti tınçıdı
Yerge tegip sürtülür

Ögreyüki mındag ok
Mında adın tıldag ok
Atsa ajun ograp ok
Taglar başı kertilür

Könglüm içün örtedî
Yatmış başıg kartadı
Keçmiş ödük irtedi
Tün kün geçip irtelür.

Bugünkü dille

Alp Er Tunga öldü mü,
Kötü dünya kaldı mı,
Felek öcünü aldı mı,
Şimdi yürek yırtılır!

Zaman fırsat gözetti
Gizli tuzak uzattı
Beyler beyini şaşırttı
Kaçsa nasıl kurtulur?

Erler kurt gibi uluşur
Yaka yırtıp bağrışır
Yırlayıcı gibi inilder, ünler
Ağlamaktan gözü örtülür.

Begler atlarını yordu
Kaygı onları durdurdu
Benizleri, yüzleri sarardı
Sanki safran dürtülür.

Zaman fena gevşedi
Zayıf kötü davrandı
Erdemlik yine savıldı
Dünya beği yok olur.

Zaman günü davrandırır
İnsanın gücünü gevşetir
Dünyanın erlerini azaltır
Kaçsa dahi ölüm erişir.

Bilge, akıllı kötüleşti
Dünya onların etini de ısırdı
Erdemlik eti çürüdü
Yere düşüp sürtülür.

Zamanın göreneği böyle işte
Bunda başka sebep de var
Dünya gelip ok atsa
Dağlar başı kertilir.

Gönlüm ta içten yandı
Onulmuş yarayı kaşıdı
Geçmiş günleri aradı
Tün, gün geçer o aranır
Hamsi küçük bir balık, sakın ha aldanmayın, soyu çok kalabalık, yan göz ile bakmayın

Çevrimdışı nigner

  • Administratör
  • *
  • İleti: 17942
  • Rep Puanı: +277/-9
  • ŞİMAL@KUZEY YILDIZI@ YURTTA SULH, CİHANDA SULH
Ynt: İslamiyet'ten Önceki Destanlar
« Yanıtla #4 : Mayıs 02, 2011, 12:48:29 ÖS »
çok güzel bir konu.. her ıkınızede teşekkürler canlar....
@ŞİMAL RÜZGARI@KUZEY YILDIZI@
YURTTA SULH CİHANDA SULH

Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: İslamiyet'ten Önceki Destanlar
« Yanıtla #5 : Mayıs 02, 2011, 10:09:02 ÖS »
Şu Destanı

Şu destanı M.Ö. 330-327 yıllarındaki olaylarla bağlantılıdır. Bu tarihlerde Makedonyalı İskender, İran’ı ve Türkistan’ı istilâ etmişti. Bu dönemde Saka hükümdarının adı Şu idi. Bu Destan Türklerin İskender’le mücadelelerini ve geriye çekilmeleri anlatılmaktadır. Doğuya çekilmeyen 22 ailenin Türkmen adıyla anılmaları ile ilgili sebeb açıklayıcı bir efsane de bu destan içinde yer almaktadır. Kaşgarlı Mahmud Divan ü Lügat-it Türk’de İskender’den Zülkarneyn olarak bahsetmektedir. Destanın tesbit edilebilen kısa metni şöyle özetlenebilir:
 
İskender, Türk memleketlerini almak üzere harekete geçtiğinde Türkistan’da hükümdar Şu isminde bir gençti. İskender’in gelip geçici bir akın düzenlediğine inanıyordu. Bu sebeble de İskender’le savaşmak yerine doğuya çekilmeği uygun bulmuştu. İskender’in yaklaştığı haberi gelince kendisi önde halkı da onu izleyerek doğuya doğru yol aldılar. Yirmi iki aile yurtlarını bırakmak istemedikleri için doğuya gidenlere katılmadılar.
 
Giden gurubun izlerini takip ederek onlara katılmaya çalışan iki kişi bu 22 kişiye rastladı. Bunlar birbirleriyle görüşüp tartıştılar. 22 kişi bu iki kişiye: “Erler İskender gelip geçici bir kişidir. Nasıl olsa gelip geçer , o sürekli bir yerde kalamaz. Kal aç” dediler. Bekle , eğlen, dur anlamına gelen “Kalaç” bu iki kişinin soyundan gelen Türk boyunun adı oldu. İskender Türk yurtlarına geldiğinde bu 22 kişiyi gördü ve Türk’e benziyor anlamında ” Türk maned ” dedi. Türkmenlerin ataları bu 22 kişidir ve isimleri de İskender’in yukarıdaki sözünden kaynaklanmıştır.
 
Aslında Türkmenler, Kalaçlarla birlikte 24 boydur ama Kalaçlar kendilerini ayrı kabul ederler. Hükümdar Şu Uygurların yanına gitti. Uygurlar gece baskını yaparak İskender’in öncülerini bozguna uğrattılar. Sonra iskender ile Şu barıştılar. İskender Uygur şehirlerini yaptırdı ve geri döndü. Hükümdar şu da Balasagun’a dönerek bugün şu adıyla anılan şehri yaptırdı ve buraya bir tılsım koydurttu.
 
Bugün de leylekler bu şehrin karşısına kadar gelir, fakat şehri geçip gidemezler. Bu tılsımın etkisi hâlâ sürmektedir. Bu destana göre İskender Türkistan’a geldiğinde Türkmenlerin dışındaki Türkler doğuya çekilmişlerdi. İskender Türkistan’da mukavemetle karşılaşmamış bu sebeble de ilerlememiştir. Büyük ölçüde çadırlarda yaşayan Türkler İskender’in seferinden sonra şehirler kurmuş ve yerleşik hayatı geliştirmişlerdir.
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.