Gönderen Konu: Bayrağımızı Yırtan İngilizlere Osmanlı Nasıl Ders Verdi?  (Okunma sayısı 744 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Amaç Osmanlılara gözdağı vermek ve Bahreyn üzerinde hükümranlık tesis etmektir. Bu amaçla bazı şeyhler üzerinde baskı kurularak adadan kaçırtılır.

Bu şeyhlerden birisi olan Nasır el-Mübarek'in evinde yapılan aramada duvara asılı olarak bulunan Türk bayrağı İngilizleri iyice hiddetlendirir ve bayrağımızı imha ederler.

Lakin bu bayrağın dersi Osmanlı Sadrazamı Âli Paşa ile Bağdat Valisi meşhur Midhat Paşa tarafından çok geçmeden verilecektir.

17 Aralık hülyasına dalmış olan kamuoyu Mersin'deki bayrağımıza hakaret eylemini bile aradan kaç gün geçtikten sonra ancak askerin kalk borusuyla fark edebildi. Bugün sizi bayrağımızın uğradığı bir başka hakaret karşısında Osmanlı yönetiminin nasıl tepki gösterdiğine ilişkin gözlerden uzak kalmış bir örneğe götüreceğim.

"Avrupa'nın hasta adamı" ilan edilen Osmanlı Devleti'nin Basra Körfezi'ne yayılma arzusundaki İngiliz emperyalizmine karşı giriştiği yeniden fetih harekâtıdır anlatacağım.

Arabistan Yemen Kuveyt Katar Ahsa ve Bahreyn'de bu sözde Hasta Adam'ın gerektiğinde nasıl kontratağa kalkabileceğini cümle aleme gösteren bir askerî askerî olduğu kadar da diplomatik ve siyasî başarıydı kazanılan.

Böylece Osmanlı tarihlerinde "çöküş" tarihimizin karanlık sayfaları diye anlatılan bu dönemlerin içindeki hayatiyet ve direnci bir kere daha görecek ve dalgınlaşan bakışlarımıza çekidüzen vermemiz gerektiğini bir kere daha anlayacağımızı umuyorum.

Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinden itibaren Osmanlı stratejik haritasına yeni bir cephe daha katılmış oluyordu: Güneydoğu cephesi veya Ortadoğu cephesi.

Suriye Irak ve Arabistan yarımadası ile Yemen'in yanı sıra Mısır 16. yüzyılla beraber Osmanlı dünyasına dahil ediliyor ve Kızıldeniz Basra Körfezi ve Hint Okyanusu'nda hakimiyet şaşırtıcı denilecek kadar kısa bir sürede sağlanıyordu.

O vakitler bu bölgelerdeki tek rakip Portekizlilerdi. Sonradan Hollandalılar Fransızlar ve nihayet İngilizler çıkagelecek ve bölgede Osmanlı Devleti'yle bilek güreşine tutuşacaklardı. Emperyalizmin en kıyıcı çağı olan 19. yüzyılda bile bu kıran kırana güreşin devam ettiğini görünce bu defa Avrupa kamuoyu yerine biz hayrete düşüyoruz.

Uzun hazırlıklardan sonra 1871'de başlayan ve 1873'e kadar süren Osmanlı "operasyonu" Süveyş Kanalı'nın da açılmasıyla hareketlenen deniz trafiği sayesinde görülmemiş bir hızla gelişti ve bittiğinde İngilizler Basra Körfezi'ndeki kale ve şehirlerde yeniden Osmanlı bayrağının dalgalanmaya başladığını gördüler.

Hasta Adam diriliyor muydu yoksa?

Burada Osmanlı stratejisindeki derinliği okumak son derece önemli.

Zira "köpük tarihçileri"nin anlamakta bir hayli zorluk çektikleri "Osmanlı devlet aklı" o vakitler henüz Irak ve Suudi Arabistan'a nüfuz edememiş olan ve Bahreyn ile civarındaki bazı nüfuz bölgeleriyle yetinen İngilizlere karşı en iyi savunmanın hücumla verilebileceğini görmüş yalnız görmekle kalmamış Bağdat'ı Basra Körfezi'nin girişinden itibaren savunmanın gereğine inanmıştı.

Bağdat Bağdat'tan değil Katar'dan savunulacaktı.

Körfez'in girişinde oluşturulacak bir savunma duvarı İngiliz savaş gemilerinin tıpkı Birinci Dünya Savaşı'nda ve Irak Operasyonu'nda olduğu gibi Fav yarımadasına asker çıkarmalarını önleyecek en azından böyle bir ihtimali geciktirecekti.

1870 yılında 6 parça İngiliz gemisi Bahreyn adası açıklarında görünür.

Amaç Osmanlılara gözdağı vermek ve Bahreyn üzerinde hükümranlık tesis etmektir. Bu amaçla bazı şeyhler üzerinde baskı kurularak adadan kaçırtılır. Bu şeyhlerden birisi olan Nasır el-Mübarek'in evinde yapılan aramada duvara asılı olarak bulunan Türk bayrağı İngilizleri iyice hiddetlendirir ve bayrağımızı imha ederler. Lakin bu bayrağın dersi Osmanlı Sadrazamı Âli Paşa ile Bağdat Valisi meşhur Midhat Paşa tarafından çok geçmeden verilecektir.

Midhat Paşa'nın İngiliz hakimiyetine karşı mücadele eden bazı şeyhlere inadına bayrak dağıttırdığını görüyoruz. Nitekim Kuveyt'teki idare binaları ile gemilere Türk bayrağının çekilmesi Osmanlı operasyonunun ayak seslerini haber vermekteydi.

Katar'a Osmanlı komutanı Nafiz Paşa tarafından gönderilen 4 adet bayrak resmi dairelere ve kaleye asıldığında yerli halkın gönlüne güven duygusu yayılmış olduğunu Midhat Paşa'nın kendisi anlatıyor raporunda.

Aşiretlerin İngilizlere karşı Osmanlı bayrağını tercih ettiklerini gösteren en çarpıcı olay Katar'da gerçekleşmiş Şeyh kendilerinden vergi toplamak isteyen İngilizlere gönderdeki Osmanlı bayrağını gösterip "Bu sancak buradayken başkasını tanımayız" diyerek onları yüzgeri etmişlerdi.

Böylece Aralık 1871'e geldiğimizde "mükemmel" bir Osmanlı taburunun deniz yoluyla Katar'a ayak bastığını ve bir ay bile geçmeden buranın Osmanlı yönetimine bağlanmış olduğunu görüyoruz.

İngiliz kuvvetleri bundan rahatsızdır; rahatsızlıkları bölgede bir geziye çıkan Midhat Paşa'yı 4 savaş gemisiyle takip etmelerinden de anlaşılabilir.


Ancak Osmanlı yönetiminin bölgeyi sömürmeye değil himayeye dahası İngiliz emperyalizmini durdurmaya yönelik olması şuradan bellidir ki eskiden alınan vergiler dışında halka hiçbir yeni vergi koymamış hatta bazı yıllar bu vergileri bile ya borçlandırarak ertelemiş ya da affetmişti.

Yeter ki halk kendisinden memnun kalsın ve İngilizlerin tarafına meyletmesin.

"Üzerinde güneş batmayan" İngiliz İmparatorluğu Osmanlı yönetiminin tereyağından kıl çeker gibi bölgeye yerleşmesini ve halkla kucaklaşmasını seyretmekle yetinmişti. Osmanlı bu operasyonuyla bölgedeki anahtar güç olduğunu bir kere daha ispatlamıştı.

Velhasıl Osmanlı Devleti kararlı tutumu sayesinde hem yavaş yavaş elinden kaçmakta olan bölgeleri yeniden ele geçirmiş hem de İngiliz emperyalizminin işini 45 yıllığına uzatmış oluyordu.

Unutmayalım ki bu beğenmediğimiz "uzatmalar" sayesinde bayrağımıza sarılabiliyoruz bugün.

Ve bayrağımızı yırtan İngilizlere hiç beklemedikleri bir zamanda öyle bir ders vermiştik ki nice Lawrence'ler yetiştirmeleri gerekti bu kilidi yeniden çözebilmek için.
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.