Gönderen Konu: ATATÜRK' ÜN DİN ANLAYIŞI ÜZERİNE ! ( DİKKATLE OKUNMALI) A.Ü.  (Okunma sayısı 1048 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı A.ÜSTÜNBAŞ

  • Deneme Mod
  • *
  • İleti: 4388
  • Rep Puanı: +112/-0
ATATÜRK’ÜN DİN ANLAYIŞI ÜZERİNE :                       :bayrak:

           Bilindiği üzere Mustafa Kemal Atatürk'ün çağdaş Türkiye'nin kurulmasında ayrı ve eşsiz bir yeri bulunmaktadır. Atatürk, çağdaş Türk devletini, önündeki bütün düşünsel ve gündelik sorunları büyük  bir ustalıkla ve ileri görüşlülükle çözerek kurmuştur. O, bir yandan İslam değerlerini devlete temel  yaparken öbür yandan çağdaş uygarlıklar düzeyine ulaşabilmek için köklü reformlara girişerek devlet kurumlarını yeniden düzenlemiştir. Bunu yaparken ulusal ve manevi kalıtı (mirası ) kesinlikle yadsımamış; tersine bu değerleri Batı dünyasını yakalama çabasına ivme kazandıran bir öge olarak değerlendirmiştir.

         Halkçı bir önder olan Atatürk, Türk toplumunu çağdaş uygarlık yönüne doğru dönüştürmek için giriştiği reformlarında öncelikli olarak Türk ulusunun köklü manevi değerlerine dayanmıştır. Onun  belirgin olarak göze çarpan başarısı, dini doğru bir biçimde anlaması ve ondan ülkenin dirilip kalkınması için hakkıyla yararlanmasıdır. Söylev’ine ve demeçlerine baktığımızda sürekli olarak İslam’a ilişkin kavramlara göndermede bulunduğunu görmekteyiz. Bir konuşmasında da Kuran ayetlerini anımsatmış, Hz. Muhammet'in hadislerini söylemiş ve İslam'ın çeşitli konularıyla ilgili bakışını  belirtmiştir. Bu ve buna benzer öbür konuşmalardan, Atatürk'ün dinine bağlı bir önder, İslam’a ilişkin geniş ve varsıl (zengin) bilgisi olan bir kişi olduğunu anlıyoruz. Konuşmaları özenle çözümlendiğinde  O’nun din anlayışının, çağının birikiminin çok ötesinde olduğunu görüyoruz. Dinsel bağnazlığın çok yaygın olduğu, din adına yobazların halk üzerinde etki ve etkinlik elde ettikleri, Osmanlı'dan kalma medrese geleneğinin direnç gücüne iye (sahip) olduğu bir dönemde aşağıda ayrıntılarıyla vermeye çalışacağımız düşünceleriyle Atatürk, din alanında da çağdaş görüşlere iye (sahip) olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü O’nun 1920’lerin koşullarında söyledikleri, aradan bunca yıl geçtikten sonra bugün  ülkemizin dinbilimcilerince İslam'ın doğru yorumu olarak ileri sürülmektedir. Sözü daha çok uzatmadan Atatürk'ün din konusunda dile getirmiş olduğu ve çeşitli kaynaklarda yer verilen sözlerinden, belirleyebildiklerimizi, aktarmak yerinde olacaktır:

          “Türk ulusu daha dindar olmalıdır. Yani bütün yalınlığıyla dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam ona da öyle inanıyorum. Bilince ters, ilerlemeye engel hiçbir şey içermiyor. Oysa Türkiye'ye bağımsızlığını veren bu Asya ulusunun içinde daha karışık, yapay, boş inançlardan ibaret bir din daha vardır. Ancak bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Onlar aydınlığa yaklaşamazlarsa kendilerini yok ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız.”

          “Bizim dinimiz, akla en uygun ve en doğal bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, bilime ve mantığa uygun olması gerektir. Bizim dinimiz bunlara tümüyle uygundur.”           

          "Tanrı birdir, büyüktür. Dinsel yöntemlerin oluşumuna bakarak diyebiliriz ki insanlar iki sınıfta, iki dönemde düşünülebilir : İlk dönem, insanlığın çocukluk ve gençlik dönemidir. İkinci dönem, insanlığın erginlik ve olgunluk dönemidir.… "

           “Ey Ulus! Tanrı birdir; şanı büyüktür. Tanrı'nın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz, Tanrı tarafından insanlara dinsel gerçekleri duyurmaya görevli ve elçi seçilmiştir. Temel esası hepimizce bilinmektedir ki yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir; en mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tümüyle uyuyor ve uygun geliyor. Akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı bununla öbür Tanrısal doğa yasaları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü bütün evren yasalarını yapan Tanrı'dır...”

           “Din bir vicdan konusudur. Herkes vicdanının buyruğuna uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz yalnızca din işlerini, devlet ve ulus işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz. Art düşünceye ve eyleme dönüşen bağnazca hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat vermeyeceğiz.”

          “… Bizde ruhbanlık (özel din adamları sınıfı) yoktur. Hepimiz eşitiz ve dinimizin hükümlerini eşit olarak öğrenmek zorundayız. Her birey dinini, din işlerini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da okuldur…”

          “Ulusumuz din ve dil gibi güçlü iki erdeme sahiptir. Bu erdemleri hiçbir güç ulusumuzun yürek ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.”

          “Biz Bolşevik de Komünist de değiliz. Bolşevik de Komünist de olamayız. Türkler ulusluğunu seven ve dinlerine saygılı bir ulustur. Bizim hükümet biçimimiz tam bir demokrat hükümetidir.”

          “Bizim dinimiz hiçbir zaman kadınların erkeklerden geri kalmasını istememiştir. Tanrı’nın buyurduğu, kadın ve erkeğin birlik olarak bilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu bilim ve kültürü aramak, nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olmak zorundadır. İslam ve Türk tarihi incelenirse görülür ki bugün kendimizi bağlı sandığımız şeyler yoktur. Türk toplumsal yaşamında kadınlar bilim, kültür ve öbür konularda erkeklerden kesinlikle geri kalmamış; belki daha ileri gitmişlerdir.”

           “Beyler! Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve tapınmayla birlikte din ve dünya için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır. Ulus işlerinde, her kişinin zihninin ayrı ayrı etkinlikte bulunması zorunludur. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü ortaya koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Ulusal amaçlar, ulusal irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil ulusun bütün kişilerinin isteklerinin, umunçlarının (emellerinin) sonuçlarından ibarettir. Bundan dolayı benden ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim...”

          "Bu   başarının, kutsal topraklarımızı düşman istilasından büsbütün olarak kurtaracak olan kesin zaferin iyi bir başlangıcı olmasını Tanrı’nın lütfundan dilerim.”

          “Minberlerin, halkın anlayacağı bir dille ruh ve dimağa seslenmekle Müslümanların vücudu canlanır, iman güçlenir, yüreği cesaret bulur. Ancak buna göre hatiplerin taşımaları gereken özellik yetenek ve dünyanın gidişini bilmeleri çok önemlidir. "

           "Temeli çok sağlam bir dinimiz vardır; malzemesi iyi ancak bina yüzyıllardır savsaklanmış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takviye etmek gereği hissedilmemiş. Tersine olarak birçok yabancı öge, yorumlar, boş inançlar binayı daha çok hırpalamış. Bizi yanlış yola sevk eden kötü yaratılışlılar bilirsiniz ki çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki ulusu mahvedeven, tutsak eden, yıkan kötülükler hep din kılığı altındaki dinsizlik ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar. Oysa, elhamdülillah, hepimiz Müslüman'ız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına gereksinimimiz yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile bize, dinimizin esaslarını anlatmaya yeterlidir. Buna karşın hafta tatili, dine aykırıdır gibi iyi, akla ve dine uygun konulara ilişkin, sizi kandırmaya, ayak diremeye çalışan kötülükçülere güvenmeyin. Ulusumuzun  içinde gerçek ve ciddi  bilgeler vardır. Ulusumuz bu  gibi  bilgelerle övünmektedir. Onlar  ulusun güvenini ve ümmetin saygınlığını kazanmışlardır. Bu gibi bilgelere gidin. Bu bey bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz deyiniz. Ancak genelde buna da gerek yoktur. Bizim dinimiz için herkesin elinde bir değer ölçüsü vardır. Bu ölçüyle herhangi bir şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca anlayabilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, toplum çıkarına uygundur; biliniz ki o dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, ulusun çıkarına, İslam'ın çıkarına uygunsa kimseye sormayın o şey dinseldir. Bizim dinimiz akıl ve mantığa uygun bir din olmasaydı en mükemmel din olmazdı; en son din olmazdı."

          Saydığımız bu alıntılar dikkatlice değerlendirildiğinde Atatürk'ün zihninde,

          1. Dini, toplumlar için bir değer kabul ettiği, bu değerden yoksun toplumların varlıklarını uzun süre sürdüremeyecekleri,

         2. İslam dininin, insan doğasına uygun hükümleri içerdiğini, özündeki doğal kuralların bilinmesi için de gerçek din bilginlerine gerek olduğu,

         3.  Tanrısal ve doğal yasalar arasında herhangi bir çelişkinin bulunmadığı,

         4. Dinin özünün değişmez özelliğe sahip olduğu,  bunun dışında toplumsal yaşamı düzenleyen ikincil kuralların zaman ve mekandaki farklılaşmaya uygun olarak değişebileceği,

         5. Doğru yorumlanırsa dinin ilerlemeye engel olmadığı biçiminde düşüncelerin yerleşmiş olduğu sonucuna varılmaktadır.

          Atatürk'ün, İslam’ın yüzyıllar boyu oluşan yerel ve kişisel yorum ve ayrıntılarından çok dinin başlangıçtaki durumuna, temel ilkelerine ve kısacası “ed-din” kavramına önem vermiş olması önemlidir. Ayrıca sözü edilen ifadeler, söyleyenin dinle ilgili gerçekleri bütün yalınlığıyla bildiğine oldukça güzel kanıt oluşturmaktadır.

         Atatürk hiçbir zaman dine karşı olmamıştır. Onun mücadele ettiği, din maskesi altında insanların  sömürülmesi, dini kullanarak kendine makam, konum ve çıkar sağlayarak dini yozlaştıranlardır. O’nun gerçek anlamda nelerden yakındığı, 16 Mart 1923'te Adana Türk Ocağı’nda esnafla yaptığı konuşmasında ortaya çıkmaktadır: 

         “… Bizi yanlış yola sevk eden kötü yaratılışlılar bilirsiniz ki çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki ulusu mahvedeven, tutsak eden, yıkan kötülükler hep din kılığı altındaki dinsizlik ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar. Oysa, elhamdülillah, hepimiz Müslüman'ız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına gereksinimimiz yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile bize, dinimizin esaslarını anlatmaya yeterlidir. Buna karşın hafta tatili, dine aykırıdır gibi iyi, akla ve dine uygun konulara ilişkin, sizi kandırmaya, ayak diremeye çalışan kötülükçülere güvenmeyin.  Ulusumuzun  içinde gerçek ve ciddi  bilgeler vardır. Ulusumuz bu  gibi  bilgelerle övünmektedir. Onlar  ulusun güvenini ve ümmetin saygınlığını kazanmışlardır. Bu gibi bilgelere gidin. Bu bey bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz deyiniz. Ancak genelde buna da gerek yoktur. Bizim dinimiz için herkesin elinde bir değer ölçüsü vardır. Bu ölçüyle herhangi bir şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca anlayabilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, toplum çıkarına uygundur; biliniz ki o dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, ulusun çıkarına, İslam'ın çıkarına uygunsa kimseye sormayın o şey dinseldir. Bizim dinimiz akıl ve mantığa uygun bir din olmasaydı en mükemmel din olmazdı; en son din olmazdı.”

          Bu sözlerden de Atatürk’ün dar çerçeveli din anlayışına, din sömürücülüğüne, bağnazlığa, yobazlığa karşı tavır aldığı; ulusumuzu bunlara karşı uyanık tutmak istediği açık seçik bir biçimde anlaşılmaktadır. Bunun yanı sıra Atatürk'ün dinin gereklerini yerine getirmeye de karşı olmadığı, görevini aksatmamak koşuluyla, herkesin dini görevlerini dilediği gibi yerine getirebileceğini istediği  anlaşılmaktadır : 

         Bir gün Atatürk'ün yakın arkadaşı Necip Ali  kendisine,  ortak dostları Münir Hayri Egeli'nin namaz kıldığını söyler. Münir Bey’i sevmeyenler bu durum karşısında kovulacağını düşünürler. Ancak Atatürk onlara "Batmak üzere olan bir gemide bulunsanız, herhalde ‘Yetiş Ya Gazi!’ demez, ‘Allah!’ dersiniz. Bundan daha doğal ne olabilir." der ve Münir beye de dönerek "Dünyadaki işlerine zarar vermemek koşuluyla namazını kıl, heykel yap, resim de." yanıtını verir.

          Atatürk’ün dine yaklaşımını doğru anlayabilmek için O’nun gericilik kavramına hangi anlamları yüklediğinin bilinmesi gerekmektedir. Atatürk, dinin ilerlemeye engel bir öge olmadığı, tersine insanları içten kuşatıp manevi bakımdan güdüleyerek ilerlemenin temel itkilerinden birini oluşturduğu kanısındadır. Atatürk’ün gericilik kavramından algıladıkları içinde devrim karşıtlığı da vardır :

          "İnkılabımızın asıl ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tümüyle çağdaş, bütün anlam ve biçimleriyle uygar bir toplum durumuna ulaştırmaktır.”

           "Beyler,  yaşamın felsefesi, tarihin tuhaf yansıması şudur ki her iyi, her güzel, her yararlı şey karşısında onu yok edecek bir güç belirir. Bizim dilimizde buna gericilik denir.” (İzmir Halkı ile Konuşma, Ankara,  1982,  s.  109).

          “Ulusu, yenilenme vadisinde durdurmaya çalışmak için gerici düşünceler yayanlar, belirli bir kesime dayanacaklarını sanıyorlar. Bu kesinlikle bir kuruntudur, sanrıdır.”

          Atatürk aynı zamanda ulusal egemenlik ilkesine karşı çıkışı da gericilik olarak nitelemektedir :

          "Unutulmamalıdır ki ulusun egemenliğini bir kişide ya da sınırlı sayıdaki kişilerin elinde bulundurmakla çıkar bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır. Bu gibilere gerici ve hareketlerine de  gericilik denir. Kesinlikle belirtirim ki ulusal egemenliğimizi her zerresini şu ya da bu biçimde bağlamak isteyenler en koyu gericidirler.”

          Bunun yanı sıra Atatürk din ve devlet işlerini birbirinden ayrılmasına karşı çıkanları da gerici olarak nitelemektedir :

           “Din bir vicdan konusudur. Herkes vicdanının buyruğuna uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz yalnızca din işlerini, devlet ve ulus işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz. Art düşünceye ve eyleme dönüşen bağnazca hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat vermeyeceğiz.”

          Bu söylediklerine göre Atatürk’ün gericiliği, ülkenin gereksinimi olan iyi, güzel ve yararlı işleri  alarak yenileşme yolunda yürümemizi engelleyen, ulusal egemenlik ilkesine karşı çıkarak Sultanlık ile Halifeliğin geri gelmesini istemek, din sömürücülüğü yaparak din işleri ile devlet işlerini birbirinden ayırmak projesine karşı tavır sergilemek ve bundan politik çıkar ummak biçiminde kendini gösteren her türlü eylem ve davranışın adı olarak algıladığı sonucuna varmak olanaklıdır.

         İslam tarihine baktığımızda, dinde politik çıkar ya da maddi kazanç sağlamak isteyenlerin, sürekli olarak toplumların inançlarını sömürdüklerine, kara cahillik içerisinde bırakılan halkın, gerçek din ilkelerinden gittikçe uzaklaştırıldığına tanık olmaktayız. Yobazlığın da doğurduğu olumsuz sonuçlara ilişkin tarihsel belgeler ortadadır. Bir örnek verecek olursak 1831 yılında veba gibi korkunç ve öldürücü bir hastalık ülkenin sınırlarına dayanmıştır. Osmanlı Hükümeti, bu öldürücü salgın hastalığa karşı halkı korumak için gemilerin karantina altına alınmasına karar verir. Ancak toplumda etkili ve belli bir gücü bulunan yobazlar "Bu bidattır; karantina denilen şey Frenk geleneğidir. Ehl-i İslam dininde buna uymak kesinlikle caiz değildir." diye başkaldırmışlardır. Devlet; sağlık, akıl, şeriat yollarının tümüne başvurmasına karşın "İstemezük!" gürültüsünü bastıramamıştır. Bu yüzden tam 7 yıl boyunca karantina uygulanamamıştır. Yobazlar karantinaya karşı direnişini sürdürdükleri için Hükümet 1838 yılında Takvim-i Vakai güncesinde (gazetesinde) "Edille-i Şeri'ye ve Akliye" yani Şer'i ve Akli Deliller başlıklı bir yazı yayımlatmak zorunda kalmıştır.

         Kısacası, yukarıda anlatılanlar, Atatürk'ün sağlıklı bir din anlayışına sahip olduğunu açık bir biçimde gözler önüne sermektedir. Durum böyleyken bazı kesimlerce ortaya atılan “Atatürk'ün yeni  Türkiye'yi kurarken ve reformlarını yaparken İslam dinine ilişkin olumlu sözlerinin,  Cumhuriyet yönetiminin kurulmasında ve reformların yapılmasında karşılaşılabilecek kitle engelini yumuşatmak amacıyla söylenmiş olduğu biçimindeki düşünceleri kabul etmek olanaklı değildir. Bunların tümüyle hayal ürünü ve kötü amaçlı olduğu açıktır. Çünkü Atatürk'ün dinle ilgili, bir din bilginininki kadar doğru, sözleri Cumhuriyet kurulduktan sonra yaptıkları da ortadadır. Şöyle ki :

         Atatürk, her alanda olduğu gibi, ulusumuza İslam dininin temel ilkelerinin “bidat”lardan arındırılmış olarak, doğru kaynaklardan sunulabilmesi için büyük çabalara girmiştir. O’nun Meclis Başkanlığı döneminde, 3 Mart 1924’te çıkarılan 429 sayılı yasayla Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuş; dinsel kurum, cami ve mescitlerin yönetimi, müftü, vaiz, imam, hatip, müezzin ve kayyımların atanma ve görevden alınmaları bu kuruma verilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluşunun 2. yılında, 21 Şubat 1925’teki bütçe görüşmelerinde dinsel yayın üzerinde durulmuş; Kuran-ı Kerim meali ve tefsirinin, Hadis-i Şerif çevirilerinin devlet olanaklarıyla yapılması kararlaştırılmıştır. Bu iki işin giderleri için de o günlerin maddi olanaksızlıkları içinde Diyanet bütçesine 20 bin liralık ek ödenek konmuştur. Elmalı Hamdi Yazır’ın hazırladığı "Hak Dini Kuran Dili, Yeni Mealli Türkçe Tefsir" adlı 9 ciltlik meal ve tefsir; ayrıca Ahmet Naim ve Prof. Dr. Kamil Miras’ın hazırladıkları "Sahih-i  Buhari  Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi" adlı 12 ciltlik hadis çevirisi ortaya  çıkmış; bütün giderler devlet bütçesinden karşılanmıştır.

         Devlet ve ulus adına çağdaş Türkiye'yi kurmak üzere yola çıkan Mustafa Kemal Atatürk, başına geçtiği ulusun dil, din, tarih, sanat, kültür değerlerine ilgisiz kalıp onları silip atmak için değil geliştirmek için çalışmıştır.

Mehmet Emin BAYAR
Diyanet İşleri Başkanlığı
Teftiş Kurulu Başkanı ve Din Hizmetleri Danışmanı

 KAYNAKÇA :
1- Sadi Borak, Atatürk ve Din, İstanbul, 1962.
2- Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 11, s. 94-95.
3- Dr. Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1971.
4- Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1952, Cilt 2, s.95, 98
5-Mehmet S. Aydın, "İrtica'ya İlişkin Bazı Düşünceler", Doğu Batı, 1998, Sayı 3, s. 52-53.
6- Doç. Dr. Neda Armaner, Atatürkçülük, Genelkurmay Başkanlığı, 1984, s. 321-336.
7- Belgelerle Türk Tarihi Dergisi Sayı 23, s. 4-5.

ALINTI. 14.05.2010   (NAKLEN  YAZAN  : A. ÜSTÜNBAŞ)
SİGARA ' sız  temiz  çevre, temiz  toplum,  sağlıklı  yaşam  için  elele...

. . ..  NE  KADAR  TEMİZ  İSEN, O  KADAR  İNSANSIN  . . .

Çevrimdışı A.ÜSTÜNBAŞ

  • Deneme Mod
  • *
  • İleti: 4388
  • Rep Puanı: +112/-0
Ynt: ATATÜRK' ÜN DİN ANLAYIŞI ÜZERİNE ! ( DİKKATLE OKUNMALI) A.Ü.
« Yanıtla #1 : Haziran 05, 2010, 10:11:16 ÖÖ »
  ATATÜRK' ÜN  DİN  ANLAYIŞINDAN  BİR  BÖLÜM.. LÜTFEN  OKUYALIM..

“Ey Ulus! Tanrı birdir; şanı büyüktür. Tanrı'nın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun.
Peygamberimiz, Tanrı tarafından insanlara dinsel gerçekleri duyurmaya görevli ve elçi seçilmiştir.
Temel esası hepimizce bilinmektedir ki yüce Kuran'daki anlamı açık olan ayetlerdir.
İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir; en mükemmel dindir.
Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tümüyle uyuyor ve uygun geliyor.
 Akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı bununla öbür Tanrısal doğa yasaları arasında çelişki olması gerekirdi.
 Çünkü bütün evren yasalarını yapan Tanrı'dır...”

  :ççk:  ATATÜRK  BÜYÜK  LİDERDİ.. ALLAH' IN  RAHMEDİ  ÜZERİNE  OLSUN.. AMİN. (A.Ü.) :ççk:
« Son Düzenleme: Haziran 05, 2010, 10:14:18 ÖÖ Gönderen: A.ÜSTÜNBAŞ »
SİGARA ' sız  temiz  çevre, temiz  toplum,  sağlıklı  yaşam  için  elele...

. . ..  NE  KADAR  TEMİZ  İSEN, O  KADAR  İNSANSIN  . . .