Gönderen Konu: TRANZONDA ÜÇÇ GÜN  (Okunma sayısı 1040 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı perka

  • Bağımlı Üye
  • ***
  • İleti: 61
  • Rep Puanı: +1/-0
TRANZONDA ÜÇÇ GÜN
« : Eylül 04, 2009, 06:25:44 ÖS »
“Çok gezen mi yoksa çok okuyan mı bilir?” şeklindeki klasik soruyu oldum olası anlamsız bulmuşumdur. Çünkü bana göre sorunun yanıtı, gezenin ya da okuyanın bilgisine, görgüsüne, bakış açısına, dünya görüşüne göre değişir. Bakmak ve görmenin farkı burada ortaya çıkar. Sonra gezmenin de okumanın da bireye sunduğu farklı tatlar, kattığı farklı renkler vardır ve birini diğerine üstün kılmak, bence haksızlık olur. Bu yazımda sizlere kısa zaman önce gördüğüm, hayran olduğum ve farklı dinlerin, kültürlerin kaynaştığı bir ili, Trabzon’u anlatmaya çalışacağım.

Tanpınar’a göre Konya, nasıl tam bozkırın çocuğu ise Trabzon da denizin ve yeşilin çocuğudur. Seyahatimiz, şubat ayının ortalarında olmasına rağmen bahçelerde erik ağaçları, şehre hâkim bir yükseklikteki Boztepe’de ise mis kokulu sarı mimozalar çiçek açmıştı. Tepelerin yamaçlarında nasıl ekildiğini ve toplandığını bir türlü anlayamadığım çay bitkisini ilk kez görüyordum. Yeşilin değişik tonları ile Trabzon, Evliya Çelebi’nin “İrem bağına benzer süslü bir şehir” nitelemesini kanıtlar gibiydi.

15. yüzyılda Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilen Doğu Karadeniz’in bu şirin ilinde tarih, yeşil ve deniz, iç içedir.  Boztepe’deki Atatürk Köşkü, konumu itibariyle bu sarmal bütünlüğün en güzel örneklerindendir. Köşk; daha önce gördüğüm Yalova, Erzurum gibi diğer illerdeki Atatürk köşkleri gibi yalnızca görkemli ağaçları, mimarîsi ile değil sade ve zarif döşenmiş olması ile de etkiler insanı.

Boztepe’den bakarken bütün şehir gözlerinizin önüne serilir. Soğuk ve rüzgâr izin vermediği için bizler, Ankara’dan tembihli gittiğimiz hâlde çay içmeden döndükse de sizler mutlaka o güzelim çay bahçelerinin keyfini çıkarın.

Ayasofya Camii, İstanbul’daki adaşı gibi kiliseden camiye dönüştürülmüştür ve deniz kıyısında, tek başına dalgaların ezgisini dinlemenin huzurunu yansıtır.

Akçaabat, nerede ise Trabzon’la birleşmiştir. Körfezde martılar, karabataklar eşliğinde ünlü Akçaabat köftesini yemeden dönmemenizi öneririm. Bu arada Akçaabat Sera Gölü’nü görmeyi de ihmal etmeyin.

Kostaki Konağı, aynı adı taşıyan bir tüccarın konağı iken 1935-1985 yılları arasında “Kız Lisesi” olarak hizmet sunmuş olup bugün arkeoloji müze olan bir diğer bir tarihî mekân… Köşkün mimarisinin yanı sıra bakımlı bahçesi, çiçekleri, ağaçları da etkiler insanı.

Sümela Manastırı, Trabzon’da gitmeden önce en çok görmek istediğim yerdi. Sarp kayaların eteklerine inşa edilmiş, insanı hayretler içinde bırakan akıl almaz bir yer. Ne yazık ki yerdeki buz nedeni ile Manastırın içini görme olanağımız olmadı; sadece aşağıdan, sisin izin verdiği kadarı ile baktık; fotoğrafını çektik. Trabzonlu arkadaşımız, Sümela Manastırı’nın tek bir girişi olduğu için savunmasının çok kolay olduğunu anlatırken, insan aklının ve gücünün sınırları olmadığını bir kez daha kavrıyorum. İçimi bir sonsuzluk duygusu sarıyor.

Gülbahar Hatun Camii, Sekiz Direkli Hamam, çok harap görünen ve Kültür Bakanlığınca restore edilmekte olan Kızlar Manastırı, Cephanelik, Trabzon’un görülmeye değer diğer yerleri arasında sayılabilir.

Ve Uzun Göl… Oradaki dostlarımızla kar yağarken gittiğimiz ve vakit darlığı nedeni ile çok kısa kaldığımız o muhteşem manzara, büyüledi beni. Adına uygun bir süre, daha uzun çok daha uzun kalmalıyım duygusunu yaşarsınız orada. Kenarları yer yer buzlanmış gölün kıyısındaki ördeklerin peşi sıra, ciğerlerine bol oksijeni çekerken, sessizliğin sesini dinlemek, yürümek, yürümek, yürümek ister insan.

İnsana; “Mutluluk budur.” dedirten bir geziyi daha tamamlarken, bizleri konukseverlikle ağırlayan  sevgili dostlarımızı geride bırakarak huzur içinde ayrılıyoruz kentten…

 

  :hron:                    :traftr:         :alkis:    :alkis: