TRABZONFORUM - Trabzon ve Trabzonspor Forumu

...:::(¯`·.FORUM GENEL KONULAR.·´¯):::... => Tarihimiz ve Şehitlerimizin Anısına => : @sen@ October 23, 2010, 05:27:24 PM

: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 23, 2010, 05:27:24 PM
A

Abdülaziz Han
Abdülhamid Han I
Abdülhamid Han II
Abdülkerim Satuk Buğra Han
Abdülmecid Han
Ahmed Han I
Ahmed Han II
Ahmed Han III
Alâeddin Keykubad I
Alp Tigin
Alparslan
Attila

B

Babür Şah
Bahadır Şah I
Bahadır Şah II
Bayezid Han II
Belek Bey
Berkyaruk
Bilge Kağan
Bumin Bumın Kağan

C

Celaleddin Harzemşah
Cihangir Şah
Cihanşah Mirza Muzafferüddin
Çaka Bey
Çelebi Mehmed

D

Devlet Giray Han I
Devlet Giray Han II
Devlet Giray Han IV

E-F

Ebülgazi Bahadır Han
Ekber Şah Ebül Feth Celâleddîn
Ertuğrul Gazi
Evrengzib Birinci Âlemgîr Şah
Fatih Sultan Mehmed

G-H

Gazi Giray Han I
Gazi Giray Han II
Gazneli Mahmud
Keyhüsrev I Gıyaseddin Birinci Keyhüsrev
Gıyâseddîn Keyhüsrev II
Hacı Giray I
Hacı Giray II
Hümayun Şah
Hüseyin Baykara

İ

İbrahim Han
İlteriş Kutlug Kağan
İltutmuş
İmadeddin Zengî
İstemi Kağan

K

Kalavun
Kanunî Sultan Süleyman
Kapagan Han Kağan
Karamanoğlu Mehmed Bey
Kara Yusuf Bey
Kılıç Arslan I
Kılıç Arslan II
Kılıç Arslan III
Kılıç Arslan IV
Kutalmışoğlu Süleyman Şah
Kök Böri

M

Mahmud Han I
Mahmud Han II
Mehmed Han III
Mehmed Han IV Avcı
Melikşah
Mesud Gazneli
Mete
Muhammed Tapar
Murad Han I Hüdavendigâr
Murad Han II
Murad Han III
Murad Han IV
Murad Han V
Mustafa Han I
Mustafa Han II
Mustafa Han III
Mustafa Han IV

N

Nadir Şah
Nureddin Mahmud Zengî

O-R

Orhan Gazi
Osman Gazi
Osman Han II Genç Osman
Osman Han III
Raziye Begüm Sultan
Reşad Han Mehmed V, Sultan Reşat

S-Ş

Selahaddin Eyyubî
Selim Han II
Selim Han III
Selçuk Bey
Sultan Sencer
Sökmen Bey II
Süleyman Han II
Şah Abbas Safevî I. Abbas
Şah Cihan
Şah İsmail I
Şah İsmail II
Şahruh Mirza

T-U-V-Y

Vahideddin Han Mehmed VI
Yakup Han Bâdevlet
Yavuz Sultan Selim Selim Han I
Yıldırım Bayezid Beyazıt I
Timur Han
Toktamış Han
Tuğrul Bey
Uluğ Bey
Umur Bey
Uzun Hasan

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 06:58:47 PM
Abdülaziz Han


Babası      İkinci Mahmud Han
Annesi      Pertevniyal Sultan
Doğumu   8 Şubat 1830
Vefatı      4 Haziran 1876
Saltanatı   1861-1876


Osmanlı padişahlarının otuzikincisi ve islam halifelerinin doksan yedincisi. Küçük yaşta din ve fen ilimlerini tahsile başladı. Kısa zamanda Arapça, Farsça ve dini bilgileri çok iyi bir şekilde öğrendi. Ayrıca boş zamanlarını değerlendirerek ata binmek, kılıç kullanmak, güreş tutmak, cirit atmak gibi zamanın bütün spor dallarında pek mahir oldu. Ağabeyi Abdülmecid zamanında veliahd ilan edilen Abdülaziz bundan sonra devlet idaresi ve Avrupa'nın siyasetini iyi bir şekilde takibe çalıştı. Abdülmecid Han'ın 25 Haziran 1861'de ölümü üzerine tahta çıktı.

   Bu sırada devlet'in durumu son derece karışıktı. Mali sıkıntı son haddinde idi. Karadağ, Hersek ve Girit'te büyük karışıklık hüküm sürüyordu. Avrupa devletlerinin müdahalede bulunacaklarını anlayan Abdülaziz Han yayınladığı bir fermanla onların Tanzimat konusundaki endişelerini, nisbeten ortadan kaldırdıi. Mali konulardaki sıkıntının önüne geçebilmek için israf ve gereksiz harcamaların önlenmesine çalıştı. Rüşvet ve irtikab işine karışanları şiddetle cezalandırdı.

  1862'de Karadağ bölgesinde çıkan isyanı serdar-ı ekrem Ömer Paşa kumandasında gönderdiği bir ordu ile anında bastırdı. Mısır'da son yıllarda Osmanlı Devleti'ne karşı bağlılığın azaldığının farkında olan Abdülaziz Han, bu bölgeye bir seyahat düzenledi. Mısır valisi İsmail Paşa'ya Hidiv ünvanını verdi. Gittiği her yerde muhteşem merasimler ve halkın sevgi gösterileri ile karşılanan Sultan, Mısır'ın payitahta olan bağlılığını güçlendirdi. Osmanlı Devleti'ndeki müsbet gelişmelerin önüne geçmek isteyen batılı devletler Girid'de büyük bir isyan çıkardılar ve adanın beynelmilel bir komisyon tarafından idaresini istediler. Bunu şiddetle reddeden Abdülaziz Han, bazı imtiyazlarla meseleyi bir müddet için halletti.

   Abdülaziz Han, 21 Haziran 1867'de Fransa, İngiltere, Belçika, Prusya ve Avusturya'yı içine alan bir geziye çıktı. Sultan'ın bu gezisi genel barışın sağlanmasında önemli rol oynadı. Avrupa devletleri ile olan münasebetler iyileşti. Abdülaziz Han, devlet ve milletin bekası ve huzuru için gece gündüz çalışırken içte batı hayranı ve mason devlet adamları her türlü siyasi desiselerle nizam ve intizamın bozulmasına gayret sarfediyorlardı. Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Süavi gibi yazarlar halkı Padişah'a karşı düşmanlığa teşvik ederken, mütercim Rüşdü, Hüseyin avni ve Mithat Paşalar da padişah'ı devirmenin hesapları içerisindeydiler. Nitekim gözlerini iktidar hırsı bürümüş bu devlet adamları, 1875'de patlak veren Bosna-Hersek isyanı ile, ardından çıkan Rus harbini fırsat bildiler. Abdülaziz Han, ssıkıntılar içinde olmasına rağmen Sırbistan'ı kısa sürede mağlup etti. Bulgaristan'daki karışıklıkları mahalli kuvvetlerle bastırdı. Ancak Hüseyin Avni, Mithat, Redif ve Süleyman Paşalar 30 Mayıs 1876 günü Dolmabahçe Sarayı'nı kuşatarak Sultan'ı tahttan indirdiler.

   Abdülaziz Han efradıyla birlikte çeşitli hakaret ve işkencelere maruz bırakıldıktan sonra 1 Haziran 1876'da Fer'iye Sarayı'na nakledildi. Avni Paşa üç gün sonra, güvenlik gerekçesiyle saray bahçesine yerleştirdiği adamlarına verdiği emirle, Kur'an-ı Kerim okumakta olan Sultan'ın bileklerini kestirerek şehid ettirdi. Hadiseye intihar süsü verilmeye çalışıldı. Ancak pehlivan yapılı Abdülaziz Han'ın zorbalarla boğuşması sırasında vücudunda meydana gelen çürükler ile iki dişinin kırık olduğunu görgü şahitleri ifa'de etmişlerdir. Zaten tıp ilmi, intihar edecek bir şahsın iki bileğinin damarlarını kesemeyeceğini belirtmektedir. Şehid Sultan'ın cenazesi 5 Haziran 1876 günü pederi Sultan İkinci Mahmud Han'ın Çemnerlitaş'taki türbesine defn edildi.

   Abdülaziz Han iyi niyetli, dindar, her sabah Kur'an-ı Kerim okuyan, son derece vakar sahibi bir kimse idi. Devrin alimlerini sayarak toplar münazaralar yaptırır, kendisi de bazen bu münazaralara iştirak ederdi. Devlet işlerini bilfiil kendisi idare etmeğe çalışırdı. Onun en büyük gayesi Devlet-i Aliyyenin istiklalinin devam etmesi ve halkının refah içinde yaşaması idi. Bu sebeple ilim ve teknikte ilerlemeeye ve imar faaliyetlerine büyük önem verdi. 1863'de sahillere deniz fener leri yapıldı ve devlet şurası kuruldu. 1867'de Sultan'i mektebleri(Liseler), 1868'de sanayi mektebleri, 1869'da Süveyş kanalı açıldı. 1870'de şark rüşdiyye mektebleri açıldı. Donanmaya büyük önem verdi. Hind Okyanusu'na kadar donanmamızı göndererek, Osmanlı deniz gücünü İngilizlere kabul ettirdi. Osmanlı donanmasının birinci Dünya ve Kurtuluş harpleri sırasındaki muvaffakiyeti, Sultan Abdülaziz'in donanmaya kazandırdığı bu kudretle mümkün olmuştur.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 07:03:08 PM
ABDÜLHAMİD-I


 Babası       Üçüncü Ahmed han
Annesi       Rabia Şermi Sultan
Doğumu    20 Mart 1725
Vefatı       28 Mart 1789
Saltanatı   1774-1789


 Osmanlı Padişahlarının yirmi yedincisi ve İslam halifelerinin doksan ikincisi. 20 Mart 1725 yılı Topkapı Sarayında dünyay geldi. Küçük yaştan itibaren zamanın büyük alimleri tarafında ilim öğretildi. Akıllı,zeki,ileri görüşlü, kültürlü,gayretli bir şehzade olan Abdülhamid, agabeyi Sultan üçüncü Mustafa Han'ın 21 Ocak 1774'de vefatı üzerine 49 yaşında Osmanlı tahtına oturdu.

   Osmanlı devleti en buhranlı devresinde tahta çıkan Abdülhamid Han, Rus harbini kardeşi üçüncü Mustafa gibi en az zararla kapatmayı düşünüyordu. Gerçektende altı yıl boyunca devam etmekte olan Rus savaşı Osmanlı devleti'nin aleyhine olarak gelişiyordu. Neticede Sultan Abdülhamid Han, Küçük Kaynarca Andlaşması ile Kırım'ın Osmanlı Devleti'nden ayrılması,Rusların Karadeniz'de donanma bulundurmaları ve ortodoks koruyuculuğunu yapmaları şartlarını kabul etmek mecburiyetinde kaldı. Bu muâhedenin en agır maddelerinde biri Kırım'ın Rusya'nın müdâhelesine açık bırkılması idi. Bu sebeple Ruaya ile her an sulh döneminin bozulabileceğini hesaplayan Sultan Abdülhamid Han, bilhassa kapı kulu ocaklarının ıslâhı için harekete geçti. Fransa'dan mühendisler getirtti. Mühendishâne-i bahr-i hümâyunu (Devlet Deniz Mühendishanesi'ni) kurdurdu. Sürat topçuları ocağı geliştirildi.

   Bu arada Rus muhâberesindeki karşılıklardan isfade ile Anadolu, Mısır, Hicaz ve Şam'da çıkan isyanları bastırdı. İran kuvvetlerini hudud tecavüzleri üzerine başlayan savaşlar Osmanlıları'ın zaferiyle sonuçlandı. Basra ele geçirildi. Rus tehlikesine karşı Soğucak ve Anapa kaleleri tahkîm edildi. Öte yandan 1784'de Rusya Kırım'daki hanlık Çekişmlerini fırsat bilerek bu ülkeye girdi ve binlerce müslüman ve Türk'ü katlettikten sonra ilhak ettiğini bidirdi. Her Osmanlı gazasına koşan ve;

Râyete meylederiz kamet-i dilcû yerine,
Tûğa dil bağlamışız kâkül-i hoş-bû yerine,
Olmuşuz cân ile billah Gazâyi teşne,
Kanını düşmen-i dinin dökeriz su yerine.

diyen kırımlıların asil ve kahraman sesleri kısılmış, Rusların hanlığı ilhak etmeleri Türkler için unutulmaz bir ıstırap kaynağı olmuştu. Bütün nüfusu Türk olan hanlığın kaybı Macaristan ve Orta Avrupa'nın gidişine benzemiyordu. Nitekim bu oldu bittiye tahammül edemeyen Abdülhamid Han, 1787'de Rusya'ya harb ilan etti. Ancak Ruslar'ın Avusturya'yı da savaşa ikna etmesi, Osmanlı Devleti'ni iki cephede savaşmaya mecbur bıraktı. Serdar Koca Yusuf Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, sebeş'de Avusturya kuvvetlerini bozguna uğrattı. Buna karşılık Rus cephesinde komutanlar arasındaki rekabetler, bozguna zemin hazırladı. Ruslar Yaş ve Hotin kalelerinden sonra Özi'ye de girdiler ve burada tarihte eşine az rastlanan bir katliam yaptılar.

   Nitekim Sultan Birinci Abdülhamid Han kendisine sadrazam tarafından gönderilen Özi Kalesi ile ilgili raporun okunması sırasında yapılan mezalimi dinlerken " Potemkin nam moskof prensi, kalede mevcud yirmibeş bin müslümanı bila istisna katleylemiş, çocuk, yaşlı, hamile, emzikli demeden cümlesini şehid eylemiştir." cümlesine gelince, üzüntüsünden felç geçirerek vefat etti (28 Mart 1789). Eminönü Bahçekapısındaki türbesine defn edildi.

   Sultan Birinci Abdülhamid Han, yaptığı her işte Allah rızasını arar, kalbi islam için çarpardı. Devlet idaresinden boş kalan zamanlarını namaz kılarak cenâb-ı Hakk'ı zikr ile geçirir, elinden Kur'an-ı Kerîm'i düşürmezdi. Peygamber efendimiz ve Ehl-i Beyt'ini çok severdi. Bunun için Mekke ve Medine'ye hizmete, özel bir itinâ gösterirdi. Diğer Osmanlı Sultanları gibi tebeasına karşı kalbi şefkatle ve merhametle dolu idi. Pek çok imar faaliyetlerinde bulundu. Annesi Rabia Sultan'ın ruhu için 1778'de Beylerbeyi'nde bir cami, muvakkıthane, hamam ve sıbyan mektebi, Medine-i Münevvere'de medrese, Emirgan'da cami, Eminönün'de büyük bir imaret, çeşme, sebil, sıbyan mektebi, medrese, türbe ve bir kütübhane inşâ ettirdi. Türbesinde sandukanın kuzey tarafında bulunan duvar içinde bir mermer üzerinde Peygamber efendimizin kadem-i şerifleri ( Mübarek ayak izleri) bulunmaktadır.

 
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 07:10:14 PM
Abdülkerim Satuk Buğra Han


Abdülkerim Satuk Buğra Han ilk Müslüman-Türk hükümdarı. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Babası Karahanlı hükümdar ailesinden Bezir Han idi. Babasının ölümü üzerine amcası ve üvey babası Oğulcak Kadır Hanın himayesinde büyüdü. Satuk Buğra on iki yaşlarında iken Maveraünnehr ve Horasan bölgesine hakim olan Müslüman Samanlı Devleti şehzadeleri arasında anlaşmazlık çıktı. Bunlardan Nasır bin Ahmed, Oğulcak KadırHanın ülkesine sığındı. Ona iyi muamele edip Artuç nahiyesinin idaresini verdi. Artuç Nasır bin Ahmed'in gayretleri ve gelip-giden Müslüman tüccarlar sayesinde bir ticaret merkezi oldu. Satuk Buğra da Artuç'un ziyaretçileri arasındaydı. Nasır bin Ahmed'le tanışıp ondan İslamiyeti öğrenerek Müslüman oldu. Abdülkerim adını aldı. Yirmi beş yaşına gelince Müslüman olduğunu açıklayıp, amcası ile mücadeleye başladı. Onunla Fergana Savaşını yaptı. İlk olarak Atbaşı kalesini zaptetti. Daha sonra üç bin kişilik bir orduyla Kaşgar üzerine yürüyüp fethetti. Amcası Oğulcak Kadır Han'ı öldürdü. Ülkede hakimiyeti sağlayıp birliği temin etti. Türk ülkelerinde İslâmiyeti hızla yaydı. Ebü'l-Hasan Muhammed gibi İslam alimleri, Satuk Buğra Han'a yol gösterip teşvik ettiler.

Abdülkerim Satuk Buğra Han, daha sonra yaptığı savaşlarda; Yağma, Çiğil, Oğuz kabilelerinin yerleşmiş bulunduğu Türkistan şehirlerini birer birer ele geçirdi. Bu sırada Karahanlılar Devletinin doğu kısmına hakim olan Büyük Kağan Bazır Arslan Han Çinlilerden yardım alarak 924 yılında Abdülkerim Satuk Buğra Hana karşı savaş açtı. Satuk Buğra Han Müslümanların yardım ve desteğiyle, onunla Balasagun Savaşını yaptı ve galip geldi.

Bundan sonra 31 yıl hüküm süren Satuk Buğra Han, güzel ve adil idaresi ile binlerce kimsenin Müslüman olmasına vesile oldu. 955 (H.344) senesinde Kaşgar civarında bulunan Artuç kasabasında vefat edip oraya defnedildi.Abdülkerim Satuk Buğra Handan sonra, oğulları devrinde de ülkesine pekçok İslam alimi gelip, İslamiyeti doğru olarak anlattılar ve yayılmasına çalıştılar. Kendisinden sonra Musa Tunga adında bir oğlu yerine geçti. Bundan sonra da bunun oğlu Baytaş Süleyman Arslan hükümdarlık yaptı. Başka oğulları ve kızları olduğu da rivayet edilmiştir.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 07:13:40 PM
ABDÜLMECİD HAN


Babası        İkinci Mahmud Han
Annesi      Bezm-i alem Sultan
Doğumu    25 Nisan 1823
Vefatı       25 Haziran 1861
Saltanatı   1839-1861


 Osmanlı Sultanlarının otuzbirincisi ve İslam halifelerinin doksanaltıncısı. Küçük yaştan itibaren mükemmel bir tahsil gördü ve iyi derecede fransızca öğrendi. Avrupa neşriyatını yakından takib eder, onların ilmi çalışmalarını ve siyasi fikirlerini öğrenmeye çalışırdı. Babası İkinci Mahmud Han'ın 1 Temmuz 1839'da vefatı üzerine henüz 16 yaşında iken Osmanlı tahtına çıktı.

   Abdülmecid Han, tahta çıktığında Osmanlı Devleti iç ve dış buhranlarla karşı karşıya idi. Osmanlı ordusu Nizip'te Mehmed Ali Paşa kuvvetlerine mağlup olmuştu. İki gün sonra da Kaptan-ı Derya Hain Fevzi Ahmed Paşa Osmanlı Donanmasını Mısır'a götürüp teslim etti. İngilizler bu sırada Osmanlı tahtında devlet idaresinde tecrübesiz bir padişah bulunmasını fır- sat bilerek harekete geçtiler. Osmanlı Devletine tam destek olmak va'diyle Mustafa Reşid Paşa'yı sadrazamlığa getirttiler. Paris ve Londra'da sefirlik yapan Reşid Paşa, bu müddet içerisinde aldatılarak mason yapılmıştı. Nitekim iktidara gelir gelmez ilk işi Tanzimat Fermanı'nı ilan etmek oldu. (3 Kasım 1839). Osmanlı Devletinin yıkılmna ve yok olma devrine açılmış bir gedik olan Tanzimat Fermanı devlete ve millete çok pahalıya mal oldu.

   Sultan Mahmud Hanı'n açtığı ileri medeniyet yolu üzerine engel olarak oturan tanzimat adamları. Avrupa ilmini ve tekniğini almak yerine sathi taklitler üzerinde durdular.Böylece ilim ve teknikte ilerleme durdu. Avrupanın yaşayışına hayran olarak yetişen yeni nesiller taklit modasına kurban gittiler. Memleket şartlarını ve ihtiyaçlarını anlamadan rejim davasına kapılan tanzimat devri adamları, daha sonra ihtilalci olarak gayr-i müslimlerle birleşmişler ve buhranları arttırarak, devleti sarsmaktan başka bir işe yaramamışlardır.

   Mustafa Reşid Paşa ve yetiştirmelerinin Osmanlı Devleti içinde kendilerinin yıllardır yapamadığı tahribatı kısa zamanda gerçekleştirdiğini gören İngilizler, Mısır mes'elesinin hallinden sonra Osmanlı Devleti'nin başına yeni gaileler açtırmakta gecikmediler. Mustafa Reşid Paşa, İngiliz ve Fransız desteğini alarak 4 Ekim 1853'de Rusya'ya harb ilan etti. Ancak Osmanlı Devleti, Rusya ile savaş yaparken, İngilizler, dünyadaki ikinci büyük islam devleti olan Gürganiye Devleti'ni yıktılar. Hindista, İngilizlerin sömürgesi durumuna geldi. Abdülmecid Han, batılıların yaldızlı reklamlar ve sahte dostluk- larla örtbas etmeye çalıştıkları islamiyet'i imha hareketini çok geç anladı. Reşid Paşa'yı görevinden aldı. 1853-55 Rusya ile olan Kırım harbi başarı ile neticelenmesine rağmen, savaş harcamaları dış borçlanma yolunu açtı. Osmanlı Devletinin savaşı kazanmasında rol oynayan İngiltere ve Fransa, devlet içinde yeni ıslahatlar istediler. Reşid Paşa'nın yetiştirmesi Ali Paşa'nın İngiliz ve Fransız elçileri ile ortaklaşa hazırladıkları Islahat Fermanı 1856'da ilan edildi. Bu ferman da Osmanlıların hıristiyanlara verdiği büyük bir tavizdi. Nitekim fermanın uygulaması pek çok yerde büyük tepki gördü.1858'de Cidde'de ayaklanma başgösterdi. Eflak, Boğdan ve Karadağ' da bağımsızlık hareketleri başladı. Devletin içine düştüğü feci durum sebebiyle, üzüntüsünden tüberküloza yakalanan Sultan Abdülmecid Han, 25 Haziran 1861'de vefat etti. Yavuz Sultan Selim Han'ın türbesinin yanına defnedildi. "Atam Yavuz Sultan Selim Han'a hürmeten türbemi onunkinden daha aşağı yapın" şeklindeki vasiyeti üzerine türbesi Sultan Selim'inkinden daha alçak ve kısa olarak yapıldı.

   Abdülmcid Han devri, Sultan İkinci Mahmud Han'ın açtığı yenileşme yolunun, Mason Reşid Paşa ve yetiştirmeleri eliy- le bozulduğu ve Avrupa'nın her bakımdan taklide başlandığı bir devir olarak göze çarpmaktadır. Abdülmecid Han hatasını anla- dıktan sonra memleketi, milleti kemiren iç ve dış düşmanlara karşı tedbirler arar ve bu iş için gece gündüz Allahü Tealaya yalvarırdı. Ancak Osmanlı Devleti'nin içte isyanlar ve dışta Rusya ile harblerini fırsat bilen İngilizler, yetiştirdikleri ve iş başına getirmeye muvaffak oldukları devlet adamları sayesinde ona bu fırsatı tanımadılar. Abdülmecid Han, bu karışık devrede memleket içinde çok başarılı işler de yaptı. 1844'de bugünkü Galata Köprüsü olarak bilinen Mecidiye Köprüsünü, 1848' de Küçük ve Büyük Mecidiye (Ortaköy) camilerini yaptırdı. 1853'de İstanbul-Varna-Kırım arasında ilk telgraf hattı döşendi. Bu harekete hız verilerek, 1870'de 36.000 km'lik telgraf hattı ile Osmanlı Devleti dünya devletleri arasında en ön sıralarda yer aldı. 1860'da İzmir-Turgutlu arasında demiryolu yapıldı. Ayrıca İstanbul'un her yerinde pek çok cami, mescid, mekteb, hastane ve çeşmeler de yapılmıştır.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 07:17:22 PM
AHMED HAN -I


Babası       Mehmed Han-III
Annesi      Handan Sultan
Doğumu   18 Nisan 1590
Vefatı      22 Kasım 1617
Saltanatı   1603-1617


Osmanlı padişahlarının on dördüncüsü, islam halifelerinin yetmişdokuzuncusu.Babasının Saruhan Valiliği sırasında, 1590'da Manisa'da doğdu. Beş yaşından itibaren sıkı bir talim ve terbiyeye tabi tutuldu. Arabça ve farsça'yı mükemmel bir şekilde öğrendi. Ok atmak, kılıç kullanmak, ata binmek gibi savaş ve askerlik eğitiminde fevkalade maharet kazandı.Babası Üçüncü Mehmed Han'ın vefatı üzerine 1603 yılında henüz 14 yaşında iken Eyyüp Sultan'da kılıç kuşanarak padişah oldu.

   Birinci Ahmed Han, tahta cülus ettiği zaman devlet, İran ve Avusturya ile harp halinde idi. Ayrıca uzun süren sa- vaşlar sonunda ülke içinde asayişsizlik artmış ve çevrelerine otuz-kırk bin kişilik bir kuvvet toplamayı başarabilen cela- liler, devletin başına bela kesilmişdi.

   Ağustos 1604'de sadarete ve Avusturya seferi serdarlığına tayin olunan Lala Mehmed Paşa, Serhad boylarında ün yap- mış bir kumandandı. Derhal harekete geçerek bir zamanlar Avusturyalılara terkedilen Peşte'yi ve Hatvan'ı, sonra karadan ve denizden muhasara ettiği bir Macar kalesi olan Vaç'ı geri aldı. 1605'de tekrar sefere çıkan Lala Mehmed Paşa, Padişah'ın em- ri üzerine Estergon üzerine yürüdü ve 35 günlük bir muhasaradan sonra kale fethedildi. Estergon'un düşmesi üzerine Avusturya barış istedi. 1606'da Avusturya cephesine gönderilen sadrazam Kuyucu Murad Paşa, savaşa son vererek Zitvatorok andlaşmasını imzaladı.

   Batıda zafer kazanılıp barış sağlanırken, doğuda İran cephesipek iç açıcı bulunmuyordu. Revan kalesi tamamen Şah Abbas'ın eline geçmişti. İran seferi serdarlığına getirilen Çağalazade Sinan Paşa, yollarda yiyacak temininin güçleşmesi ve yeniçerilerin aşırı serkeşlikleri yüzünden istediği neticeyi elde edemedi. Çağalazade'nin başarısızlığı ve daha sonra ölümü (Kasım 1605) üzerine Anadoluda'ki celali isyanları da gittikçe büyüdü. Tavil Ahmed, Canbolatoğlu,Kalenderoğlu,Yusuf Paşa ve Muslu Çavuş adındaki şakiler Anadolu'yu kana boyamışlardı. Ahaliyi içine düştüğü sıkıntıdan kurtarmak isteyen Ahmed Han, Ku- yucu Murad Paşa'yı Celaliler üzerine gönderdi. Murad Paşa 1607'de Canbolatoğlunun kalabalık ordusunu bozguna uğrattı. 1608' de Göksun yaylasında Kalenderoğlu'nu yenerek celalileri Anadolu ve Kuzey Suriye'den çıkardı.

   Kuyucu Murad Paşa, Anadolu'yu celali gailesinden kurtardıktan sonra, İran işini ele aldı. Tebriz'e kadar ilerleyen Murad Paşa sefer mevsiminin geçmesi ve Şah'ında barış istemesi üzerine Diyarbekir'e döndü. Görüşmeler sürerken Murad Paşa vefat etti. Yerine geçen Nasuh Paşa zamanında Osmanlı-İran barışı gerçekleşti. Ancak İran'ın barış şartlarını yerine getirme- mesi üzerine tekrar başlayan savaş, Birinci Ahmed Han'ın 1617'de vefatına kadar devam etti.

   Birinci Ahmed Han ellibir gün süren mide hastalığından sonra, henüz 28 yaşında iken vefat etti. Dindarlığı ve insan- lara merhameti ile tanınan Sultan Ahmed Han, bilhassa Mekke ve Medine'ye sayısız hayırlı hizmetler yaptı. O zamana kadar Mı- sır'da dokunan Kabe-i Muazzama'nın örtülerini İstanbul'da dokuttu. Kabe için altın oluklar yaptırdı. Zemzem Kuyusu için de- mirden bir kafes yaptırıp suyun bir metre altına yerleştirdi. Böylece kuyuya düşen müslümanların boğulması önlendi. Diğer yaptığı hayırlı hizmetlerin başında bugün yerli ve yabancı herkesin hayran kaldığı Sultan Ahmed Camii gelmektedir. Bu caminin temelini hocası Aziz Mahmud Hüdai hazretleri atmıştır.

   Sultan Ahmed Han ceddi Yavuz Sultan Selim gibi son derece sade giyinirdi. Her fırsatta halk arasında dolaşır ve dert- lerini dinlerdi. Memlekette otorite boşluğundan ortaya çıkan serkeşlikleri, derin ve ileri görüşü ile seçtiği ehil devlet adamlarının sayesinde ortadan kaldırdı.

   Sultan Ahmed Han, her müslüman gibi Resulullah efendimizi çok severdi. Resulullah efendimizin mübarek ayağı izinin bir resmini her an yanında taşırdı. Ahmedi ve Bahti mahlası ile şiirler yazan Ahmed Han'ın şiirindeki bir dörtlük şu şekildedir:

Evliyanın himmeti, yaktı beni kül eyledi.
Safiyim, buldum safayı, dü cihanım kalmadı
Ahmedi der,"Ya ilahi! sana şükrüm çok-durur"
Hamdulillah aşk-ı Hak'tan, gayri varım kalmadı.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 07:22:06 PM
AHMED HAN-II


Babası       Sultan İbrahim Han
Annesi      Hadice Muazzez Sultan
Doğumu   25 Şubat 1643
Vefatı      6 Şubat 1695
Saltanatı   1691-1695


Osmanlı Sultanlarının yirmibirincisi ve islam halifelerinin seksenaltıncısı. Sultan İbrahim Han'ın üçüncü oğludur. 1643 de Edirne'de dünyaya geldi. İyi bir tahsil gördü. Arabi ve Farisi'yi mükemmel bir şekilde öğrendi. Braderi ikinci Süleyman'ın yerine 21 Haziran 1691 de tahta çıktığı zaman 49 yaşında idi. İkinci Ahmed Han'ın cülusu sırasında Osmanlı Devleti, İkinci Viyana muhasarasını takib eden harplerle meşguldü.

   Sultan ikinci Ahmed Han, tahta çıktıktan sonra ilk olarak; Avusturya üzerine giden Serdar Fazıl Mustafa Paşa'ya ferman göndererek sadaretinin ve seferin devamını diledi. Fazıl Mustafa Paşa, 20 Temmuzda Belgrada'a ulaşan Osmanlı Ordusunu, Kırım kuvvetlerinin gelmesini beklemeden ve harp meclisinin kararına aykırı olarak Petervaradin önlerinde bulunan Avusturya Ordusu üzerine sürdü.Tisa suyunun Tuna'ya karıştığı Salankamen mevkıinde, şiddetli geçen harbin ilk anlarında Osmanlı Ordusu üstün durumda iken serdarın vurularak şehid düşmesi üzerine, vaziyet Osmanlılar aleyhine döndü. Böylece Salankamen savaşı kaybedil- di. Bu savaşta tarihçilerin; alim, dindar, alicenap, vakur ve adil bir kimse olarak vasıflandırdıkları, iyi bir devlet adamı ve komutan olan Fazıl Mustafa Paşa'nın şehid düşmesi, Osmanlılar için en büyük kayıp olmuştur.

   Salankamen hezimetinden sonra, Lipva ve Varat kaleleri Avusturyalılar tarafından işgal olundu. Durumu müsait gören Lehistan kuvvetleri kameniçe kalesini muhasara edip, İsakçı civarına kadar geldiler. Ancak serdar Kahraman Paşa tarafından boz- guna uğratıldılar. Venedikli vali Morosini Girit'e asker çıkarıp, Hanya kalesini muhasara etti ise de İsmail Paşa'nın kahramanca müdafaası sayesinde adadan ayrılmak zorunda kaldı.

   1693 yılında Avusturyalılar Erdel üzerinden Eflak ve Boğdan'a tekrar taarruza başladılar. Yanova'yı işgal eden düşman kuvvetleri, Belgrad'ı muhasara ettiler. Ancak sadrazam Bozoklu Mustafa Paşa sür'atle gelerek Yanova'yı aldı ve ve Belgrad'ı muhasaradan kurtardı. Osmanlı Ordusunun kısmi başarılarına rağmen Avusturyalıların taarruzları bitmek bilmiyordu. Osmanlıların toparlanmasına fırsat vermek istemeyen venedikliler de devamlı saldırı halinde idiler. Nitekim Serdar-ı Ekremin Varadin muhasarasında olduğu bir sırada Malta, Floransa ve papalık filolarından müteşekkil bir Venedik donanması Sakız adasını işgal etti. Bu haber Sultan İkinci Ahmed Han'ı çok müteessir etti. Padişah bu üzüntüsünü vezir-i azam Sürmeli Ali Paşa'ya gönderdiği hatt-ı hümayunda " Mademki Sakız düşman elindedir, bütün Engürüs(Macaristan) memleketini feth etsen makbulüm değildir" diyerek bildirdi. Ayrıca sadrazam Edirne'ye gelince;" Eğer bu kış Sakız geri alınmazsa, bütün reisleri katlederim" diyerek emrini bildirdi.

   Bu emir üzerine 1695 yılı ilk günlerinde İstanbul'dan hareket eden Osmanlı donanması kalyonlar kaptanı Mezemorta Hüseyin Paşa'nın büyük kahramanlığı sayesinde Sakız boğazındaki Koyun adaları mevkıinde Venedik donanmasına büyük zayiat verdirdi. Venedikli amiral, gemisiyle birlikte sulara gömüldü. Koyun adaları zaferinden sonra, Türk donanması Sakız'a asker çıkarıp adayı kolayca ele geçirdi. Ancak Sultan İkinci Ahmed Han Sakız'ın fetih haberini alamadan elliiki yaşında Edirne'de hayata gözlerini yumdu. (6 Şubat 1695).

Çok merhametli ve vatanperver olan İkinci Ahmed Han, hasta olduğu zamanlarda bile, devlet işlerinden asla el çekmezdi. Haftada iki gün yapılan divan toplantılarını dörde çıkardı. Toplantıları bizzat takibeder, bir hata yapınca düzeltmekten çekinmezdi. Zaman zaman kıyafetini değiştirerek halk arasında dolaşır, insanların dertlerini sabırla dinler, çare bulunması için gerekli yerle- re emir verirdi. İslamiyete hizmet hususunda derin bir mes'uliyet hissi içinde hareket ederdi. Tahta çıktığı zaman söylediği; "Ben saltanata talib değildim. Allahu teala fazl-u kereminden bu aciz kuluna nasib eyledi. Bu nimetin şükrünü eda edemem" şeklindeki sözleri onun nasıl manevi bir mes'uliyetle devlet reisliğini kabul ettiğini anlatmakta ve milletine hizmet duygusunun derinliğini göstermektedir.

Sultan ikinci Ahmed Han, bir mes'ele hakkında uzun uzn düşündükten ve bilenlerle istişare ettikten sonra karar verirdi. San'atkarları korur, onlara değer verir, daha iyiye ve daha güzele yönelmeleri için çalışırdı. Hattat olup hattı güzeldi. Kur'an-ı Kerimlerin yanında başka kitabları da yazarak çoğaltırdı. Aynı zamanda şair olan Sultan Ahmed Han'ın kabri Kanuni Sultan Süleyman türbesi içerisindedir.

 
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 07:27:38 PM
AHMED HAN-III


Babası       Sultan Mehmed IV
Annesi      Rabia Gülnüş Sultan
Doğumu    31 Aralık 1673
Vefatı       1 Temmuz 1736
Saltanatı   1703-1730


  Osmanlı padişahlarının yirmi üçüncüsü ve islam halifelerinin seksen sekizincisi. Sultan İkinci Mıustafa'nın öz kardeşidir. Son derece zeki ve akıllı idi. Şeyp-i Sultan-i Mehmed ile Seyyid Feyzullah Efendinin egitim-öğretim altında yetişti. 22 Ağustos 1703'de Edirne'de tahta çıktığı zaman, 30 yaşının içide idi.


   Sultan Ahmed Han öncelikle 1703 Edirne vak'asında isyan çıkaranların elebaşılarını iyi bir siyasetle yakalatıp, teker teker cezalandırdı. Devletin iç işlerini düzeltti. 1711'de İsveç kralı on ikinci Şarl (Demirbaş) Ruslara yaptığı savaşı kaybederek, Osman- lılara ait Ozi kalesine sığınınca, Ruslar Türk sınırını ihlal ettiler. Bunun üzerine Osmanlı devleti Rusya'ya harb ilan etti. Nisan 1711'de Baltacı Mehmed Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu Çar Petro'nun ordusunu Prut nehri kenarında kıstırdı ise de yeniçerilerin artan itiatsizliği sebebiyle bir imha hareketine girişemedi. Netşicede Azak ve çevresindeki Osmanlılara teslimi şartıyla mütareke imzalandı. Ancak Ruslar antlaşma şartlarını yerine getirmediler.Sultan ahmed Han'ın Osmanlı Ordusu sadrazam Damad Ali Paşa komtasında tekrar harekete geçmesi üzerine, Çar Deli Petro antlaşmaya muymak mecburiyetinde kaldı ve seferden vazgeçildi. Ali Paş 1714'de karadağlıların isyan etmesi üzerine Mora seferine çıktı ve Karlofça antlaşmasıyla Venediklere geçen bütün kaleleri birer birer fethetti.

   Osmanlıların zaferinden endişeye düşen Alman Avusturya İmparatorluğu bu fetiklerin tanımadığınıbildirdi. Bu durum iki devlet arasında harbe yol açtı. 1716'da Petervaradın'de yapılan sagvaşı Osmanlıların üstün bir vaziyette iken, savaşın en şiddetli anında Sadrazam Damad Ali Paşa'nın vurularak şehid düşmesi üzerine kaybettiler. Bu Mağlubiyetin sonunda imzalanan Pasarofça andlaşmasıyla Belgrad ve Semendre Avusturya'da kalmak üzere Sava nehri sınır kabul edildi.

   Pasarofça antlaşmasından sonra, Türkiye'de sonraları Lale Devri diye anılan yeni bir devir ve Yeni bir Hayat başladı. Üçüncü Ahmed Han elli yıldır devam eden savaşlar sonunda yıpranan orduyu kuvvetlendirmek, ülke için huzuru sağlamak, imar faaliyetlerine hız vermek, böylece devleti maddi manevi en yüksek seviyeye çıkarmak istiyordu. Nitekim bu gayelere humbaracı ocağı ıslah edildi. Matbaa Türkiye'ye getirelerek, büyük ilim kültür eserleri basılıp dağıtıldı. Padişa'hın İstanbul'daki ilim, kültür ve san'at çevrelerini yakından destsklemesi bu sahada büyük bir canlılık uyandırdı. Yalova'da kağıt, İstanbulda çini kumaş fabrikaları açıldı.İmar faaliyetleri artarak bir çok yerde kasırlar,yalılar,cami ve çeşmeler yaptırıldı. Bu devrede İran ile yapılan savaşlar sonunda Gence, Nahcıvan, Hoy, Selman, Kirmanşah ve Nihavend gibi şehirler fethedildi.

   1718'den 1730'a kadar devam eden sulh ve sükun devresi, bilhassa sadrazam Damad Nevşehirli İbrahim Paşa'ya karşı aleyhte bir faaliyetin doğmasına yol açtı. 1730 da Sultan Üçüncü Ahmed Han ve sadrazam İbrahim Paşa'nın İran seferine çıkmak üzere Üsküdara geçtiği sırada Patrona Halil adlı şaki etrafına topladığı adamlarla isyan etti. İdareden memnun olmayanların kendisine katılması ve yeniçerilerin de olaylara seyirci kalması isyanın büyümesine sebeb oldu. İbrahim Paşa, iki damadı ile boğularak öldürüldü. Beyhude kan dökülmesini istemeyen sultan Üçüncü Ahmed Han, tahtı pek çok nasihatla yeğeni Mahmud'a teslim etti(2 Ekim 1730). Ahmed Han nasihatlarında :

   "Vezirine teslim olma. Daima ahvalini araştır ve beş-on sene birini vezarette müstakil istihdam eyleme. Merhamet sahibi ol. Cömertliği elden bırakma. Gayet tasarruf üzere ol. İşi kendin gör. ele itimat etme. İşte benim ahvalim, sana nasihat için kafidir. İhtiyaç sahiplerine adaletle davran. Kimsenin bedduasını alma. Şehzadeler sana emanettir. Oğlum; devlet işlerini baban ve ben başka- larına bıraktığımızdan bu durum başımıza geldi. Sen bizzat idareyi ele al" demektedir.

   Saltanattan çekildikten sonra ilim ve ibadetle meşgul olan Ahmad Han, 1 Temmuz 1736 tarihinde 63 yaşında iken vefat etti. Yeni Camii'de Turhan Valide Sultan türbesine defn edildi.

   Üçüncü Ahmed Han, hassas, açık fikirli, vatanperver, ilim ve san'at erbabını koruyan, İslamiyet'e son derece bağlı bir padişahtı. Güzel yazı yani hüsn-i hatta fevkalade merhamet sahibi idi. Yazdığı Kur'an-ı Kerimlerden birisini Ravza-i Mutahhera'ya hediyye etti. Topkapı sarayı girişinde yaptırdığı tarihi çeşmenin kapısındaki kitabesi de Üçüncü Ahmed'in el yazısıdır. Alim ve şairleri himaye eden Sultan, şiirlerinde Necib mahlasını kullanırdı.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 07:33:04 PM
Alâeddin Keykubad I


Anadolu Selçuklu Devletini dünyanın en zengin, en ihtişamlı devleti haline getiren Sultan Alaeddin Keykubad, Anadoluyu baştan başa imar etmesi ve ilim müesseseleri ile donatmasıyla tanınan ve ismi her zaman hayırla yâdedilen büyüklerimizdendir.

Sultan Alaaddin Keykubad, Sultan I.Gıyaseddin Keyhusrevin oğludur. Kardeşi Sultan İzzeddin Key-Kâvûsun 1219da vefatı üzerine 28 yaşında iken Selçuklu tahtına oturmuştur.

Alaaddin Keykubad tahta geçtikten sonra yaklaşan Moğol tehlikesine karşı tedbirler aldı. Başta Konya, Sivas ve Kayseri olmak üzere birçok şehirde kale ve surları tamir ve tahkim ettirdi. Kale ve suru olmayan yerlerde kale ve sur inşa ettirdi. Moğolların Bağdata hücum etme ihtimali üzerine, yardım isteyen Halifenin hizmetine ordu gönderdi. Moğol hücumu olmayınca bu beş bin kişilik ordu geri döndü. Sultan Alaaddin bir taraftan da fetih hareketlerine girişmişti. İlk olarak 1223te Akdenizin mühim noktalarından Kalonorosu fethetti. Bu güzel limana ismine izafeten Alâiye (Alanya) dendi. Burada büyük bir tersane kurdurarak deniz filosunu güçlendirdi. Çobanoğlu Hüsameddin Beyin kumandası altında Kırıma denizden ordu şevketti. Bu ordu Ukrayna içerilerine kadar ilerledi. Çavlı Bey de Silifkeye kadar olan Akdeniz kıyılarını fethetti. Batıda Bizanslıların yanı sıra, Doğuda Moğol Tehlikesinin başgöstermesi üzerine Eyyubîlerle dost olmanın faydasına inanan Sultan Alaaddin, Eyyubî Sultanı Âdil le anlaştı ve Adîlin kızı ile evlendi.

Mengücekoğulları huzursuzluk çıkarmaya başlamışlardı. İleride Moğollarla yapacağı çarpışmalarda Erzincan ve havalisini ellerinde bulunduran Mengücekoğulları tarafından arkadan vurulacağını hesap eden Alaeddin Keykubad bu bölgeyi garantiye almayı düşündü ve 1225te Erzincanı fethederek Mengücekoğullarını ortadan kaldırdı.

Alaaddin Keykubad, İslâm ülkelerini talan eden Moğollara karşı durmak için bütün müslümanların el ele vermesini istiyordu. Bu maksatla Harzemşah hükümdarı Celaleddine ittifak teklif etmiş ve her konuda yardıma hazır olduğunu söylemişti. Fakat iyi bir kumandan olmasına rağmen, siyasî görüşü kıt olan Celaleddin Harzemşah, bu ittifak teklifine, kendisinden beklenilmeyen bir harekete girişerek cevap vermişti. Celaleddin, Moğollar dururken İslam ülkesine girmiş ve âlimleriyle meşhur bir kültür merkezi durumunda olan Ahlatı kuşatmıştı. Bunu öğrenen Alaeddin Keykubad, Celaleddine yanlış yolda olduğunu, İslam mülküne tecavüz etmemesi gerektiğini, asıl Moğollarla meşgul olması lazım geldiğini anlatan bir göndermiş ve Ahlatı muhasaradan vazgeçtiği takdirde, Moğollarla mücadelesinde kendisini destekleyeceğini de ilave etmişti. Bu güzel teklife kulağını tıkayan Celaleddin Harzemşah, Selçuklu Sultanı ile çarpışmaktan kaçınmayacağını söyledi. Neticede iki ordu 10 Ağustos 1230da Erzincan yakınlarındaki Yassıçemende karşı karşıya geldi. Cereyan eden çetin muharebe neticesinde Celaleddin Harzemşahın ordusu mağlup oldu ve Harzemşah hükümdarı Selçuklu topraklarından uzaklaştı. Neticede siyaseti bilmeyişinin cezasını ağır bir şekilde ödedi ve Moğollar önünde mağlup oldu. Kendisi de Moğollar tarafından şehid edildi.

Yassıçemen muharebesini kazanan Alaaddin Keykubad Erzurum üzerine yürüdü ve amcası oğlu Cihanşahın idaresi altındaki şehri ele geçirerek şehri doğrudan doğruya Konyaya bağladı.

Moğollara karşı ustaca bir siyaset takip ederek Anadolu üzerine gelmelerine mani oldu. Zaten Moğollar da şöhretini ve devletinin gücünü yakından bildikleri Alaeddinin üzerine gitmeye cesaret edemiyorlardı. Onlar bu şanlı padişahın vefatını kollayacak ve ondan sonra Anadoluya dalacaklardı. Nitekim öyle yapmışlardır

1234te Eyyubiler gözünü Anadoluya dikmişti. Eyyubi imparatoru Sultan Kâmil, yanına 16 Eyyubi Melikini ve yüz bin kişilik ordusunu alarak Anadoluya girmişti. Bunun üzerine harekete geçen Alaeddin Keykubad Eyyûbî ordusunu karşıladı ve Eyyûbîleri üst üste bozguna uğratarak Anadoludan püskürttü.

Çetin mücadeleler sonunda Anadolu birliğini kurmaya muvaffak olan Alaeddin Keykubad, Suriyeyi fethetmek için hazırlıklara başladı. Bu hazırlık içerisinde iken 30 Mayıs 1237de Kayseride zehirlendi ve 45 yaşında iken vefat etti. 17 yıl 5 ay tahtta kalan Selçuklu Devletinin bu büyük idarecisinin naaşı Konyaya getirilerek kendisine nisbet edilen camiin yanındaki türbeye defnedildi.

Tarihlerin kaydettiği büyük idarecilerden birisi olan Alaeddin Keykubad, idareciliği esnasında devleti ihtişamın zirvesine çıkarmıştır. Takip ettiği dâhice bir ticaret ve iktisat siyaseti ile Anadolu Selçuklu Devletini dünyanın en zengin ve en müreffeh ülkesi haline getirmişti. Ülkeyi bir uçtan bir uca yollarla kervansaraylarla donatmıştı. Surlar, kaleler ile yeni şehir ve kasabaların inşası yanında, kervansaray, cami, medrese, hastahâne ve köprü yapımı gibi imar faaliyetinde bulunarak ülkeyi mâmur hale getirdi. Ordu ve donanmaya çok ehemmiyet verdi. Mükemmel bir ordu kurdu. Şeker, dokuma ve silah imalathaneleri kurdurdu.

Kendisi de âlim bir zat olan Sultan Alaeddin Keykubad ilme ve âlime son derece değer verirdi. Tanınmış âlimleri davet eder, onları mükemmel surette ağırlardı. Konyaya gelen Bahâeddin Veled ve oğlu Celaleddin Rûmîye (Mevlânâ) büyük hürmet göstermişti.

Adalet işlerini yakından takip ederdi. Kapısı herkese açıktı. Her vakit ahaliyle görüşür, istek ve şikayetlerini dinlerdi. Haksızlığa uğrayanın işini bizzet takip eder, haksızlık düzeltilinceye kadar peşini bırakmazdı.

İslam ülkelerinin ve müslümanlarının meseleleriyle yakından ilgilenir ve İslamiyyet için bütün imkânlarını seferber ederdi. Bu hasletinden dolayıdır ki, Halife kendisini Sultânu-Âzam diye anarak, İslam hükümdarlarının en büyüğü olduğunu tasdik etmiştir.

17 yıllık saltanat devri, dünyanın gıpta ile baktığı, halkın maddî ve manevî huzur ve saadet içerisinde yaşadığı bir devir olmuştur
.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 07:39:36 PM
Alp Tigin


Gazneli Devletinin kurucusu. Sâmânoğulları Devletinin hizmetindeyken orduda en küçük dereceden başlayarak Hassa ordusu kumandanlığına ve hacibü’l-hüccablığa kadar yükseldi. Abdülmelik’in hükümdarlığı esnasında fiilen idareyi eline aldı. Vezirliğe Ebu Ali el-Bel’ami’yi tayin ettirdi. Fakat vezir, tamamen Alp Tigin’in tesiri altında kaldığından ondan kurtulmak için Horasan valiliğine gönderilmesini sağladı (961). Abdülmelik’in ölümü üzerine çocuk yaştaki kardeşi Mansur hükümdar oldu. Bunun iktidara getirilmesini Alp Tigin istememişti. Bu sebepten Belh şehrine çekildi. Burada Samaniler tarafından üzerine gönderilen orduyu yenerek Gazne’ye gitti (962). Gazne’deki yerli hanedanlığı devirerek müstakil bir devlet kurdu. Ölümü hakkında kesin bir tarih yoksa da bazıları 963 de öldüğünü kabul ederler. Vefatından sonra yardımcısı ve damadı olan Sebüktekin, yerine geçti. Bunun oğlu meşhur Mahmud Sebüktekin zamanında, Gazne Devleti en parlak devrini yaşamıştır.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 07:44:28 PM
Alparslan


Babası        Çağrı Bey
Annesi       ?
Doğumu    1033
Vefatı       1072
Saltanatı    1063-1072


Selçuklu Hükümdarlarının en meşhuru, en kahramanı ve Anadolu kapılarını Türklere açan yiğit sultan.

1033' de doğdu. Asıl ismi Muhammed bin Davut Çağrı olup lakabı Alp Arslandır. Küçük yaşta tahsile başladı ve zamanın alimleri tarafından en iyi şekilde yetiştirildi.

Alp Arslan, amcası Tuğrul Bey' in 1063' de vefatı üzerine ikinci Selçuklu Sultanı olarak tahta çıktı. Önce saltanatına karşı çıkan büyük amcası İnanç Yabgu ve akrbası Kutalmış' la çarpıştı ve isyanları bastırdı. Bundan sonra ilk olarak Gürcistan ve Dopu Anadolu seferine çıktı. Şavşat, Oltu, Kars ve Ani kalelerini ele geçirdi. Ermeni krallığını hakimiyeti altına aldı. Yine bu sırada oğlu Melikşah ve Nizamülmülk komutasındaki kuvvetler ve Van ve çevresini ele geçirdiler (1064).

Sultan Alp Arslan, yıldırım sürati ile gerçekleştirdiği bu fetihlerden sonra, İslam' ın dahili düşmanı Fatimilere ve harici düşmanı Bizanslılara karşı iki büyük sefere girişti. İlk olarak 1070 yılında Ehl-i sünnet düşmanı, bozuk itikad sahibi Mısır' daki Fatimiler üzerine yürüdü. Yolda Malazgirt ve Erciş kalelerini fetheden Sultan, Fatimilere tabi Haleb' i kuşattı ve şehri kısa sürede zabtetti. Bu sefer üzerinei Fatimiler Suriye' den çekildi ve Mekke emiri artık Fatimiler yerine hutbeyi Abbasi halifesi ve Türk sultanı adına okumaya başladı.

Ancak Alp Arslan Faimilere karşı seferini tamamlayamadan dönmeye mecbur kaldı. Zira bu sırada Bizans İmparatoru Romanos Diogenis' in ikiyüz bin küşülik büyük ordu ile ilerlediğini ve arkadan çevrilmek üzere olduğunu öğrendi. Alp Arslan, Bizans ordusu ve Malazgirt civarında az bir kuvvetle karşılaşmak zorunda kaldı.


26 Ağustos 1071 Cuma günü atından inip secdeye vararak; "Ya Rabbi! Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir. Bana yardım et, sözlerimde hilaf varsa beni kahret." duası ile Malazgirt meydan muharebesine girişti ve kuvvet azlığını giderecek mahirane bir taktikle Bizans ordusunu perişan etti. Tarihin en büyük zaferi ile Alp Arslan, Türk-İslam ve hatta dünya tarihinde neticeleri çok büyük olan bir dönüm noktasının kahramanı oldu. Onun, esir edilen imparatoru; "Allah iyilik düşünenelerin arzularını gerçekleştirir. Bu sebeple seni tahtına iade edeceğim." diyerek serbest bırakmasını bütün müellifler hayranlıkla yazarlar.

Sultan Alp Arslan, 42 yaşında Malazgirt zaferinden sonra Maveraünnehr seferine giderken, Hana kalesinin fethi sırasında bir batıni tarafından şehid edildi (1072).

"Cihan sultanı", "Ebü'l-Feth" (çok fetih yapan) ve "Sultan-ül-adil" lakapları ile anılan Alp Arslan, saltanatı müddetince İslam dinine hizmet etti. Dinine sıkı sıkı bağlı idi. İslamiyet'i içten yıkmaya çalışan gizli düşmanlara ve batıni hareketlerine karşı çok hassastı. Hatta bir dafesında; "Kaç defa söyledim. Biz bu ülkeleri Allahü tealanın izniyle silah kuvveti ile aldık. Temiz müslümanlarız, bid' at (yani dinde reform) nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala halis Türkleri aziz kıldı." demişti.

Alp Arslan, büyük tarihi zaferlerinin yanı sıra, medreseler kurmak, ilim adamlarına ve talebeye vakıf geliri ile maaşlar tahsis etmek, imar ve sulama tesisleri vücuda getirmek suretiyle de hizmetler yapmıştır. Ayrıca İmam-ı a'zam' ın türbesini, Harizm Camii ve Şadyah kalesini ve daha pek çok eseri inşa ettirmiştir.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 07:47:01 PM
Attila


Büyük Türk-Hun İmparatoru'dur. 395 yılında doğdu. Hun Devleti'nin kurucularından Muncuk'un oğludur. 434 yılında kardeşi Bledu ile birlikte İmparatorluğun başına geçti. Bir süre sonra kardeşinin öldürülmesiyle Tuna kıyılarından Çin Seddi'ne kadar uzayan imparatorluğun tek hâkimi oldu. 750 bin kişilik ordusuyla Galya şehirlerini alt üst etti. Orleans'ı kuşattı. Kuzey İtalya'yı silindir gibi ezip geçti. Avrupa'yı titreten bir cihangir oldu. 453 yılında öldü.Tıpkı Büyük İskender gibi bütün dünyaya hâkim olmak ihtirası ile dopdolu bulunan Attila, bu büyük emelini tamamen gerçekleştiremedi. Ancak tarihin tanıdığı en ünlü cihangirlerden biri oldu.Gençliğini barış için rehin olarak Roma'da geçirmiş, bu yüzden Roma kültürünün yanı sıra zaaflarını ve karakterlerini incelemişti. Latince'yi de ana dili gibi öğrenmişti. Hükümdar olduktan sonra Romalılar hakkındaki bütün bu bilgilerini en iyi şekilde değerlendirmeyi başardı.

Attilâ önce Doğu Roma'yı hedef aldı. Bizans üzerine yürüdü. Kendisinden aman dileyen İmparatoru yıllık vergiye bağladı. Bir süre sonra vergisini ödemeyen imparatora, bunu pek pahalıya ödetti. Balkanlardan Mora'ya, oradan İstanbul kapılarına kadar olan bölgeyi ele geçirdi. Bizanslılar vergiyi iki misline çıkartarak İstanbul'u kurtardılar. Fakat, bu arada Bizans İmparatoru III. Valentinianus, bir suikastçi göndererek Attilâ'yı öldürtmeye teşebbüs etti. Bu teşebbüs sonuçsuz kaldı. İmparator bu kez kendi emriyle suikasti hazırlayanın kafasını kestirip Attilâ'ya göndermekle, kendisini temize çıkarmaya kalkıştı.

Bu arada III. Valentinianus'un hayatı boyunca evlenmemeye mahkum ettiği kız kardeşi, rahibe olarak kapatıldığı manastırdan Attilâ'ya bir nişan yüzüğü göndererek kendisiyle evlenmeye hazır olduğunu bildirdi. Bütün Avrupa'ya dehşet saçan Attilâ, Bizans İmparatoru'na daha sert bir mesaj göndererek, nişanlısının kapatılmış bulunduğu manastırdan serbest bırakılmasını ve müstakbel eşine çeyiz olarak Batı Roma İmparatorluğunun yarısının verilmesini istedi. III. Valentinianus, Büyük Türk-Hun İmparatoru'nun bu teklifi karşısında kara kara düşüncelere daldı. Bunun verdiği huzursuzluk bütün Bizans'ı kapladı. Doğu Roma İmpatorluğu sınırları içinde bitip tükenmek bilmeyen korkulu günler ve aylar başladı,

Attilâ'nın bütün emeli Batı ile Doğu Roma İmparatorluklarının kendisine karşı birleşmelerini önlemekti. İki cephede birden savaşmak istemiyordu. Doğu Roma'yı bu huzursuzluğun içinde bıraktıktan sonra ani bir kararla Batı Roma'ya yürüdü. Bir hallaç pamuğu gibi attı, Batı Roma İmparatorluğu'nu.

Roma'ya girmesinin gün meselesi halini aldığı bir sırada Papa III. Leon, bizzat Attilâ'nın karargâhına giderek Roma'yı çiğnememesi için ricada bulundu. Hattâ bunun için kendisine yalvardı. Papanın bu yalvarışı karşısında istilâyı durdurmayı kabul eden Attilâ, Romalıları çok ağır bir vergiye bağladı.Sekiz yıl içinde bütün Avrupa'da eşi görülmemiş ölçüde büyük bir istilâda bulunan Attilâ, korku ve dehşet ifade eden tek isim oluvermişti. Bu yüzden son derece âdil bir hükümdar olmasına rağmen bütün Avrupa kendisini barbar gözüyle gördü. Onun etrafına saçtığı büyük korku ve dehşetin psikolojik bir sonucu olmuştu bu yanlış teşhis...

Attilâ yalnız büyük bir istilâcı ve yaman bir komutan değil, mükemmel bir hükümdardı. Tarih onu, milletine medenî bir düzen veren ve dünyada posta teşkilatını kuran ilk kişi olarak tanır.Attilâ'nın ilk eşi ve baş kadını Arıkan idi. Ölümünden sonra yerine geçen oğlu İlek'in anası olan Arıkan'dan başka bir kaç kadın daha almıştı. 453 yılında büyük Türk-Hun İmparatorluğu'nun başkenti olan Etzelburg'da (Bugün Macaristan sınırları içinde bulunan Attila şehri) İlkido adında genç bir kızla evlendi. Elli sekiz yaşında olmasına rağmen son derece dinç ve kuvvetli idi. Zifaf gecesinin sabahında, bütün Avrupa'yı tir tir titreten cihangir, yatağında ölü bulundu. Ağzından, burnundan boşanan kanlarla, bütün yatak kıpkırmızı olmuştu. Ölümünün şiddetli bir burun kanamasından mı, bir hastalıktan mı, yoksa bir suikast sonucu mu meydana geldiği kesinlikle anlaşılamadı.
Cenazesi, ölümünün ertesi günü yapılan çok büyük bir törenle kaldırıldı. Cesedi altın bir tabuta konulmuştu. Bu tabut, önce gümüş, sonra da demir bir mahfazanın içine yerleştirilmiş ve böylece toprağa verilmişti.Attilâ, ölümünden sonra, kimse tarafından rahatsız edilmeden ebedî uykusunu uyumak isterdi. Bunu, böyle vasiyet etmişti. Bu nedenle mezarını kazıp kendisini toprağa verenler okla vurulmak suretiyle hemen oracıkta öldürüldü. Sonra mezarının yanından geçmekte olan bir çayın mecrası değiştirildi. Sular başta tarafa, muhtemel olarak mezarın üzerinden verilen yeni mecrasına akıtıldı. Böylelikle büyük cihangirin son arzusu yerine getirilmiş oldu.
Ne yazık ki bugün mezarının yeri dahi bilinmez...
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 07:50:54 PM
Babür Şah


Babür Şah Hindistan’daki en büyük Müslüman Türk Devleti olan Gürgâniyye Devletinin kurucusu. Asıl adı Zahireddin Muhammed Babür’dür. Timur Han soyundan gelip, babası, Sultan Ebu Said’in oğlu, Fergana hükümdarı Ömer Şeyh Mirza’dır.

14 Şubat 1483’te Fergana’da doğdu. 1493’te babasının ölümü üzerine, Fergana hükümetine varis oldu. 11 sene Özbek ve Tatar melikleri ile savaş edip, nihayet hakimiyeti sağlayamayacağını anlayarak güneye indi. 1504’te Kabil’i fethedip kendisine başşehir yaptı. Aynı zamanda Gazne’yi aldı ve kısa zamanda Afganistan’ın büyük bir kısmını içine alan bir devlet kurdu. 1511 Ekiminde Semerkant İmparatorluk tahtına oturdu. Bir ay sonra Taşkent’i, Buhara’yı aldı, bütün Maveraünnehir’e hakim oldu. Fakat, bir müddet sonra, Özbekler tarafından ata yurdundan kovuldu.

Babür Şah, 1519’da Hayber’i geçerek, Hindistan’a girdi. Pencab’a düzenlediği beş sefer sonunda bütün kuzey Hindistan’ı fethetti. 1525’te Hindistan’ın tamamını fethetmek üzere Kabil’den ayrıldı. 1526’da, yani Osmanlılar’ın Mohaç Zaferinden birkaç ay önce, Paniput Meydan Muharebesinde Sultan İbrahim Ludi’nin 100.000 asker ve 1.000 filden müteşekkil büyük ordusunu yendi. Bu zaferle Babürlüler (Gürgâniyye) Devletini kesin olarak kurdu (1526). Böylece Hindistan Türk İmparatorluğu tacı Ludilerden Babür’e geçti.

Bu başarıdan sonra Delhi, Agra ve Hanpur’u alan Babür Şah, Agra’yı başşehir yaptı. 1527’de Hindular üzerine yürümek için Agra’dan çıktı. Hindular, aralarında ittifak kurduktan sonra, 100.000 kişilik bir ordu ve birkaç yüz zırhlı fille yeni Hindistan fatihinin üzerine yürümeye başladılar. Çok kritik ve tarihi bir andı. Babür’ün harbi kaybetmesi demek, Ganj Vadisinin Hinduların eline düşmesi, netice itibariyle beş asırlık Müslüman ve Türk hakimiyetinin Hint kıtasından atılması demekti. Babür 13.500 kişilik pek seçkin bir Türkistan atlı birliği ile düşman üzerine yürüdü. Yanında Osmanlı Türklerinden Mustafa Rumi’nin kumanda ettiği bir topçu birliği de bulunuyordu. Hindularda ne top, ne de tüfek vardı. Ateşli silahlar ve Türk atlısının üstün savaş kabiliyeti, Babür’e savaşı kazandırdı. Düşman tamamen imha edildi. Bu, Babür Şah için Paniput’tan daha büyük bir zaferdi. Biyana civarında geçen bu Kanva Meydan Muharebesinde birkaç saat içerisinde düşmanı yok eden Babür, “Gazi” unvanını aldı. Meşhur Zeynüddin Hafî’nin torunu Şeyh Zeyn Hafî’nin kaleme aldığı Zafername, bütün İslam memleketlerinin hükümdarlarına gönderildi. Bundan sonra Odh (Audh) eyaleti de fethedildi. Art arda yapılan fetihlerle Babür İmparatorluğunun sınırları çok genişledi.

Babür Şah, 25 Aralık 1530’da Agra’da öldü ve vasiyeti üzerine pek sevdiği Kabil’e götürülüp, orada gömüldü. 1526’da kurduğu devlet 1858 senesinde İngilizlerin işgaline kadar, 332 sene varlığını sürdürmüştür. Kabri üzerine Şah Cihan tarafından 1646’da muhteşem bir türbe yaptırıldı. Babür Şah memleketin imarı için gayret gösterdi. Hindistan ve Afganistan’da birçok yollar, kervansaraylar ve medreseler yaptırıp, fethettiği yerleri mamur hâle getirdi. Âlim, edip bir zat olan Babür Şah, hayatını kendisi yazdı. Tüzük-i Baburî (Babürname) adını verdiği bu kitabı, Ekber Şah zamanında Çağatay dilinden Farsça'ya sonra İngilizce'ye tercüme edilerek neşredildi. Türkçe pek değerli bir Aruz risalesi yazdı ve kendisine doğduğu zaman Zahirüddin Muhammed adını veren zahirî ve batınî ilimlerin hazinesi büyük mutasavvıf Hace Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerinin Farsça Hanefi fıkhı üzerine yazdığı Risale-i Validiyye’yi Türkçe nazma çevirdi. Yine Hanefi mezhebine ait fıkıh bilgilerini içine alan Mübeyyen adlı eseri yazdı. Şiirlerini Divan’da topladı. Orijinal yazı stili, “Hatt-ı Baburî” adıyla meşhur oldu. Babür, Türkçe’den başka pek mükemmel surette Farsça, Arapça ve Moğolca biliyordu. Ölümünden sonra “Hazret-i Firdevs-Mekani” ve “Hazret- i Giti-Sitani” (Cihan Fatihi) diye anılmıştır.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 07:54:43 PM
Bahadır Şah I


Babürlü hükümdarı. Asıl ismi Kutbüddin Şah-ı Âlem olup 1707-1712 yılları arasında saltanat sürdü.

1643 yılında Hindistan’ın Dekken bölgesindeki Burhanpur şehrinde doğdu. 1663’te babasını temsilen Hindistan’ın güney ve orta kesimlerini kaplayan Dekken platosu bölgesine gönderildi. 1699’da Kabil valiliğine getirildi. Babasının ölümünde burada bulunuyordu. Hemen harekete geçerek saltanatını ilan eden kardeşi Azam ile Agra yakınlarında Cacav’da savaştı ve onu yenerek oğullarını da öldürdü (18 Haziran 1707). Bahadır-I adıyla tahta çıktığında diğer kardeşi Kam Bahş ve Racputlar ayaklandılar. Bahadır Şah Haydarabat'ta olduğunu haber aldığı kardeşi Kam Bahş ile karşılaştı ve yaptığı muharebede onu yendi. Savaş sırasında yaralanan Kam Bahş da az sonra öldü.

Böylece saltanata tek başına sahip olan Bahadır Şah Racput ve Sihlerin ayaklanmalarına müdahale ederek üzerlerine yürüdü. Banda idaresindeki Sihler Longarh’da Aralık 1710’da mağlup edildiler ve Pencab Dağlarına kadar sürüldüler. Bahadır Şah-I beş sene süren saltanattan sonra 27 Şubat 1712’de vefat etti. Delhi’deki Huld Menzil (Ebediyet Konağı) adı verilen türbesine defnedildi.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 07:58:54 PM
Bahadır Şah II




Hindistan’da Babürlü Türk Devletinin son hükümdarı. Asıl ismi Ebü’l-Muzaffer Siraceddin Muhammed’dir. İkinci Ekber Şah’ın oğludur. 24 Ocak 1775′te doğdu.

1837 yılında babasının ölümü üzerine, 62 yaşında tahta çıktı. Bu sırada devletin kontrolü İngilizlerin elinde bulunuyordu. 20 sene sadece isimden ibaret kalan bir hükümdarlık yaptı. 1857′de Kalküta yakınlarında Müslüman askerler ayaklandılar. Süratle büyüyen ayaklanma sonunda askerler Delhi’de duruma hakim oldular. İkinci Bahadır Şah, fiili bir hükümdar olarak göreve başladı. Camilerde hatipler Delhi halkını cihada çağırıyor ve Bahadır Şah’ı desteklemeleri için ikazlarda bulunuyorlardı. İkinci Bahadır Şah, oğlu Moğol Mirzayı seraskerliğe tayin etti.

Fakat bir süre sonra askerin iaşe masraflarının karşılanmaması yüzünden sipahiler komutanlarını dinlemeyerek yağmaya başladılar. Bu karışıklıktan faydalanan İngilizler, Sir John Lawrens idaresinde Delhi harekatını başlattılar. Lawrens, 8 Haziran’da Delhi önlerine gelerek İngiliz kuvvetlerini savaş nizamına soktu. Dört bir yandan açılan topçu ateşi Delhi’de büyük zayiata sebep oldu. İngiliz birlikleri açılan surlardan şehre girdiler. Bahadır Şah ve sipahiler iç kaleye (Kale-i Mualla) çekildiler ise de çok geçmeden teslim oldular. İngilizler batı vahşetinin tipik bir misalini burada göstererek, kendilerine sığınan saray erkanını kurşuna dizdiler. Mahkemeye sevk edilen İkinci Bahadır Şah, ömür boyu hapse mahkûm edildi. Aralık 1858′de resmen tahttan indirildi. Burma’da Rangun şehrine gönderilen Bahadır Şah, 7 Kasım 1862′de öldü.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 08:02:54 PM
BAYEZİD HAN -II


Babası       Fatih Sultan Mehmed Han
Annesi      Sitti Mükrime Hatun
Doğumu   3 Aralık 1447
Vefatı      26 Mayıs 1512
Saltanatı   1481 - 1512


   Osmanlı padişahlarının sekizincisi.

   Küçük yaştan itibaren tam bir ihtimamla yetiştirilen şehzade Bayezid, devrin en mümtaz alimleri elinde tahsil gördü. Yedi yaşında iken, Amasya valisi oldu. 1473 Otlukbeli savaşına sağ kol kumandanı olarak katıldı. Babası Fatih Sultan Mehmed' in ölümü üzerine, 20 Mayıs 1481' de tahta geçti.

   Ancak Bayezid, kardeşi Cem Sultan' ın muhalefeti ile karşılaştı. Bursa' yı alan ve adıan hutbe okutan Cem' e karşı, Yenişehir savaşını kazanan Bayezid duruma hakim oldu. Fakat Cem mes'elesi sona ermedi. Tersine olarakbu iş, doğu ve batı devletlerinin en çok ilgilendikleri bir problem halini aldı ve imparatorluk bu yüzden daimi bir tehdit altına girdi. Çünkü Papa, Cem vasıtasıyla Avrupa' da Osmanlılara karşı büyük bir ittifak kurabilmek için faaliyete girmişti. Ona göre Osmanlı İmparatorluğu' nun yıkılması için en müsait vakit gelmişti. İşlerin tehlikeli bir yola girdiğini gören Bayezid Han, bu sebeple 16 Ocak 1482' de Venediklilerle bir anlaşma imzalayarak hıristiyanlığın en kuvvetli uzuvlarından birini felce uğrattı ve zahiren de olsa onların dostluğuhnu temin ederek, 17 yıl Osmanlıların aleyhindeki teşebbüslere seyirci kalmalarını sağladı.

   Boğdan voyvodasının yıllık vergisini ödememesi ve aleyhte faaliyetleri üzerine 1484 yılında sefere çıkan Bayezid, 15 Temmuz' da Kili ve 11 Ağustos' ta Akkerman kalesini fethetti. Bu sırada Sultan Bayezid' in Dulkadir Beyliği üzerindeki hakimiyet mes'elesi yüzünden, Mısır- Memluk sultanı ile arası açıktı. Daha sonra Memluklülerin, Cem Sultan' a sahip çıkarak onu Bayezid' e karşı kışkırtmaları ve Osmanlı hacılarına karşı güçlük çıkartmamaları iki devlet arasında bir harbe sebebiyet verdi. Belirli aralıklarla altı sene süren savaş, küçük birliklerin vuruşmaları şeklinde cereyan etmiş ve kesin bir netice elde edilememiştir.

   Sultan Bayezid, kardeşi Cem' in 1495' de Napoli' de vefatı etmesinden sonra, Osmanlı Devleti' nin dış politikasına başka bir yön verdi. 1498 senesi ilk ve sonbaharında Silistre sancakbeyi Bali Bey kumandasında 40 bin akıncı birliği, Lehistan' a Osmanlı tarhinin en büyük akın hareketlerini gerçekleştirdiler. Bu arada Venediklilerin Mora üzerine tecavüzi hareketlerde bulunması üzerine de Sultan, 1499' da Mora seferine çıktı. 25 Ağustos' ta İnebahtı, 9 Ağustos 1500' de Modon ve 16 Ağutos' da Koron Venediklilerden alındı.

   Bayezid Han batıda daha önemli fetihlere başlama noktasıda iken, doğuda büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldı. bu sebepten dolayı, 1502' den sonra zamanını Safevi hükümdarı Şah İsmail' in türlü entrikalarını karşılamaya hasretti. Memluklülerle birlik onlara karşı askeri tedbir aldı. Fakat bilhassa onunla bir ihtilafa düşmemeye çalıştı. Çünkü Anadolu' da kalabalık bir halk kütlesi, Şah İsmail tarafını tutyordu. Nitekim 1511' de patlak veren Şah Kulu Baba Tekeli isyanında Kütahya' yı ele geçiren ayaklanmalar güçlükle bastırılabildi.

   Sultan Bayezid' in son yılları saltanatı ele geçirmek isteyen oğullarının mücadelesine de sahne oldu. Neticede kardeşlerine karşı daha dirayetli olan ve yeniçeriler tarafından da desteklenen oğlu Selim' e Allahü teal mübarek etmesi üzerine dileğiyle saltanatını teslim etti (25 Nisan 1512).

   Bayezid Han daha sonra Dimetoka' daki saraya giderken Abalar Köyü mevkıinde hastalanarak 26 Ağustos 1512 günü vefat etti. İlim sahibi, takva, adalet ve merhametten ayrılmayan, vakarlı, vakarlı ve hilmiyle meşhur bir padişah olduğu için "Vali Bayezid" olarak bilinir. Bayezid meydanında kendi külliyesi ile birlikte caminin inşası bitince padişah; "Her kim ömrü boyunca ikindi be akşam namazlarının sünnetlerini terk etmemiş ise, ilk cuma namazında imam olsun" buyurmuştu. Bu hususta kendisinden başka kimse çıkmamış, sulhde ve seferde hiçbir sünneti bırakmadığı için namazı kendisi kıldırmıştır. Sultan Bayezid' in mührünü taşıyan sayısız yazma eserin Türkiye ve Avrupa kütüphanelerinde bulunması ve onun kültür faaliyetleri arasında dikkat çekmektedir. Memleketin her tarafında imar faaliyetlerini devam ettirdi. Yaptırdığı en önemli eserler arasında, Amasya' da medrese, cami ve zaviye, Edirne' debir darüşşifa ve İstanbul' da Bayezid Camii, medrese ve imareti başta gelmektedir.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 08:06:07 PM
Belek Bey


Haçlılara karşı büyük zaferler kazanan Artuklu emiri. İsmi, Belek bin Behram bin Artuk olup, lakabı Nuruddevle’dir. Doğum tarihi bilinmemektedir. Amcası İlgazi, Artukluların Mardin; diğer amcası Sökmen ise Hısn-Keyfa kolunun beyiydi.

Sökmen Bey, Haçlılara karşı gösterdiği kahramanlıklardan dolayı Selçuklu Sultanı Tutuş tarafından kendilerine verilen Surve şehrini yeğeni Belek’e verdi. Ancak 1098 senesinde, Kudüs ve havalisinin Fatimilerin eline geçmesinden az sonra, Suruç, Hıristiyanların eline düştü. Belek Bey bundan sonra bir süre daha amcası Sökmen ve İlgazi’nin hizmetinde bulundu.

Büyük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar’ın 1110 senesinde bütün Türk emirlerini Mevdud’un komutasında haçlılara karşı sefere memur etmesi üzerine, Belek Bey de muharebeye katıldı. Büyük yararlılık gösterdi. 1113 senesinde amcası İlgazi’nin yardımı ile Harput ve Palu bölgesini ele geçiren Belek Bey, bu bölgede, Artukluların Harput kolunu kurdu. Malatya ile Mengücüklere ait Dersim (bugünkü Elazığ ve Tunceli çevresi) bölgesini ele geçirerek hakimiyet bölgesini genişletti.

Belek Bey yine amcası İlgazi ile 1119 senesinde Antakya üzerine yürüdü. Frankları Antakya civarında büyük bir hezimete uğratarak pekçok ganimet elde etti. Bu sırada Mengücük oğlu İshak Bey ile Trabzon Dukası Konstantin Gabras, Belek Beye karşı ittifak etmişlerdi. Belek Bey, sür’atle harekete geçerek müttefik kuvvetleri Şiran bölgesinde imha etti (1120). Beş bin civarında Rum ele geçirildi. Esirler arasında Trabzon Dukası ile, Melik İshak da bulunuyordu. Duka Gabras, 30.000 dinar fidye ödemek suretiyle serbest bırakıldı. Melik İshak ise, Melik Gazinin damadı olduğu için esir muamelesi görmedi. Bu sırada amcası İlgazi’nin ölümü üzerine Haçlılara karşı yapılan savaşların idaresini Belek Bey üstlendi. 1122 senesinde Urfa kontu Jocelin ile Birecik senyörü Galeran’ın ordusunu imha ederek, kontu ve senyörü esir aldı ve Harput Kalesine hapsettirdi. Böylece Haçlıların önemli bir kolunu ortadan kaldırdı. Kudüs Kralı İkinci Baudouin intikam almak ve Haçlı kontlarını kurtarmak için büyük bir orduyla harekete geçti. Fakat Belek Bey daha sür’atli davranarak, Haçlıları Raban’da pusuya düşürüp kılıçtan geçirdi. Kudüs Kralını ve yeğenini esir alarak, Harput Kalesine hapsetti. Selçuklu Sultanı Mahmud kazandığı zaferlerden dolayı Belek Beyi Haçlılara karşı savaşan Türk kuvvetlerine baş kumandan tayin etti. Harran ve Tel-başer’i ele geçiren Belek Bey, Haleb üzerine yürüdü. Kısa bir sürede Haleb'e giren Belek Bey, şehri bid’at sahibi İsmaililerden temizledi.

Bu sırada Harput Kalesinin tamirinde çalışan Gerger Ermenileri isyan ederek kaledeki esir Haçlı kralı ile kontları kurtardılar. Durumu haber alan Belek Bey, on beş günde Halep’ten Harput’a geldi. Bu işte parmağı bulunanları ve ihanet edenleri cezalandırdı. Kudüs kralı ile arkadaşlarını Harran’a göndererek orada hapsettirdi. Sonra tekrar Frankların üzerine sefer düzenledi. Müşhile mevkiinde Haçlıları hezimete uğrattı ve Mucaddat Kalesini fethetti.

Menbic Emiri Hasan bin Gümüştekin’in bazı hareketlerinden şüphelendi ve bu şehri ondan almaya karar verip, amcasının oğlu Timurtaş’ı bu işe memur etti. Timurtaş, Hasan’ı ele geçirdi. Fakat Hasan’ın kardeşi İsa kaleye kapandı ve teslim olmayı kabul etmedi. AyrıcaFranklara haber göndererek yardım istedi. Bunun üzerine, Maraş kontu Geofroy komutasında on bin kişilik Haçlı ordusu Menbic önüne geldi. Kuşatmayı kaldırmayarak arkasını sağlama alan Belek Bey, 1124 senesi Mayıs ayının beşinde Haçlı ordusuyla karşılaştı. Çok şiddetli geçen muharebe, Türk ordusunun büyük zarferi ile sona erdi. Maraş kontu dahil olmak üzere, zulümleri ile meşhur Haçlı şövalyeleri öldürüldü ve pekçoğu esir edildi.

Bu zaferden sonra Belek Bey, Menbic’in muhasarasını şiddetlendirdi. Ancak Belek Bey kuşatma sırasında mancınıkların yerleştirilmesi gereken yerleri gösterirken kaleden atılan bir ok, sol köprücük kemiğine saplandı. Oku bizzat kendisi çıkaran Belek Bey; “Bu ok bütün Müslümanlara vurulmuş bir darbedir.” diyerek ruhunu teslim etti (1124). Yeğeni Timurtaş, ordunun komutasını ele alarak, cenazeyi Haleb’e yolladı; İbrahim aleyhisselamın makamı önüne defnedildi. Daha sonra buraya mükemmel bir mezar yapıldı.

Belek Bey, ömrünü Haçlılara karşı cihad etmekle geçirdi. Adil, dindar, devrinin en kahramanı ve Türkiye Selçuklu Sultanı Birinci Kılıç Arslan’ın takdirini kazanmış bir beydi.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 08:09:07 PM
Berkyaruk


Büyük Selçuklu İmparatorluğunun beşinci sultanı. Melikşah’ın büyük oğludur. Babasının ölümü üzerine henüz çok küçük olan oğlu Mahmud, sultan ilan edildi. Ancak buna rıza göstermeyen vezir Nizamülmülk ve taraftarları, Rey şehrinde Berkyaruk’u tahta çıkarıp, sultan ilan ettiler. Kardeşinin kuvvetlerini Berucird mevkiinde bozguna uğratan Berkyaruk, daha sonra kendisini tanımak şartıyla ona, İsfahan ve Fars eyaletlerini devretti. Bu arada amcası Tutuş da harekete geçerek Musul’u ele geçirmişti. Berkyaruk Tutuş’u yenerek Bağdat’a girdi ve adına hutbe okuttu. Mücadeleye devam eten Tutuş, Halep, Harran ve Urfa’yı ele geçirerek, tekrar Sultanın üzerine yürüdü. Zor durumda kalan Berkyaruk, İsfahan’a kardeşi Mahmud’un yanına sığındı. Bu sırada Mahmud’un ölümü ile onun kuvvetlerine de sahip oldu. Daha sonra, Rey yakınlarında Tutuş’la giriştiği muharebeyi kazandı. Savaş sırasında Tutuş’un öldürülmesi ile de ülke içerisinde birlik ve beraberliği sağladı.

Sultan Berkyaruk, bundan sonra Anadolu ve Suriye’yi işgale başlayan haçlılar üzerine kuvvetler sevk etti. Ancak emirler arasındaki rekabetler ve Şii Fatımilerin aleyhte faaliyetleri sonucu, Haçlılara karşı kesin bir zafer elde edemedi.

Bu arada Berkyaruk’un karşısına Gence Melik’i ve kardeşi Mehmed Tapar, saltanat iddiasıyla çıktı. Berkyaruk, 1100 yılında Sefid-rud’da mağlup oldu ise de; Mehmed Tapar’ı arka arkaya dört defa bozguna uğrattı. Ahlat’a sığınan Mehmet Tapar, buranın hükümdarı Sökmen’i ve Ani emiri Menuçehr’i hizmetine alarak yeniden savaşa hazırlandı. Sultan Berkyaruk, çok kan aktığını, memleketin harap, emir ve askerlerin yorgun olduğunu, hazinenin boş kaldığını, vergilerin tahsil edilemez bir hale geldiğini ve nihayet İslam düşmanlarına fırsat verildiğini beyan ederek, gönderdiği bir elçi ile, kardeşini barışa ikna etti. Böylece, 1104’te Azerbaycan’da Sefid-rud hudut olmak üzere Kafkasya’dan Suriye’ye kadar bütün vilayetler Mehmed Tapar’da kalmak ve Bağdat'ta hutbe Berkyaruk namına okunmak şartıyla, bir antlaşmaya varıldı.

Selçuklu İmparatorluğu, iki devlete ayrılmak suretiyle Türkiye ile birlikte üç Selçuk sultanı meydana çıktı. Lakin bu durum çok kısa sürdü. Zira, Berkyaruk, vücutça hasta olduğu için, 1104 yılında yirmi altı yaşında öldü. Sultan Berkyaruk, ülkesini düşünen ve milletinin refahı için çalışan bir kimse idi. Ancak, kardeş kavgalarının hem de birlik ve beraberliğe en muhtaç olunduğu bir döneme rastlaması, Berkyaruk’u çok üzmüştü. Buna rağmen fırsat buldukça Haçlı kuvvetleri üzerine asker sevk etmekten ve onlara darbeler vurmaktan geri kalmadı.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 08:14:47 PM
Bilge Kağan

683 yılında doğdu. Babası Göktürk Devleti'ni yeniden kuran İlteriş Kutlug Kağan, annesi İlbilge Hatun'dur. 8 yaşında babasını yitiren Bilge, 24 yıl boyunca Göktürk Devleti kağanlığı yapan amcası Kapağan Kağan'ın elinde büyüdü.

Bilge Kağan, amcası öldüğünde yerine geçen oğlu İnal'ı devirerek 32 yaşında Göktürk Devleti'nin başına geçti. Devletin yönetimini ele alan Bilge'nin ilk işi iyi bir yönetim oluşturmak oldu. Bunun için, ordunun başına 31 yaşındaki kardeşi Kül Tegin'i, vezirliğe de Tonyukuk'u getirdi.

Bilge Kağan'ın en büyük hayali milletini yerleşik hayata geçirip onları şehirlerde oturtmak idi. Ama buna vezir Tonyukuk karşı çıkarak, "Türkler, Çinlilerin yüzde biri kadar bile değildiler. Su ve otlak peşindedirler. Avcılık yaparlar. Belli bir yerleri yoktur ve savaşçıdırlar. Kendilerini güçlü görünce, orduları yürütürler. Güçsüz bulunca kaçarlar ve gizlenirler. Çinlilerin sayı üstünlüklerini böylece etkisiz kılarlar. Türkleri surlarla çevrili bir kentte toplarsanız ve bir kez Çin'e yenilirseniz, onların tutsağı olursunuz " dedi.

Bilge Kağan, bir dönem de Türkler arasında Budizm'i yaymak hevesine kapıldı. Tapınaklar yaparak Türkleri Budist yapmak arzusunu taşıdı. Vezir Tonyukuk, bu düşünceye de karşı çıkarak, Budizm'in insandaki hükmetme ve iktidar duygusunu zaafa uğrattığını, kuvvet ve savaşçılık yolunun bu olmadığını, eğer Türk milletinin yaşaması isteniyorsa bu din ve tapınakların ülkeye sokulmaması gerektiğini söyledi. Bilge Kağan, çok itibar ettiği Veziri Tonyukuk'un tavsiyelerine uyarak, aklından geçen bu planları yapmadı.

Bilge Kağan döneminde Göktürk Devleti'nin sınırları Çin'in Şan-Tung ovasından, İç Asya'da Karaşar bölgesine, kuzeyde Bayırku sahasından Ani ırmağı havalisi ve Batı Demir Kapı'ya (Ceyhun Irmağı'nın yakınında Semerkant-Belh yolu üzerinde) kadar ulaştı. Önce veziri Tonyukuk'u sonra kardeşi Kül Tegin'i kaybeden Bilge Kağan'ı, Çinlilerle işbirliği yapan bakanı Buyrak Cor zehirledi. Yatağında hasta yatarken, kendisini zehirleten bakan ve yardımcısını öldürten Bilge Kağan, 25 Kasım 734'de öldü. Bilge Kağan'ın cenazesi 22 Haziran 735 tarihinde büyük bir törenle defnedildi.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 08:18:03 PM
Bumin Bumın Kağan

Göktürk Devletinin kurucusu ve ilk hükümdarı. Göktürkler târih sahnesine çıktıkları sıralarda Juan-juanlara tâbi olarak, Altay Dağlarında an’anevî sanatları demircilikle uğraşıyorlar ve bu devlete silah îmâl ediyorlardı. Devrin Çin yıllıklarından, Göktürklerin bu sıralarda da dağınık halde bulunmadıkları ve federatif bir mahiyette Juan-juanlara bağlı oldukları görülmektedir. Nitekim Tu-wa adlı başbuğun yerine hânedânın başına geçen Bumin, 534 yılında Kuzey-Tabgaç idârecileriyle siyâsî münâsebet kurdu. 542’de akıncıların başında Huagn-ho Nehri yakınlarına kadar ilerledi. 546’da Juan-juan Devletine karşı ayaklanan Tölesleri itaat altına aldı. Bu başarısından sonra Juan-juan Devleti hükümdarı ile eş değerde olduğunu göstermek maksadıyla kızına tâlip oldu. Ancak bu isteğinin kabaca reddedilmesi üzerine üst üste vurduğu darbelerle Juan-juan Devletini çökertip arâzisini tamâmen hâkimiyeti altına aldı. İl-kağan unvanını alarak tahta çıktıktan sonra eski Hun başkenti Ötüken’i ele geçirerek devlet merkezi yaptı (552). Bumin Kağan, hükümdarlığını ilan ettikten sonra, küçük kardeşi İstemi’ye, Yabgu unvanıyla ülkenin batı kanadının idâresini verdi. İstemi Han, yeni yerler fethederek Batı Göktürk Kağanlığının temellerini atarken, Bumin Kağan, tahta çıktığı yıl içerisinde öldü. Yerine, oğlu Kolo (Kara) ve bunun genç yaşta ölümü üzerine de diğer oğlu Mu-kan Kağan geçti.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 08:24:11 PM
Celaleddin Harzemşah


Harezmşahlar Devleti'nin son hükümdârı. Asıl ismi Mengüberti olup lakabı Celâleddîn’dir. Doğum târihi bilinmemektedir. Babası, Harezmşâh Devleti Sultânı Alâüddîn Muhammed, annesi Ay-Çiçek Hâtun’dur. Küçük yaştan itibâren çok iyi bir eğitim ve öğretim gördü.

Genç yaşta Gazne ve çevresinin vâliliğine tâyin edildi. Bundan sonra babasının bütün seferlerinde yanında bulunup, başarısına yardımcı oldu. Cengiz oğlu Cuci kumandasındaki Moğol ordusuyla 1216’da yapılan muhârebede sağ cenah kumandanlığı yaptı ve bozulmaya başlayan Türk ordusuna zaferi kazandırdı. Târihler, Celâleddîn’in Cengiz’in hücûmuna karşı Mâverâünnehir şehirlerini ayrı ayrı müdâfaa etmek yerine bütün kuvvetlerle hücum etmeyi babasına tavsiye ettiğini, ancak bu teklifini kabul ettiremediğinden, Cengiz’in dağılmış durumda olan Türk kuvvetlerini ayrı ayrı imhâ ettiğini yazarlar.

Sultan Muhammed, annesi Terken Hâtun’un arzûsu ile küçük oğlu Uzlag’ı veliaht tâyin etti. Ancak ölümünden bir müddet evvel devleti, mâruz bulunduğu tehlikeden büyük oğlu Celâleddîn’in kurtarabileceğini düşünerek onu veliaht tâyin etti ve şehzâdelere de ona tâbi olmaları vasiyetinde bulundu. Babasının vefâtından sonra bâzı Türk emirleri, onun tahta çıkmasını istemediklerinden bir sûikast düzenleyip öldürmek istediler. Ancak, Celâleddîn, Harezm’den Horasan’a gitmek suretiyle bu tehlikeden kurtuldu. Cengiz tehlikesinden dolayı Harezm’de kalamayacaklarını anlayan kardeşleri onu tâkip ettilerse de yolda Moğollar tarafından öldürüldüler. Celâleddîn ise Moğol tâkip kuvvetlerini mağlup edip, tehlikeli bir yolculuktan sonra Gazne’ye ulaştı. Gazne’de tekrar kuvvet toplamaya başladı. Cengiz Han, Celâleddîn’e çok önem veriyordu. Ona karşı “Yenilmez Noyan” unvânı ile anılan komutanını gönderdi. Parvan civârında iki gün devâm eden şiddetli çarpışma neticesinde Moğollar perişân edildiler. Ancak, savaştan sonra kumandanlar arasında ganîmet ihtilâfından dolayı çıkan anlaşmazlık sebebiyle bu zaferden istifâde edilemedi. Birçok emir, askerlerini alıp kendi yuvalarına döndüler. Şâyet Türk ordusu dağılmamış olsaydı, bu sıralarda Hindikuş Dağları'nı aşmakta olan asıl Moğol ordusunu durdurabilirlerdi. Moğollar, Gazne’yi ele geçirdiler. Sind Irmağı kıyılarına çekilen Celâleddîn, kuvvetlerinin dağılması yüzünden burada yapılan savaşı kaybetti. Alelacele yapılan gemilerle karşıya geçmek üzere yola çıktılar, ancak gemi nehrin ortasında parçalanınca pek çok kimse boğuldu. Atıyla nehri geçmeye muvaffak olan Celâleddîn, boğulmaktan kurtulan adamlarıyla Hindistan’a gidip orada üç yıl kaldı.

1224’te Harezm’e dönüp, Moğollarla yeniden mücâdeleye karar veren Celâleddîn, Kirman’a geldi. Buranın hâkimi Barak Hâcip, onun sultanlığını kabûl ederek, Sultan adına Kirman’ı idâreye başladı. Buradan Atabeg Sa’d bin Zengi’nin hükümdârı bulunduğu Fars’a geldi. Onun kızını aldı. Böylece Harezmşâh Devleti'ni yeniden tesise çalışan Celâleddîn, bundan sonra İsfahan ve Irak-ı Acem’e ilerleyerek, burada bulunan kardeşi Gıyâseddîn Pir-Şâh’ın itâatini sağladı. Lur (Hindistan) reislerini de kendisine bağladıktan sonra Moğollarla mücâdele için Halîfe Nâsır’dan yardım istedi. Ancak Halîfe, onun Irak-ı Arab’a inip istilâ etmesinden korktuğundan karşı kuvvetler gönderdi. Bu kuvvetleri bozan Celâleddîn, Bağdat’tan Meraga’ya geldi. 1225’te Tebriz’i alarak karargâhını buraya nakletti. Anadolu’da hüküm süren Sultan Alâeddîn Keykubâd ile Mısır ve Suriye’de hâkimiyet süren Eyyûbî meliklerine elçiler göndererek Moğollara karşı yardım istedi. Diğer taraftan bir asırdan beri Arran, Âzerbaycan ve Şarkî Anadolu’daki İslâm emâret ve hükümetlerine karşı gâlip ve tehditkâr bir vaziyette bulunan Gürcüleri ezmek için Gürcistan krallığını istilâ ederek, Mart 1226’da Tiflis’i aldı. Bu sırada isyân eden Barak Hacib ve Âzerbaycan Türkmenlerinin isyanlarını bastırdı. Bir ara Ahlat’ı kuşattı ise de, Türkmenlerin yeniden karışıklık çıkarmaları üzerine Âzerbaycan’a döndü ve Türkmenleri cezâlandırdı. Kışı Tebriz’de geçirdiği sırada, Gürcülerin Tiflis’i yeniden ele geçirip oradaki askerlerinin öldürüldüğünü öğrendi. 1227’de Tiflis üzerine yürüyen Celâleddîn, şehrin yakılıp terk edildiğini gördü. Bu sırada Bâtınîlerin, Gence Vâlisi Orhan’ı öldürdüklerini öğrenen Sultan, onların memleketine girerek Alamut ve Kumis havâlisini itâat altına aldı.

Sultan, bu şekilde ülke içindeki karışıklıklarla meşgulken Moğol kuvvetlerinden bir kıt’anın Damgan civârına geldiğini öğrenip hızla üzerlerine gitti ve onları mağlup etti. İsyân hâlinde bulunan Eyyûbîlere karşı 1228’de bir sefer hazırlığı içinde olan Celâleddîn, Moğolların Ceyhun’u geçip Irak-ı Acem’e yürüdüklerini haber aldı. 26 Ağustos 1228’de İsfahan önünde meydana gelen Türk-Moğol savaşında Sultan Celâleddîn, kardeşi Gıyâseddîn’in ihânetine rağmen Moğolları hezîmete uğrattı ise de, tâkip esnâsında Moğolların kurduğu tuzağa düşen Celâleddîn’in sol cenahı bozuldu. Zor kurtulan Sultan, Luristan’a giderken, Moğollar da perişân bir vaziyette olduklarından geri döndüler. Bir hafta sonra İsfahan’a dönen Sultan Celâleddîn, yeniden kuvvet toplamaya başladı. Kardeşi Gıyâseddîn ise Alamut’a giderek Bâtınîlere ilticâ etmiş, daha sonra gittiği Kirman’da öldürülmüştür.

Sultan Celâleddîn, Âzerbaycan’a dönüp memleketin bozulmuş durumunu yeniden düzeltmekle meşgulken, 1229’da Gürcüler yeniden isyân ettiler. Topladığı tâze kuvvetlerle bu isyânı bastırmaya muvaffak olan Sultan, Tiflis’ten başka bâzı müstahkem kaleleri de ele geçirdi. Bu zamana kadar Celâleddîn’i, Sultan tanımayan ve yazdığı mektuplarda “Hâkan” yâhut “Şehinşâh” diye hitâp eden Bağdat Halîfesi, bu muvaffakiyetten sonra Celâleddîn’e “Sultan” unvânını tevcih etti. Celâleddîn Harezmşâh’a itâatini arz eden Şam hükümdârı Melik-ül-Muazzam Îsâ Eyyûbî’nin teşviki ile Ahlat’ı kuşatan Sultan, 14 Mayıs 1230’da kaleyi ele geçirmeye muvaffak oldu. Ancak kale müdâfîlerine ve halka şiddetli davranması, o zamana kadar Müslümanlığın kahramanı sayılan Celâleddîn’e karşı bir husumetin doğmasına yol açtı. Anadolu ve Mısır sultanları, onun kendi ülkelerine yürüme ihtimâli karşısında kuvvetlerini toplayarak müttefik olmuşlardı. Bu haberi duyan Sultan, Anadolu ve Suriye kuvvetlerinin birleşmesine mâni olmak için harekete geçti ise de, geç kaldı. Erzincan yakınında Yassıçimen Yaylasında 10 Ağustos 1230’da vuku bulan şiddetli muhârebede büyük bir hezîmete uğrayan Sultan Celâleddîn, sulha mecbur oldu.

Türk hükümdârları arasındaki savaşı dikkatle tâkip eden Moğollar ise, kendilerine en büyük engel olarak Celâleddîn’i görüyorlardı. Netîcede, Yassıçimen Muhârebesinde büyük bir darbe yemesi üzerine fırsatı kaçırmayarak, Çermagun Noyan komutasında büyük bir Moğol kuvvetini Mâverâünnehir’e gönderdiler. Bu haberi duyan Celâleddîn, civar hükümdârlara vaziyeti bildirip yardım istedi. Ancak onlar, Celâleddîn’e güvenmediklerinden ve ayrıca Moğol tehlikesinin kendi ülkelerini saracak kadar genişleyeceğini tahmin edemediklerinden Sultana yardım elini uzatmadılar.

Sultan Celâleddîn’in mâiyeti ile Elcezire’ye doğru ilerlediğini öğrenen Moğollar, onu tâkip ederek yollarına devâm ettiler. Nihâyet, 1231 Ağustosunda Dicle Köprüsü kenarında, sabaha karşı düzenledikleri bir baskınla, Celâleddîn’in bütün mâiyetini öldürüp dağıttılar. Ölümden zor kurtulan Sultan, Meyyâfârıkîn civârına kaçıp Moğolların tâkibinden kurtulmak için sarp dağlara çekildi. Ancak, göçebeler tarafından yakalanıp obaya getirilen Celâleddîn, orada öldürüldü. Elcezire hükümdârı Mâlik el-Muzaffer Gâzi, Sultan’ın öldürüldüğünü öğrenince onun cesedini Meyyâfârikîn’e getirtip defnettirdi.

Türk İslâm târihinin en bahadır ve şecâat sâhibi şahsiyetlerinden olan Celâleddîn Harezmşâh, birçok harpleri hayâtı pahasına kazandığı hâlde, idâre ve siyâset bakımından zayıf olduğu için bunlardan istifâde edememiştir. Bütün meseleleri harp yoluyla halletmeye çalışması, düşmanlarını arttırmıştır. Buna rağmen Moğol saldırılarına ve Hıristiyan Gürcülere karşı mücâdele edebilen yegâne zât olması, ona gerek halk arasında ve gerek bütün Şark edebiyâtında büyük bir şöhret kazandırmıştır. Moğolların yakın şarkı tamâmen istilâ etmesinden sonra, Celâleddîn’in bölgede oynadığı rol daha iyi anlaşılmış ve İslâmiyet'in müdâfii olarak büyük kahramanlar arasına dâhil edilmiştir.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 08:28:02 PM
Cihangir Şah



Bâbür İmparatorluğunun dördüncü hükümdârı. Ekber Şahın oğlu olup, asıl adı Selim‘dir. 1569′da doğan Selim, babasının ölümü üzerine 1605′te ‘Nûreddîn Cihangir’ unvânı ile tahta çıktı. Ancak oğlu Hüsrev, Sihleri etrâfında toplayarak Pencab’da isyân etti. Cihangir Şah, âsî kuvvetleri Cullandar Nehri kenarında bozguna uğrattı. Yakalanan oğlu Hüsrev’i Burhanpur’a sürgüne gönderdi. Hüsrev orada 1622 yılında öldü. Racput Prensliği ile yapılan savaş başarı ile netîcelendi. Ancak Safevî Hükümdârı Şah Abbâs’ın Kandehar’ı istilâsına karşı konulamadı. Cihangir Şah döneminde, Avrupalılar ve bilhassa İngilizler sık sık Bâbürlü Sarayında görüldüler. Bu münâsebetler netîcesinde, İngilizlere Surat limanında ticâret yapma hakkı verildi. Bu müsaade, iki asır sonra İngilizler’in Hindistan’a yerleşmelerine ilk zemîni hazırlaması bakımından çok mühimdir.

Cihangir Şahın saltanatının son yılları, huzursuzluk içerisinde geçti. Eşi Nurcihân ve veziri Mehabet Hanın sık sık devlet işlerine karışmaları sıhhatini bozdu. Tabiplerin isteği üzerine iklimi daha müsâit olan Lahor’a giderken, yolda 28 Ekim 1627 günü vefât etti. Cesedi Ravi Nehri kıyısındaki, Şah Dârâ denilen yerde toprağa verildi. Daha sonra mezarının üstüne büyük bir türbe yapıldı.

Âdil bir hükümdâr olan Cihangir, âlimleri sever, onlara izzet ve ikrâmda bulunurdu. Babasının Müslümanlara karşı uyguladığı ağır baskıyı kaldırdı. Ancak Şiîlerin ve hasetçilerin iftirâlarına aldanarak, devrinin büyük âlimi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretlerini Gwalyar şehrinde hapsettirdi. İki yıl sonra hatâsını anlayıp bu büyük âlimi hapisten çıkaran Sultan, 1000 rupye ihsân edip bağışlanmasını diledi. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Cihangir Şaha yazdığı mektuplar, Mektûbât isimli eserinde mevcuttur.

Cihangir Şah, bayındırlık işlerine de önem vermiştir. Agra’dan Etek’e ve Bengâl’e giden ağaçlıklı yollar ve Agra ile Lahor arasında her üç kilometrede bir işâret kuleleri ve sulu gölgelikler yaptırmıştır. Tüzük-i Cihângîrî ismi ile yazdığı hâtırâtı, kıymetli bir eserdir.
Kendisinden sonra oğlu Şihâbuddîn Muhammed, ‘Şah Cihân’ unvânı ile tahta geçmiştir.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 08:30:53 PM
Cihanşah Mirza Muzafferüddin


Karakoyunlu Devletinin üçüncü hükümdârı. Devletin kurucusu olan Kara Yusuf’un oğludur. 1405 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. 1415’te babası tarafından Sultâniye’ye vâli tâyin edildi. 1420’de babasının ölümü üzerine Sultâniye’den ayrılarak Bağdat vâlisi olan ağabeyi Şah Mehmed’in yanına gitti. Daha sonra onunla anlaşmazlığa düşerek diğer ağabeyi İskender’le birleşti. Ancak Karakoyunlu âilesi arasında çekişmeler uzun yıllar sürerek devletin zayıflamasına yol açtı. Nihâyet kardeşlerinden Şah Mehmed’in, Şahruh İskender’in de, oğlu Şah Kubad tarafından öldürülmesinden sonra Cihanşah, devletin başına geçti. İlk olarak baba kâtili Şah Kubad’ı ortadan kaldırarak devlete tamâmıyla hâkim oldu. 1440’ta Gürcistan’a büyük bir sefer düzenledi ve pek çok ganîmet elde etti. Aynı yıl Tebriz’e girerek burada faâliyet gösteren Hurûfîleri temizledi. Böylece İslâm âleminde çıkması muhtemel, korkunç bir sapıklık cereyânının önüne geçmiş oldu.
Bağlı olduğu Şahruh’un 1447’de vefâtı üzerine “Sultan” ve “Hakan” unvanlarını aldı. Şahruh’un vefâtı ile Timurlular arasında baş gösteren anlaşmazlık ve çekişmelerden faydalanarak, İsfahan ve Fars ülkelerini de ele geçirdi. Bu muvaffakiyetlerini Kirman’ı da fethederek tamamladı.

1457’de Horasan’a büyük bir sefer düzenledi. Herat’ı kolaylıkla zaptederek nâmına hutbe okuttu. Ancak bu sırada oğlu Hasan Ali’nin Tebriz’de isyânı üzerine, Horasan’ı terk etmek zorunda kaldı. Bir müddet sonra da Fars  ve Irak-ı Arab’ı idâresi altında bulunduran diğer oğlu Pir Budak’ın itaatsizliği ile karşılaşan Cihanşah, oğlunu bu işten vazgeçirmeye çalıştı ise de, muvaffak olamayınca öldürttü. Fakat bu durum, onu, muvaffakiyetlerindeki en kuvvetli desteğinden mahrûm bıraktı.

Horasan’ın dışında, hemen hemen bütün İran, Arran, Irak ve Batı Anadolu’daki uç bölgelerinin hâkimi olan Cihanşah, son seferini Uzun Hasan üzerine yaptı. Fakat bu sefer, kendisinin ve devletinin felâketi ile netîcelendi. Uzun Hasan’ın bir baskınına uğraması sonucu kaçarken öldürüldü (1467). Esir alınan oğlu Muhammed ve diğer kumandanları da aynı âkıbete uğradılar. Cihanşah’ın cesedi sonradan Tebriz’e götürülerek, orada yaptırmış olduğu imâretindeki türbesine defnedildi.

Devrin târihçilerinden Abdürrezzak Semerkandî, Cihanşah’ın âdil, kudretli ve becerikli bir sultan olduğunu kaydetmiştir. Saltanatı devrinde Tebriz’i mâmûr bir belde hâline getirdi. Timur Hanın ortadan kaldırmasına rağmen o devirde yeniden ortaya çıkan Hurûfîlik adlı sapıklığın önüne geçerek, İslâmiyete büyük bir hizmet etti. İlme ve âlimlere hürmetkâr olup, ilmi ve âlimleri koruyup gözetmiştir. Medreseler ve câmiler yaptırdı. Bunlardan Tebriz’deki medrese ve câmisi meşhurdur. İyi bir şâir olan Cihanşah, Farsça ve Türkçe şiirler yazmış ve manzumelerinde ismini mahlas olarak kullanmıştır.



: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 08:34:05 PM
Çaka Bey


Alpaslan, Anadolu’yu fethettikten sonra, birçok Türkmen beyleri iç Anadolu’ya doğru fetihlerine devam ettiler. Bunlardan Afşin, Orta Anadolu’da, Kutulmuş oğlu Süleyman Bey de İznik taraflarında savaşırken yine bir Türkmen Beyi olan Çaka Bey de İzmir ve yöresini fethederek burada bir Türk Beyliği kurmuştu.

Çaka Bey, İzmir Beyliği(1081-1097)’nin kurucusudur. İzmir Beyliği’nin Türk tarihindeki önemi, bu beyliğin kurucusu Çaka Beyin ilk Türk Derya Kaptanı oluşundan, bir donanma meydana getirerek Ege Denizi’nde hâkimiyet kurmasından ileri gelir.
Çaka Bey, Oğuzların Çavuldur boyundan idi. Anadolu’nun fethi sırasında, Danişmend Gazi’nin kumandanlarından biri olarak Malatya dolaylarında başarılı çalışmalar gösterdi.

Fakat katıldığı akınlardan birinde Bizans Kumandanı Aleksandros’a esir düştü ve İstanbul’a götürüldü. Burada, üstün yetenekleriyle imparatorun dikkatini çekti ve saraya alındı. Soyluluk unvanı ile bazı imtiyazlar da elde etti. Yunanca öğrendi. Ayrıca Bizans’ın güçlü ve zayıf taraflarını öğrenmiş oldu.

1081 yılında Bizans tahtına I. Aleksios Komnenos çıkınca saraydan uzaklaştırıldı. Kutulmuşoğlu Süleyman Şah ile Bizans arasındaki anlaşmaya göre Türklere bırakılan İzmir bölgesine gitti. Bizans’taki kargaşalıktan yararlanarak beyliğini ilân etti.
Türk tarihlerinin adından pek az bahsettiği Çaka Bey’in maceralarını, Bizans İmparatoru Aleksi Komnen’in kızı Anna’nın yazdığı bir eserden öğrenmekteyiz.

Çaka Bey, Anadolu’ya akın eden gazilerin en genci idi. O da silah arkadaşları gibi nam kazanmak üzere akınlara karışmış; önce Kastamonu ve Bolu taraflarında savaştıktan sonra İzmir taraflarına gitmişti. Bu havalideki savaşlarda gösterdiği cesaret dolayısıyla şan almıştı.

Bizans İmparatoru, İzmir’den Türkleri atmak üzere bu bölgeye bir kuvvet göndermişti. 1081 tarihinde İzmir’e gelen meşhur Bizans komutanlarından Kabalika Alexander Türklerle muharebe ederken eline yiğit bir delikanlı esir düştü.

Bu ele avuca sığmayan delikanlı, komutanın dikkatini çekti. Bu genç çok yakışıklı ve pek de sevimli idi. Adı Çaka idi. Bizanslıların yaptığı araştırma sonunda onun Türkmen Beylerine mensup olduğu anlaşıldı. Bizans komutanı zaferinin bir nişanesi olmak üzere Çaka’yı o zaman İmparator bulunan Nikaforos’a gönderdi. Çaka Bey, Türkmen kıyafetiyle Bizans sarayına getirildi. İmparator, gence:
Adın ne ?
Dediği zaman, O, vakur ve yiğit bir tavırla:
Çaka! Dedi.
Çaka’nın erkek tavırları İmparatorun çok hoşuna gitti. Gülümseyerek:
Bu sarayda senin unvanın “Protonolilismus” olsun! diye iltifatta bulundu. Çaka, diğer esirler gibi ağır işlerde kullanılmayıp, sarayda alıkonulmasından memnun olmuştu. Burada Homeros’un İlyada adlı meşhur eserini okuyacak kadar Yunanca öğrendi.
Asil bir soydan gelen Çaka, Bizans sarayında bir şehzade muamelesi görmekte idi. Fakat Bizans tahtına Aleksi Kommen’in geçmesi üzerine Çaka’nın hayatında yeni bir devir açıldı. Yeni imparator, Çaka’dan hoşlanmamıştı. Onu sarayda kazandığı bütün imtiyazlardan mahrum etti. Saraydan da çıkardı. Esasen kabına sığmayan Çaka için bu zaten çoktan beri arzu edilmekte idi. Bir fırsatını bularak İstanbul’dan İzmir’e kaçmaya muvaffak oldu. Bu maceradan sonra onu, müstakil bir Türk Beyi olarak görmekteyiz.

Çaka Bey, İzmir’e gelir gelmez, Türkmen oymaklarından birçok yiğitleri başına topladı. Bu kuvvetlerle İzmir şehrine taarruz ederek burayı Rumların elinden almaya muvaffak oldu. Bu suretle İzmir’in ilk fatihi Türkmen beylerinden Çaka Bey’dir.

Çaka Bey fethettiği İzmir şehrinde bir Türk Beyliği kurarak hükümdarlığını ilan etti. O tarihlerde Efes şehrini de yine Türkmen Beylerinden olan Tanrıvermiş Bey zaptetmişti. Çaka Bey, İzmir’de evlendi. Bir müddet sonra bir kız çocuğu dünyaya geldi. Çaka Bey’in, Yalvaç adında bir erkek kardeşi vardı. Çaka Bey, İzmir’e ve Ege Denizi adalarına sahip olmak için bir donanmaya ihtiyaç olduğunu hissetti. Bu sebeple İzmir limanında elde ettiği ustalar vasıtasıyla bir donanma meydana getirmeye muvaffak oldu.

Akdeniz’de Türklerin ilk denizcisi Çaka Bey’dir. Meydana getirdiği bu Türk donanması ile Ege Denizi’ne açıldı. İlk defa Türk Bayrağını Akdeniz’de dalgalandıran deniz kahramanımız olmak vasfını kazandı. Onun donanması kırk gemiden ibaretti. Bu gemilerin üstü kapalı yapılmıştı.

Çaka Bey, bu donanması sayesinde ilk defa Foça şehrini zaptetti. Bundan sonra gemileriyle Midilli adası önüne gelerek onları harp düzeninde dizdi. Midilli Valisi Alpos’a, adanın teslimi için haber gönderdi. Kan dökülmeden bu adanın tesliminin kendisi için hayırlı olacağını bildirdi. Midilli Valisi, Türk donanmasından korkarak bir gemi ile İstanbul’a kaçtı. Türk askerleri Midilli Adasına girerek şehrin kalelerine Türk bayrakları çektiler.

Çaka Bey Midilli’yi fethettikten sonra Sakız Adasına da asker çıkararak bu adayı da elde etti. Bir yıl sonra da Sisam ve Rodos adalarına asker çıkararak bu iki adayı da mülküne kattı. Bu suretle Ege Denizi’nin irili ufaklı adaları İzmir Türk Beyliği’ne geçmişti.
Çaka Bey’in adaları birer birer zaptetmesi üzerine Bizans İmparatoru Aleksi Kommen, iki kumandan idaresinde bir Bizans donanmasını Akdeniz’e gönderdi. Çaka Bey’in kaptanlık yaptığı donanma, Bizans gemileriyle harbe tutuşarak birçoğunu batırdı. Diğerleri de Boğazı geçerek Marmara’ya kaçtılar. Birkaç gemileri de Türklerin eline geçti. Türklerin, Akdeniz’de Bizanslılara karşı ilk zaferleri bu deniz savaşı olmuştur. Karalarda her zaman muzaffer olan Türkler, kısa bir zamanda denizci olmuşlardı.
Çaka Bey’in bu başarısını gören Bizans İmparatoru, bu defa meşhur kaptanlarından Konstantin adında bir amiral tayin ederek Türklerin üzerine ikinci bir donanma daha gönderdi. Bu gemilerin içinde 500 kadar da Flandr’lı şövalye vardı. Donanma, Sakız Adasına yanaşarak asker çıkardı, kaleyi muhasara etti. Kaleyi müdafaa eden Türk askerleri, düşmanı içeri sokmadılar. Bu esnada Çaka Bey, İzmir’de bulunuyordu. Düşmanın geldiğini duyar duymaz, donanmasıyla Sakız Adasına hareket etti. Gemilerin birbirine zincirlerle bağlayarak hilal şeklinde düşmana doğru ilerledi. Bunu gören Bizans komutanı, bilmediği bu yeni harp usulünden adeta ürktü. Türkler geminin içinde davul ve zurnalar çalıyorlar, kılıçlarını havada döndürüyorlardı.

Türkler harbe gitmiyor, sanki bir bayram şenliği içinde bulunuyorlardı. Türklerin bu neşesi ve galeyanı Bizanslıların maneviyatı üzerinde tesir yaptı. Bu gemiler bir kale gibi yanaşık nizamda Bizans gemilerine yaklaşınca düşmanı bir ok yağmuruna tuttular. Sonra da yelkenlerini tutuşturmak için yağlı paçavralar atmaya başladılar. Bu hali gören Bizans, gemilerini geriye çekerek başka bir limana çekildi.

Bunun üzerine Çaka Bey Sakız Adasına çıktı. Türklerin karşısına atlı ve zırhlı şövalyeler uzun mızraklarıyla çıkıverdiler. Türkler bunları görünce derhal kılıçlarını bellerine takarak üç sıra olmak üzere yere diz çöktüler, şövalyelerin atlarına nişan alarak teker teker vurmaya başladılar. Hepsi yaya bırakılmışlardı. Durumu gören Türk askerleri Allah! Allah! diyerek yalın kılıç şövalyelerin üzerine yıldırım gibi atıldılar. İki kuvvet birbirine girmiş, kavga şiddetlenmişti. Düşman askerleri, Türkün kuvvetle salladığı kılıçlarla üçer beşer yere devriliyorlardı. Düşman askeri paniğe uğradı.

Çaka Bey, Sakız Harbinden de muzaffer olarak çıkmıştı.
Çaka Bey, bu zaferleri kazandıktan sonra kafasında büyük bir plan hazırladı. Çanakkale Boğazını geçerek Trakya’yı elde edecekti. Balkanlarda yaşayan Peçenek ve Hıristiyan Oğuzlardan bir ordu vücuda getirerek İstanbul’u zaptetmeğe karar verdi. Bu planını yerine getirmek için Balkanlardaki Peçeneklerle anlaştı. Peçenekler büyük bir ordu hazırlayıp İstanbul üzerine yürüyecekleri sırada Bizans İmparatoru bu tehlikeyi önlemek üzere aslı Türk olan Kumanlarla anlaştı. Onlara büyük vaadlerde bulundu.

Bu iki Türk kuvveti, 29 Nisan 1091 tarihinde birbirlerine insafsızca saldırdılar. Kumanlar, Peçenek Türklerini katlettiler. Evlerini yaktılar. Çocuklarına varıncaya kadar binlercesini kılıçtan geçirdiler. Çaka Bey Peçeneklere yardıma gelememişti.
1092 yılında Çaka Bey, Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıçaslan’la bir dostluk kurdu. O zamanlar Anadolu’nun en kuvvetli orduları Kılıçaslan’ın kumandasında bulunmakta idi. İznik şehrini hükümet merkezi yapan I. Kılıçaslan, durmadan Bizanslıların şehirlerini zaptetmekte idi. Çaka Bey, Selçuklu Türkleriyle dostluğunu kuvvetlendirmek için kız kardeşini I. Kılıçaslan’a vermek suretiyle akraba olmuştu.

Çaka Bey, Çanakkale taraflarını da ele geçirdikten sonra, Edremit şehrini mülküne kattı. Onun, Balkanlardaki Peçenekleri teşkilatlandırması, Çanakkale’yi alarak Marmara’ya doğru ilerlemesi, Bizans İmparatorunu fena halde ürkütüyordu. Çaka Bey’i, kuvvetle değil de hile ile yok etmeyi tasarladı. Bunu gerçekleştirmek için de Kılıçaslan’la bir anlaşma yaptı. Anlaşmaya göre Selçuklular, Çaka Bey’in Marmara’ya doğru ilerlemesine mani olacaklardı.

Çevrilen dolaptan haberi olmayan Çaka Bey, kuvvetleriyle durmadan Marmara sahillerinde ilerliyordu. Hatta Aydos’a kadar gelmişti. Halbuki bu bölgeler Selçuklu Sultanlığı hakimiyetinde bulunuyordu. Çaka Bey, birden bire karşısında Selçuklu ordularını gördü. Çaka Bey, I. Kılıcaslan’la boy ölçüşemezdi. Bunun için Kılıçaslan’la bir müzakereye girişti. Çaka Bey’in, Selçukluların Bizanslılarla gizli bir anlaşma yaptıklarından haberi yoktu Serbestçe, akrabasının karargahına gitti. Çaka Bey, aynı zamanda Selçuklular için de artık bir tehlike olmuştu. Kendisine, Kılıçaslan’ın karargahında mükellef bir ziyafet verildi. Bu ziyafette yenilip içildiği esnada I. Kılıçaslan, birden bire kılıcını çekerek Çaka Bey’e hücum etti ve onu öldürdü.
Bizans ve Selçuklular için bir tehlike olan Çaka Bey, bu surette ortadan kaldırılmış bulunuyordu.

Ege bölgesinin ilk fatihlerinden olan Çaka Bey, böyle bir hilenin kurbanı olup öldüğü sırada tarih 1097 idi. Böylece, İzmir Beyliği kuruluşundan sadece 16 yıl sonra yıkılmış oldu.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 08:37:27 PM
MEHMED HAN -I
(ÇELEBİ SULTAN MEHMED)



Babası       Yıldırım Bayezid
Annesi      Devlet Hatun
Doğumu   1379
Vefatı       26 Mayıs 1421
Saltanatı   1413-1421


Osmanlı padişahlarının beşincisi ve Osmanlı Devleti' nin ikinci kurucusu.
     Babası Sultan Yıldırım Bayezid Han, annesi Germiyanoğlu Süleyman Şah' ın kızı Devlet Hatun' dur. Küçüklüğünden itibaren devrin en yüksek alimlerinden ders aldı. Din ve fen ilimlerini öğrendi. 1393' de devlet idaresinde tecrübe sahibi olmak üzere Amasya' ya sancak beyi tayin olundu.

   Çelebi Mehmed, Ankara savaşından (1402) sonra parçalanan Osmanlı topraklarını yeniden bir idare altında birleştirmek için fervet devrinde (1402-1413) kardeşleri Süleyman, İsa ve Musa Çelebiler ile mücadele etti. En son 1413' de Çamurlu mevkiinde, Musa Çelebi kuvvetlerini bozguna uğrattıktan sonra, Edirne' de tahta çıktı. Böylece Osmanlı Devleti' ni karşılaştığı bu büyük bunalımdan kurtararak devletin birliğini sağlayan Çelebi Sultan Mehmed, ilk olarak elden çıkan toprakları geri almaya çalıştı.

   1414' de Anadolu üzerine yürüyerek Aydın oğlu Cüneyd Bey' in elinden Kayacık, Nif ve İzmir'i aldı. Karamanoğulları' na ait Konya' yı muhasara etti ise de İkinci Mehmed' in af dilemesi ve tabiiyetini arzetmesi üzerine barış yaptı. Ancak Karamanoğlu' nun sözünde durmaması üzerine Sultan Mehmed, şehri ikinci defa kuşatarak zabtetti (1415). Daha sonra yapılan antlaşmayla Konya'yı Karamanoğulları' na bırakan Sultan, Beypazarı, Sivrihisar, Akşehir, Yalvaç ve Beyşehir kalelerini ülkesine kattı.

   Bundan sonra, evvelce Musa Çelebi ile birleşerek kendisine karşı hareket eden ve vergisini de göndermeyen Eflak beyi Mirça üzerine yürüyen Sultan, onu Yer-Göğü' de mağlup etti. Mirça, üç yıllık vergisini ödediği gibi, oğlunu da rehin olarak bıraktı. Rumeli' den dönüşünde Candaroğulları üzerine yürüdü. Tosya, Çankırı ve Kalecik' i ele geçirdi. 1419 ve 1420'de ilk defa Tuna ırmağının kuzeyine geçerek Basarabya' ya girdi.

   Çelebi Mehmed devrinin en önemli iç hadisesi Şeyh Mahmud Bedreddin isyanıdır. İslam' a uymayan sapık fikirlerini halk arasında yayn Şeyh Bedrettin' in çıkardığı isyan kısa sürede Karaburun' dan Amasya' ya kadar yayıldı. Ancak ülkeye tek başına hakim olduğu günden beri Şeyh Bedrettin' in hareketlerini dikkatle takip eden Sultan, Şeyhin ve tarafdarlarının başlattığı bu ayaklanmayı zamanında bastırmaya muvaffak oldu. Yakalanan Şeyh Bedrettin İslam alimlerinin fetvası üzerine idam edildi.

   Aynı yıl Rumeli' de taht mücadelesine giren ve Düzmece Mustafa olarak da bilinen kardeşi Mustafa Çelebi'yi yenilgiye uğrattı. Mustafa Çelebi kaçarak Bizans İmparatoruna sığındı. Bu olaydan kısa bir müddet sonra Sultan, Edirne' de avlanırken rahatsızlandı ve çok geçmeden de 26 Mayıs 1421' de vefat etti. Naşı Burasa' ya getirilerek Yeşil Türbe' ye defn edildi.

   Osmanlı Devleti' nin ikinci kurucusu kabul edilen Çelebi Mehmed, sabırlı, azim ve irade sahibi sözüne ve vadine sadık, vakur bir hükümdar idi. Sekiz yıllık saltanatını Allahü tealanın dinine hizmet etmek ve yolunu yaymak için kuvvetli bir devlet kurmaya feda etti. Küçük ve büyük yirmi dört muharebede bulunarak kırka yakın yara aldı. İçte ve dışta daimi olarak din ve devlet düşmanlarıyla mücadele halinda iken yazdığı bir şiiri:

"Cihan hasm olsa, Hakk' dan nusret iste!
Erenlerden dua vü himmet iste!"

beytiyle başlamaktadır. Çelebi Mehmed, memleketindeki refahtan diğer müslümanlara da pay vermek, Resul-i ekremin mübarek komşularının dualarını almak için her sene onlara hediyeler gönderme adetini başlattı. Sürre alayı adı verilen bir hey'etle gönderilen hediyeler, Mekke ve Medine' deki mubarek yerlerin tamir ve bakımı ile fakirlerin yiyecek ve giyecekleri için sarf edilirdi.

Memleketin imarına büyük önem veren Sultan, Bursa' da Yeşil Türbe ile bir cami, medrese ve imaret, Edirne' de bir cami ve bedesten, Amaya' da da oğlu Kasım için bir türbe yaptırmıştır.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 08:55:43 PM
Devlet Giray Han I



Kırım hanlarının altıncısı. 1530’da doğan Devlet Giray, Mübârek Giray’ın oğlu olup, İstanbul’da sarayda yetişmiştir. Babası Mübârek Giray, Yavuz Sultan Selim Hanın Mısır Seferi sırasında şehid olmuştur.
Sâhib Giray’ın Osmanlı Devletine karşı bağlılığını azaltmak istemesi üzerine Kânûnî Sultan Süleymân’ın desteğiyle 2 Ekim 1551’de Bahçesaray’da tahta çıktı. Sâhib Giray ve oğulları ile ona bağlı mirzaları öldürttü. Böylece hanlıkta hâkimiyetini pekiştirdi. Rusların 1552’de Kazan’ı ve 1557’de Astrahan’ı ele geçirmeleri üzerine Devlet Giray, Rusya içlerine bir sefer düzenledi. Ancak, Kazaklar ve Çerkezlerin Kırım kalelerine saldırmaları üzerine geri döndü. İkinci Selim Han, Osmanlı tahtına çıktıktan sonra Astrahan’ı ele geçirmek ve Osmanlı tüccar ve hacılarını emniyet altına almak için Don ve Volga ırmaklarını bir kanalla birleştirmek için harekete geçti. Ancak Devlet Giray bu teşebbüsün kendisinin hâkimiyetine darbe indirebileceği gibi basit bir sebep yüzünden çeşitli oyunlarla Osmanlıların kanal işinden vazgeçmesini sağladı.
Devlet Giray Han, 1571’de Rusya üzerine yaptığı seferde Moskova’ya girerek şehri yakıp yıktı. Bu zaferden sonra “Tahtalan” lakabıyla anıldı. Sultan İkinci Selim Han da kendisini tebrik etti. 1577’de vebâ hastalığına tutulan Devlet Giray Han, bu hastalıktan kurtulamayarak vefât etti. Kırım’da Bahçesaray şehrinde, Han Câmi-i şerîfi civârına defnedildi. Gözlöva’da büyük bir câmi-i şerîf ile birçok çeşmeler yaptırdı. Daha başka hayratları da vardır. Edebiyâtta da söz sâhibiydi.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 08:57:57 PM
Devlet Giray Han II


Kırım hanlarının yirmi dördüncüsü. Babası Hacı Selim Giray Han olup 1654′te doğdu. Veliahtlığı zamânında 1694′te Engürüs, 1695′te Sadrâzam Ali Paşanın Varadin Seferine katıldı. 1696′da Rus Çarı Petro, Azak Kalesini kuşatınca, kardeşleriyle berâber kalenin muhâfazasına yardım etti. Petro kaçmak zorunda kaldı.

Selim Giray Han, 1699′da yaşlılığını ve hacca gideceğini belirterek büyük oğlu Kalgay Devlet Giray’ı yerine aday gösterdi. Bu isteği kabul eden İkinci Mustafa Han, ayrıca Devlet Giray’ı Edirne’de kabul ederek iltifâtlarda bulundu. Ancak birâderi Saâdet Giray kendisinden yüz çevirince, isyân ve huzursuzluklar baş gösterdi. Bu sebeple, 1703′te Hanlıktan alındı ve yerine babası Selim Giray, dördüncü defâ getirildi. 1708′de Kaplan Giray, Kabartay Seferinde ağır bir bozguna uğradığı için azledilerek yerine ikinci defâ Devlet Giray getirildi. Rusya üzerine birkaç defâ sefer yaptı. O sıralarda meydana gelen Rus harbi esnâsında meşhur Prut Savaşında Tatar Sâlih ve Çerkez Mehmed Paşaların yardımlarıyla Rusları Temmuz 1711′de Huş Geçidinde çevirip Osmanlı ordusuna yardımcı oldu. O sırada Osmanlı ülkesine sığınmış bulunan İsveç Kralı Onikinci Şarl’la (Demirbaş Şarl) esir muâmelesi yaptığı için Osmanlı devlet politikasını zedeledi. Bu sebeple hanlıktan alınması uygun görülerek Edirne’ye Çağrıldı. Edirne yakınlarında Derbent köyüne gelen Devlet Giray’a durum bildirildikten sonra Gelibolu’ya gönderildi. 11 Nisan 1713′te Gelibolu’da yeni Kırım Hanı Kaplan Giray’la karşılaşan Devlet Giray, Rodos’a gitti. Böylece siyâsî hayattan çekildi.

Sürgünlüğü affedilerek Vize’de kendisine verilen çiftliğe yerleşen Devlet Giray, 1725′te orada vefât etti ve Ayazpaşa Câmii civârına defnedildi.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:01:03 PM
Devlet Giray Han IV


Kırım hanlarının otuz sekizincisi olup, Arslan Giray Hanın ikinci oğludur. 1729′da doğdu.

Arslan Giray Hanın hanlığı zamanında veliaht oldu. Veliahtlığında mühim askerî hizmetlerde bulundu. 1769′da amcası Giray Hanın vefâtı üzerine Kırım Hanlığına tâyin edildi. O sıralarda meydana gelen 1768-1774 Osmanlı-Rus Harbinin Osmanlıların aleyhine gelişmesi neticesinde Hotin Kalesinin düşmesi ve Rusların Turla Irmağını geçmesi gibi üzücü hâdiselerin zuhuru esnâsında Osmanlı Devletinden birçok yardım görmesine rağmen burayı alamadığı için Hanlık’tan alınarak Kıbrıs’a sürüldü. Bir müddet sonra affedilerek Malkara’daki çiftliklerinden birinde oturmasına müsâade edildi.

1771′de Rusların Kırım’a saldırmaları üzerine Osmanlı orduları komutanı Canikli Ali Paşa ile, beraberinde ona yakın Hanzâde ve Devlet Giray olduğu halde Kırım’ı kurtarmakla görevlendirildi. Tatar, Çerkez ve Nogay askerlerinin de yardımıyla başarı sağlandı. Ruslarla Küçük Kaynarca Antlaşması yapıldıktan sonra Kırım bağımsızlığına kavuştu. 1775′te Devlet Giray ikinci defa Kırım Hanlığına tâyin olundu. Hanlığın tek başına tutunamayacağını anlayınca, Kırım Hanlığının Osmanlı İmparatorluğuna bağlı bir ülke olduğunu îlân etti. Ancak Kırım Mirzaları Ruslarla birleşince Devlet Giray zor durumda kaldı. Nihayet 1776′da bu görevinden alınarak İstanbul’a Çağrıldı ve Vize’de oturmasına izin verildi.

Osmanlı Devletine bağlı ve sâdık bir kimse olan Devlet Giray, 1780′de orada vefât etti.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:04:15 PM
Ebülgazi Bahadır Han


Harezm Özbek hanlarından bir hükümdar ve târihçi. Babası Arab Muhammed Han, Harezm Özbek hanlarının ceddi olan Yâd-gâr Hanın dördüncü batından torunudur. 1603te Rus Kazaklarının Urgençe hücum ve babasının tarafından imhaları hadisesinden 40 gün sonra doğmuş ve bu gazâ dolayısıyla Ebül-Gâzi ismi verilmiştir. Arab Muhammed Han önce Urgençi, sonra da Hiveyi başşehir yaptı. Oğlu Ebül- Gâziyi Harezmde Kat valiliğine tâyin etti. 1620 başlarında Hanın oğulları Habeş ve İlbars, babalarına isyân ettiler. Ebül-Gâzi yaptığı savaşlarda fevkalâde kahramanlık gösterdi ise de, babasının yakalanarak gözlerine mil çekilmesine engel olamadı. Bu hâdise üzerine Ebül-Gâzî, Buhara hanı İmam Kuli Hana sığınarak iki yıl yanında kaldı.

Şah Abbasa sığınan Arab Muhammed Hanın büyük oğlu İsfendiyar Han, babasının yerine Harezm Hanlığına geçince, 1623te Urgençi has olarak Ebül-Gâziye verdi. Burada üç sene kalan Ebül-Gâzi, Harezme tek başına hâkim olmak niyetinde olduğundan, ağabeyi ile harbe girişti. Fakat muvaffak olamayarak 1626da Kazakistana gidip üç ay kaldı. Daha sonra Taşkent hanının dâveti üzerine Taşkente gitti ve iki sene orada misâfir kaldı. Buradan tekrar Buhara hükümdârı İmam Kuli Hanın ülkesine giderek, ordu toplamaya başladı. Ağabeyinin bir seferde olmasından faydalanarak Hive Kalesini ele geçirdi. Fakat İsfendiyar Han, ordusu ile gelince mukavemet edemedi ve yakalanarak Safevîlerin elinde bulunan Yurda gönderildi. Oradan İsfahana geçen Ebül- Gâzi, İranda iken Şah tarafından hüsnü kabul gördüğünü, kendisine dirlik olarak maaş bağlandığını ve on yıl orada kaldığını kendi târihinde anlatır. Târihe büyük bir ilgisi olan Ebül-Gâzi, gittiği yerlerin târihini tedkik ettiği gibi, İsfahan'da iken de, Türk târihi üzerine yazılmış Fars kaynaklarını tedkik etme imkânını bulmuştu.
Ebül-Gâzi, İsfahandan kaçarak, önce Ersari Türkmenleri, sonra Balhandaki Teke Türkmenlerinin yanına gitti. 1642de ağabey İsfendiyar Hanın ölümü ile boşalan Harezm Hanlığına 1643 yılında çıkıp, Hiveyi kendine merkez edindi. 21 sene hanlık yapan Ebül-Gâzi, en çok Türkmenlerle mücâdele etmiştir. Ayrıca komşuları olan Buhara Özbek hanlarının yurtlarına da birkaç defâ akın düzenleyerek yağma etti.

Ebül-Gâzinin, 16 yaşında devlet idâresi işlerine başlayıncaya kadar Urgençte geçirdiği gençliğinde ve İrandaki hayatında ciddî sûrette ilim tahsil ettiği, güzel Arapça ve Farsça bildiği, bu dillerden yaptığı tercümelerden anlaşılmaktadır. İki mühim eser bırakmıştır. Bunlardan biri 1659da yazdığı Şecere-i Terâkime, diğeri 1663te ölmesi ile yarım kalan ve vasiyeti üzerine oğlu Enûşe tarafından ikmâl edilen Şecere-i Türktür. İlk eserini, Reşideddînin târihinden aldığı Oğuznâmeyi, Türkmenler arasında ele geçirdiği diğer 20 kadar Oğuznâme rivâyetleri ile karşılaştırarak tasnif etmiştir. Eser, Rus müsteşriki Tumansky tarafından 1892de Aşkabadda Rusça olarak ve 1937de Türk Dil Kurumu tarafından Çağataycası faksimile olarak neşredilmiştir.

Şecere-i Türk ise, 15. asrın ikinci yarısından başlayıp Harezm'de hükümet süren Yâd-gâroğlu Şıban-Özbek hanlarının târihini ve ensâbını (soyunu) tespit maksadıyla kaleme alınmış ve bu sülâlenin 1663e kadar ki târihi için esas kaynak olmuştur. Bu eser, Türk ve Moğol târihine âit bilinen ilk kaynak olduğundan, yalnız Özbek hanları târihi için değil, aynı zamanda Moğol ve Türk târihi için başlıca kaynak telâkki olunmuştur. Eseri batıya ilk kez tanıtan; Poltava Savaşından sonra Ruslar tarafından Sibiryaya sürülen İsveçli subay Tabberttir. Eser Moğol Hânedânı ve kabîlelerin târihini belirten en iyi kaynaklardan biri olarak tanınmıştır. Kont Estralenburg tarafından Almancaya tercüme olunmuş, Fransızca tercümesi de 1726da Leidende basılmış ve yayınlanmıştır.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:07:19 PM
Ekber Şah Ebül Feth Celâleddîn


Bâbürlü Türk İmparatorluğunun üçüncü hükümdârı. Bâbür Şahın torunu ve Hümâyûn ile Hâmide Banu’nun oğludur. Hümâyûn’un, Sir Han ile mücâdelesi esnâsında uğradığı ağır bir mağlûbiyet üzerine, âilesi ile birlikte iltica ettiği Ömerkot’ta 1542’de dünyâya geldi.
Daha küçük yaşından îtibâren babasının yanında önemli hizmetler gören Ekber’in ilk başarısı 1555’te Serhend’e saldıran İskender Şahı mağlup etmesidir. Komutanlar arasında zafer şerefini paylaşamamaktan doğan ihtilâf, Hümâyûn tarafından oğlu Ekber’e gönderilen ve kumandan olarak tebriklerini bildiren nâme ile bertaraf edilmiştir. Ekber, bundan sonra 1555 Temmuzunda idârî işlerine atabeyi Bayram Han tarafından bakılmak üzere, Pencap vâliliğine tâyin edildi. Babası Hümâyûn’un bir kazâ netîcesinde ölmesi üzerine, tahta dâvet edildi. O gelinceye kadar, bu sırada orada bulunan Seydi Ali Reis’in tavsiyesi üzerine, Osmanlı töresine uygun olarak, Hümâyûn’un ölümü gizlendi ve Şubat 1556’da Ekber, Hind-Türk İmparatoru îlân edildi.
Ekber, 14 yaşında devletin başına geçtiği zaman, babasından kendisine miras kalan ülke, Bayram Hanın küçük ordusunun hâkim olduğu Pencap’ın bir kısmı ile Ganj ötesindeki Katehr eyâletinden ibâretti. Delhi ile Agra, babasının ölümü ile düşmanların eline geçmişti.
Saltanatının ilk yedi senesinde harplerle meşgul olan Ekber, ilk iş olarak Delhi ile Agra etrâfındaki memleketlerde hâkimiyetini tesis etti. 1567’de Racputların kalesi Çitor’u zapt ve Ecmir’i fethetti. 1572’de Gücerât’a yürüyerek müstakil Ahmedâbâd sultânlarının sonuncusunu mağlup edip bu ülkeyi, hükümdâr nâibi tarafından idâre edilen mümtâz bir eyâlet (subah) hâline getirdi. Ganj Vâdisi de imparatorluk hudutları içine alındı. Ayrıca 1578’de Orisa, 1581’de Kâbil, 1587’de Keşmir, 1592’de Sind ve 1594’de Kandehar alındı. Bundan sonra ordularını Dekken’in Müslüman hükümdârları üzerine tevcih ederek Berar’ı ellerinden aldı.
Ekber’in askerî ve siyâsî faaliyetleri yanında özelliklerinden biri de teşkilâtçı oluşudur. Geniş ölçüde ıslâhâta 1573’te başladı. O yıl “damgalama nizâmı” konarak, bütün zeâmetler hükümdâra bağlı devlet mülkü hâline getirildiği gibi, devlet memurlarının mertebe ve dereceleri de tespit edildi. Zeâmet usûlünde de yeni tedbirler alındı. Erinden en kuvvetli komutanına kadar herkese devlet hazînesinden maaş bağlandı. Arâzi gelirlerini kontrol için “kurubî” denilen tahsildârlar teşkilâtı kuruldu.
Ekber’in en zararlı icrââtlarından birisi, “Dîn-i İlâhî” adıyla yeni, bozuk bir din kurmasıdır. Şeyh Mübârek’in riyâkârâne telkin ve teşvikleri altında derecesinin hükümdârlıktan yüksek olduğuna inanan Ekber, 1582 senesi yağmur mevsiminde bütün vâlilerin sarayda bulunmalarını fırsat bilerek dînini resmen îlân etti. İşte bu târihten îtibâren ölümüne kadar imparatorluk bünyesinde ve özellikle sarayda Ehl-i sünnet âlimlerine îtibâr azaldı ve Ekber’in dînine temâyülü olanlar baştâcı yapıldı. Mecûsî, Brehmen ve Hıristiyanlara hürriyetler tanırken, Müslümanlara çeşitli eziyet ve işkenceler yapılmaya başlandı. Büyük İslâm âlimi İmâm-ı Rabbânî hapse atıldı ve işkencelere mâruz kaldı. Ehl-i sünnet âlimlerinin lâyık oldukları değere kavuşmaları, Ekber’den sonra tahta çıkan oğlu Cihângîr zamânında olacaktır. Ekber’in bu dîni ülke çapında pek taraftar bulamadı. Yakın adamlarından târihçi Ebü’l-Fazl’ın öldürülmesi ile bu din zayıflamaya başladı, Ekber’in ölümünden sonra ise tamâmen terk edildi.
Ekim 1603’te şiddetli bir dizanteri hastalığına yakalanan Ekber, 25-26 Ekim 1603 gecesi öldü. Cenâzesi İslâmî usûllere göre kaldırıldı. Cesedi, saraydan 10 km uzaklıktaki o zamanlar Behiştâbâd denilen ve daha sonra İskender adı verilen bahçeye gömüldü. Halefleri tarafından üzerine büyük bir türbe yaptırıldı.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:09:47 PM
Ertuğrul Gazi


Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman Beyin babası Ertuğrul Gazi hakkında bilinenler, kesin olmamakla birlikte, Oğuzların Kayı boyuna mensup olduğu bilinmektedir. Oğuz boyundan biri olan Kayılar'a mensup Ertuğrul Gazi'nin ataları, Anadolu'nun ilk fethi sırasında Sultan Tuğrul Bey ve Alparslan'ın emirlerinin maiyetinde, önce Ahlat bölgesine gelmişler, Anadolu'ya yapılan seferlere katılmışlardı. Ahlat'ın Eyyubiler'in eline geçmesinden sonra, Mardin yöresine yerleşen Ertuğrul Gazi'nin babası Gündüz Alp'in içlerinde yer aldığı Türkmenler, Moğolların Mardin ve çevresini yağmalamasından sonra, bu bölgeden ayrılarak Anadolu içlerine doğru ilerlediler. Gündüz Alp idaresindeki Kayılar da batıya göç ederek önce Erzurum yakınlarındaki Pasinler ovasına, Sürmeliçukur'a yerleştiler. Kayılar'ın Pasinler'e gelmesinden kısa bir süre sonra Gündüz Alp hastalanarak vefat etti ve yerine oğlu Ertuğrul Gazi aşiretin başına geçti. Moğol saldırılarının bu bölgede de hissedilmesinden sonra Ertuğrul Gazi kardeşi Dündar Bey ile birlikte batıya hareket etti. Sivas yakınlarına gelip konakladığında burada Selçuklu ordusu ile Moğolların savaştığını ve Selçuklu ordusunun bozulmak üzere olduğunu gördü. Ertuğrul Gazi Selçuklu ordusuna yardım edince savaşın seyri değişti ve savaşı Selçuklar kazandı. Alaaddin Keykubad, Ertuğrul Gazi'ye yardımlarından dolayı iltifatlarda bulunarak hi'lat giydirdi. Selçuklu ülkesinde yaşamak için göç ettiklerini öğrenince, Ankara yakınlarındaki Karacadağ ve çevresini ona verdi. Ertuğrul Gazi bir süre Karacadağ'da kaldıktan sonra, Bizans sınırlarına kadar gelerek Söğüt dolaylarına, Aşağı Sakarya havzasına yerleşti. Burada Bizans sınırlarındaki kasaba ve köylere akınlar düzenlemeye başladı. Selçuklu ordusuyla İznik Rum İmparatoruna bağlı birlikler arasında bugünkü Pazaryeri ile Bozüyük arasındaki Ermeniderbendi denilen yerde yapılan savaşı, Selçuklular Ertuğrul Gazi'nin yardımlarıyla kazanınca, Alaaddin Keykubad ödül olarak Eskişehir ve çevresini Ertuğrul Gaziye verdi. Bu başarıdan sonra Karacahisar'ı da ele geçiren Ertuğrul Gazi, Söğüt üzerine yürüdü ve burayı fethetti. Söğüt'ü yurt olarak tutan Ertuğrul Gazi, Bizans sınırlarına saldırılar düzenlediği gibi dostluk ilişkileri de geliştirdi. Söğüt'e yerleşmiş Kayı aşireti her geçen gün biraz daha kuvvetlenerek büyüdü. Oldukça yaşlanan Ertuğrul Gazi yerine oğlu Osman Beyi bıraktı ve Doksan yaşında vefat etti. Türbesi Bilecik ili Söğüt ilçesinin 1 km. doğusunda bulunmaktadır.




: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:12:03 PM
Evrengzib Birinci Âlemgîr Şah



Bâbürlü hükümdarı, Şah Cihan’ın Mümtaz Mahal’den doğan üçüncü oğlu. 1618’de Malva Duhad’da doğdu. Muhyiddîn Muhammed Birinci Âlemgîr Şah olarak da bilinir. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu Muhammed Mâsum Fârûkî’nin terbiyesinde yetişti. İyi bir tahsil gördü. Din ve fen ilimlerinde ilerledi. Askerlik ve idârecilikte ustalaştı. Dekken vâliliği esnâsında (1634-1644) idâresinin ve ahlâkının güzelliği ile kendisini halka ve çevresine sevdirdi. Safevîlere karşı yapılan seferlere komutan olarak katıldı ve başarılı savaşlar yaptı (1646-1647). İkinci defâ Dekken vâliliğine tâyin edildi (1654). Yaklaşık dört sene bu vazîfede kalıp başarılı hizmetlerde bulundu. Şah Cihan, daha çok Hindulara yakınlığı ile tanınan oğlu Dara Şükuh’u veliaht tâyin etmişti. 1657 yılında Şah Cihan’ın ciddî bir şekilde rahatsızlanması Evrengzib ile Dara Şükuh’u taht mücâdelesinde karşı karşıya getirdi. Evrengzib, ağabeyi Dara Şükuh’u, Samugarh’da kesin bir mağlûbiyete uğrattı. Bu arada rahatsızlığı geçen babası Şah Cihan’ı da Agra’daki sarayında göz hapsine aldı. İki sene süren iktidar mücâdelesini 1659 da bitirerek hâkimiyeti sağladı. Muhyiddîn Birinci Âlemgîr unvânıyla tahta çıktı.
Âlemgîr Şah, tahta geçtikten kısa bir müddet sonra memlekette sulh ve sükûnu sağladı. Müslim ve gayrimüslim herkesin, huzur içinde yaşamasını temin etti. Zulüm ve kötülüklere, bid’at ve sapıklıklara son verdi. Ayak altına düşme ihtimâlini göz önüne alarak, paralardaki Kelime-i şehâdet yazılarını kaldırdı. Ateşe tapan Mecûsilerin dînî bayramı olan Nevrûz (21 Mart) ve Mihrican günlerinin resmî bayram olarak kutlanmasını yasakladı. Allahü teâlânın emir ve yasaklarının memleketin her tarafında tatbikinin kontrolü için, Molla İvaz Vecih isimli âlimi vazîfelendirip emrine müfettişler verdi. Molla İvaz’ın emirlerine aynen kendi emirleri gibi itâat edilmesini, memleketin her köşesindeki idârî âmirlere fermanlarla bildirdi. İslâmiyetin emretmediği seksen çeşit vergiyi halktan kaldırdı. Müslüman ve kâfir herkesin gönlünü aldı. Bu uygulamalardan sonra hazîne zayıflaması gerekirken, zenginleşti.
Agra başta olmak üzere ülkenin her yerinde imâret vazîfesini gören bulgurhâneler açtırdı. Yolcu ve misâfirler için han ve kervansaraylar yaptırdı. İlim ve ilim ehline çok kıymet verip, talebelerin ve müderrislerin vazîfelerini râhat yapmaları için maaş verdi. İlmî yayın faaliyetlerini teşvik ederek eser takdim eden âlimleri mükâfatlandırdı. Din ve fen ilimlerinin herkes tarafından öğrenilmesine büyük gayret sarf etti.
Âlemgîr Şah, memleketin ileri gelen ulemâsından meydana getirdiği kalabalık bir heyete her türlü imkânları verip büyük bir kütüphâne kurarak Fetâvâ-yı Âlemgiriyye ve Fetâvâ-yı Hindiyye adları verilen kânun kitabını ve devletin anayasasını, Hanefî mezhebi hükümlerine göre hazırlattı. Bu hükümler, yetişen âdil kâdılar tarafından memleketin her tarafında tatbik edildi. Daha sonra aynı şey Mecelle ile Osmanlı Devletinde de yapıldı. Âlemgîr Şahın âdil idâresine hayran kalan Hindûlar, böyle bir sultanın dînine girmek için âdetâ yarışıyorlardı. Böylece binlerce Hindunun bâtıl dinlerini bırakıp hak din olan İslâmiyeti seçmelerine sebep oldu.
Âlemgîr’in ilk fetihleri Hind-Pakistan Yarımadasının doğu ucunda cereyân etti. Kuç-Bihar ve Assam’ın Hindû idârecileri, taht mücâdelesi sırasında devletin zayıf durumundan faydalanarak buraları istilâ etmişlerdi. Âlemgîr buraları geri aldı. Şah Cihan zamânından beri Müslümanların alâkasını cezbeden Bengal topraklarını fethetti. Bu zengin memleketin gelirleri daha sonra Âlemgîr Şah’ın ordularının ana mâlî kaynağı oldu.
Bugün Bangladeş olarak bilinen bölgenin dünyâya açılması ve iskânı da büyük ölçüde Âlemgîr Şah tarafından gerçekleştirildi. Daha önceleri bölge kapalı bir hayat sürmekteydi. Dışardan gelen tesirler kendilerini ancak büyük yerleşim merkezleri ve zengin manastırlarda gösterebiliyordu. Hindûlar ve Hıristiyanlar, Doğu Bengal insanının şahsı ve dili ile alay ediyorlardı. Diğer insanların kötülükleri, Müslümanların bölgedeki çalışmasını kolaylaştırdı. İslâm medeniyetini Doğu Bengal’e yerleştirerek ülkenin çehresini değiştirdiler.
Bu sırada Batıda Peşâver civârında oturan Afgan kabilesi Yusufzâîlerin lideri Baku başkaldırdı. Âlemgîr’in komutanlarını mağlûp etti. Âlemgîr, bizzat müdâhale edinceye kadar da mücâdelesini devâm ettirdi. Ancak Âlemgîr’in uzun iktidârı boyunca tâkip ettiği usta siyâset, Afganlılarla münâsebetlerinin iyiye dönüşmesini temin etti. 1675’lerde ortaya çıkan Sih isyanlarını bastırdı. Evrengzib döneminde Safevîlerle olan dostluk devâm ettirildi. Mekke şerifine elçiler yollanarak büyük maddî yardımda bulunuldu. Osmanlı Gürgâniyye münâsebetleri ileri bir safhaya ulaştı. İkinci Süleymân Han zamânında Hindistan elçiliği ile Bâbür ülkesine gelen Ahmed Ağa büyük bir merâsimle karşılandı ve Anadolu’nun temsilcisi olarak kabul edildi (1690). Batılı devletlerden İtalya, Fransa ve İngiltere ile temaslarda bulunuldu.
Bâbürlüler Devletini yönetmeye başladığı ilk günden îtibâren, Allahü teâlânın rızâsı için çalışmayı elden bırakmayan Âlemgîr Şah, vefât edeceği zaman bile, Marata denilen isyânkâr Hindûlarla savaşıyordu. 3 Mart 1707 târihinde Bombay’ın kuzey doğusuna düşen Evrengâbâd yakınlarında, Ahmednagar’da vefât etti ve Huldâbâd (Ravza) denilen yerde defnedildi. Âlemgîr Şahın dört oğlu, üç kızı vardı.
Târihlerde Âlemgîr Şahın en müşahhas özelliklerinin, eksiksiz bir cesâret ile gâyesine erişmekte gösterdiği azim ve sebat olduğu yazılmıştır. Askerî harekâtları, cesâretinin seviyesini yeteri kadar ortaya koymaktadır. Düşmanlarını saf dışı etme veyâ kendine bağlamada gösterdiği mahâret onun diplomasi ve devlet adamlığındaki ihtisâsını göstermiştir. Çok iyi bir hâfızaya sâhip olan Âlemgîr, aynı zamanda yorulmaz bir liderdi. İktidârı zamânında kendisiyle görüşebilme fırsatını bulan İtalyan doktor Gemalli Careri, Âlemgîr’in kendisine yapılan mürâcaatları tek tek okuduğunu, bunları cevapladığını ve bu işten büyük haz duyduğunu kaydetmiştir.
Devletinin bütün ihtişamına karşılık Âlemgîr’in sâde bir hayâtı vardı. Giyim-kuşamı, yeme-içmesi ve diğer her türlü faâliyeti sâdelik sınırlarını geçmezdi. Çok düzenli bir hayâtı vardı. Doksan yaşında vefât ettiğinde, işitme hâriç bedenî faaliyetlerinde hiçbir bozukluk yoktu.
Okumayı çok severdi, bu sevgisini vefâtına kadar devâm ettirdi. Kendisi de yazardı. Fârisî nesirleri çok beğenilmektedir. Mektuplarını ihtivâ eden, Ruk’at-i Âlemgîrî kitabı, uzun zaman, basit fakat güzel nesir yazma umûmi ders kitabı olarak kaldı. Şiir söylemede de kâbiliyetliydi. Hemen hemen bütün Hint-İslâm liderlerine ağır bir dille saldıran Will Durant, Âlemgîr Şah için şu îtirâfı yapmaktan kendini alıkoyamamıştır: “Suç ve suçlunun üzerine gitmede hemen hiç cezâi metodlar kullanmadı. Dîni tarafından yasaklanan bütün yiyecek, içecek ve şatafattan uzak durdu.”
Tasavvufta Muhammed Mâsum-i Fârûkî gibi bir zâta talebe ve halîfe olmakla şereflenen bu büyük hükümdâr, İslâm hukûkuna büyük hizmet etmiş, hadis ilminde pek kıymetli bir eser kaleme almış, aynı eseri şerh ettikten sonra yine kendisi Farsça'ya çevirmişti. Ayrıca belâgat yönü çok üstündü. Bu sebeple, belâgat şâheserleri denilebilecek pek kıymetli risâleler de kaleme almıştır.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:17:51 PM
FATİH SULTAN MEHMED


Babası        Murad Han -II
Annesi       Hadice Alime Hüma Hatun
Doğumu    30 Mart 1432
Vefatı       3 Mayıs 1481
Saltanatı    1451 - 1481


   Yedinci Osmanlı padişahı ve İstanbul Fatihi.

   Sultan Murad Han, oğlu şehzade Mehmed' i yanlız din ve fen ilimlerinde yüksek bir tahsil yaptırmak ve bir takım kültür dillerine (Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve Sırpça) sahip olarak yetiştirmekle kalmadı. O, bu kudretli ve kabiliyetli şehzadeye tecrübeli devlet adamlarından ve büyük alimlerden müteşekkil yüksek bir muhiti, maddi-manevibakımlardan devrin en üstün ordusunu ve nihayet bütün düşmanlarını ve Haçlı ordularını yere seren rakipsiz ve sağlam bir devleti de miras bırakmıştı.

   Bununla beraber 21 yalında tahta oturan genç Hakan, daha ilk günlerde devleti ve ordusunu daha büyük hamleler yapacak bir kudrete ulaştırdı. Şehzadeliğinden beri bir an önce İstanbul' u fethetmek ve hazret-i Peygamberin "Kostantiniyye (İstanbul) muhakkak feth edilecektir. Bu fethi yapacak hükümdar ne güzel hükümdar ve onun askerleri ne güzel askerdir." müjdesine mazhar olmak istiyordu. Bu gaye ile askeri tarihin kaydettiği en büyük ateşli silahlar ve toplar ile ordusunu dayanılmaz bir kudret halina getirdi. Ayrıca 1000 yıllık tarihi boyunca bütün muhasaraları muvaffakiyetsizliğe uğratan surları aşmak için seyyar kuleler kurdu. Nihayet 6 Nisan' da başlayan kuşatma, 22 Nisan' da Fatih' in donanmayı Beşiktaş' tan Haliç' e indirmesiyle çok şiddetli bir duruma girdi. 29 Mayıs 1453 ' de yapılan son taarruzla şehri alarak ortaçağa son verdi.

   Beyaz bir at üzerinde ve muhteşem bir alayla Topkapı' dan şehre giren Fatih Sultan Mehmed, doğuca Ayasofya' ya gitti. Kapıya gelince attan inip, secdeye vardı. Mabedi temizletti, tasvirlerden kurtardı ve ilk Cuma namazını orada bütün gazilerin sevinç ve heyecanları içinde kıldı. Daha sonra Ayasofya' nın kıyamete kadar cami kalmasını yazılı vasiyyet ve vakf eyledi.

   Fatih Sultan Mehmed bundan sonra, Osmanlı Devleti' ni bir Cihan İmparatorluğu haline getirme ve İslamiyet' i bütün dünyaya yayma mücadelesine girişti. O; "Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul da cihanın payi tahtı olmalıdır. " diyordu. Nitekim bu gaye ile Fatih kısa zamanda Anadolu' da İsfediyar, Trabzon, Karaman ve Akkoyunlu memleketlerini ilhak etti. Dulkadir beyliği ile Kırım hanlığını tabiiyeti altına aldı. Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan (Belgrad hariç), Eflak Boğdan ve sair ülkeleri fethetti. Bir çok krallık, imparatorluk, hanlık ve beylik ortadan kaldırıldı ve Osmanlı topraklarıTuna' dan Fırat' a kadar yayıldı. Anadolu' da milli birlik te'si edildi.

   Bu büyük Türk Sultanı 1481 senesi ilkbaharında üç yüz bin kişilik bir ordunun başında olarak yeni bir sefere çıktı. Ancak, Hünkar çayırı denilen mevkide hastalandı ve çok geçmeden 3 Matıs 1481 ' de vefat etti. Özel doktoru olan Yahudi dönmesi Yakup Paşa tarafından zehirlendiği de söylenmektedir. Naşı, adına yaptırdığı camini bahçesine defnedildi. Sonra üzerine türbe yapıldı.

   Fatih Sultan Mehmed, ince yüzlü, uzunca boylu, dolgun vücudlu olup, seyrek güler, yüzüne bakıldığında hürmet ve korku telkin ederdi. Her şeyi öğrenmek isteyen zeki bir araştırıcı idi. Harp san' atından çok hoşlanır. yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdar etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. "Sırrıma sakalının bir telinin vakıf olduğunu bilsem onu yolar atarım" sözü meşhurdur.

   Soğuğa-sıcağa, açlığa-susuzluğa ve yorgunluğa karşı çok dayanıklı idi. Tabzon üzerine çıktığı seferde Zigana dağlarını yay olarak binbir müşkilatla geçerken yanında bulunan Uzun Hasan' ın annesi, Sara hatun; "Ey oğul! Bir Trabzon bunca zahmete değer mi?" deyince, yüce Hakan; "Bu zahmet din yolundadır, ahiretde Allahü tealanın huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslam kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur." cevabını verir.

   Fatih, büyük ilim, din, kültür ve san' at adamlarını etrafında tolayarak İslam medeniyetine yeni bir hamle verdi ve İstanbul' u devrinde bu medeniyetinve dünyanın en yüksek bir merkezi haline getirdi. Molla Gürani, Hocazade, Molla Hüsrev, Hızır Bey, Molla Yegan, Ali Kuşçu ve Akşeseddin meclisinin en mühim simaları idi. Devrinde Osmanlı Devleti' nin büyük temel müessese ve teşkilatı en mükemmel bir hale geldi. Zeytinyağı döktürerek insanlık tarihinde "yağla makina soğutması", havan topunun balistik hesab ve planını yaparak dik mermi yollu ilk silahı keşfeden de odur. Yine onun devrinde başta İstanbul olmak üzere, imparatorluğun büyük şehirleri cami, mescid, medrese vesair eserlerle donatılmıştır.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:22:53 PM
Gazi Giray Han I

Gazi Giray Han I Kırım hanı. 1503 yılında Kırım’da doğdu. Kırım hanlarından Birinci Mehmed Giray’ın oğludur. Mehmed Giray 1523′te Astragan’ı fethederek Nogayları itâat altına aldı ise de bir gece baskını ile şehid edildi. Yerine geçen Birinci Gâzi Giray hanlığa getirildi (1523). Ancak hanlığı, Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmedi. Osmanlılar, Kırım beylerinin reisi Şirin Memiş Beyle anlaşarak Birinci Gâzi Giray’ın amcası Saâdet Giray’ı han seçtiler (1524). Hanlıktan alınmasından üç ay sonra bir karışıklık sırasında öldürüldü.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:25:00 PM
Gazi Giray Han II


Kırım hanlarından. Devlet Giray’ın oğludur. Mehmed Giray’ın hanlığı zamânında Özdemiroğlu Osman Paşa kuvvetleri safında İran seferine katıldı ve büyük yararlıklar gösterdi. Bu seferde İranlılara esir düştü ise de bir yolunu bularak kaçmaya muvaffak oldu. İstanbul’a geldiği sırada, birâderi İslâm Giray’ın vefâtı vukû buldu. Kırım Hanlığına tâyin edilerek memleketine gönderildi (1588).
Kırım hânı olarak ülkesine dönen Gâzi Giray, kardeşi Fetih Giray’ı Kalgaylık ve diğer kardeşi Adil Giray’ın oğlu Baht Giray’ı Nûreddînlik makâmına getirdi. Gâzi Giray, 1593 ve 1594 yıllarında, dâvet üzerine iki defâ Avusturya Seferine katıldı. Lehistan içlerinden geçerek süratle orduya yetişen Gâzi Giray, bu iki seferde de mühim yararlıklarda bulundu. 1596 Eğri Sefer-i Hümâyûnunda ise kendisi Eflâk’ta kalarak kardeşi Kalgay Fetih Giray’ı büyük bir kuvvetle yardıma gönderdi.

Eğri muhârebesinde büyük hizmeti görülen Fetih Giray, Veziriâzam Cağalazâde Sinan Paşanın tavsiyesiyle Kırım hanlığına tâyin edildi. Ancak Gâzi Giray Han bu tâyine usûlsüz olduğu gerekçesiyle karşı çıktı ve Kefe’ye geldi. Bu arada Tatarların ileri gelenleri de Gâzi Giray’dan memnun olduklarını belirterek yerinde kalmasını istediler. Nihâyet Cağalazâde Sinan Paşanın yerine geçen Vezîriâzam İbrâhim Paşa, Gâzi Giray’ı tekrar Kırım Hanlığına tâyin ettirdi (1597).

Gâzi Giray, bu ikinci hanlığında birincide olduğu gibi devlete bağlılığı ve tebaası üzerindeki sevgi ve otoritesi ile memleketi iyi idâre etti. Savaşlara katıldı ve büyük hizmetlerde bulundu. Vakarlı ve ciddî bir zât olan Gâzi Giray’la temas edenler, kendisinin ilim ve fazîletini övmektedirler. Şâirliği de meşhur olup, Türkçe, Farsça ve Arapça şiirler yazdı. Memleket müdâfaası için yıllarca serhatlarda kalan ve düşmanla çarpışan Gâzi Giray’a, bu hizmetlerine karşılık olarak Silistre sancağı dirlik olarak verildi. Ayrıca otuz bin altın cep harçlığı ihsân olundu.

1608 Martında tâundan vefât eden Gâzi Giray, Bahçesaray’da babasının yanına defnedildi. Hanlığı 20 seneden fazladır. Gâzi Giray’ın Avusturya Seferi esnâsında kendi el yazısıyla pâdişâha takdim edilmek üzere Hoca Sâdeddîn Efendiye göndermiş olduğu 1598 târihli bir gazelinin ilk ve son beyitleri:

Biz mücâhid kulunuz terk ederiz cân ü seri
Pâdişâhım ne diyem, sonra duyarsın haberi

.......

Azmeder oldu gazâyı, sefere Sultânım
Kıl ana hayr-ı duâ, ol da kulundur iş eri


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:28:38 PM
Gazneli Mahmud


 
Gazneliler Devleti’nin en büyük hükümdarı ve Hindistan Fatihi Gazneli Sultan Mahmut, 2 Kasım 971 tarihinde doğdu. İyi bir öğrenim gördü. Büyük bilginlerin elinde yetişti. Mert ve cesur bir insandı.

Gazneli Mahmut’un babası Sebüktekin, Samanoğulları Devleti’nin Horasan valisi idi. Sebüktekin cesur ve güçlü bir insandı. Samanoğulları’na karşı bağımsızlığını ilan etti.

Gazneliler Devleti’nin kurucusu Sebük Tegin’in oğlu olan Gazneli Mahmut, genç yaştan itibaren devlet idaresinde görev aldı. Babası sağ iken Horasan valiliği görevini yürüttü.

Babası öldüğü zaman yerine küçük kardeşi İsmail geçmişti. Gazneli Mahmut, küçük kardeşini ortadan kaldırarak hükümdar oldu.

998 tarihinde Gazne tahtına oturan Mahmut, Buhara, Horasan, Herat, Belh, Bust ve Kabil’i Samanîlerden aldı. Daha sonra, bugünkü Afganistan ve Belucistan ile Harezm’e kadar tüm Maveraünnehr’i ele geçirdi. Ardından Rey, İsfahan, Save, Kazvin, Zencan ve Ebher’i alarak, İran topraklarının büyük bölümüne hakim oldu.

Eylül 1000’de ilk Hindistan seferine çıkan Sultan Mahmut, 1027’ye kadar Hindistan’a on yedi büyük sefer yaptı. Bu seferler sırasında Hindistan’da birçok cami yaptıran ve İslâm Dinini öğretmek üzere alimler yerleştiren Gazneli Sultan Mahmut, İslam Dininin Hindistan’da yayılıp kabul görmesini sağladı.

Cihangirliği yanında, alim bir kişiliği de olan Sultan Mahmut, sarayında alim ve şairlere çeşitli konularda sohbet ve tartışmalar yaptırırdı. Gazneli Sultan Mahmut’un sarayı bir bilim akademisi haline geldi. Kendisi bilime ve sanata karşı büyük bir sevgi besliyordu. Zamanında Fars kültürü yüksek bir düzeye ulaştı. Bîrûnî ve Firdevsî gibi birçok meşhur İran bilgini Sultan Mahmut’un sarayında himaye gördüler.

Firdevsî’nin meşhur Şehname’si de dahil olmak üzere, devrinin pek çok kitabı Gazneli Sultan Mahmut’a takdim edildi.

Gazneli Sultan Mahmut’un sarayında Türk dili konuşuluyordu. O, Türk dilin yayılmasını ve gelişmesini sağlamış olsaydı, Türk kültür tarihi ölmez eserler kazanacaktı. Ancak o, çevrenin ve dönemin etkisiyle Fars kültürüne önem vererek Farsça’nın çok kudretli eserler kazanmasına hizmet etti.

Türk İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük hükümdarlardan biri olan Gazneli Sultan Mahmut, İslam dünyasında yayılma istidadı gösteren sapık Batınî-Rafızî akımlarına karşı da mücadele etti. İmar faaliyetlerine büyük önem veren Sultan Mahmut, Gazne’nin yanı sıra Belh ve Nişabur gibi önemli şehirleri de mamur hale getirdi.

33 yıl hükümdarlık yapan Sultan Mahmut, 1030’da Gazne’de vefat ederek, burada defnedildi.

 
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:31:02 PM
Keyhüsrev I Gıyaseddin Birinci Keyhüsrev


Türkiye Selçuklularından Sultan İkinci Kılıç Arslan’ın oğullarının en küçüğüdür. Doğum târihi bilinmemektedir. Babası İkinci Kılıç Arslan, yerine en lâyıkını tesbit etmek için ülkesini 11 oğlu arasında taksim edince, Keyhüsrev’e de Uluborlu ve civârını verdi (1182).
Keyhüsrev, bölgede kendi adına para bastırdı. Hutbeyi babasından sonra Melik unvânıyla kendi adına okuttu. Haçlılara karşı başarılı savaşlar yaptı (1190). Babası ile ağabeyi Kutbeddîn Melikşah arasındaki anlaşmazlıkta babasını destekledi. Babası tarafından veliahd îlân edildi. Babası ile birlikte hareket edip Konya’yı Kutbeddin Melikşah’tan aldı. Melikşah’ı Aksaray’da kuşattığı sırada babasının ölümü üzerine Türkiye Selçukluları tahtına çıktı(1192). Melikşah’ın da Aksaray’da ânî vefâtı, diğer ağabeyleri Mesut ve Süleymân Şahları birbirine düşürdü.

İçte rahatlayan Keyhüsrev, Bizans üzerine sefer düzenleyerek Menderes Vâdisine kadar bölgeyi ele geçirdi. Fakat bu sırada Rükneddîn Süleymân Şah güçlenerek, Konya üzerine yürüdü. Keyhüsrev, kendisinin ve yanındakilerin canlarına dokunulmaması şartı ile tahtı terk edip Trabzon’dan deniz yoluyla İstanbul’a gitti. Bizans İmparatoru Üçüncü Aleksios Angelos’a misâfir oldu (1196). Lâtinlerin İstanbul’u işgâli üzerine İznik yakınlarında bir kaleye çekildi (1204). Aynı yıl, ağabeyi Rükneddîn Süleymân Şahın ölümü ve küçük yaştaki Üçüncü Kılıç Arslan’ın tahta geçirilmesi üzerine Konya tahtına dâvet edildi. Ordusuyla yaptığı Konya kuşatmasında başarısız olup Ilgın’a çekildi ise de, Konya ve Aksaray halkının dâvetiyle tahta çıktı(1205). Yeğeni Üçüncü Kılıçarslan ve yakınlarını Gavele Kalesinde muhâfaza altına aldı. Devlet işlerini düzene koyup birliği sağladı. Eyyûbî melikleri, Artuklular, Mengücükler gibi bağlı beylikler, itâatlerini bildirdiler. Büyük oğlu Keykavus’u Malatya’ya, diğer oğlu Keykubad’ı da Tokat’a melik yaptı. Trabzon Rum İmparatoru Aleksios Komnenos’u yenerek kuzey ve doğu ticâretini emniyete aldı. Antalya’yı ele geçirdi (1207). Kilikya üzerine bir sefer yapıp Pertus Kalesini aldı (1209). İznik İmparatorluğunu ele geçiren Theodoros Leskaris’ten tahtı gerçek sâhibi Aleksios’a geri vermesini istedi. Olumsuz cevap alınca Alaşehir üzerine yürüdü. Burada yapılan savaşı Selçuklu ordusu kazandı ise de çıkan kargaşada Sultan bir Bizanslı tarafından öldürüldü (1211). Bu haber yayılınca ordu dağıldı. Yerine oğlu Birinci İzzeddîn Keykavus sultan oldu. Bizanslılarla sulh yaptı.

Sultan Birinci Gıyâseddîn Keyhüsrev, âdil, âlim bir sultandı. Zamânında Selçuklu devletinin birliğini sağladı. Memleket huzur ve sükûna kavuştu.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:38:21 PM
Gıyâseddîn Keyhüsrev II


1237 - 1246 arasında Anadolu Selçuklu hükümdarı ve I. Alaeddin Keykubad'ın büyük oğludur. Annesi Hunat Hatun'dur

II. Gıyaseddin Keyhüsrev 1228'de atabegi Mübarizeddin Ertokuş'la birlikte Erzincan'a gönderildi. Babasının kendisinden küçük olan kardeşi İzzeddin Kılıç Arslan'ı veliahtlığa atamasına karşın, babasının ölümü (1237) üzerine Sadeddin Köpek önderliğindeki bazı emirlerin desteğiyle Anadolu Selçuklu tahtına çıktı.

Kardeşinin tarafını tutan Harezm emirlerine karşı mücadeleye girişti.Bu arada rakiplerini etkisiz duruma getirdikten sonra Anadolu Selçuklu tahtı üzerinde hak iddia eden Sadeddin Köpek'i öldürttü (1239). Daha önce yönetimde etkili olan emirlerin yeniden işbaşına geçmesiyle devlet eski düzenine kavuştu, dış ilişkileri düzeldi. Eyyubi melikleri, İznik'de (Nikaia) hüküm süren Bizans imparatorları (İznik İmparatorluğu) ve Kilikya ile Mardin Artukluları II. Keyhüsrev'e bağlılıklarını sürdürdüler. 1240'ta Diyarbakır Anadolu Selçuklularının eline geçti. Moğolların önünden kaçarak Anadolu'ya sığınan göçebe Türkmenler, Anadolu'daki yerleşik devlet düzeni içinde yeni sorunlar yaratmaya başladı. Bu koşullarda Baba İshak'ın başlattığı Babai ayaklanması bastırıldı (1240). Ama devletin gücünü önemli ölçüde sarstı. Anadolu Selçuklularının zayıflamasından yararlanan Moğollar 1242'de Erzurum'u ele geçirdiler.Kösedağ Savaşı'nda da Anadolu Selçuklu ordusunu yenilgiye uğrattılar (1243). II. Keyhüsrev savaştan sonra Batı Anadolu'ya kaçtı. Moğollarla barışın sağlanmasının ardından Konya'ya dönen sultan bundan sonra devlet işlerini bütünüyle veziri Şemseddin İsfahani'ye bıraktı.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:41:11 PM
Hacı Giray I


Kırım Hanlığı'nın kurucusudur. Hacı Giray, Cengiz Han'ın oğullarından Cuci’nin küçük oğlu Tokay Timur soyundan gelmekteydi.

Hacı Giray babasının, Kırım’daki taht mücadelesi sonunda Litvanya’ya göç ettiği ve Kral Vitold’un yanına sığındığı sıralarda dünyaya geldi. Büyüdükten sonra, Litvanya Grandüklüğü ve Şirin kabilesinin yardımıyla Altınordu Devleti'nden bağımsız bir Kırım Hanlığı’nı kurdu. Kırım Hanlığı'nı kurma tarihi kesin olmamakla beraber, bastırdığı paranın 1441 tarihini taşımasından, belirtilen bu tarihten daha önceki yıllarda devleti kurmuş olduğu anlaşılmaktadır.

Hacı Giray da, diğer hanlar gibi üzerinde hak iddiâ ettiği Altınordu tahtını ele geçirmek için, Lehistan Kralı ve Moskova Rus Prensi ile anlaşma yapmaktan çekinmedi. Bu arada, Kefe Cenevizlilerine karşı, Fatih Sultan Mehmet ile de anlaştı.

Hacı Giray Han'ın türbesi, Kırım'ın tarihi başkenti Bahçesaray şehrinde, bugün devlet mezarlığına dönüştürülen Zincirli Medrese 'nin de bulunduğu alandadır.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:42:59 PM
Hacı Giray II


Kırım hanı. 1648 yılında Kırım’da doğdu. Kalgay Kırım Giray’ın oğludur.

İkinci Viyana kuşatmasına katıldı (1683). Bu sırada Kırım hanı olan Murat Giray’ın ihaneti üzerine, muhâsara bozgunla neticelendi. Sancak-ı şerîfi düşman eline geçmekten Hacı Giray kurtardı. Savaş sonunda Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Kırım Hanı Murat Giray’ı vazifesinden alıp, yerine Hacı Giray’ı tâyin etti (1683). Hacı Giray’ın hanlığına karşı çıkan Şirin Kabilesi ve bâzı Kırım beyleri, ayaklandılarsa da duruma hâkim oldu (1684). Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Viyana bozgunu sebebiyle idamı üzerine, İstanbul’daki en büyük desteğini kaybetti. Kırım’da kendisine karşı tekrar isyan başlaması üzerine hanlıktan alınan Hacı Giray Rodos’a gönderildi (1684). Yerine Selim Giray Han tâyin edildi.

1689 yılında Rodos’ta vefât etti.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:45:06 PM
Hümayun Şah


Hindistan’daki Büyük Gürgâniyye Devleti (Babürlüler) hükümdarı. Lakabı Mîrzâ Nâsırüddîn Muhammed’dir. 6 Mart 1508 yılında Kâbil’de doğdu. Gürgâniyye Devleti'nin (1526-1858) kurucusu Bâbür Şahın Mâhım Begüm’den doğan büyük oğludur. Hümâyûn Şah, âilesinden aldığı mükemmel terbiye sâyesinde iyi bir asker, âlim ve şâir olarak yetişti. Gençliğinden îtibâren, babasının bütün askerî harekâtına katıldı. Eyâlet vâliliği yaptı.
Bâbür Şah'ın (1526-1530) 21 Mayıs 1526 târihinde Hindistan’ın Lûdî Sülâlesine son veren Pânipüt Savaşında, Hümâyun Şah, en ön safta çarpışıp büyük kahramanlıklar gösterdi. Lûdîlerin yenilip, Gürgâniyye Devletinin kurulmasını sağlayan Pânipüt Zaferi sonrasında, Agra şehrini kuşatıp aldı. Gürgâniyye veliahdı oldu. Babasının sağlığında meydana gelen iç ayaklanmaları bastırdı. 1530 yılında Bâbür Şâhın vefâtıyla Gürgâniyye sultanlığına getirildi.

Hümâyûn Şâh Kâbil, Kandehâr, Gazne, Pencâb taraflarına kardeşi Mîrzâ Kâmrân’ı gönderip, kendisi de Hindistan’ın fethine başladı. Fakat büyük güçlüklerle karşılaştı. Afganistan’da Şîr Han Sûrî’nin idâre ettiği Afgan Beyleri isyânı, aleyhine genişledi. Gucerât Seferine çıkıp, Sultan Bahâdır’ı 24 Nisan 1535’te Manhasar Meydan Savaşında yenip, Gücerât’ı fethederek idâresini kardeşi Askari’ye verdi.

1535 târihinden îtibâren Hümâyûn Şahın kardeşleri arasında iç mücâdeleler başladı. Afgan Beylerinden Şîr Han, Sûrî Bihâr ve Bengâl’e saldırdıysa da alamadı. Fakat, Hümâyûn Şah, 1539 ve 1540 yıllarında iki defâ Şîr Hana yenildi. 17 Mayıs 1540 Kaneviç Savaşı yenilgisinden sonra İran’a sığındı.

Gürgâniyye Devleti saltanatı, 1540-1554 yılları arasında Delhi Surî Sultanlığına geçti. Hümâyûn Şâh, 1554 yılına kadar İran’da Şah Birinci Tahmasb Safevî’nin (1524-1576) yanında kaldı. Şâh Tahmasb, Hümâyûn Şahı, Osmanlılara karşı kullanmak ve Şiî îtikâdını kabul ettirmek için çok iyi davrandı. Fakat düşündüklerini yapmada muvaffak olamadı.

Hümâyûn Şah, İran’dan aldığı askerle 1554’te Hindistan’a dönüp, Dehli Sûrî Sultanlığının beşinci hükümdârı İskender Şâhı yenip, Dehli ve Agra’yı tekrar ele geçirerek Afgan hâkimiyetine son verdi (1555).

Hümâyûn Şahın ikinci hükümdârlığı fazla sürmedi. Sarayında geçirdiği kaza sonucu 26 Ocak 1556 yılında vefat etti. Yerine oğlu Birinci Celâleddîn Ekber Şâh, Gürgâniyye sultanı oldu.

Hümâyûn Şahın Dehli’deki türbesi pek büyük ve muhteşemdir. İyi komutanlık ve hükümdarlığının yanında Türkçe ve Farsça şiirlerinin toplandığı bir Dîvân’ı vardır. İran dönüşünde “Râfizî olmuş!” dedikodusuna çok hiddetlenip verdiği; “Büyük babamın adı Ömer Şeyh idi, başka şey bilmem!” cevâbı, îtikâdının temizliğinin ve dînî bütünlüğünün ispâtıdır.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:48:18 PM
Hüseyin Baykara


Timur Hanın torunu olup babası Muizzüddin Ömer Şeyhtir. 1438 yılında Herat’ta doğdu. 1470 (H. 874) yılında Şahruh’un oğlu Baysungur’un torunu Mirzâ Yâdigâr Muhammed’i bertaraf ederek; Horasan, Sîstân, Belh ve Harezm bölgelerine hâkim oldu. Böylece Tîmûr torunları arasındaki taht mücâdelelerine son verdi.

 Herat’ı başşehir yaptı. Devri, hâkim olduğu yerlerde sulh ve sükûn devri olduğu gibi, Herat da kültür merkezi durumuna geldi ve şöhreti dünyâya yayıldı. Hattâ Uluğ Beyin ölümü üzerine sönmeye yüz tutmuş olan Semerkand medeniyeti, yerini Herat Medeniyetine bıraktı. Zamânında Herat’ta ilim tahsil eden talebe sayısı 12 bin kişiyi buldu.

 İlim ve sanata çok fazla değer veren Hüseyin Baykara, âlim ve şâirleri sarayından eksik etmezdi. Böylece târihte ‘Baykara Meclisleri’ olarak zikredilen zevkli, eğlenceli, ilmî toplantılara yer verirdi. Onun meclislerinde Molla Câmî, Hâtıfî, Alî Şîr Nevâî gibi önde gelen İran ve Türk şâirleri ile meşhur ressam Bihzâd, tezkire sâhibi Devletşah ve hat üstâdı Sultan Ali de bulunurlardı.

Osmanlı tezkirelerinde ‘İran pâdişâhı, cihân şahlarının şâhı, fâzılların görüp gözeticisi, beliğlerin koruyucusu, Acemin Hüsrev’i’ şeklinde zikredilen Sultan Hüseyin Baykara’nın, Osmanlı hükümdârı ve muâsırı Sultan İkinci Bâyezîd tarafından hatırının sayıldığı da bir gerçektir. Hattâ şâir Behiştî’nin, Hüseyin Baykara’nın ricâsı üzerine İkinci Bâyezîd Han tarafından affedildiğini yine Osmanlı şuarâ tezkireleri kaydetmektedir.

 En büyük hizmeti Türk dilini ve kültürünü himâye etmesidir. Zamânında Çağatay Türk Edebiyâtı altın devrini yaşamış ve Türkçe‘ye olan itibâr artmıştır. Çağatay Türk Edebiyâtının gelişme ve olgunlaşmasında Hüseyin Baykara’nın hizmeti büyüktür. Türkçe bir dîvânın sâhibi olan Şâir Hükümdâr, şiirlerinde Hüseynî mahlasını kullanmış, küçüklükten beri birlikte büyüdükleri çocukluk ve mektep arkadaşı Alî Şîr Nevâi ile Türkçe‘nin devlet ve edebiyât dili olması için çalışmış, Türkçe yazmayı emreden ferman çıkarmıştır. Hattâ bununla da kalmayarak, devrinin ağır ve karışık hayâtına rağmen, çeşitli Türk şîve ve ağızlarına, halkiyâtına âşina olarak, kendi milletinin edebî zevkini de tatmıştır. Ali Şîr Nevâî, onu Türk şîvelerini en iyi bilenler arasında göstermekten zevk duymuştur.

Şiirlerinde lirizm (akıcılık ve coşturuculuk) hâkimdir. Dîvân’ındaki gazellerin hepsini remel vezniyle yazmış, böylece Türk Edebiyâtı içinde ayrı bir husûsiyet taşımıştır. Heyecânlı, çekici ifâdeler, tasvîr güzelliği, canlı bir üslubu vardır. Türkçe‘nin âşığı olan bu Hükümdâr Şâir, yalnız fermanda kalmamış, Dîvân’ı ile de Türkçe‘ye hizmetini bilfiil ortaya koymuş, dili çok güzel kullanmış ve şiirlerinde yabancı kelimelere oldukça az yer vermiştir. Hüseyin Baykara’nın saltanatının yükselişine büyük emeği geçen, ilim ve sanat adamı olduğu kadar, müşâvirlik de yapan, hattâ devlet hizmetinde yer alan, devrin Türkçe savunucusu olan Mîr Alî Şîr Nevâî, Mecâlisü’n-Nefâis adlı şuarâ tezkiresinin bir bölümünü ona tahsis ederek, bu hizmetini takdirle yâd etmiştir.

 Türkçe Dîvân’ından başka Mecâlisü’l-Uşşâk adlı Farsça biyografik bir eserin yazarı olduğu söyleniyorsa da bu durum şüphelidir. Kendisini ilim ve kültüre veren, Farsça şiirler de yazan Sultan Hüseyin Baykara, 36 yılı aşkın saltanat sürmüş ve 1506 (H. 911) yılında vefat etmiştir. Sağlığında Herat’ta hazırlattığı Kubbe-i Âliyye’de yatmaktadır.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 09:54:36 PM
İBRAHİM HAN


Babası          Ahmed Han- I
Annesi        Mahpeyper (Kösem) Sultan
Doğumu     5 Kasım 1615
Vefatı        18 Ağustos 1648
Saltanatı    1640-1648


Osmanlı padişahlarının on sekizincisi ve İslam halifelerinin seksen üçüncüsü. Sarayda iyi bir eğitim ve tahsil gördü. Ağabeyi Sultan dördüncü Murad' ın ölümünde, hayatta kalan tek Osmanlı şehzadesiydi. Ağabeyinin genç yaşta ölümüne bir türlü inanamadı. Sultan olduğunu bildiren annesine ve paşalara: "Allahü teala padişah kardeşimizin ömrünü uzun etsin. Bize sultanlık lazım değildir. Padişah kardeşimizin ömrüne duacıyız." dedi. Ancak annesi ve devlet adamlarının ısrarı ile ağabeyi sultan dördüncü Murad'ın naşını gördükten sonra taht odasına geçti. Hırka-ı seadet dairesinden getirilen hazret-i Ömer' in sarığı besmele ile başına sarıldıktan sonra ellerini açtı ve "Elhamdülillah. Ya Rabbi! Benim gibi zayıf bir kulunu bu makama layık gördün. Saltanat günlerimde milletimi hoş hal eyle ve birbirimizden hoşnud eyle" diye dua ederek tahta oturdu (9 Şubat 1640).

   Sultan İbrahim Han' ın tahta geçtinin ilk senesinde Mirgünoğlu hadisesi vuku buldu. Dördüncü Murad'ın İran seferi sırasında Revan kalesi kumandanı olan Emir Mirgünoğlu, kalenin fethinden sonra affedilerek Emirganda oturmasına müsade edilmişti. (Bugün Emirgan adı bu zatın isminden dolayı gelmektedir.) Sefih, ayaş ve ahlaksız bir kimse olan Mirgünoğlu, Sultan dördüncü Murad' ın ölümünü fırsat bilerek bölücü ve yıkıcı propagandalar ile müslümanları aldatmaya başladı. Bu faaliyetleri üzerine Sultan İbrahim Han yerinde bir kararla onu idam ettirdi. Hurufiler ve mülhidler, bundan dolayı Sultan İbrahim' e düşman oldular. Çeşitli iftiralarda bulundular. Öldürülen Mirgünoğlu' nu da Kesikbaş Evliya diye propagaanda aleti yaptılar. Bu yalana ve uydurma hikayelere inananlar bu müslüman Türk sultanına bilmeyerek deli diye iftira etmektedirler.

   İbrahim Han bundan sonra dış Mes'elelerile ilgilenmeye başladı. 1637 yılında Ruslar tarafından işgal olunan Azak kalesi üzerine bir ordu gönderdi. Kırım kuvvetlerine gelince Ruslar kaleyi teslim ettiler. Almanya sınırında ise akıncılar daimi olarak Avusturya' ya akınlar düzenliyorlardı. 1641 yılında düzenlenen akında, Osmanlı akıncıları Bavyera içlerine kadar ilerledi. Kuzey Bavyera' daki bazı kasabalar Osmanlı hakimiyetini kabul ettiler. Bu akınlardan büyük zarara uğramaları üzerine, İmparator Ferdinand Osmanlı fetihlerini kabul ederek Zitvatoruk antlaşmasını yeniletmeye muvaffak oldu.

   Diğer taraftan Malta Saint-Jean şövalyelerinin fırsat buldukça Türk ticaret gemilerine saldırmaları yüzünden, Sultan İbrahim Han onların en büyük sığınağı olan Grid adasının fethini emretti. 20 Haziran 1645' de Sakız adasından denize açılan Osmanlı donanması, 17 Temmuz' da Girid' in Hanya limanını fethetti. Hanya' nın Osmanlılar tarafından fethi, Avrupa' da büyük akisler uyandırdı. Almanya ve İtalya, asker göndererek Venedik' e yardım etmek kararı aldı. Bu sırada Hanya muhafazasıne getirilen deli Hüseyin Paşa, harekata devamla Resmo kalesini ele geçirdi. Osmanlı donanması muharebeye devam ederken, Sultan İbrahim'in hal'i olayı meydana geldi.

   1647' de Kara Musa Paşa' nın ölümü ile Sadaret makamına getirilen Hezar-pare Ahmed Paşa' nın dikkatsiz ve adaletsiz davranışları aleyhte büyük bir propaganda ile isyanı beraberinde getirdi. Bu arada hurufilerin Sultan İbrahim Han aleyhine yaptıkları iftiralar da hedefine ulaşmıştı. Nitekim Hezar-pare Ahmed Paşa aleyhine olarak başlayan isyan, Sultan İbrahim Han' ın da tahttan indirilmesiyle sonuçlandı. Tahta oğlu dördüncü Mehmed Han çıkarıldı. İyancıların önderi olan Sofu Mehmed Paşa, Sultan İbrahim hayatta durdukça rahat edemeyeceğini bildiğinden, kendisini şehid ettirdi. (18 Ağustos 1648)

   Sultan İbrahim, çok cömert ve lütufkar olup, fakirlere, acizlere ihsanı pek çokto. Devrinde maliye düzeltilip, milletin kıtlık çekmemesi ve israfın önlenmesi için fermanlar çıkarıldı. Beylerin zalim olmaması ve halka zulüm yapmaması için çok dikkat ederdi. Halka zulüm yapan ister idareci, ister halktan bir kişi olsun, mücadele eder ve muhakkak cezasını verirdi. Halkın rahat ve huzurunu her şeyin üzerinde tutardı. Bir gün tedbil-i kıyafeyle gezerken fırın önünde ekmek almak için uzun kuyruklar olduğunu gördü. Saraya döner dönmez Sadrazama; "Teba-i şahanemden hiçbirisinin ekmek almak için bir dakika bile beklemesine rızam yoktur" Bir hoşca mukayyed olasın... Ve illa başını keserim" diye emretmiştir. Bundan sonra da kuyruklar olmamıştır.

   İbrahim Han devrine kadar uzanan Osmanlı kaynaklarının bir tanesi hariç, bu Sultan'ın akli dengesinde bir bozukluk olduğuna dair hiç bir bilgi yoktur. Karaçelebizade' nin Ebrak kitabındaki Sultan' ın aleyhinde olan yazı, bu zatın Sultan' ın tahttan indirilmesinde ve öldürülmesinde rolü olduğu, kindarlığı ile tanıdığındani tarih için muteber kabul edilmemektedir. Tarih, Sultan'ın deli olmadığını iftiralara uğradığını kabul etmektedir.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 24, 2010, 10:04:08 PM
İlteriş Kutlug Kağan



Göktürk hükümdârı. 630 yılında Çin hâkimiyetine girerek istiklâlini kaybetmiş olan Göktürk devletini, 682 yılında tekrar kurdu. İki ülkeyi derleyip topladığı için Kutlug adına ilave olarak, İlteriş unvânı verildi.

Çin’de doğup büyüyen İlteriş Kutlug Kağan, bir süre devlet memuru olarak çalıştı. Orta Asya hududunda görev yaptığı sırada, 681 yılında on yedi arkadaşı ile birlikte Türk devletini kurmak için teşebbüse geçti. Bilge Tonyukuk da yardımcı oldu. Kendisini destekleyenlerin sayısı yedi yüzü bulunca, istiklâlini ilân etti. Orta Asya Türkleri, Çin’deki Türk Hanedan mensupları ve kumandanları etrafında toplandı. Büyük bir kuvvet ortaya çıktı. 682 yılında, Göktürk Devletini ikinci defa kurup hükümdarlığını îlân etti. Bilge Tonyukuk’u kendisine vezir yaptı. İkinci Göktürk Devleti adıyla anılan bu devlete kurucusuna nispetle Kutlug Devleti de denildi.

Göktürk Devletini millî şuurla teşkilâtlandırıp Türk töresini ülkede hâkim kıldı. 682 yılından sonra, on yıl içinde, on yedisi Çin’e olmak üzere kırk yedi sefer tertip eden İlteriş Kutlug Kağan, yirmisine bizzât katıldı. Hepsinde muvaffak olup, hiç yenilmedi. 692’de ölünce kardeşi Kapağan (692-716), kağan oldu.

Bilge Kağan, amcası Kapağan Kağan’ın ölümü üzerine yerine geçen oğlu İnal’ı devirerek 32 yaşında 716 yılında Göktürk Devleti’nin başına geçti.

Bilge Kağan (716-734) ile Kül Tigin, İlteriş Kutlug Kağan’ın oğullarıdır. Eşi İlbilge Hatun’dur.





: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 08:27:22 PM
İltutmuş


Delhi Türk Sultanlığının kurucusu ve ilk hükümdârı. Aslen Türkistanlı olup, İlbârı kabîlesinden Aylam Hanın oğludur. Baba yurdundan kaçırılıp, köle olarak satıldı. Buhâra’da ilim sâhibi bir zât, zekâ ve kâbiliyetini keşfedip, satın aldı ve onu en iyi şekilde yetiştirdi. Lahor Sultânı Kutbeddîn Aybeg, nâmını duyduğu İltutmuş’u Hindistan’a getirtip satın aldı.

İltutmuş, kâbiliyet, ilim ve zekâsıyla kısa zamanda Aybeg’in özel muhâfız alayı komutanlığına yükseldi. Gwalyar’ın fethi üzerine buranın, daha sonra da Bedaun bölgesinin vâliliğine tâyin edildi. Bilâhare Emîrü’l-ümerâlığa getirildi. Sultan Aybeg’e damat oldu. Kutbeddîn Aybeg’in 1210’da ölümü üzerine, evlatlığı Aram Şah başa geçti ise de birliği sağlayamadı. Devlet adamları, Şemseddin İltutmuş’u başa geçirdiler (1211). Aram Şah, îdâm edildi. Muhâliflerini bertaraf eden İltutmuş, Celâleddîn Harezmşah’ın Hindistan topraklarını bölme çalışmalarını bertaraf etti (1222).

Orta Asya’da Moğol zulmünden kaçan Müslüman Türkleri memnûniyetle kabul edip, bunlarla ordusunu güçlendirdi. Lahravti (1225), Sind (1228), Gwalyar (1232), Malvo (1234) seferlerini yaptı. Vindhya Dağlarının kuzeyindeki bütün Hindistan topraklarını Delhi Sultanlığı sınırları içine aldı. Onun fetihleri ve Hindistan’da İslâmiyeti yayma çalışmaları, Bağdat’taki Abbâsî Halîfesi Mustansır-billah (1226-1242) tarafından takdirle karşılandı. Halîfe, İltutmuş’a hil’at gönderip “Nâsır-ı Emîrü’l-Mü’minîn” unvânını verdi. Bu sâyede Abbâsî halîfesince tanınan Hindistân’ın ilk Müslüman hükümdârı oldu. 1229 yılından sonra, Nâsır-ı Emîrü’l-Mü’minîn unvânı ile paralar bastırdı. 1236 yılında vefât eden İltutmuş’un yerine önce oğlu Fîrûz Şah, sonra da kızı Râziye Begüm Sultan (1236-1240) geçti. Sonra sıra ile, İltutmuş’un diğer oğulları; Behram, Mes’ûd ve peşinden de Mahmûd Şah (1241-1266) tahta geçtiler.

İltutmuş, ilim sâhibi bir kimseydi. İlme ve ilim sâhiplerine hürmet ederdi. Devrinde yaşayan Muînüddîn Çeştî, Kutbeddîn Bahtiyâr Kâkî, Bahâüddîn Zekeriyyâ, Ferîdüddîn Genc-i Şeker, Hâce Ahmed Buhârî, Kâdı Hamîdeddîn Nâgurî gibi âlimlerin duâlarını alıp, nasîhatlerinden istifâde etti. Dînî ve sosyal eserleri tâmir ve yenilerini inşâ ettiren İltutmuş, Kutbeddîn Aybeg’in Delhi’de başlattığı Kutb Câmii ve Kutb minâreyi ve Ecmir’deki câmiyi tamamlattı. Bedaun’da da bir câmi yaptırdı.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 08:30:20 PM

İmadeddin Zengî


Musul Atabegliğinin kurucusu. Babası Büyük Selçuklu Devletinin Halep Vâlisi Aksungur’dur. Babasının ölümünde yedi yaşında bir çocuk olan Zengî, Kür-Boğa, Mûsâ et-Türkmânî, Çökürmüş, Çavlı, Mevdûd ve Aksungur Porsukî gibi emirler tarafından eğitilip yetiştirildi.

1111 ve 1113 senelerinde Emîr Mevdûd’un Haçlılar üzerine tertip ettiği seferlere katıldı. Taberiye Muhâsarasında büyük bir kahramanlık göstererek Mevdûd’un itimâdını kazandı. Mevdûd’un ölümünden sonra Musul’a tâyin olunan Aksungur Porsukî tarafından, Aşağı Irak bölgesinde Selçuklu hâkimiyetini tesis için Vâsıt’a gönderildi. Abbâsî Halîfesi El-Müsterşid-billah’a karşı isyân eden Hille Emîri Dübeys bin Sadaka’nın kuvvetlerini bozguna uğrattı. Bu başarısı üzerine Vâsıt ve Basra kendisine ıktâ olarak verildi. Irak Selçuklu Sultânı Mahmûd 1118-1131 yılında İmâdeddîn Zengî’yi oğlu Alparslan‘ın atabegliği vazîfesi ile berâber Musul vâliliğine tâyin etti (1127). Atabeg Zengî, aynı yıl Halep’i aldı.

Bu sırada Haçlılar, Akdeniz’in Sûriye sâhilini tamâmen ele geçirmişlerdi. Şam’dan, Rakka ve Rahbe’ye uzanan yoldan başka bütün ticârî yollar kesilmişti. Haçlılar ile uzun yıllar mücâdele eden Dımaşk Atabeği Tuğtegin’in ölümü, Müslümanları büyük bir liderden mahrum bırakmıştı. Bu boşluğu doldurmak isteyen Atabeg İmâdeddîn Zengî, Haçlıların elindeki Barin Kalesi üzerine yürüdü. Yardıma gelen Kudüs Kralı Fulk’u ağır bir yenilgiye uğrattı. Trablus Kontu Raymond ve birçok şövalyeyi esir aldı. Durumun ümitsizliğini gören Barin Kalesi müdâfîleri kaleyi teslim ettiler. Zengî’nin bu faaliyetleri üzerine Bizans İmparatoru İkinci Yohannes, Antakya önlerine kadar geldi. Bölgedeki Haçlı kuvvetleriyle birleşerek Buzaa, Kefertab ve Esarib kalelerini zaptetti. Ancak Halep ve Şeyzer kalelerini kuşatmalarından bir netîce elde edemediler. Bu sırada Haçlı komutanlarıyla anlaşmazlığa düşen Bizans İmparatoru, Suriye’den çekildi. Bu fırsatı kaçırmayan Atabeg Zengî, Antakya kontluğu topraklarına girerek kaybettiği yerleri tekrar kazandı.

 Kuzey Irak, Sûriye ve El-Cezîre bölgelerini fetheden Musul Atabegi, 1140 yılında Irak Selçuklu Sultânı Mes’ûd’un emri üzerine Haçlıların elindeki Urfa üzerine yürüdü. Üç piskopos tarafından korunan ve Haçlılar için fevkalâde önemli olan bu kaleyi kısa bir sürede fethettikten sonra, komutanlarından Ali Küçük’ü buraya vâli tâyin etti. Ondan şehri îmâr etmesini ve herkese adâletli davranmasını emretti. 1146 yılında Caber Kalesini kuşatan İmâdeddîn Zengî, 14 Eylül gecesi kendi hizmetkârları tarafından uyurken öldürüldü. Rakka’da, Sıffin şehitleri yanına defnedildi.

İmâdeddîn Zengî, idârî işlerde titiz, siyâsî ve askerî kâbiliyeti yüksek bir zâttı. Haçlılarla yılmak bilmeyen mücâdelesi, Barin ve Urfa’yı fethetmesi ile Müslümanların büyük bir kahramanı oldu. Bu, Haçlıların bölgede ilk mağlubiyetiydi. Musul ve Halep’te kurduğu hânedânın, Halep’teki kolu Eyyûbîlerin hâkimiyetini kabul etmesine, Musul’daki kolu da Moğolların istilâsına kadar devam etti.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 09:07:04 PM
İstemi Kağan


Göktürk İmparatorluğu hükümdârı. Göktürk İmparatorluğu'nun (552-745) kurucusu olan Bumin Kağan’ın kardeşidir. Bumin Kağan (552-553), Avarlara isyân ettiğinde İstemi, on boyun başında olarak ona yardım etti. Göktürk İmparatorluğu kurulunca Bumin, Doğu Göktürk Hakanı, İstemi de Batı Göktürk Yabgusu oldu. Bumin’in 553 yılında ölümüyle İstemi Büyük Göktürk Kağanı seçildi. 576 târihinde ölümüne kadar kağanlık yaptı.

İstemi Kağan, Göktürk İmparatorluğu'nun batısındaki Ak Hun İmparatorluğu ile 563-567 yılları arasında savaşıp onları yendi. Bütün Mâverâünnehir’i ele geçirip Sâsânî Devleti (224-651) ile komşu oldu. Batı Göktürkler, İli Irmağı boyu merkez olmak üzere; Kâşgar, Kulca, Cu Irmağı boyu, Isıg Gölü ve Aral Gölü çevresinden Hazar Denizine kadar genişlediler. İlk önce Sâsânî hükümdârı Hüsrev Nûşirevân (531-579), sonra da Bizans İmparatoru İkinci Justinianus (556-578) ile diplomatik münâsebetler kurup, siyâsî ve ticârî münâsebette bulundular. Ak Hunlara karşı Nûşirevân’la dost geçinen İstemi Kağan, ona kızını verdi. Sâsânîlerin batıya ipek taşımacılığını durdurması üzerine, aralarında anlaşmazlık çıktı. Bu yüzden Sâsânîlere karşı Bizanslılarla ticarî ve siyâsî ittifak tesis edildi.

İranlılardan ya ipek yolunu açması yada Göktürk İmparatorluğu'na haraç vermesi istendi. Haraç isteği reddedilen İstemi Kağan, elçilerinin de zehirlenmesi üzerine, İran’a karşı sefer hazırlıklarına başladı. Bu durumu haber alan Sâsânîler, ticâret yolunu açmayı ve haraç vermeyi kabul ettiler. Bilâhare ortaya çıkan Sâsânî-Bizans çatışması (571-590) sırasında, Sâsânîlerin zayıf düşmesinden de istifade eden İstemi Kağan, Âzerbaycan taraflarını ele geçirdi. İstemi Kağan’ın 576 yılında ölümünden sonra yerine oğlu Tardu geçti.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 09:33:03 PM
Kalavun


Mısır Memlûk Devletinin yedinci hükümdârı. Eyyûbî Sultanı Melik Sâlih Necmüddîn Eyyûb’ün kölelerinden olup, bin altına satın alındığı için “Elifi” de denir. Sultan kendisini 1247 yılında, serbest bırakınca askerlik hizmetine girdi. Sultan Baybars ve oğlu Baraka Hanın hükümdârlığı zamânında Ermenilerle yaptığı savaşlardaki başarısıyla dikkati çekti.
Baraka Han tahttan indirilip yedi yaşındaki kardeşi Salamış hükümdâr olunca, Kalavun, atabeg tâyin edildi. Altı ay süren bu atabeglikten sonra bir darbe ile hükümdârlığı ele aldı. Halîfenin de hükümdârlığını tanımasıyla durumu sağlamlaşan Kalavun, Suriye’deki Şam Sultanı Sungur, Moğollar ve onlara yardım eden Ermenilerle mücâdele ederek yaptığı savaşları kazandı. Bütün Suriye’yi elde etmek için St. Jean şövalyelerinin Morkab’daki kalelerini 1285’te ele geçirdi. Trablus’u ve yakınındaki Batrun Kalesini ele geçirdikten sonra Akkâ’yı almak için yola çıktığı sırada, Kahire yakınlarında öldü. Yaptırdığı medresenin bahçesine defnedildi.
Cesur, tedbirli, âdil, ilmi ve terakkiyi seven bir hükümdâr olup, Kahire’de iki kasr arasında büyük bir medrese yaptırdı. O zamâna kadar bir benzeri yapılmamış olan Kahire Hastânesi, en önemli eseridir. Bu hastânenin çeşitli hastalıklar için laboratuarları, ilâçlar ve diğer erzaklar için ayrı ayrı depoları, tertipli, güzel hasta koğuşları bulunmaktaydı. Ayrıca bu hastânenin yanına câmi ve diğer eserler de yaptırdı.
Memlûk sultanları arasında, kurduğu hükümrânlık devâm eden yalnız budur. Bu sülâlenin başına Kalavun’dan sonra beş hükümdâr daha geçti. 1382 yılında Çerkes Sultanları ortaya çıkınca sülalenin hükümrânlığı sona erdi.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 09:53:20 PM
KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN


Babası        Yavuz Sultan Selim
Annesi        Hafsa Hatun
Doğumu     27 Nisan 1495
Vefatı         6/7 Eylül 1566
Saltanatı     1520-1566


Osmanlı Sultanlarının onuncusu ve islam halifelerinin yetmişbeşincisi. 1509'da Kefe sancakbeyliğine gönderilinceye kadar babasını yanında kalmış ve bu müddet içinde iyi bir öğrenim ve eğitim görmüştür. Babası Yavuz Sultan Selim'in 1514 İran ve 1516 Mısır seferleri sırasında Rumeli'nin muhafazasıyla görevlendirildi ve Edirne'de oturdu. Babasını vefatı ile de 30 Eylül 1520 tarihinde 26 yaşında iken Osmanlı tahtına çıktı.

   Kanuni Sultan Süleyman, Belgrad'ın fethi(1521) ile Orta Avrupa'nın, şovalyelerin üssü olan Rodos'un zaptı (1522) ile de Akdeniz hakimiyetinin kapılarını devletine açtı. 1526'da yüzbin kişilik ordusu ve 300 kadar top ile Mohaç ovasında Macar ordusuyla karşılaştı.Bu durumda sancaklarını açıp ellerini semaya doğru kaldıran Sultan; "Ya Rabbi! Senin kudret ve himayeni diliyor, hazreti Muhammed'in ümmetine yardımını niyaz ediyorum." diye yalvardı. Tarihin bu en büyük meydan sava- şında düşman ordusunu yok eden Kanuni, 20 Eylül'de Macaristan'ın başşehri Budin'e girdi.1529 da Viyana muhasara edildi ise de, kuşatma vasıtalarının getirilmemesi ve kış mevsiminin yaklaşması üzerine neticesiz kaldı. 1532'de Alman seferine çıkan Kanuni, Viyana'yı arkada bırakarak Gratz, Marburg, Gunss ve daha bir çok Alman şehirlerini zaptetti. Yedi ay Avrupa içlerin- de dolaştığı halde imparator karşısına çıkmağa cesaret edemeyince geri döndü.

   1534'de Safeviler üzerine sefere çıkan sultan, Bağdat ve Basra'yı zaptetti. Bağdad'da evliya kabirlerini ve Kerbela' da hazret-i Ali ve hazreti Hüseyin'in makamlarını ziyaret eden Kanuni, Abdülkadir-i Geylan'i hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imaret yaptırdı. Fetih hareketlerine devam eden Kanuni, 1535'de Tebriz'i zaptetti. 1537'de İtalya seferine çıkarak, Otranto'ya kadar ilerledi.

   Karalarda cihan hakimiyetini eline geçiren Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayreddin Paşa vasıtasıyla denizlerde de Osmanlı Devleti'nin gücünü gösteriyordu.Nitekim bu büyük deniz komutanı haçlı donanmasını 27 Eylül 1538'de Preveze'de imha ederek, müstesna bir zaferle Akdenizde tam bir Türk hakimiyeti kurdu. Kanuni süveyş'te kurduğu donanma ile de Kızıldeniz'i ve Arabistan sahillerini emniyet altına aldı ve Avrupalıları Hindistan sahillerinden uzaklaştırmaya başladı.

   Bu fetihleri; 1543'de Estergon,Nis ve İstolni-Belgrad, 1551'de Trablusgarb'ın zaptı ve 1553'de Nahcıvan seferi takib etti. İhtiyar ve hasta bir halde iken 1566'da yine cihada çıkan bu büyük Türk sultanı, Sigetvar kalesinin zaptı sırasında top sesleri arasında 72 yaşında iken vefat etti. Naşı Süleymaniye'deki türbesine defn edilmiştir.

   Türklerin kendisine Kanuni ve Gazi, Avrupalıların ise "Muhteşem" dedikleri Süleyman Han, babasından devraldığı 6.557.000 km2 Osmanlı toprağını, yaptığı fetihlerle 14.893.000 km2 ye ulaştırdı. Bulunduğu yüzyıl, dünya tarihine Türk asrı olarak geçti. Bu asırda her sahada dahi devlet ve ilim adamları yetişti. Nitekim Sadrazamı İbrahim Paşa, Lütfi Paşa, Sokullu Mehmed Paşa; Şeyhülislamı Kemalpaşazade, Ebüssü'ud Efendi, şairi Baki, Fuzuli; san'atkarı Mimar Sinan; Kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddin Paşa olan bir devletin padişahı Kanuni olurdu.

   Sultan Süleyman Han'ın asıl adından daha fazla bilinip, şöhreti olan Kanuni ünvanı, önceki Osmanlı kanunnamelerini ve devri icabı lüzumlu hükümleri Kanunname-i Al-i Osman adı altında, islam hukuku esasları dahilinde toplattırıp tanzim ettirme- sinden ileri gelmektedir. Kanuni hareket ve sözleri güzel, aklı kamil, nezaketli, irfan sahibi, sözleri tatlı, alim, hakim ve şairlere dost, bütün maddi-manevi iyilikleri şahsında toplamış emsalsiz bir padişahtı.

  Pek çok hayrat ve iyilikleri olan Kanuni, imar faaliyetleriyle de uğraştı. Memleketin hemen heryerinde camiler, mescid- ler, medreseler, hamamlar ve çeşmeler inşa ettirdi. Mimar Sinan'ın yaptığı Süleymaniye Camii de bu devirde Türk azameti devrinin tacını teşkil etmiştir.Koca Mimar Sinan büyük Hakan'a; "Padişahım sana öyle bir cami inşa ettimki, kıyamete değin ayakta duracak bir metanete sahiptir." diyerek bu eserini takdim etmiştir.

Pek çok özellikleri yanında büyük bir şair olan Kanuni Sultan Süleyman'ın hastalığında yazdığı şu beyti yüzyıllardır dillerde söylenmektedir.

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 09:59:29 PM
Kapagan Han Kağan


Göktürk Devleti hakanlarından Kapagan Kağan, 22 Temmuz 716′da öldü. Doğum tarihi bilinmiyor. Çinlilerle ve Kırgızlarla yaptığı savaşları kazandı, ülkesinin topraklarını genişletti. Veziri Tonyukuk, oğlu Bilge Kağanın döneminde de vezirlik ve danışmanlık yaptı. Oğuz Boylarından Bayırkuların tuzağına düştükten sonra öldürüldü.

Göktürk Devletini, 682 yılında yeniden kuran ağabeyi Kutluk Kağanın ölümü üzerine, 692 yılında Göktürk Hâkanı olmuştu. 24 yıl hüküm sürdü. Onun önderliğinde Göktürk Devleti batıda, Mâverâünnehir olarak anılan Batı Türkistan’ı, doğuda Çin topraklarının bir bölümünü aldı. Onun asıl hedefi Tang hânedânının hâkimiyeti altındaki eski Türk topraklarını ve Türklerin oturduğu Çin eyâletlerini almak, Çin’in, Göktürk Devletine uzak bölgelerinde oturan Türklerin de kendi ülkesine yerleşmesini sağlamaktı.

Kapagan Kağan, Çin kaynaklarında kendisinden korku ile söz edilen bir kişidir. Dış siyasette ve askerî komuta konularında başarılı olmakla birlikte, iç yönetimde aşırı sertliği sebebiyle hoşnutsuzluklara ve isyanlara sebebiyet verdi. İç karışıklıklarda, Çin entrikalarının da rolü olmuştu.

716 yılında, Göktürk boylarından Bayırkular yeniden isyan etmişlerdi. Kapagan Kağan, bu isyânı da çok sert bir şekilde bastırdı. Zafer sarhoşluğu içerisinde ihtiyatsız bir şekilde savaş alanından ayrılırken, sağ kalan Bayırkuların saldırısına uğradı ve öldürüldü. Kapagan Kağanın kesik başının, Çin sarayına götürülmesinden anlaşıldığına göre, bu olayda da Çin entrikası vardı.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:03:16 PM
Karamanoğlu Mehmed Bey


Karamanoğullarının ikinci beyi Kerimüddin Karaman’ın oğludur.Doğum tarihi belli olmayıp ölümü 1280'dir. Mehmet Bey askeri ve idari yönden bilgili bir devlet adamı idi. Bilim adamlarını etrafına toplayıp onlara büyük önem vermiştir. 13.yüzyıl ortalarında Selçuklular, edebi dil olarak Farsçayı, devlet dili olarak Arapçayı kullanırlardı.

Halk ise öz dili olan Türkçeyi kullanırdı. Mehmet Bey birlikte yaşamanın ilk şartı olan dil birliğinin gerekliliğine inanıyordu. Bu birliği gerçekleştirmek için Toroslar üzerinde yaşayan bütün Türkmen boylarını çevresinde toplayarak bir ordu oluşturdu.

Üzerine gönderilen Selçuklu ve Moğol kuvvetlerini büyük bir yenilgiye uğratarak Konya'ya girdi.burada yaşayan Selçuklu Türkleri Karamanoğulları ile birlik oldular. Kısa zamanda Konya vilayeti ve bazı çevre iller Karamanoğullarının hakimiyeti altına girdi. Daha sonra Selcuklu sultanı İzettin Keykavus'un oğlu Gıyaseddin Siyavuş'u başa geçiren Mehmet Bey'in kendisi de vezir oldu. İlk önceleri Moğol baskısına başarı ile karşı koymasına, bir çok kere galip gelmesine rağmen, daha sonraki çarpışmaların birinde iki kardeşi ile beraber şehit düşmüştür.


İdareciliği sırasında Türkçeyi resmi dil olarak ilan eden fermanını vermiştir. Bu fermanda "bu günden sonra divanda, dergahda ve bargahta, mecliste ve meydanda Türkçe'den başka bir dil kullanılmayacaktır" diyerek sadece siyasi ve askeri bir zafer değil aynı zamanda kültürel bir zafer kazanmıştır.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:05:21 PM
Kara Yusuf Bey


Karakoyunlu Devleti hükümdarlarından. Kara Mehmed Beyin oğlu olup 1357’de doğdu. Babasının 1389’da vefâtıyla Karakoyunlu hükümdârı oldu. Teşkilâtçı, azimli ve irâdeli bir şahsiyete sâhip olduğundan, Türk boy birliği hâlindeki Karakoyunlu Beyliğine büyük devlet mâhiyeti kazandırdı. Âzerbaycan, Doğu Anadolu ve Mezepotamya’ya hâkim oldu. Osmanlı ve Memlûk devletleriyle iyi geçinmesine rağmen Celâyirliler, Akkoyunlular ve Timurlular ile hâkimiyet meselesinden mücâdele etti. Timurlu hükümdârı Şahruh ile muhârebeye hazırlanırken hasta yatağında, 13 Kasım 1420’de Ucan’ın Saidâbâd mevkiinde vefât etti. Kabri Erciş’tedir. Karakoyunluların en büyük hükümdârı olan Kara Yusuf Beyin hayâtı büyük mücâdelelerle geçmiştir. Büyük bir devlet adamı, kumandan ve birçok iyi meziyetlerin sâhibidir.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:09:03 PM
Kılıç Arslan I


Babası        Süleyman Şah
Annesi       ?
Doğumu     ?
Vefatı        Temmuz 1107
Saltanatı     1092 - 1107


Türkiye Selçuklu Devleti' nin kurucusu, Kutalmışoğlu Süleyman Şah' ın oğlu ve İkinci Türkiye Selçuklu Sultanı.

   Babası Süleyman Şah' ın 1086' da Suriye seferinde Melik tutuş' a yenilmesi ve ölümü üzerine, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah onun oğulları Kılıç Arslan ve Davud Arslan' ı İsfehan' a götürdü. Kılıç Arslan burada altı sene iyi bir eğitim ve öğretim görerek, Türk-İslam terbiyesi ile yetiştirildi.

   Kılıç Arslan, 1092' de Büyük Selçuklu Sultanı Berkyaruk' un izni ile Anadolu' ya gelerek İznik' te altı yıldır boş duran Türkiye Selçukluları tahtına çıktı. Yanındaki Türkmen ailelerini İznik' e yerleştirerek, Anadolu' da dağılmış olan birliği yeniden te'sis etti.

   Bu sırada Bizanslıların fırsattan istifade ile Marmara sahillerini işgale başlamaları üzerine Kılıç Arslan İzmir Bey'İ Çaka ile ittifak ederek mücadeleye girişti. İmparator Alexios' un Türk kuvvetlerine karşı denizden gönderdiği büyük bir ordubozguna uğratıldı. İznik' e saldırıları bertaraf edilen Bizanslılar, Balıkesir ve Kapıdağı bölgelerinden de geri püskürtüldüler.

   1095' de Malatya üzerine sefere çıkan Kılıç Arslan kaleyi tam düşürmek üzere iken, yüzbinlerce kişilik haçlı kuvvetlerinin Türkiye topraklarına girdiğini haber aldı. Bunun üzerine, muhasarayı kaldırarak süratle memleketini müdafaaya döndü. İznik' i muhasara eden haçlılara karşı hisar önün de ordusunu savaşa soktu. Şiddetli çarpışmalar sonun da iki taraf da ağır zayiat verdi. Birçok haçlı kumandanı öldürüldü. Ancak düşman devamlı takviye alıyordu. Kalabalık düşman kuvvetlerine karşı meydan savaşı vermenin tehlikeli olacağını anlayan Kılıç Arslan ordusunu geri çekmek zorunda kaldı. Böylece 22 yıllık Selçuklu payitahtı olan İznik şehri 29 Haziran 1097' de Haçlı kuvvetlerinin eline geçti.

   Kılıç Arslan bundan sonra Danişmend Gazi ve Kayseri emiri Hasan ile birşleşerek Eskişehir' e doğru harekete geçen haçlılara dağ, geçit ve vadiler de sürekli baskınlar düzenleyerek ağır zayiat verdirdi. Öyle ki, Kayseri ve Toroslar üzerinden Kudüs' e doğru yol alan haçlı ordusu Kılıç Arslan' ın ve kumandanlarının yıtpratma savaşları neticesin de altı yüz binden yüz bine düştü. Neticede Kudüs' e ulaşan haçlılar bu bölgedeki büyük Selçuklu emirlerinin rekabetinden de faydalanarak Antakya, Urfa ve Kudüs' de hıristiyan idareler kurdular.

   İznik' in kaybından ve Birinci Haçlı seferinden sonra Kılıç Arslan, Anadolu Türklerini toplamaya başlayarak, Konya' yı başkent yaptı. Büyük Selçuklu İmparatorluğu' nun parçalanmasından faydalanarak bütün İslam alemine hakim olmak teşebbüsüne girişti. Ancak Musul emiri Çavlı, Artukoğlu İlgazi ve Suriye meliki Rıdvan ile 1107 senesi Temmuz ayında Habur ırmağı kıyısında yaptığı savaşı kaybetti. Yaralı olarak Habur ırmağını geçerken boğularak şehid oldu. Naşı Meyyafarikin' e götürülerek kendisi için yapılan Türbeye defn edildi.

   Türkiye Selçuklu Devleti' nin en buhranlı devrelerinde hükümdar olan Birinci Kılıç Arslan, teşkilatçı bir devlet adamıydı. Üstün kumandanlık kabiliyetine sahip, hayatı mücadele içinde geçen büyük bir kahraman ve gazidir. Mutaassıp haçlı ordusuna ağır kayıplar verdirerek, Türklerin Anadolu topraklarından atılamayacağını isbat etti. Çok hayır işleyip ahalisinin sevgisini kazandı. Hıristiyan halka da adalet ve şefkatle davrandı. Bu yüzden devrin tarihçileri "Kılıç Arslan' ın ölümü hıristiyanlar için de bir matem oldu." demişlerdir.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:14:38 PM
Kılıç Arslan II



II. Kılıç Arslan ya da İzzeddin Kılıç Arslan  (d. 1113-ö. 1192) Anadolu Selçuklu Devleti'nin sultanıdır. Babası I. Rükneddin Mesud'un yerine tahta çıkmıştır.

I. Rükneddin Mesud, geleneğe uyarak ülkesini üç oğlu arasında paylaştırmış, oğlu II. Kılıç Arslan'ı da yerine veliaht ilan etmişti. I. Rükneddin Mesud’un 1155’te ölmesinin ardından oğulları arasında taht kavgaları başladı. II. Kılıç Arslan melik olarak bulunduğu Elbistan'dan Konya'ya gelerek tahta çıktı. Ancak bu taht kavgalarını fırsat bilen Anadolu'daki diğer gruplar Anadolu Selçuklularina karşı bazı ittifaklar kurdular. Bunlar Bizans-Zengiler İttifakı (Musul Atabeyi Nureddin Mahmud Zengi), II. Kılıç Arslan'ın kardeşi Şahinşah'ın Danişmendliler ile olan ittifakı gibi oluşumlardı. Ermeni Derebeyi Toros da Anadolu Selçuklu Devleti'ne karşı harekete geçmişti.

II. Kılıç Arslan devleti ayakta tutabilmek için önce Bizans İmparatorluğu'yla barış yapmanın yollarını aradı ve İstanbul'a giderek bir antlaşma yaptı. Buna göre karşılıklı yardımlaşma yapılacağı gibi, Türkmenler de Bizans'a akınlarda bulunmayacaktı. Batı sınırını güvence altına alan II. Kılıç Arslan Anadolu'ya yöneldi. Kardeşi Şahin Şah ile Danişmendlilerin birleşik ordusunu yendi. Ankara, Darende ve Kayseri'yi Danişmendliler'den aldı ve 1175'te Danişmendlilerin egemenliğine son verdi. Zengiler'den de bazı topraklar ele geçirdi ve Ermenileri de yendi. Bir süre sonra II. Kılıç Arslan ile Bizans arasındaki barış bozuldu. Bunun üzerine Bizanslılar büyük bir orduyla Anadolu içlerine girdi. II. Kılıç Arslan 1176'da Sandıklı ile Dinar'ın doğusunda,Isparta'nın Gelendost ilçesi sınırlarında Miryakefalon Savaşı'nda Bizans ordusunu pusuya düşürdü ve ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu, Türklerin Anadolu’da Bizans karşısında Malazgirt'ten sonraki en büyük zaferdi. Bu yenilginin ardından Bizans İmparatorluğu, Türkleri Anadolu'dan çıkarma umudunu tümüyle yitirdi.

II. Kılıç Arslan 1186'da ülkesini 11 oğlu arasında paylaştırdı. Ne var ki, daha kendisi hayattayken oğulları arasında veliahtlık mücadelesi başladı. 1192'de II. Kılıç Arslan'ın ölümünden sonra oğullarından I. Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıktı.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:16:47 PM
Kılıç Arslan III


İzzeddîn unvânlı Türkiye Selçuklu sultanı. İkinci Rükneddîn Süleymân Şah’ın (1196-1204) oğludur. Babasının Temmuz 1204 yılında vefâtı üzerine Nuh Alp ile diğer emirler ve devlet adamları tarafından çocuk yaştaki Kılıç Arslan, Konya tahtında sultan îlân edildi. Türkmenlerin desteğindeki amcası Gıyâseddîn Keyhüsrev’e karşı tahtı koruma mücâdelesine girişti. Zamânında Danişmendli Türkmenleri, Isparta Kalesini fethetti.

Saltanatı 1205 yılı başına kadar süren Üçüncü Kılıç Arslan, Konya ahâlisinin dâveti ve Türkmen kuvvetlerinin desteğinde Türkiye Selçuklu Devleti başşehrine taarruz eden Gıyâseddîn Keyhüsrev’i yendi. Geri çekilen amcası Gıyâseddîn Keyhüsrev, daha sonra Konya ahâlisinin yardımıyla Kılıç Arslan‘ın yerine tahta çıkarıldı. Kılıç Arslan ve mâiyeti Gevele Kalesinde ikamete mecbur edilip orada vefât etti. Üçüncü Kılıç Arslan‘ın saltanatı, sekiz ay kadar devâm etti.




: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:20:01 PM
Kılıç Arslan IV


Türkiye Selçuklu Devleti Sultanı. İkinci Gıyâseddîn Keyhüsrev'in (1237-1246) oğludur.
Kılıç Arslan, 1246’da Türkiye Selçuklu Sultânı İkinci İzzeddîn Keykâvus (1246-1257) tarafından, Büyük Moğol Hanı Güyük'ün (1246-1249) tahta çıkışında hazır bulunmak üzere, Moğolistan Kurultayına gönderildi. Moğolistan’da ağabeyi Keykâvus’un yerine Selçuklu Sultanı tanındı. 1248’de Sivas’ta istiklâlini îlân etti. Anadolu emir ve kumandanları Moğolların tahrikiyle kardeş kanı dökülmesinin önüne geçmek için, Selçuklu Devletinde üç kardeşin ortak saltanat sürmesini tavsiye ettiler. Dördüncü Kılıç Arslan, İkinci İzzeddîn Keykâvus ve İkinci Alâeddîn Keykubâd, 1249-1257 yılları arasında, birlikte Türkiye Selçukluları hükümdârlığı yaptılar. 1261 yılında Konya’yı ele geçiren Dördüncü Kılıç Arslan devrinde, Silifke Ermenilerden, Sinop ise Muinüddîn Pervâne tarafından Trabzon Rumlarından alındı.

Dördüncü Kılıç Arslan, Mevlâna Celâleddîn Rûmî hazretleri dâhil birçok İslâm âliminin sohbetinde bulunup, hürmet gösterdi. 1265’te bir ziyâfet esnâsında Moğollar tarafından kendi yayının kirişiyle boğdurulup, öldürüldü. Onun ölümünden Moğollarla iyi ilişkiler içinde bulunan Muînüddîn Pervâne’nin sorumlu olduğu belirtilmektedir. Konya’da Sultanlar Türbesine defnedildi. Yerine oğlu Üçüncü Gıyâseddîn Keyhüsrev, Türkiye Selçuklu Sultanı îlân edildi.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:25:50 PM
Kutalmışoğlu Süleyman Şah


Selçuk Beyin oğlu Arslan Yabgu’nun torunu ve Selçuklu Beylerinden Melik Şihabeddin Kutalmış Beyin oğlu Gazi Süleyman Şah, Anadolu‘yu baştan başa fetheden ve bir Türk yurdu haline getiren Türk yiğididir.

Alparslan‘la birlikte Malazgirt muharebesine iştirak eden Gazi Süleyman Bey, muharebede büyük kahramanlık göstermiştir. Zaferin kazanılmasından sonra, Sultan Alparslan, bu namlı kumandanını Anadolu‘nun fethiyle görevlendirdi. Gazi Süleyman Bey, kahraman fedâileriyle birlikte Anadolu içlerine dalarak, süratle fetih hareketine girişti ve birkaç sene içerisinde muazzam fetihler yaparak Anadolu‘nun büyük kısmını ele geçirdi.

Gazi Süleyman Bey, Artuk, Tutuş, Dânişmend, Saltuk Beyler gibi büyük kumandanları, akıncı bölükleriyle çeşitli bölgelere göndermişti. Bu kumandanlar zaferler kazanarak Anadolunun bir Türk ülkesi olmasını temin etmişlerdir.

Anadolu‘daki fetih ordusu, Kayseri civarında Bizans ordusuyla yaptığı savaşı kazandı ve hiçbir engelle karşılaşmadan Marmara sahillerine, İzmit’e kadar ilerledi. Süleyman Bey, Konya ile birlikte bütün orta Anadolu‘yu fethetti. 1075′te de mühim bir Bizans şehri olan İznik ve havalisini ele geçirerek İznik’e yerleşti.

Gazi Süleyman Beyin Anadolu‘daki fetihleri bütün İslam beldelerinde sevinçle karşılanmaktaydı. Sultan Melikşah da çok sevdiği Süleyman Beyin muvaffakiyetlerinden dolayı, her vesileyle sevincini belli ediyordu. Sultan Melikşah, 1077′de, Gazi Süleyman Bey’i, Anadolu sultanı olarak ilan etti. Böylece, payitaht İznik olmak üzere Anadolu Selçuklu Devleti, tarih sahnesine çıkmış oluyordu.

Süleyman Şah, Bizans’ın içişlerine de karışıyor, desteklediği şahsı kral yaptırıyordu. Nitekim, krallığını ilan eden Bizans kumandanı Botaniates’i desteklemiş ve bu kumandanın yanına iki bin asker vererek, tahtı ele geçirmesine yardımcı olmuştu.

Askerlerine ve halka son derece iyi davranan ve adaletle iş ören Süleyman Şah, gayrimüslim yerli halkın da takdirini kazanmıştı. İç isyanlar ve kötü idare yüzünden perişan olan yerli halk, Süleyman Şah idaresinde huzur ve sükûna kavuşmuşlardı. Bir yandan fetihler devam ederken, diğer yandan fethedilen topraklara, atalar yurdundan Türkler getirilip yerleştiriliyordu. Azerbaycan, Türkistan ve Horasan’dan onbinlerce Türk Anadolu‘ya göç etmeye başlamıştı. Süleyman Şah, Kapıdağı yarımadası ile Çanakkale Boğazı’nın Asya sahillerini de ele geçirdi. İstanbul Boğazına kadar olan kısımlar, daha önce ele geçirilmişti. Öyle ki, Selçuklu orduları Üsküdar’a kadar gelmiş ve hasretle İstanbul’u temaşa etmişlerdi.

1081′de yapılan anlaşmaya göre, Selçukluların Marmara sahillerine kadar bütün Anadolu‘ya sahip oldukları Bizanslılarca da kabul edilmiştir.

Süleyman Şah, 1082 yılında Çukurova’ya girdi ve ilk önce Tarsus’u fethetti. 1083′te ise Adana, başta olmak üzere bütün Kilikya (Adana civarları) beldelerini, hakimiyeti altına aldı.
Süleyman Şah’ın en büyük arzusu, Antakya’yı ele geçirmekti. Bu maksatla yola çıktı. Harekâtını gizli tuttu. 12 gün boyunca, gündüzleri konaklamak ve geceleri yol almak suretiyle ordusunu ilerletti. 13 Aralık 1084 günü, Antakya önlerine geldi ve ani bir hücumla şehri ele geçirdi. Şehrin büyük kilisesini, camiye çevirdi. İlk cuma namazında 120 müezzin bir ağızdan Ezan-ı Muhammedi’yi okudu. Süleyman Şah, şehrin ahalisine çok iyi davrandı ve şehri baştan başa imar ettirdi. Daha sonra, Anadolu‘daki fetih harekâtını devam ettirdi. Kumandanlarını çeşitli bölgelere gönderdi. Bunlardan Buldacı Bey, 1085 başlarında Maraş, Elbistan, Göksun ve Besni kalelerini fethederek, bu bölgeleri ele geçirdi.

Bu esnada Çaka Bey, İzmir’i fethetmiş, İzmir Körfezinde büyük bir donanma kurdurarak, Selçuklu Devletinin ilk deniz kuvvetlerinin kurucusu olmuştu.

Gümüştekin Bey ise, Urfa ve Antep çevresini fethetmişti. 1085′e doğru, bütün beylikler bir araya getirilmiş ve Anadolu‘da kuvvetli bir devlet doğmuştu. Süleyman Şah, Kurucusu olduğu devletin birliğini temin etmişti. 1105′e doğru, bütün Anadolu, Türklerin eline geçmişti. Anadolu fâtihi Süleyman Şah, devlet idaresinde de maharetini göstermiş, ele geçirdiği topraklara kök salmak için Müslüman ahalinin Anadolu‘ya yerleşmesini temin etmişti.

Süleyman Şah, zaferden zafere koşarken, Sultan Melikşah‘ın kardeşi Sultan Tutuş da saltanat hevesine kapılmış, Suriye’de bir devlet kurmak maksadıyla, sağa sola saldırmaya başlamıştı.

Süleyman Şah, Sultan Tutuş’un bu hareketlerine dur demek maksadıyla, ordusuyla birlikte Tutuş’un üzerine yürüdü. İki ordu, 5 Haziran 1086′da, Halep yakınlarında karşı karşıya geldi. Muharebenin en şiddetli safhasında, bir kısım askerler, Süleyman Şah’ın safını terk ederek karşı tarafa geçtiler. Bunun üzerine, Süleyman Şah’ın ordusu bozuldu. Kendisi de muharebe meydanında vuruşurken şehid düştü.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:30:10 PM
Kök Böri


Erbil Atabeyi. Begtiginliler Sülâlesinin Türkmen boyundan Zeyneddîn Ali’nin oğludur. 1154 yılında doğdu.

Babası Zeyneddîn Ali Küçük Begtigin, Musul Atabeylerinden İmâdeddîn Zengî’nin kumandanlarındandı. İmâdeddîn Zengî tarafından Musul vâlisi tâyin edildi. İmâdeddîn Zengî’nin ölümünden sonra, Zeyneddîn Ali, sınırlarını Şehrizor, Hakkâri, Tekrit, İmâdiye, Sincar Sahrâsı ile Harran Kalesini içine alacak şekilde genişletti. Zeyneddîn Ali, son zamanlarında yaşlılığı ve hastalığı sebebiyle iktâlarını Musul Atabeyi Kutbeddîn Mevdûd’a bırakarak Erbil’e çekildi. Kök Böri o zaman on dört yaşında idi. O yıl babası ölen Kök Böri, Erbil atabeyi oldu. Fakat Erbil’i idâre ile vazîfeli Mücâhidüddîn Kaymaz ile arası açıldı. Kaymaz, Kök Böri’nin idârecilik için yetersiz olduğunu, halîfeye bildirdi. Halîfenin muvâfakatını alarak, Kök Böri’yi tevkif etti. Bir müddet sonra hapisten çıkarılan Kök Böri, giderek Erbil hâkimiyetini yeniden temin için teşebbüslerde bulundu ise de, başarılı olamadı. Bağdat’tan Musul’a gelen Kök Böri, Musul Atabeyi İkinci Seyfeddîn Gâzinin hizmetine girdi. Seyfeddîn Gâzi de, Kök Böri’ye Harran şehrinin idâresini verdi.

Bu sıralarda Hama, Humus ve Baalbek’i alıp, Sincar Sahrâsına kadar gelen Selâhaddîn Eyyûbî, Seyfeddîn Gâziyi mağlup etti. İkinci karşılaşmalarında Seyfeddîn Gâzi, Selâhaddîn Eyyûbi’ye yine yenildi. Kök Böri bu ikinci karşılaşmada çok kahramanlık gösterdi. Eyyûbî ordusunun sol kanadını bozguna uğrattı fakat hezîmeti önleyemedi. Öteden beri kendisine hasım olan Kaymaz’ın, Musul idâresinin başına gelmesini istemeyen Kök Böri, Selâhaddîn Eyyûbî’ye haber göndererek, kendisine tâbi olacağını ve Harran’a gelmesini, kendisine yardım edeceğini bildirdi. Bunun üzerine Urfa’yı zapteden Selâhaddîn Eyyûbî, Urfa’yı Harran’a bağlayarak idâresini Kök Böri’ye verdi.

Selâhaddîn Eyyûbî’nin hemşiresi Râbia Hâtun ile evlenen Kök Böri, birkaç sene Selâhaddîn Eyyûbî’nin yanında kaldı. Haçlılara karşı olan mücâdelesinde çok kahramanlık gösterdi. Asıl şöhretine bu savaşlarda kavuştu. Saffâriye’de Haçlıları bozguna uğrattı. Kudüs kapılarının açılmasını ve Frenk Krallığının ortadan kaldırılmasını sağlayan Hattin Savaşında Kök Böri’nin mühim rolü oldu. Bu zaferlerden sonra tekrar Erbil’e döndü. Kırk dört yıl Erbil Atabeyi sıfatı ile bölgeye hâkim oldu.

Cengiz’in Moğol sürülerinin yağma ve çapulculuklarından, idâresi altındaki yerleri kahramanca korudu. Ömrü mücâdele ile geçen Kök Böri, dînine bağlı olan, âlimleri ve fakîhleri, himâye eden yardım müesseseleri kurmakta da devrinin seçkin devlet adamlarından idi. Câmi, medrese, han, misâfirhâne, hastâne; dul ve yaşlı kadınlar, süt emen yetim çocuklar için bakım evleri ve çocuk yuvaları yaptırdı. Çocuklara süt anneleri tuttu. Körler için dört tâne alilhâne kurdurdu ve bütün bunların masraflarını karşılamak üzere zengin vakıflar tesis etti. Fakirlere, ihtiyar ve muhtaçlara her gün ekmek, mevsimlere göre de elbise ve diğer ihtiyaçlarını dağıtırdı. Erbil misafirhanelerinde yedirilip yatırılan herkese giderken de yol paraları verilirdi. Her yıl hac seferleri tertip ederdi. Hacıların yoldaki emniyetini sağlamak için yanlarına muhâfız verirdi. Ayrıca memurlar tâyin edip, ellerine bol miktarda para vererek Mekke ve Medîne’deki fakir ve muhtaçlara dağıttırırdı. Mekke’de çok hayrâtı vardı. Arafat’a ilk olarak su getirtti. En büyük zevki, sofilerin, âlimlerin sohbetinde bulunmak, onların münâzaralarını dinlemek idi. Bunun için çok zaman medrese ve hânekâhlarda sabahlardı. Erbil, zamanında ilim, irfan ve medeniyet merkezi olmuştu. Şehrin kalesini iyice tâmir ettirdi. Yeni binâlar yaptırdı. Peygamberimizi (sallalahü aleyhi ve sellem) çok sevdiğinin işâreti olarak İslâm âleminde ilk, büyük, muhteşem mevlit törenleri düzenledi. Zamanla törenler bütün İslâm ülkelerine yayıldı. Mezarı Küfe’de hazret-i Ali’nin kabri yanındadır.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: lazrail_67 October 25, 2010, 10:31:37 PM
 :alkş:  süper bi paylaşım emeğine sağlık   

+1967  :afrn
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:34:26 PM
MAHMUD HAN-I


Babası        İkinci Mustafa Han
Annesi       Saliha Sultan
Doğumu     2 Ağustos 1696
Vefatı        3 Aralık 1754
Saltanatı    1730-1754


 Osmanlı Sultanlarının yirmidördüncüsü ve islam halifelerinin seksen dokuzuncusu. 1696'da edirne Sarayı'nda dünyaya geldi. Okul çağına geldiği zaman babasının hocası Şeyhülislam Feyzullah Efendi de dersler aldı. Şehzadeleğinde yüksek fen ve din ilimlerini öğrenerek yetişti. Babasının tahttan indirilmesinden sonra padişah olan amcası Üçüncü Ahmed Han da, Şehzade Mahmud'un yetiştirilmesine özel bir itina gösterdi. Nihayet Üçüncü Ahmed'in Patrona ayaklanmasıyla saltanattan indirilmesi üzerine, 2 Ekim 1730 da tahta çıktı. Üçüncü Ahmed Han saltanattan çekilirken yeğenine uzun uzun nasihatler etti ve tavsiyelerde bulundu.

   Sultan Mahmud saltanatanın ilk günlerinde devletin önemli mevkilerini ellerine geçirmiş bulunan asi patrona Halil ve adamlarını şiddetle cezalandırdı. Böylece İstanbul'da emniyet ve asayişi sağladıktan sonra, amcası zamanında başlayan İran harpleriyle meşgul olma imkanını buldu. Osmanlı kuvvetleri İran seraskeri Ahmed Paşa ile Erzurum valisi ve Revan seras- keri Hekimoğlu Ali Paşa kumandası altında iki koldan harekete geçti. 30 Temmuz 1731'de Kirmanşah alındı. 15 Eylül'de Kurican sahrasında İran kuvvetleri bozguma uğratıldı. Urmiye ve Tebriz ele geçirildi. İran Şahının sulh istemesi üzerine Ocak 1732'de Ahmed Paşa antlaşması imzalandı. Buna göre aras nehri iki devlet arasında hudud kabul edilirken,Revan, Gence, Nahcivan, Bitlis, Şirvan ve Dağıstan Osmanlılara, Tebriz, Kirmanşah, Hemedan, Luristan ve Erdelan eyaletleri ise İran'a bırakıldı. Ancak 1733'de İran'da iktidarı ele geçiren Nadir Şah, Osmanlıların eline geçen bölgeleri almak için tekrar savaş açtı. 1735'de Arpaçay'da yapılan muharebeyi Osmanlılar kaybetti. Gence, Tiflis ve Revan İran'ın eline geçti.

   Osmanlı Devleti'nin doğuda İran ile mücadelesini fırsat bilen Avusturya ve Rusya da iki cepheden harekete geç- mişti. Azak kalesini ele geçire Ruslar, Osmanlı kuvvetlerinin toparlnmasın meydan vermeden Gözleve, Kılburun ve Urkapı'yı da işgal ettiler. 12 Temmuz 1737'de harakete geçen Avusturya ordusu ise, Bosna, Sırbistan ve Eflak'a girdi. Bu mağlubiyet- ler ve düşmanın girdiği yerlerde büyük tahribat ve mezalim yapması, Sultan Mahmud Han'ı son derece üzdü.sadarete getirdiği Muhsinzade Abdullah Paşa'yı Rusya üzerine, Hekimoğlu Ali Paşa'yı da Avusturya üzerine sefere memur etti. Muhsinzade sür'atli bir hareketle Özi ve Kılburun kalelerini ele geçirirken, Hekimoğlu Ali Paşa ise Banyaluka'yı kuşatan Avusturya kuvvetlerine büyük bir darbe indirdi. Yapılan savaşta Avusturya kuvvetlerinin asker zayiatı 60 bin did. Hekimoğlu Paşa'nın bu zaferi İstanbul'da büyük bir sevince yol açtı. Bu zaferler üzerine Avusturya ve Rusya barış istemek zorunda kaldı. Nihayet 18 Eylül 1739 da yapılan Belgrad antlaşmasıyla Avusturya ile Tuna ve Sava nehirleri hudud kesildi. Rusya ise Azak kalesinde donanma bulunduramayacaktı.

   Avrupa devletleriyle anlaşmalar sağlayan Birinci Mahmud Han, yeniden İran üzerine döndü. Nadir Şah, bu vaziyet karşısında Osmanlılarla başedemeyeceğini anlayınca, Kasr-ı Şirin antlaşması maddeleri üzerinden anlaşma teklifinde bulundu ve bu istek kabul edildi(1746).

   Zor bir dönemde padişah olmasına rağmen ülke içinde ve dışında huzuru sağlayan, Osmanlı Devleti'ne azamet devri yaşatan Birinci Mahmud Han, 13 Aralık 1754'de hastalığına rağmen çıktığı, Cuma namazından dönerken, Demirkapı'da at sırtında vefat etti. Yeni Camii'de babası Sultan İkinci Mustafa'nın yanına gömüldü.

   Çok zeki, anlayışlı, hamiyetli, lütufkar ve merhametli bir zat olan Mahmud Han, hadiseleri sonuna kadar takib eder, devlet işlerinde mutlaka istişarede bulunur, acele etmez ve telaş göstermezdi. Aleyhte gelişen Rusya ve Avusturya harplerini tayin ettiği değerli kumandanlarla lehine çevirmesini bildi. Yeniliği sever ve memleketi bu yolda yükseltmeğe gayret ederdi. İlim, san'at, edebiyat meclislerindeki sohbetlere katılır ve Sebkati mahlası ile şiirler yazardı.

   Sultan Mahmud Han, ülkede pek çok imar faaliyetlerinde bulundu. Devrinde ilim, kültür ve san'at sahalarında kıymetli eserler yazıldı. Beşiktaş'da Arab iskelesi Camii, Rumeli Hisarı'ndaki İskele Camii, Yalı Köşkü ve Yıldıztepe mescidleri yaptırdığı bazı eserlerdir.

 
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:38:08 PM
MAHMUD HAN-II


Babası        Abdülhamid Han-I
Annesi       Nakş-i Dil Sultan
Doğumu    20 Temmuz 1786
Vefatı       1 Temmuz 1839
Saltanatı  1808-1839


Osmanlı sultanlarının otuzuncusu ve islam halifelerinin doksan beşincisi. 20 Temmuz 1786'da İstanbul'da doğdu. Küçük yaştan itibaren yüksek din ve fen ilimlerini, devrin kıymetli alimlerinden öğrendi. Amcası Üçüncü Selim Han onun yetişmesine çok itina göstererek, modern askeri ve teknik bilgilerle devlet idaresini iyi bir şekilde öğrnmesini sağladı. Tahttan indirildikten sonra da yeğeni Mahmud'la sık sık görüşerek , ona tavsiyelerde bulundu. 28 Temmuz 1808'de Alemdar Mustafa Paşa vak'ası Üzerine Osmanlı tahtına çıktı.

   Alemdar Mustafa Paşa'yı sadrazamlığa getiren Mahmud Han, öncelikle asileri ortadan kaldırdı. Sekban-ı cedid adıyla yeni ve modern bir ordu kurdu. Yeniçerileri itaat ve disiplin altına almak için kanunlar koydu. Ancak bu gelişmelere karşı çıkan yeniçeriler, 15 Kasım 1808'de büyük bir isyan çıkararak Alemdar'ı öldürdüler. Makmud Han, yenilikleri durdurmak zorunda kaldı.

   Sultan Mahmud iç işlerle uğraşırken, Eflak ve Boğdan'a sahip olmak isteyen Ruslar, Osmanlı Devleti' ne savaş açarak Eflak, Boğdan, Besarabya ve Dobruca'yı kısa sürede işgal ettiler. Balkanlarda Sırp ve Hicaz'da Vehhabi isyanları çıkarak süratle genişledi. Bu isyanlar üzerine Mahmud Han 1812'de Ruslarla Bükreş antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Serasker Hurşid Paşa, kısa sürede Sırp isyanını bastırdı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa da Vehhabi ayaklanmasını önlemek üzere görevlendirildi. Hicaz'ı istila eden Vehhabiler, Ehl-i sünnet müslümanlara akılnalmaz işkence ve zulümler yaptıkları gibi, dine hakaretleri de dayanılamayacak mertebeye gelmişti. Mehmet Ali paşa, yaptığı silahlı mücadelelerden sonra, mübarek beldeleri Vehnabilerden temizledi. Zafer haberine çok sevinen Mahmud Han, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'ya ihsanlarda bulundu. Mahmud Han 1821'de ortaya çıkan Mora isyanını kısa sürede bastırırken, ayaklanmanın ele başısı olarak gördüğü Patrik Gregorios'u patrikhanenin ortakapısında astırdı.Sultan Mahmud bu olaylar sırasında yeniçeri ve sipahilerin tecavüz ve zorbalıklarının önüne geçilemeyecek bir hal aldığını gördü. Aynı zamanda yeni talim ve eğitim kurallarını da reddeden bu fesat ocağının ortadan kaldırılması emrini verdi. Sancak-ı şerif çıkarılıp dinine ve padişaha bağlı olanların onun altında top- lanarak mücadeleye girişmesi istendi. Böylece Türk Tarihinde eşine ilk defa rastlanan bir olayla Padişah'a bağlı birlikler halkla bütünleşerek, fitne ve fesat yuvası yeniçeri ve sipahi ocaklarını ortadan kaldırdı- lar.Yeniçeri ocağının kaldırılması hayırlı bir olay kabul edilerek, tarihe "Vak'a-i Hayriye" adıyla geçti.

   Mahmud Han büyük bir gayret ve çalışmayla kısa sürede Asakir-i Mansure-i Muhammediyye adıyla yeni ve Avrupai tarzda sistemli bir orduya sahip oldu. Topçu, lagımcı ve hurmbaracı ocaklarını ıslah etti. Mekteb-i Bahriyeyi kurdu. Eğitim ve öğretim en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa'dan hocalar getirtti. Ancak osmanlı Devleti'ndeki bu sür'atli ve olumlu gelişme, Avrupa devletlerini hoşnud etmedi. ingiliz ve Fransızlar Osmanlı Devleti içerisindeki Mustafa Reşid Paşa gibi adamların yardım vadiyyle aldatarak, Rusya ile harbe sebebiyet verdikleri gibi, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'yı da devletine karşı kışkırttılar. Sultan mahmud Han bu durumda; Bir yandan devlete yeni nizan verirken, bir yandan da buhran çıkaran iç ve dış düşmanlarala uğraşarak isyanları bastırmaya ve imparatorluğu kurtarmaya çalışıyordu. Bunlar arasında en kötüsü Mısır valisi Memet Ali Paşa'nın çıkardığı isyan olup, hadise milletler arası ağır bir mes'ele halini aldı. Nitekim bütün buhranlar karşısında, irdesi, sabrı ve cesareti kırılmayan Hakan, bu hadisenin ıstırabı içinde 1 Temmuz 1839'da hayata gözlerini yumdu. Cenazesi Çemberlitaş'taki türbesine defn edildi.

   İkinci Mahmud Han, askeri, idari ve san'at sahalarında kendini çok iyi yetiştirmiş, dindar,akıllı,zeki,çalışkan ve azim sahib bir padişahtı. İlim ve san'at adamlarına ve eserlerine ziyadesiyle alaka gösterir, kıymet verip himaye ederdi. Osmanlı Devleti'nin ilerlemesini, teknik ve sanayide devrin seviyesine ulaşılmasında görüyordu. gayret ve sebat sahibi bişr padişahtı. Devrindeki bütün hadiseler karşısında asla ümitsizlik ve gevşeklik göstermedi. Düşmanlara ve asilere karşı aciz, fakat devlet nizamına ve yeniliklere engel olan yeniçeri ocağını ve başına buyruk kimseleri ortadan kaldırmakla en büyük inkilabı gerçekleştirdi. Lakin iş başında iktidar sahibi ve dinine bağlı devlet adamlarının bulunamayışıonunyalnız kalmasına sebep olduğu gibi yeniliklerle kesin bir neticeye varmasınıda önledi.

   Ayrıca şair olan ve şiirlerinde Adli mahlasını kullanan Mahmud Han, bu buhran devresinde, yaptırdığı ilim, san'at eserleri, hayır kurumları ve sosyal müesseseleri ile ülkeyi imar etti.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:40:52 PM
MEHMED HAN -III


Babası        Üçüncü Murad Han
Annesi       Safiye Valide Sultan
Doğumu     26 Mayıs 1566
Vefatı        20/21 Aralık 1603
Saltanatı    1595-1603


Osmanlı sultanlarının on üçüncüsü ve İslam halifelerinin yetmiş sekizincisi. Üçüncü Murad ile Safiye Sulatan'ın oğlu olan Mehmed, Manisa'da 1566'da dünyaya gelmiştir.Şahzadeliğinde İbrahim Cafer Efendi ve pir Mehmed Azmi Efendi gibi devrin tanınmış alimlerinden tahsil ve terbiye gördü. 1583'de Manisa sancağı valiliğine tayin edildi.1595'de babasının vefatı üzerine Osmanlı tahtına çıktı.

   Üçüncü Mehmed Han tahta çıktığında Osmanlı Devleti ile Avsuturya arasındaki harp bütün şiddeti ile devam ediyordu. Bu arada papanın teşviki ile Osmanlı Devleti'ne tabi Erdel,Eflak ve Boğdan voyvodalıkları isyan ettiler.bu tehlikeli gelişme üzerine Mehmed Han bizzat ordusunun başında Avusturya seferine çıktı. 12 Ekim 1596'da Eğri kalesini fethetti.Eğri'yi geri almak için harekete geçen Arşidük Maximilyen-i Haçova meydanında karşıladı.Şiddetle cereyan eden savaşın başlangıcında Osmanlı ordusu bozuldu. Düşman kuvvetleri padişahın otağının yanına kadar geldiler.Ancak Hoca Sadeddin Efendi'nin duası ve padişahı ikna ederek yerinde tutması,padişahın da hocasına teslimiyet ve sebatı neticesinde Osmanlı ordusu toparlandı.Ordu gerisindeki hizmetlilerin de savaşa iştirakiyle düşmana ağır bir darbe indirildi (26 Ekim 1596) Kaynaklara göre 50 Bin avusturya askeri telef oldu.Önemli miktarda silah ve cephane ele geçirildi. Sultan bu seferin sonunda Eğri fatihi ünvanını aldı.

   Haçova zaferinden sonra,Sokulluzade Hasan paşayı Avusturya cephesi serdarlığına tayin eden Sultan Mehmed Han İstanbul'a döndü. Bu Durumdan faydalanan Avusturyalıların bir kolu Yanıkkalesini Muhasara ederken diğer bir kolu Tata kalesini zapteti.Hızla hareket eden Satırcı Mehmed Paşa yanıkkale üzerine yürüyüp kaleyi mahasaradan kurtardı.Buna rağmen kale 1598'de ani bir baskın sonucu Avusturyalıların eline düştü. Eflak kuvvetleri Niğbolu'da Osmanlı kuvvetlerini yenerken, Budin de Avusturyalılarca muasara edildi. Bu mağbuliyet ğzerine Üçüncü Mehmed Han, Damad İbrahim Paşayı sadrazamlığa getirdi.Öncelikle orduda disiplini sağlayan İbrahim Paşa,ileri harekatla Erdel, boğdan ve Eflak voyvodalıklarının Osmanlı Devleti'ne olan bağlılıklarını artırdı. Sonra 1600 yılında kanije üzerine yürüyerek kaleyi fethetti. Kanije,beylerbeylik haline getirilip Tiryaki hasan Paşaya verildi. İbrahim Paşa ertesi sene tekrar sefere çıkacağı sırada vefat etti ve yerine Yemişçi Hasan paşa getirildi. Öte yandan Avusturya kuvvetleri Arşidük Ferdinand komutasında büyük kuvvetlerle gelerek Kanije'yi muhasara ettiler. fakat Tiryaki Hasan Paşa'nın Türk tarihinde bir kahramanlık nişanesi ve askeri sevkv idarede bir maharetÖrneği olan müdafaası sayesinde Avusturya ordusu hezimete uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı.

   Avusturya cephesindeki harbin uzun sürmesi Anadolu'da celali hareketlerinin artmasına yol açtı.Hükümetin harpler dolayısıyla celalilerle fazla ilgilenmemesi Anadolu'yu tam bir huzursuzluk içinde bıraktı.Osmanlı Devleti'nin bu vaziyetini fırsat bilen İran şahı birinci Abbas,Avrupa devletleriyle ittifak ederek Tebriz üzerine yürüdü Ve şehri işgal etti. Doğuda aleyhte gelişen bu faliyetler üzerine Sultan Mehmed han celali liderlerinden Deli Hasana Bosna beylerbeyliğini vermek suretiyle Anadolu'da sukuneti sağladı.Trabzon'da bulunan Saatçı Hasan Paşayı da İran seferi serdarlığına tayin etti.

Cephedeki harpler devam ederken üzüntüsünden hastalanan üçüncü Mehmed Han, 1603 senesinin 20/21 Aralık gecesi vefat etti. Üçüncü Mehmed Han, çok nazik,halim-selim,vakur,kerim,edip,salih ve abid (çok ibadet eden) bir şahsiyete sahipti. Sancak beyliğinden saltanata gelen son Osmanlı padişahıdır. Bütün Osmanlı Padişahları gibi iyi bir şair olup şiirlerinde Adli mahlasını kullanmıştır. Beş vakit namazı cemeatle kılardı. Devrin kaynakları, dindarlığını, hazret-i Muhammed, dört halife, Eshab-ı kiram ve alimlere son derece hürmetkar olduğunu yazmaktadır.

 
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:44:03 PM
MEHMED HAN -IV  AVCI


Babası        İbrahim Han
Annesi       Hadice Turhan Sultan
Doğumu    ?
Vefatı       6 Ocak 1693
Saltanatı    1648-1687


  Osmanlı sultanlarının on dokuzuncusu ve İslam halifelerinin seksen dördüncüsü. Şehzadeliğinde, İmaı Şami Yusuf Efendi, Şami Hüseyin Efendi ve diğer kıymetli hocalardan ders alarak yetiştirildi. Babası İbrahim Han' ın asiler tarafından tahttan indirilmesi üzerine 8 Ağustos 1648' de sultan oldu. Bu sırada yedi yaşında idi. Tahsil ve ta'limine saltanatı zamanında da devam etti.

   Sultan dördüncü Mehmed Han' ın çocukluğundan istifade eden devlet kademelerindeki kişiler, idarede daha çok söz sahibi olabilmek için mücadelelere başladılar. Bu durum zaman zaman isyanların çıkmasına ve devlet işlerinin bozulmasına sebep oldu. Hazine boşaldı. 1652' de sadrazamlığa getirilen Tarhuncu Ahmed Paşa ilk olarak mali sıkıntıyı önlemek için tedbirler aldı. Ancak masrafların kısılması bazı devlet erkanının hoşuna gitmedi ve çeşitli iftiralarla Tarhuncu'yu görevden uzaklaştırdılar.

   1654 senesinde Kara Murad Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, Çanakkale boğazı çıkışında Venedik donanmasını mağlub etti. Bu sırada mali sıkıntıyı önlemek için, ayarı düşük para basılması, yeniçerilerin ayaklanmasına yol açtı. Çınar olayı ve Vaka-i vakvakiye diye bilinen hadiselerin sonunda saray ağaları idam edildi (1656). Merkezdeki bu karışıklıklar Anadolu' ya ve ülkenin diğer eyaletlerine de sıçradı. Venedik karşısında donanmamız bozguna uğradı. Venedikliler Bozcaada ve Limni gibi askeri önemi fazla olan adaları kuşatarak ele geçirdiler. Padişah, bu başarısızlıklar üzerine üzerine, sadrazam Boynueğri Mehmed Paşa ' nın yerine büyük yetkilerle tecrübeli vezir Köprülü Mehmed Paşa' yı tayin etti (1656).

   Köprülü Mehmed Paşa' nın ilk işi İstanbul' da asayişi sağlamak oldu. Daha sonra donanmayı güçlendirerek Bozcaada ve Limni' yi geri aldı. 1658' de Erdel isyanını bastırdı ve Yanova kalesini fethetti. Ertesi yıl Anadolu' da çıkan Abaza Hasan Paşa ayaklanmasını önledi. Mehmed Paşa' nın 30 Ekim 1661' de vefatı üzerine yerine oğlu Fazıl Ahmed Paşa getirildi. 1663 yılında Avusturya seferine çıkan Ahmed Paşa, Uyvar ve Yanıkkale' yi fethetti. İki devlet arasında Vasvar antlaşması imzalandı. 1666' da Girid seferine serdar tayin edildi. 1669' da Kandiye' nin zaptı ile Girid' in fethini tamamladı. 1672' de Lehistan seferine çıkan dördüncü Mehmed Han, Belgrad' a kadar geldi. Fazıl Ahmed Paşa bu seferde Podolya ile Ukrayna' nın fethini gerçekleştirdi ve bu sefer sırasında hastalanarak vefat etti. Yerine Merzifonlu Kara Mustafa Paşa gitirildi (1676).

   1678' de Rus seferine serdar tayin edilen Mustafa Paşa, Çehrin kalesini geri aldı. Ertesi yıl Padişah ordusunun başında bizzat ikinci sefere çıktı. Ancak Rusların barış istemeleri üzerine Bahçesaray' da antlaşma imzalandı.

   Dördüncü Mehmed devrinin en önemli siyasi hadisesi Viyana kuşatmasıdır. Padişah' ın Yanıkkale ve Komaron üzerine gönderdiği ordu, serdarın isteği üzerine Viyana cihetine çevrildi. Şiddetle cereyan eden muhasara başarısızlıkla neticelendi ve Kara Mustafa Paşa görevinden alınarak yerine İbrahim Paşa getirildi.

   Viyana bozgunundan sonra; Avusturya, Venedik, Lehistan orduları umumi hücuma geçerek Macaristan topraklarını, Budin' i, Dalmaçyakıyılarını, Patras, Korent ve İnebahtı gibi önemli kaleleri zabtettiler. Bu olaylar sırasında ordu da isyanlar çıktı ve Sultan dördüncü Mehmed Han, 8 Kasım 1687' de tahttan indirelerek yerine kardeşi Süleyman-II getirildi. Bundan sonra Edirne'deki sarayın da ikamet eden Mehmed Han, 6 ocak 1693' de vefat etti. Cenazesi İstanbul' a nakledilerek Yeni Camii' deki annesi Turhan Valide Sultan' ın türbesine defnedildi.

   Osmanlı Devleti' nde Kanuni' den sonra en fazla tahtta kalan ve 42 yıl padişah olan dördüncü Mehmed Han, yaratılış icabı mütedil, kadirşinas ve vefakar olup, verdiği söze sadık bir şahsiyete sahipti. Köprülü ailesinin devleti liyakatla idareleri kendisini rahat ettirmiştir. Mehmed Han ava çıkmaya, edebiyat ve tarihe meraklı olup, ilim adamlarının sohbetlerin de bulunmayı çok severdi. Beş vakit namazı cemaatle kılardı. İçkiyi yasak edip, imalethanelerini kapattıran bu sultan dine sonradan karıştırılan bütün hurafelerin kaldırılması için uğraştı. Devrin de ğek çok ilim adamı ve san'atkar yetişti. Dördüncü Mehmed devrinde inşası tamamlanıp ibadete açılan Yeni Camii, Osmanlı mimaresinin şaheserlerindendir. Yanındaki Mısır Çarşısı bu camiye vakıf olarak yapılmıştır.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:48:20 PM
Melikşah


Babası        Sultan Alp Arslan
Annesi       ?
Doğumu    6 Ağustos 1055
Vefatı       16 Kasım 1092
Saltanatı    1072-1092


     Büyük Selçuklu Sultanı.

6 Ağustos 1055 pazar günü doğan Melikşah, küçük yaşlardan itibaren babası Sultan Alp Arslan taraından itina ile yetiştirildi. Heniz 9 yaşındayken vezir Nizamülmülk' ün yanında savaşa katıldı. 1066' da Radgan' da veliaht ilan edildi. Babasının seferleri sırasında Rey' de kalarak vekalet etti ve devlet işlerinde mükemmel yetişti.

Melikşah 24 kasım 1072' de babasının şehid edilmesin üzerine henüz 18 yaşında iken Selçuklu tahtına çıktı. Hükümdarlıüını kabul etmeyen amcası Kirman meliki Kavurd' u 1073' de Hemedan yakınlarında yenerek esir etti. Kirman ve çervesini Kavurd' un çocuklarına bırakan Melikşah, Semerkant hanı ikinci Nasr' ın ele geçirdiği Tirmiz üzerine yürüdü. Ancak Nasr' ın gelerek özür dilemesi ve bağlılığını arz etmesi üzerine onu affetti.

1075' de Kafkasya seferine çıkan Sultan Melikşah Kartli bölgesini hakimiyeti altına aldı ve idaresini emirlerinden Savtigin' e bıraktı.. Ayrıca kardeşi Tutuş' u Suriye, Emir Porsuk'u da Anadolu' daki fetihlere memur etti.

Tutuş, 1078' de Fatımiler üzerine yürüyerek Şam' ı fethetti. Bu sırada Sultan Melikşah' a karşı isyan eden Atsız' ı da cezalandıran Tutuş, Suriye' yi tamamen ele geçirerek Suriye Selçukluları Devleti' ni kurdu..

Büyük Selçukluların 1085' de Diyarbekir' i ele geçirmeleri neticesinde Mervaniler Devleti yıkıldı. Ertesi yıl, Suriye seferine çıkan Sultan Melikşah, Urfa, Menbic ve Halep kalelerinden sonra Antalya' da Akdeniz' e dayandı. Burda elbisesini çıkarıp yere seren ve namaz kılıp Allahü tealanın inayetine şükreden Sultan, denizden aldığı kumları İran'a götürüp babası Alp Arslan'ın kabrine serpti ve ;"Babacığım! İşte sana müjde, henüz bir çocuk olarak bırakmış olduğun oğlun, Allah'ın izniyle dünyayı baştan sona fethetmiştir." dedi.

Melikşah 1092'de Bağdat'a giderek Hicaz, Yemen ve Aden bölgesinin alınması amacıyla ordularını sefere hazırladı. Aynı yıl Mekke ve Medine ile Arabistan yarımadasının büyük bölümü ele geçirildi. Hac yolları emniyet altına alındı. Sultan Melikşah'ın hedefi, Kuzey Afrika'yı tamamiyle İslam birliği içersine almaktı. Ancak bu emeline kavuşamadan Bağdad yakınlarında avlanırken, hastalanarak 19 Kasım 1092 Cuma günü vefat etti. Naaşı İsfehan'a nakledilerek kendisi için yaptırdığı medresedeki türbesine defnedildi.

Sultan Melikşah yirmi senelik saltanatında devletin sınırlarını Kaşgar'dan Batı Anadolu'ya Kafkasya'dan Yemen'e kadar genişletti. Orta boylu, geniş omuzlu ve beyaz yüzlü idi. Büyük bir devletin sultanı olmasına rağmen yumuşak tabiatlı bir zat idi. Sarayında daima devrin alimleriyle sohbette bulunurr ve kıymatli fikirlerini alırdı. Her cins silahı mükemmel kullanır, iyi ata binerdi.

Melikşah, bütün Selçuklu ülkelerini imar ettirdi ve halkı refaha kavuşturdu. Büyük şehirlerde Nizamiye medreselerini kurdu. İlim, kültür, ziraat, sanayi ve ticaretçok ilerledi. Nizamülmülk, onun hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getiriyordu:"Melikşah, dindar, alimlere hürmet, zahidlere (dünyaya düşkün olmıyanlara) iyilik, fakirlere şefkat ve halka adalet gibi, dünyada kimsenin haiz olmadığı yüksek vasıflara sahip bir cihan hakimdir."

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:51:13 PM
Mesud Gazneli


Gazne Sultanlarından. Sultan Gazneli Mahmud’un oğlu olup, 998’de Gazne’de doğdu. Gazneli Mahmud’un büyük oğlu olduğundan, veliaht tâyin edildi. İyi bir eğitim ve öğretim gördü. Devlet idâresinde tecrübe sâhibi olması için, 1017’de Herat Vâliliğine tâyin edildi. Sultan oluncaya kadar vâliliklerde bulunup, seferlere katıldı. 1030’da Rey Vâlisiyken, Şiî-Büveyhîlerden Hemedan ve İsfahan’ı aldı. Bu seferde babası vefât edince, kardeşi Celâlü’d-Devle Muhammed’in tahta çıktığını öğrendi. Gazne’ye dönüp, adına hutbe okutarak, Ekim 1030’da sultan îlân edildi.
Babası devrinde başlayan Hindistan seferlerini devâm ettirdi. Hindistan’daki Gazneli hâkimiyetini kuvvetlendirdi. Gazneli topraklarına girmek isteyen Mâverâünnehir’deki Selçuklularla mücâdele etti. 1035’te Nesâ, Ferâva ve Dihistân vilâyetlerini Selçuklulara yurt olarak verdi. 1039’da Horasan Seferine çıktı. Selçukluları kesin bir mağlûbiyete uğratmak için, 23 Mayıs 1040’ta Dandanakan Meydan Muhârebesini yaptıysa da yenildi. Sultan Mes’ûd, Dandanakan’da cesâretle muhârebe etmesine rağmen, kumandanları ihânet ederek, kendisini terk etti. Vakit kazanıp, durumunu tekrar düzeltmek için Hindistan’a çekildi. Köleleri isyân ederek, hazînesini yağmalayıp sonra hapsettiler. 28 Ocak 1041 târihinde de öldürdüler.

Gazneliler Devletine on yıl hükümdarlık yapan Sultan Ebû Saîd Mes’ûd, iyi bir devlet adamı ve kumandandı. Âlimleri ve sanatkârları himâye edip, onlara çok yardımda bulunurdu. Sarayına ilim adamlarını toplayıp, meclislerine iştirâk ederdi. Gazne şehrini, sanat değeri yüksek eserlerle süsledi. Gazne’de yaptırdığı Yeni Saray ve tahtı, devrin muhteşem eserlerindendir.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:57:46 PM
Mete


M.Ö. 209 - M.Ö. 174 arasındaki Türk-Hun (Hiung-nu) hükümdarıdır.

Çin kaynaklarında anlatılan bir olaya göre, babası Teoman, kendisi yerine üvey annesi Yenşi'nin oğlunu tahta çıkarmak istedi ve Mete'yi komşu kavim olan Yüeçiler (Yuezhi) rehin olarak gönderdi. Babası, ardından Yüezhi'lere savaş ilan ederek Mete'yi öldürtmek istedi. Mete, babası Teoman Yüeçilerin topraklarına girmeden Yüeçilerin elinden kaçtı. Babası bu kadar zorlukları atlatmasının ardından hakkını vermek için emrine on bin çadırlık bir birlik verdi. Sonunda da Mete öz babasını, üvey annesi ve kardeşlerini öldürüp kağan oldu. (M.Ö. 209).

Daha sonra pek çok göçebe kavimin kullandığı çavuş oku adı verilen ıslıklı okun mucidinin Mete olduğu kabul edilir. Çin kaynaklarına göre eğer okunu bir yöne yöneltirse emrindeki askerlerin hepsi o hedefe ok atarak hemen yok ederdi. Bir gün okunu en sevdiği atına çevirdi. Askerlerinden bazıları tereddüt etti. Bunun üzerine okunu sırayla tereddüt edenlerin üzerine çevirdi. Atına ok atmakta tereddüt eden askerlerinin hepsi atılan oklarla öldürüldü. Böylece küçüklükten beri oynadığı okunu hedefe çevirme oyunu emirlerinin tartışılmazlığını da perçinledi. Bir gün emrinde demir disiplini ile yetiştirdiği 10 bin askeri varken okunu ava çıkan babasının üzerine çevirdiğinde askerlerinden hiçbiri tereddüt etmemişti.

Mete Önce Hunlardan toprak talebinde bulunan doğu komşuları Donghu üzerine yürüdü ve onları ağır bir yenilgiye uğrattı. Yapılan anlaşmada Donghular yıllık sığır, at ve deveden oluşan bir vergi ödemeyi kabul ettiler ve M.Ö. 208 yılında onları hakimiyetine aldı.

Donghu'yu yendikten sonra, Kuzey Moğolistan'da yaşayan Tunguz gibi halkları da içine kattı. M.Ö. 177-165 yılları arasında Hunların güney batısında, Tanrı Dağları ile Gansu arasında yaşayan Yüeçilein üzerine seferler düzenledi. M.Ö. 203'de Yueçi'yi mağlup ederek kendi toprağna kattı.

Ordos'da hakim olmaya çalışan Tahin Türklerini[kaynak belirtilmeli] yendi. Çin üzerine sürekli seferler düzenleyerek Sarı Irmak'ın güneyindeki kaleleri egemenliğine aldı. Bu zaferlerle, sonradan Hunlara büyük gelirler getirecek önemli ticari yollarının kontrolüne sahip oldu.

Bölgede yaşayan Altay (Moğol, Tunguz ve Türk vb.) kavimlerini egemenliği altına alarak askeri ve stratejik olarak daha güçlü bir hale geldi.

M.Ö. 200'de Han Hanedanı imparatoru Gaozu'nun (Gao-Di) 320.000 kişilik ordusunu Baideng (bugünkü Datong, Şanşi)'de Peteng Kalesinde kuşattı. Gaozu (Gao-Di) Mete'nin eşine hediyeler gönderdi ve Mete'nin kuzey eyaletlerini Hunlara bırakma ve yıllık vergi ödeme gibi bütün şartlarını kabul etti ve kuşatmadan çıkmasına müsade edildi. Gaozu payitahtı Çang'an(bugünkü Şian)'a dönebildiyse de Mete arada bir Han'ın kuzey sınırını tehdit etmiş ve nihayet M.Ö. 198'de Gaozu barış istemiş ve Han'ın prensesini Tanhu'nun eşi olması ve yıllık haraç ödemesi şartlarıyla antlaşması imzalanmıştır.

Qin ve Chu ile yıllar süren mücadelenin ardından Han imparatoru olan Liu Bang (Gaozu), Baideng'da Mete karşısında zor duruma düşünce, yorgun ordusunun Hunlarla baş edemeyeceğini farketmişti. Akrabalık (和亲) ilişkisi kurmak amacıyla, bir prensesi yüklüce hediyeyle birlikte Hun sarayına gönderdi.

Liu Bang M.Ö. 195'te ölür, karısı Lü Hou imparatoriçe olur. M.Ö. 192'de Mete Lü Hou'ya mektup göndererek kaba bir üslupla evlenme teklif eder. Ülkesinin içinde bulunduğu koşullarda Hunlarla bir çatışmayı göze alamayan imparatoriçe, uğradığı saygısızlığa karşın bir mektup yazarak Mete'ye bir prenses gönderir. Çin kaynaklarına göre, Lü Hou'nun davranışı karşısında pişman olan Mete, imparatoriçeden bir mektupla özür dilemiştir.

Çin savaşından sonra, Mete,Yüzehi ve Wusun'u Hun'un köleleri olmaya zorladı.

Saltanatı boyunca çoğu halklar Hun idaresi altına girdi. Onların tümünü, steplerin bütün göçebe atlı okçularını bir imparatorluk altında birleştirdi. Göçebe tebaalarından başka Mete ayrıca Tarım Havzası'nda kendisine bağlılık yemini eden vaha şehir devletleri kurdu. Onun hem askeri hem de idari yapılanması sonradan birçok merkezi Asya halklarında ve devletlerinde uygulandı.

Bölgesinde askeri gücü ile korku saldı. Savaş taktikleri ve askeri disiplini sayesinde Çin İmparatorluğu'nu ve çevre kavimlerle yaptığı savaşları kazandı. Ordusu savaş zamanında toplanan sivillerden oluşmuyordu. Onun yerine sürekli eğitimli ve savaşa hazır halde bulunan profesyonel askerlerden oluşmaktaydı. Hakim olduğu bölgelerdeki geniş tahıl ve yiyecek kaynakları ile ordusunu ayakta tutabiliyordu.

Mete, M.Ö.174 yılında öldüğünde, birçok kavimleri çatısı altında birleştiren büyük bir imparatorluk geriye bıraktı. Bu imparatorluk yaklaşık 18 milyon km2 büyüklüğe sahipti. İmparatorluğunun sınırları doğudan batıya Japon Denizi'nden İdil Nehrine ve kuzeyden güneye Sibirya'dan Tibet ve Keşmir'e uzanıyordu. Hunların karşılarında bulunan tek düzenli ve güçlü kuvvet olan Çin ordusunun, iç karışıklıklar nedeniyle idari zaafiyet içinde olması Mete'nin devletini kolayca büyütmesine sebep gösterilir.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 10:59:54 PM
Muhammed Tapar


Büyük Selçuklu Devleti sultanı. Sultan Melikşah’ın oğlu olup, 1082 yılında doğdu. Babasının 1092’de vefâtıyla, Selçuklu sultanı olan ağabeyi Berkyaruk’un yanında yetişti. Sultan Berkyaruk, ona, Gence havâlisinin idâresini verdi. Muhammed Tapar, Gence’ye gelerek Arran’ı da hâkimiyeti altına aldı. Kumandanlarının kışkırtmaları ile ağabeyine karşı zaman zaman isyân etti. Yapılan andlaşmayla Âzerbaycan, Diyar-ı Bekir ve el-Cezîre kendisine verildi. Sultan Berkyaruk’un vefâtından (1104) sonra, Bağdat’a gelerek Selçuklu tahtına geçti (1105).
Muhammed Tapar önce amcasının oğlu Mengü Bars’ın isyânını bastırdı. Daha sonra, ülkede uzun zamandır karışıklık çıkaran, anarşiyi tahrik eden Bâtınîlere karşı mücâdele etti. 1107’de Bâtınîlerin merkezi olan Alamut Kalesi kuşatıldı ve çok sayıda Bâtınî öldürüldü. Birinci Haçlı Seferinden sonra, Haçlı ordularının tam hâkimiyeti altına giren Suriye’de Haçlı devletleri kurulmaya başlanmıştı. Sultan Muhammed Tapar, Haçlılar üzerine ordular gönderdi. Ancak, kumandanlar arasında irtibat sağlanamadığından kesin sonuca gidilemedi. Sefer kumandanı Emir Mevdûd, Şam Câmiinde bir Bâtınî tarafından öldürüldü. Sultan, Haçlılara karşı Aksungur Porsuki’yi kumandanlığa getirdi. Bu arada ikinci bir orduyu yeniden Alamut üzerine gönderdi. Kalenin kuşatıldığı sırada âniden rahatsızlanarak vefât etti (1118). Sultanın beklenmedik ölümü, Haçlılara ve Bâtınîlere karşı açılan savaşların duraklamasına sebep oldu. Ondan sonra Büyük Selçuklu Devleti, dağılmaya yüz tuttu. Sultan Muhammed Tapar, Selçuklu Devletinin son büyük hükümdârı sayılmaktadır. Ebû Şücâ, Gıyâsüddünyâ ved-dîn, Kerîmü Emirü’l-müminîn unvanlarıyla tanınırdı.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 11:04:11 PM
MURAD-I HÜDAVENDİGAR


Babası        Orhan Gazi
Annesi       Nilüfer Hatun
Doğumu    ?
Vefatı       1389
Saltanatı    1360-1389


  Osmanlı padişahlarının üçüncüsü, veli ve ahi şeyhi. Orhan Gazi'nin oğlu olup, 1326' da Bursa' da doğdu. Küçük yaştan itibaren devrin alimleri tarafından büyük bir ihtimamla yetiştirildi. Daha sonra Lala Şahin Paşa' nın yanında idare ve harp bilgilerini öğrendi. ağabeyi Rumeli Fatihi Süleyman Paşa' nın 1359' da vefatı dolayısıyla Rumeli' deki ordunun kumandasına getirildi. Kısa bir müddet sonra da babasının vefatı üzerine Bursa' ya davet edilip, Osmanlı tahtına geçti (1360).

    Murad Han, ağabeyi Süleyman Paşa' nın başlattığı Rumeli fütuhatını büyük bir siyasi deha ile kısa zamanda geliştirdi. 1362' deEdirne'yi fethederek devlet merkezini buraya taşıdı. Anadolu'daki Türkmen aşiretlerini, fethettiği bölgelere yerleştirerek bölgede türk nüfusunun çoğunluğu ele geçirmesini sağladı. Bu göçler sayesindedir ki, Osmanlı Türkleri Viyana önlerine kadar ilerledi ve Rumeli' de Osmanlı hakimiyeti beşyüz yıl devam etti.

    Osmanlı Devleti' nin Rumeli' de ilerlemesini durdurmak için Papa Beşinci Urban' ın teşvikiyle Macar, Sırp, Bosna, Eflak ve Bulgar kuvvetlerinden meydana gelen bir haçlı ordusu Sırpsındığı savaşında Hacı İlbeyi komutasındaki birliklerce bozguna uğratıldı (1364). bu büyük zaferi Yanbolu, Samaku, Gümülcine, İskeçe, Kavala, Dırama, Serez ve Karaferye gibi önemli kalelerin fethi takip etti. Bu arada harekat halindeki Osmanlı akıncıları Vardar' ı geçip Sırbistan, Bosna, Arnavutluk ve Dalmaçya' ya kadar uzanan Adriyatik denizine dayandılar.

    Murad Han bir taraftan fetih hareketlerine devam ederken, diğer taraftan ortaya çıkan mali, idari ve askeri ihtiyaçları karşılamak için tedbir aldı. Tımar teşkilatı geliştirildi. Yaya, müsellem ve yeniçerilere ilaveten kapıkulu askerinden maaşlı süvari ocağı kuruldu.

    Murad Han 1387' de Osmanlı topraklarına tecavüzü adet haline getiren Karamanoğlu üzerine sefere çıktı. Konya önünde Karamanoğlu kuvvetlerini bozguna uğratarak Konya ve Beyşehir' i alıp Bursa' ya döndü.

    Bu sırada Sultan Murad' ın anadolu' da uğraşmasını fırsat bilen Bosna, Sırp ve Bulgar kralları Osmanlıları Balkanlardan atmak için ittifak kurmuşlardı. Sultan Murad Han 150.000 kişilik bu müttefik kuvvetlerini Kosova' da karşıladı. 8 Ağustos 1389 berat gecesi idi. Abdest alıp iki rekat hacet namazı kılan Sultan sonra ellerini açıp Cenab-ı Hakk'a gözyaşları içinde şöyle yalvardı. "Ya Rab! Bu mü'minleri küffar elinde mağlub edip helak eyleme. Bunları mansur ve muzaffer eyle. Ya ilahi! Mülk ve kul senindir. Sen kime istersen verirsin. Ben dahi aciz bir kulunum. Mülk ve mal benim maksafım değildir. Hemen halis ve muhlis senin rızanı isterim. Beni bu müslümanlara kurban eyle. Evvel beni gazi kıldın, şimdi de şehadet nasip kıl! Amin."

   Ertesi gün Birinci Kosova savaşında düşman büyük bir bozguna uğradı. Ancak sultan zaferin şükranesi olarak savaş meydanında gezerken Miloş Obiliç adında bir Sırp tarafından hançerle vurularak yaralandı. Çok geçmeden de arzuladığı şehidlik mertebesine kavuştu.


    Azim, irade, vakar ve ciddiyet sahibi olan Sultan Murad Han, din farkı gözetmeksizin tebeasına karşı çok şefkatli ve merhametli idi. Samimi şahsiyeti ile içte ve dışta sevgi ve saygı uyandırdı. Hukuki, mali ve askeri sahalarda yaptığı esaslı teşkilatlar ile kudretli bir devletin temellerini attı. Kararlarını mutlak surette tecrübeli beyleriyle müzakere ettikten sonra verirdi. Kendi mütalaasına aykırı fikirleri de dinler yerinde gördüklerini kabul eder, itirazlara ehemmiyet verirdi. Bu hali başarılarında çok etkili olmuştur.

    Fethedilen yerlerde imar faaliyetlerine de önem veren Murad Han, yeni fethettiği Edirne' yi; cami, medrese, han, hamam saray gibi eserlerle Türk-İslam beldesi halina getirdi. Memleketin çeşitli yerlerini hayır eserleri ile donattı.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 11:08:56 PM
MURAD HAN- II


Babası        Çelebi Mehmed Han
Annesi        Emine Hatun
Doğumu     ?
Vefatı        3 Şubat 1451
Saltanatı    1421-1451


Osmanlı padişahlarının altıncısı.
    1404 senesinde Amasya' da doğdu. Küçüklüğünden itibaren devrin en büyük alimlerinden ders alarak yetişti. 1415 yılında idari ve askeri bilgileri öğrenip tecrübe kazanması ve devlet yönetimine hazırlanması gayesiyle Amasya sancakbeyliğine gönderildi. Bu görevde iken 1420' de vezir-, azam Bayezid Paşa ile birlikte Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarını bastırdı. Babasının 1421' de vefatı üzerine 25 Haziran 1421' de Bursa' da tahta çıktı.

   Murad Han' ın yılları isyanları bastırmakla geçti. Bizans imparatoru Manuel' in tahriki ile amcası Mustafa Çelebi Saltanatını ilan etti. Yine Anadolu beyliklerinden Germiyanoğulları, Ramazanoğulları ve Menteşeoğulları da Osmanlı tabiiyyetini tanımıyarak ayaklandılar. Murad Han, amcasının kuvvetlerini Ulubat çayı kenaında bozguna uğrattıktan ve kendisini de yakalatıp öldürttükten sonra İstanbul' u kuşattı. Ancak bu defa Karamanoğulları teşviki ile kardeşi küçük Mustafa Çelebi' nin isyanı ile karşılaştı. Onun İznik' i alarak, Bursa üzerine yürümesi ie İstanbul kuşatmasını kaldıran Murad Han, 1423' de İznik' i geri alarak kardeşini idam ettirdi. Sonra da sür'atle harekete geçerek, Anadolu beyliklerini itaat altına aldı. 29 Mart 1430' da Venediklilerden Selanik kalesini zabtetti. Fetihten sonra yeni muhacirlerle iskan edilen şehir, çok geçmeden bir Türk-müslüman şehri hüviyetini aldı.

   1432' de Osmanlı aleyhine Karamanoğulları, Macaristan krallığı ve Sırp despotu anlaştılar. İki ateş arasında kalmak istemeyen Murad Han, Rumeli beylerbeyi Sinan Paşa' yı Macarlar üzerine gönderdi. Bu kuvvetler Macarları Tuna nehri kenarında perişan ettiler. Bundan sonra Karamanoğulları üzerine yürüyen Sultan, Konya ve Seydişehir' i aldı. İbrahim Bey' in özür dilemesi üzerine sulh yapıldı.

   Murad Han, 1437' de büyük bir kuvvetle Tuna' yı geçerek Transilvanya' ya girdi. Zibin şehrine kadar pek çok kale fethedildi. 1439' da Belgrad kalesi muhasara altına alındı ise de, bir netice elde edilemedi.

   1444' de Macarla yapılan Segedin antlaşmasından sonr, saltanatı, geleceğin Fatih' i oğlu Memed' e terkeden Murad Han, Manisa' ya çekildi. Fakat bu taht değişikliğinden istifade eden Avrupalılar, Türkleri Rumeli' den çıkarmak için yeni bir haçlı ittifakına giriştiler. Bunun üzerine tekrar ordusunun başına geçen Murad Han, Bizans İmparatorluğu ile Macar, Leh, İtalyan, Çek, Litvanya, Hırvat, Fransız, Alman ve Venediklilerin katıldığı bir büyük haçlı ordusunu Varna' da ağır bir yenilgiye uğrattı. 1448' de Kosova' da haçlıları ikinci defa bozguna uğratarak Osmanlıların bu toprakalrdan atılamıyacağını gösterdi. Murad Han 47 yaşında iken 3 Şubat 1451 günü vefat etti.

   İnce ruhlu, hassas lütufkar, adil, merhametli, sözüne sadık, cesur ve tedbir sahibi, kumanda kabiliyeti yüksek bir devlet adamı idi. On iki yaşında şehzade iken başlayan muhabere hayatı vefatına kadar devam etti. Devlet işleri ile yakından ilgilenen Murad Han İslamiyet'in yayılması için herşeyini fedaya hazırdı. Bu halini Varna fetihnamesindeki sözleri açık olarak göstermektedir.

"Bizler Allahü tealanın ihsanlarının, şükrünü yerien getirebilmek için bütün günlerimizi, senelermizi, İslam dinine hizmete, Allahü tealanın bize emaneti olan insanları ruh, düşüce, beden ve dünyalık bakımından saadet ve selamete kavuşturmaya adadık. İnsanlığın dünyevi ve uhrevi huzur ve seadeti, yalnız İslam dinine uymakla tahakkuk edebileceğinden, biz de bütün ömrümüzü, her şeyimizi Muhammed aleyhissamın dinini sancağını yüceltmeye, O'nun dinini bütün insanlara ulaştırmaya gayret ettik. Dünyada yegane gayemiz ve maksadımız halisane olarak budur..."

   İmar işlerine de ehemmiyet veren ikinci Murad Han, çok eser bıraktığı için Ebu'l-Hayrat diye anıldı. Bursa, Edirne ve başka şehirlerde yolcular için imaret ve ulema için medreseler yaptırdı. Bu faaliyetler neticesinde doğudan pek çok alim ve san'at erbabı Osmanlı ülkesine gelerek ilim hayatına yeni bir canlılık kazandırmıştır..

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 11:13:21 PM
MURAD HAN- III


Babası        İkinci Selim Han
Annesi       Nur Banu Sultan
Doğumu    4 Temmuz 1546
Vefatı       15/16 Ocak 1595
Saltanatı   1574-1595


Osmanlı sultanlarının onikincisi ve islam halifelerinin yetmişyedincisi. 1546 yılında Manisa'nın Bozdağ yaylağında doğdu. Küçük yaştan itibaren Manisa'da değerli hocalar huzurunda tahsil ve terbiye gördü. 1558 senesinde dedesi Kanuni Sultan Süleyman tarafından Alaşehir sancak beyliğine tayin edildi. Babası İkinci Selim Han'ın tahta geçmesinden sonra Manisa sancak beyliğine getirildi. Bu vazifesi sırasında kıymetli hocalardan askeri ve idari bilgileri öğrendi. 15 Aralık 1574'de babasının vefatı üzerine Manisa'dan İstanbul'a gelerek 22 Aralık 1574'de Osmanlı tahtına çıktı.

   1575'de Venedik, 1576'da İran ve 1577'de de Avusturya ile eski sulh andlaşmalarını yeniledi. 1578'de Osmanlı toprakların- daki yıkıcı ve bölücü faaliyetleri dolayısıyla İran'a sefer açtı. Bu sefer sırasında bilhassa Özdemiroğlu Osman Paşa İran kuv- vetlerini üst üste mağlubiyete uğrattı. Azerbaycan, Tiflis, Nihavend ve Hemedan bölgeleri Osmanlı hakimiyetine katıldı. Bu sırada Portekizliler Osmanlı himayesi altında bulunan Fas'a büyük kuvvetlerle saldırmışlardı. Portekiz ordusunu karşılamak vazifesi Divan-ı Hümayun tarafından Ramazan Paşaya verildi. Ramazan Paşa Vadi's Seyl ovasında Portekiz ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Portekizlerin ölüleri arasında kralları, büyük asilzadeleri ve devlet adamları da vardı. Kurtulabilenler donanma ile kaçmaya çalı- şırken bunlara da Sinan Reis ağır kayıplar verdirdi. Bu zafer ile Fas, Osmanlı Devleti'ne daha kuvvetli bir şekilde bağlandı. 11 Mayıs 1583'de üç gün üç gece devam eden ve gece de ateşler yakılarak devam edilmesi dolayısıyla Meşaleler savaşı denilen çar- pışmada Özdemiroğlu Osman Paşa İran kuvvetlerini perişan etti. Bu zaferin ardından Revan fethedildi. İran'la 1590 yılında İstanbul'da sulh andlaşması imzalandı. Buna göre İran bütün Osmanlı fütuhatını tanıyor ve ülkede sünni büyüklere dil uzatmamayı taahhüt ediyordu.

   1592 yılında Bosna ve Macaristan hududunda vukubulan olaylar Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki andlaşmayı bozdu. Neticede Avusturya ile onüç sene devam edecek olansavaş başladı.

   Serdar-ı Ekrem Sinan Paşa 13 Eylül 1594'de Yanıkkalesi önünde Avusturya kuvvetlerini bozdu ve kaleyi zabtetti.Ancak Avusturya mes'elesi kesin olarak halledilmeden Sultan üçüncü Murad Han 15/16 Ocak gecesi vefat etti Naşı Ayasofya Camii yanındaki babası babası ikinci Selim Han'ın türbesine defnedildi.

   Sultan Üçüncü Murad Han Arapça Ve Farsçayı Çok iyi Bildiği Gibi İslami ilimlerin tamamına vakıf olup,bazı ilimlerde mütehassız idi.Tedbirli hareket eder, ifrattan (aşırıya kaçmaktan) ve küçük bir haksızlık yapmaktan çok sakınırdı.Şair bir sultan olup Muradi mahlasıyla şiirler yazmıştır.Divanında Yer Alan şiirlerinden bir tanesinin açıklaması şu şekildedir: "Güzel huylu ol. Sen herkesin sözlerine kanma. Kalbini deniz gibi geniş tut. Herkesin işinin ne olduğuna bak. Makamına ve maiyyetin- deki adamlara güvenme. Çünkü onlar geçicidir. Ahiret hayatını iste. Dünyanın işlerine bakma. Dünya oturma yeri değildir. Sadece köhne,geçici bir konaktır.Bu dünyaya her kim geldi ise kendi yurduna göçtü. Maddi ve manevi ilimleri öğren. Sana büyük rütbe olarak bu yeter. Cehennem ateşine girmemek için çok çalış."

   Murad Han devrinde Osmanlı Devleti en geniş sınırlarına erişti. Ülkede pek çok bayındırlık eseri ile ilim, kültür ve san'at merkezleri inşa ettirdi. Kabe-i şerif duvarlarını memerden yaptırdı. Harem-i şerfin su yollarını temizletti. Medine'de bir medrese, mektep ve zaviye, Manisa' da bir cami, medrese, imaret ve tabhaneden meydana gelen Muradiye külliyesi en önemli eserleri arasındadır.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 11:23:27 PM
MURAD HAN -IV


Babası        Birinci Ahmed Han
Annesi       Mahpeyker Kösem Sultan
Doğumu     27 Temmuz 1612
Vefatı        8/ 9 Şubat 1640
Saltanatı    1623 - 1640


Osmanlı Sultanlarının onyedincisi ve İslam halifelernin seksen ikincisi. 27 Temmuz 1612' de İstanbul' da doğan şehzade Murad, tam bir İslam terbiyesi ve ahlakı ile yetiştirildi. Enderun mektebindeki hocalarından hususi ders aldı. Genç Osman' in başına gelen acı felaket ve yerine geçen amcası Mustafa Han' ın kısa bir süre sonra tahttan indirilmesi üzerine, henüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623' de Osmanlı tahtına çıktı. Eyyüp sultan hazretlerinin türbesinde hocası Aziz Mahmud Hüdai' nin elinden kılıç kuşandı. Yaşı küçük olduğu için, devleti bilfiil idare edemiyeceği görüşü hakim olarak, annesi Mahpeyker Kösem Sultan saltanat naibesi tayin edildi.

   Çok zeki ve seri anlayışlı ve hafızası kuvvetli olduğundan, yaşı ilerledikçe, devlet işlerine alakası artıyordu. Zaman zaman halkın içine girer değişik kıyafetlerle onların sohbetlerini dinlerdi. Halkın derdini halktan bir kimse olarak yerinde incelerdi. İnsanların kimden nasıl zarar gördüğünü, zulüm merkezlerini tek tek tesbit etti.

   Diğer taraftan Sultan Murad' ın saltanatının bu ilk devresinde, payitaht İstanbul ve anadolu' da asayişsizlik büyük ölçüde artmıştı. Abaza Mehmed Paşa' nın çıkardığı isyan büyümüş ve bu karışıklıklar sırasında Bağdad İran kuvvetlerinin eline geçmiş bulunuyordu. Sadrazam olan Hüsrev Paşa' nın azlini bahane eden yeniçeriler ve sipahiler ayaklanarak saraya yürüdüler ve yeni sadrazam Müezzinzade Hafız Ahmed Paşa' yı öldürdüler (1632). Bundan sonra zorbaların zoru ile sadrazam olan Receb Paşa döneminde İstanbul' da karışıklıklar günlerce sürdü. En küçük bir olayda Receb Paşa' nın tahriki ile harelete geçen zorbalar yeni kaleler istiyorlardı.

   Nihayet yirmi yaşını dolduran ve vücutça çok kuvvetli, demir pençeli ve gözü pek bir yiğit olan genç Padişah, 18 Mayıs 1632' de huzuruna çağırdığı Receb Paşa' ya:

  --Gel beru topal zorbabaşı. Bre mel'un abdest al! dedikten sonra "Şu hainin tiz başını kesin" diyerek öldürttü ve devlet idaresini eline aldı. Bundan sonra yeniçerileri ve sipahileri itaat altına alarak kendisine bağlılık yemini ettiren Sultan, tütünü ve alkollü içkileri yasakladı. Kahvehaneleri, meyhaneleri kapattı. Zorbaları ve emrine karşı gelenleri şiddetle cezalandırdı. Memleketin her tarafına huzur ve asayiş geldi.

   Dördüncü Murad Han, daha sonra ordusunun başına geçerek hükümdarlığının ilk yıllarında kaybedilen toprakları geri alma teşebbsüne geçti. 1634 baharında Lehistan seferine çıktı ise de Lehliler derhal Padişah' ın şartlarını kabul ederek bir anlaşma yapmaya muvaffak oldular. 1635' de İran seferine çıkan Sultan, Revan ve Hoy kalelerini aldıktan sonra, Tebriz' e girdi. Ertesi yıl en büyük arzusu olan Bağdat' ın fethi için tekrar İran üzerine sefere çıktı. Şehir kuşatılıp, Padişah' a İmam-ı a'zam' ın türbesini ziyaret etmesi teklif edildiğinde; "Bağdat, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce imamı ziyaretten haya ederim" cevabını verdi. Şiddetle cereyan eden çarpışmalar sonunda muharebenin 39. günü Bağdad fethedildi. Müslümanların en mübarek makamlarından olan İmam-ı a'zam' ın türbesini zitaret eden Padişah, kurbanlar kestirip, içerisini ipek halılar, kıymetli şallar ve altın, gümüş murassa kandillerle süsletti. Ertsi yıl İran' la Kasr-ı Şirin antlaşması imzalanmış ve bu antlaşma ufak değişikliklerle günümüze kadar devam etmiştir.

   Sultan dördüncü Murad Han, İran seferinin üzerinden çok geçmeden daha önce yakalamış olduğu Damla hastalığının ilerlemesi üzerine kurtulamıyarak 8/9 Şubat 1640 günü henüz 28 yaşında iken vefat etti.

   Murad Han, çok kuvvetli olup, kılıç, ok, harbe ve başka silahları kullanmakta usta idi. Güçlü bir iradeye ve hafızaya sahip bulunuyordu. Arapça ve batı dillerine hakimdi. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Tahta geçtiğinde bomboş olan hazinede vefatında on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesabı yoktu. İç huzura o kadar önem verirdi ki, zamanında halk büyük bir rahatlık ve emniyet içinde yaşamıştır. Son derece adil olan sultan, din ve devletin menfaatine ters düşen en küçük hataları bile affetmedi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hırka-i saadet dairesinde Kur'an-ı kerim okurdu. Dördüncü Murad Han' ın müspet icraatları, devlete asrın sonuna kadar devam edecek bir azamet kazandırmıştır.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 11:27:29 PM
MURAD HAN-V


Babası        Sultan Abdülmecid Han
Annesi       Şevkefza Kadın Efendi
Doğumu    21 Eylül 1840
Vefatı       28 Ağustos 1905
Saltanatı    30 Mayıs-31 Ağustos 1876


   Osmanlı sultanlarının otuz üçüncüsü ve İslam halifelerinin doksan sekizinci. Küçük yaştan itibaren özel bir eğitim ve öğretimle yetiştirildi. İnce ruhşlu olup, güzrel san'atlara karşı büyük ilgisi vardı. Türkçe yazı ve inşanın yanında Arapça, Farsça ve Fransızcayı çok iyi öğrendi. Babasının 25 Haziran 1861'de vefatından sonra Abdülaziz Han Padişah olunca, veliahd oldu. nezaketi, kibarlığı, çağına göre bilgisi ve yumuşak huyluluğu ile sevildi. Amcası Abdülaziz Hanın 1863 Mısır ve 1867 Avrupa seyahatlerine katıldı. Bu gezilerde davranışları ile osmanlı hanedanın asaletini temsil ederek takdir topladı. Yurda döndükten sonra ikamet ettiği Kurbagalıdere köşkünde dış dünya ile temaslarını devam ettirdi. 30 Mayıs 1876 tarihinde Sultan Abdülaziz Han'ın tahttan indirilmesiyle Osmanlı sultanı ilan edildi.

   Ancak Devlet işlerindeki bütün yetkiler Hüseyin Avni, Kayserili ahmed, Midhat ve Reşid paşaların elindeydi. Abdülaziz Han'a aşırı derecede kin besleyen bu paşaların, amcasına karşı yaptıkları edepsizlikler Murad Han'ı çok üzdü. Saltanatının beşinci gününde, yine bu paşaların tertibiyle, Abdülazizhan'ın feci şekilde şehid edildiğini ve annesi Pertevniyal Sultan'a haraketler yapıldığını öğrenince iyice sarsıldı ve bu felaket yolunun sonunu düşünmekden akli dengesi bozuldu. Bilhassa hadiseler karşısında çaresizliği devletin sultanı olduğu halde amcası ve annesine yardım elini uzatamaması Murad Han'ı perişan ediyordu. Zaman zaman derin bir süküta dalar kimse ile konuşmazdı. ayrıca Doktorların Yanlış teşhis ve tedavisi de hastalığının artmasına sebep oldu.

   Diğer taraftan ihtilali gerçekleştiren paşalar, 15 haziran 1876'daMithat Paşa'nın evinde toplantı halinde iken, odaya giren erkan-ı harp kolağası Çerkes Hasan beğ Hüseyin Avni Paşa ile Hariciye nazırı reşid Paşa'yı öldürdü. Yaralı olarak yak- alanan Hasan Beğ ertesi gün Beyazıd meydanında asılarak şehid edildi.

   Padişahın devlet işleriyle meşğul olacak şuura malik olamamsı iktidarı ele geçiren devlet adamlarının işine geliyordu. sadrazam mütrcim Rüşdi Paşa kimseye hesap vermeden devleti yönetiyordu. Kanun-i esasi'nin ilanını iateyen Midhat Paşa ise anayasa taslağı ile uğraşıyordu. bu surada başlayan Sırp-karadağ muhaberesi ve mali zorluklar, başsız kalan devletin büsbütün perişan olmasına ; Anarşi veisyanların artmasına sebep oldu. ulema arasında ise şuuru yerinde olmayan bir padişahın ülkenin başında duramayacağı ile ilgili sözler dolaşmaya başladı. Şehzade Abdülhamid ise Sultan Murad'ın hastalığının tedavi edilemez olduğunun tıbben belirtmesi durumunda hükümdarlığı kabul edebileceğini bildirdi.

   Nihayet 31 Ağustos'ta toplanan kabine, Sultan Murad'ın tahttan indirilmesine karar verdi. Şey'hülislam, Padişahı'ın şuurunun yerinde olmadığından hal için buna cevaz (izin) veren bir fetva hazırladı. Doktorlar Sultan'ın iyileşmesinin imkansız olduğuna dair rapor verdiler. ertesi gün devlet ileri gelenleri Topkapı Sarayı Divan-ı humayun salonunda toplanarak Sultan Murad'ı tahttan indidiler (31 Agustos 1876). Aynı gün Osmanlı tahtına geçen Sultan İkinci Abdülhamid Han'a herkes biat etti.

   Murad Han, saltanattan hal'inden sonra ailesiyleberaber kendisine ayrılan Çırağan Sarayı'na yerleşti.Abdülhamid Han'ın bizzat ilgilenip, zamanın meşhur doktorlarını göndererek tedavi ettirmesiüzerine bir müddet sonra tamamen iyileşti. Vefat edinceye kadar yirmi sekiz yıl ikamet ettiği Çırağan Sarayı'nda vaktini okumak ve torunlarını okutmakla geçiren Murad Han, Abdülhamid Han'ın nazikane hatır sormasını, daima teşekkürle cevaplandırdı. 1905'de şiddetini arttıran şeker hastalığı bildirilince, Abdülhamid Han doktor Ali Rıza Paşa ile Etfal hastahanesi başhekimi İbrahim Paşa'yı tedavisi için görevlendirdi. Fakat bütün uğraşmalara rağmen kurtarılamadı ve 28 Ağustos 1905 Pazartesi gecesi vefat etti. Cenazesi Hanedana mahsus merasimle kaldırılıp Hidayet Camii'nde namazı kılınarak Yeni Camii türbesinde, annesi Şevkefza Kadın Efendinin yanına defnedildi.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 11:31:16 PM
MUSTAFA HAN -I


Babası        Üçüncü Mehmed Han
Annesi       Handan Sultan
Doğumu    1591
Vefatı        20 Ocak 1639
Saltanatı    1617-1618 (Birinci defa)
                1622-1623(İkinci defa)

 
  Osmanlı Padişahlarının on beşincisi ve islam halifelerinin seksenincisi. 1591 senesinde Manisa'da doğdu. Her şehza- de gibi iyibir eğitim gördü. Ağabeyi Birinci Ahmed Han'ın vefatı üzerine 22 Kasım 1617'de ilk defa ekberiyet kaidesine göre yani hanedanın en yaşlı mensubu olarak tahta çıkarıldı.

   Sultan Mustafa Han, devlet mes'eleleri ile ilgilenmediğini ifade ederek saltanatı kabul etmedi ise de bu hal devlet erkanınca göz önüne alınmadı. Ancak çok geçmeden devlet işlerinde Sultan'ın yabancı kalması ve işlerin karışması üzerine devlet adamları durumun böyle devam edemeyeceğini anlayıp hal'ine fetva aldılar. Nitekim tahta geçtikten doksanaltı gün son- ra 26 Şubat 1618 günü Sultan Mustafa'yı tahttan indirerek yerine Genç Osman'ı çıkardılar.

   Ancak yenilik tarafdarı olmayanların tahrikleri neticesinde isyan eden yeniçerilerin 19 Mayıs 1622'de Genç Osman'ı tahttan indirmeleri, Sultan Mustafa'nın ikinci defa tahta geçirilmesine yol açtı. Bu sırada Sultan Osman Han'ın vezir-i a'zam Kara Davud Paşa tarafından şehid ettirilmesi büyük karışıklıklara sebep oldu. Sultan Mustafa Han, Davud Paşa'yı azlederek yerine Mere Hüseyin Paşa'yı getirdi ise de, isyanlar son bulmadı. Erzurum beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa başkaldırarak, bölge- sindeki yeniçerilerin bir kısmını öldürttü. Genç Osman'ın intikamın alacağım diye and içen Abaza, İstanbul'a gelmek için yola çıktı. Bursa'yı muhasara etti ise de alamadı. Kış geldiği için Niğde'ye çekildi. Anadoludaki isyanlar ve Genç Osman'ın şehid edilmesi olayına adı karışan sipahiler, halk nezdinde kazandıkları nefreti silmek için bir divan toplantısı sırasında ayaklanarak Sultan Osman Han'ın katillerinin bulunmasını istediler. Bunun üzerine Kara Davud Paşa ve Kalenderoğlu denilen kişiler yakalanarak idam edildiler.

   Diğer taraftan Osmanlı Devleti'nin iç karışıklıklarından istifade etmek isteyen Lehistan kazakları, daha önce imzalanan andlaşma şartlarına uymayarak şayka adı verilen yüzelli civarında küçük gemi ile Osmanlı kıyılarına saldırdılar. Kazakların üze- rine gönderilen Karadeniz serdarı Damad Recep Paşa, kazakları takibederek Rilgra önünde bir çok gemilerini batırdı ve 21 gemiyi zaptederek, beşbin esir ile İstanbul'a döndü.

   İstanbul'daki karışıklıklar ve Anadolu'da meydana gelen isyanlar Osmanlı Devleti'nin başında daha kudretli, azimkar ve zeki bir padişahın bulunmasını gerekli kılıyordu. Bu sebepşe 1623'de sadarete getirilen sadrazam Kemankeş Ali Paşa, Şeyhülislam Yahya Efendi ve diğer devlet erkanı toplanarak Sultan Mustafa'nın artık makam-ı saltanatta kalmaması gerektiği hususunda karara vardılar. Nitekim verilen fetva ile 10 Eylül 1623 günü Sultan Mustafa ikinci defa tahttan indirildi ve yerine dördüncü Murad Han geçti.

   Sultan Mustafa Han, zayıf ve narin vücudlu olup, yüzü her zaman solgun ve üzüntülü bir görünüşü vardı. Son derece dindardı. Sık sık türbeleri ziyaret eder ve çokça sadaka dağıtırdı. Saraydaki hayatını ibadet içinde, dini eserler ve Kur'an-ı Kerim okuyarak geçirmiştir. Sultan Mustafa Han, saltanatta gözü olmadığı için her iki defaki hal'inde de en küçük bir memnuni- yetsizlik göstermemiş ve tahttan sevinçle inmiş ve devlet işlerini ehline teslim etmekten geri kalmamıştır.

   20 Ocak 1639 günü Topkapı Saray'ında vefat eden Sultan Mustafa Han, Ayasofya Camii karşısındaki türbesine defn edildi.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 11:42:45 PM
MUSTAFA HAN-II


Babası        Sultan Mehmed-IV
Annesi       Rabia Gülnüş Sultan
Doğumu     5 Haziran 1664
Vefatı        20 Aralık
Saltanatı     1695-1703


Osmanlı sultanlarının yirmi ikincisi ve islam halifelerinin seksen yedincisi. 5 haziran 1664'de İstanbulda doğdu. Küçük yaştan itibaren devrin en iyi alimlerinden tahsil ve terbiye gördü. Ayrıca devlet idareseni ve harp oyunlarını çok iyi öğrendi. Amcası İkinci Ahmed Han'ın 6 Şubat 1695'de vefatı üzerine 31 yaşında tahta çıktı. Genç Padişah gayretli ve vatan sevgisiyle do- lu idi. nitekim yayınladığı ilk hatt-ı humayunda "Zevk ü safa ve rahatı kendümüze haram eylemişüzdür" diyordu.

   Sultan Mustafa, ceddi kanuni Sultan Süleyman gibi bizzat ordusunun başında sefere çıkmak istiyordu. Devlet adamları Sultan'ın sefere çıkması halinde büyük masraflar gerekeceğini ve kazara bir yenilgi halinde de adının mağlup bir hükümdara çıkacağını bildirdiler. Bunun üzerine Sultan Mustafa; " Bana hazine lazım değil. Kuru ekmek yerim. Vucudumu din uğruna feda ederim.Her ne denlü meşakkat arz olınsa, sabr ve tahammül ederim. Hizmet-i ibadullah (halka hizmet tamama ermeyince seferden dönmem" diyerek kesin kararını bildirdi. Nihayet 30 Ağustos 1695 günü Mustafa Han halkın da zafer duaları arasında Avusturya işgalindeki Macaristan'ı kurtarmak için ilk sefrine çıktı. 9 Eylül günü Lipva kalesini alındı. 22 Eylül'de Lagos kalesi yakınında Temes suyu kenarında bulunan Avusturya ordusunu bozguna uğrattı. Lagos Osmanlıların eline geçti. Bu arada ordunun ikinci bir koluda Sabeş kalesini zabtetti. Mevsimin ilerlemesiyle Mustafa Her ordunun başında İstanbul'a döndü. halk bu büyük zafer için şenlikler yaptı.

   Padişah, Avusturya üzrine ikinci seferine 20 Nisan 1696'da çıktı. Osmanlı ordusu Belgrad'a vardığında düşman kuvvetlerinin Temeşvar-ı muhasara altına aldığı haberi geldi. Bu cihet üzerinde yol alan Osmanlı ordusu, düşmanı Olaş suyu kenarınd yakaladı. Yapılan muharebede Avusturyalılar mağlup ve perişan oldu. Kumandaları savaş alanında öldü. Padişah İstanbul'a döndüğünde, Andros önlerinde venedik donanmasına büyük zaviat verdiren Mezemorta Hüseyin Paşa, bütün toplarını ateşleyerek kendisini selamlıyordu.

   Muzaffer padişah, Avusturya'ya son ve kesin bir darbenin vurulması için yeniş bir seferin luzumunainanıyordu. Ancak 17 Haziran 1677'de bu maksatla çıkılan sefer, sadrazam Elmas mehmed Paşa ile temeşvar muhafızı Koca Cafer paş'nın padişah'ı yanlış yola sevketmeleri Zente bozgununa sebep oldu. Bu sorada Venedik, Rusya ve Lehistan birlikleri de saldırıya geçtiler. Padişah sulh istemek zorunda aldı. Uzun görüşmelerin sonunda imzalanan karlofça antlaşmasıyla (1699) Erdel ve Mcaristan'ın büyük bölümü Osmanlılar elinden çıktı. Azak kalesi Ruslara bırakıldı. Kamanice, Ukranya be Podolya eyaletlerinin ise lehistan aldı. Bu geniş toprak parçalarının Osmanlılar elinden çıkmasının izleri pek derin oldu. Osmanlılarının adil idaresininden ayrılmak istemeyen 1400 macar ailesi göz yaş- ları içerisinde Türk topraklarına Hicret ettiler.

   Sultan Mustafa Han, Karlofça antlaşmasından sonra askeri ve mali teşkilatlarla ıslahat hareketlerine girişti. Donanmada çektiri usulünün kullanılması terk edilerek kalyon sistemine geçildi.Bilhassa Mezemota Hüseyin Paşa'nın kapdan-ı deryalık döneminde yaptığı çalışmalar ile kısa bir sürede kalyon miktarı 40'a ulaştı. Ayrıca bahriyenin ıslahı ve ihtiyaçlarının giderilmesi için bir kanunname ilan edildi. Buna göre deniz ümerasının bahriyeden yetişme kimselerdem seçilmesi esası getiriliyordu. Diger taraftan kapıkulu ocakları arasında yapılan ıslahatlar yeniçeri ve sipahilerin hoşlarına gitmedi. Bazı devlet adamlarının tahriki ile başlayan ayaklanma sonunda Sultam Mustafa Han 22 Agustos 1703'de tahttan indirildi. Saraya geldiğinde kapıda kendisini feryad ederek karşılayan Valide Sultan'ın elini öptükten sonra; "Kul beni tahttan indirmişler, yerine karındaşım Sultan Ahmed'i padişah eylemişler; Allah mubarek eyleye,evladlarım kendisine Allah emaneti olsun"sözleriyle kendisine ayrılan özel daireye çekildi. Mustafa Han, hizmetleri ortada iken karşılaştığı bu durumdan dolayı çok mütessir oldu. istiska hastalığında da muzdarip bulunan Sultan, nihayet 20 Aralık 1703'de vefat etti. Yeni Camii'deki türbede babasının ayak ucuna defnedildi.

   Dokuz seneye yakın Osmanlı sultanlığı yapan İkinci Mustafa Han, muktedie,gayretli,vatanperver,çalışkan ve değerli bir padişahtı. Orduların başında sefere giden son Osmanlı sultanıdır. Alimlere ve hocasına karşı hürmeti çok fazla idi. Edebiyata meralı olup "Meftuni" ve "ikbali" mahlasıyla şiirler yazmıştır.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 11:45:25 PM
MUSTAFA HAN-III


Babası        Üçüncü Ahmed Han
Annesi       Mihrimah Sultan
Doğumu     28 Ocak 1717
Vefatı        21 Ocak 1774
Saltanatı     1757-1774


Osmanlı Sultanlarının yirmialtıncısı ve islam halifelerinin doksan birincisi. Küçüklüğünden itibaren iyi bir eğitim ve öğretim gördü. Yüksek din ilimleri, Edebiyat, tarih, coğrafya , nücum(Astroloji), tıb, devlet idaresi ve askeri bilgileri devrin meşhur alimlerinden tahsil etti. Üçüncü Osman Han'ın vefatı üzerine 30 Ekim 1757'de hükümdar oldu.

   Cülusunu (Tahta geçişini) müteakib ilan ettiği Adaletname ile reayanın vaziyetini düzeltti. Hazineyi zenginleştirmek için tedbir aldı. Devletin maliyesine zarar veren, zahmetsiz karlar peşinde koşan yahudi ve hıristiyan taifesinin sıkı kontrol altına alınmasını sağladı. Osmanlı Devleti'ni askeri bakımdan kalkındırmak için topçu sınıfını ıslah, tophaneyi tanzim ve mühemdis mektebini te'sis yoluna gitti. Ordunun artan top ihtiyacına cevap vermek üzere Hasköy'de modern bir top dökümhanesi kuruldu. Bu iş için bilhassa Fransız ordusunda hizmet görmüş bulunan Baron de Tott'dan istifade edildi. Donanma faaliyetleri ele alınıp gemi inşaası hızlandırıldı.

    Bu arada Urban eşkiyasının faaliyetleri, hac yolunu tehlikeye düşürmüştü. Bu olaylara sebep olan Beni Harb kabilesi şiddetle cezalandırıldı. İsyan eden Eflak voyvodası yakalanarak hapsedildi. Çıldır, Kars, Karaman, Aydın, Kıbrıs, Bosna ve Karadağ'da meydana gelen disiplinsizliklere karşı tedbirler alındı.

   Üçüncü Mustafa Han dış siyasette daima temkinli hareket ederek sulh ve sükunu muhafaza etti. Fransa ve Prusya arasında yedi yıl devam eden savaşlara tarafların tahriklerine rağmen katılmadı. Osmanlı Devleti'ni bu devrede savaştan uzak tutan devlet adamları arasında bilhassa Sadrazam Koca Ragıb Paşa önemli bir yer tutmaktadır. Nitekim Ragıb Paşa'dan sonra devlet idaresinde söz sahibi olan paşalar arada daimi olarak bir ihtilaf bulunan Rusya ile harbe sebebiyet verdiler(1769). Osmanlı Kuvvetleri başlangıçta Kırım'da ve Tuna boylarında ağır yenilgiler aldı. İbrail, Bender, Kefe, Yenikale ve Kerç gibi müstahkem yerler Ruslar tarafından işgal olundu. Rus donanması Çeşme limanında yakaladığı Osmanlı donanmasına baskın düzenliyerek yaktı.

   Bu mağlubiyetler üzerine idarede değişiklikler yapan Mustafa Han, Silahdar Mehmed Paşa'yı sadrazamlığa, Cezayirli Hasan Paşa'yı Kaptan-ı Derya'lığa, Muhsinzade Mehmed Paşa'yı Vidin seraskerliğine, Kırım Hanlığına da Üçüncü Selim Giray'ı detirdi. Bu tayinler ve fermanlarla vaziyeti düzeltmeye muvaffak olan Mustafa Han, Rusların Tuna Boylarındaki ilerlemesini önledi.1772'de başlayan sulh görüşmeleri muvaffakiyetsizlikle neticelendi. Yeniden başlayan savaşta Rusların Dobruca ve Kuzeydoğu Bulgaristan'daki Osmanlı Kasabalarını aldıktan sonra akıl almaz barbarlıklarla tahribetmeleri ve müslüman halkını küçük bebeklere varıncaya kadar, türlü işkencelerle öldürmeleri Mustafa Han'ın üzüntüden hastalanmasına ve 21 Ocak 1774'de bir cuma günü öğle ezanı okunurken hayata gözlerini yummasına sebeb oldu. Cenazesi Laleli Camii yanında bulunan türbesine defnedildi. Türbesinin başucunda yer alan bir çekmece içerisinde Peygamber efendimizin kadem-i şerifi ( Mübarek ayak izi) bulunmaktadır.

   Üçüncü Mustafa Han, dindar, çalışkan, adil, hamiyetli bir padişahtı. Verdiği vazifeleri takib eder, mes'ullerinden hesap sorardı. Saltanatı boyunca devleti kalkındırmakla uğraştı. Fakat ne yazık ki, bu hususlarda kendisine yardımcı olacak devlet adamlarından mahrumdu. O bu sıkıntısını şu ktasıyla dile getirdi.

Yıkıluptur bu cihan sanma ki bizde düzele,
Devleti Çerh-i deni verdi kamu mübtezele
Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hazele
İşimiz kaldı hemen merhamet-i lem-Yezel'e

   Üçüncü Mustafa Han ilme ve alimlere büyük değer verirdi. Alimleri huzurunda toplar, münazaralar yaptırır ve onları cömertce mükafatlandırırdı. Cihangir mahlasıyla şiirler yazdı. Padişahlığı zamanında sonradan çıkan Rusya harbinden dolayı memlekette başlayan sıkıntı ve buhrana rağmen, evvelce başladığı hayır ve imar işlerini mümkün olduğu kadar devam ettirdi. Üsküdar'da Ayazma camii'ni yaptırdı. 1766 zelzelesinde büyük hasar gören Fatih ve Eyyüb Sultan camiilerini yeniden inşa ettirdi. Yine aynı faciada yıkılan yüzlerce abide ve evi çoğu eskisi gibi olmak üzere bir kaç yıl içinde yeniden yaptırdı. Davudpaşa kasrı ile Kapalıçarşı'yı, baruthane'yi, Saraçhane'yi, Tophane ve Kızkulesi'ni tamir ettirdi.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 11:49:23 PM
MUSTAFA HAN-IV


Babası        Birinci Abdülhamid Han
Annesi       Aişe Sineperver Valide Sultan
Doğumu    8 Eylül 1779
Vefatı        15/16 Kasım 1808
Saltanatı    1807-1808


Osmanlı sultanlarının yirmi dokuzuncusu ve İslam Halifelerinin doksandördüncüsü. 8 Eylül 1779 tarihinde Aişe Sineperver Valide Sultan'dan doğdu. Şehzadeliğinde yüksek din ve fen bilgileri öğretilerek yetiştirildi. Amcası Sultan Selim Han'ın ıslahat fikirlerine karşı çıkan bazı devlet adamları yeniçerileri tahrik ettiler. Neticede Kabakçı Mustafa'nın sevk ve idaresinde ayaklanan yamaklar, Selim Han'ı tahttan indirerek şehzade Mustafa'yı sultan ilan ettiler.(29 Mayıs 1807)

   Devlet idaresini ele geçiren asiler, Nizam-ı cedid kuvvetlerini dağıttılar. İsyanın teşvikçisi köse Musa Paşa Sultan Selim taraftarlarını birer birer ortadan kaldırdı. İstanbul'daki isyan, Rus cephesindeki ordunun disiplinini de bozdu. Orduda bulunan Selim Han taraftarlar, Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşanın yanına sığındılar. Bu hadiseler üzerine Mustafa Han sadrazam Hilmi Paşa'yı azlederek yerine Çelebi Mustafa Paşa'yı sadarete getirdi. Osmanlı Ordusundaki bu karışıklıktan faydalanan Ruslar, Eflak ve Boğdan'da bazı kaleleri ele geçirdiler. Ancak bu sırada Ruslar'ın Fransa imparatoru Napoleon karşısında zor durumda kalmaları, barış istemelerine sebep oldu. 20 Ağustos 1807'de yapılan mütarekeye göre Ruslar, Eflak,Boğdan ve diğer zaptettiği yerleri tahliye ederek çekilecekti.

   Dördüncü Mustafa Han, Rusya ile yapılan mütarekeden sonra, İstanbul'da asayişi sağlayabilmek için harekete geçti. Bu sırada asiler işi çığırından çıkararak halkın mallarınıyağmalamaya, yeniçeriler de her işe karışmaya başlamışlardı. Mustafa Han öncelikle asilerin bir kısmını çeşitli bahane ve vazifelerle saraydan uzaklaştırdı. Ancak zorbaları tamamen sindirebilmek için büyük bir güce ihtiyaç vardı. Bunun için Alemdar Mustafa Paşa'nın İstanbul'a gelmesi istendi. Kendisine sadık 16 bin kişilik kuvvetle harekete geçen Alemdar, öncelikle boğaz nazırlığı yapmakta olan Kabakçı Mustafa'yı öldürterek kafasını sadrazaama yolladı. Kabakçı'nın öldürülmesi, saray erkanı ve yeniçeriler arasında büyük telaşa sebep oldu. Daha sonra İstanbul'a giren Alemdar, zorbaları ortadan kaldırmaya ve fesatçıları sürmeye başladı. Bu sırada Alemdar'ın tarafdarları Sultan Selim Han'ı tekrar tahta çıkarmaları için tahrike başladılar. Bunu sezen sadrazam Çelebi Mustafa Paşa, kendisinden İstanbul'u terketmesini istedi. Buna karşılık Alemdar Mustafa Paşa 28 Temmuz günü onbeş binden fazla askeri ile Bab-ı Ali'yi bastı. Sadrazamdan mührünü aldı. Ancak Selim'in yeniden tahta çıkması halinde kendilerini öldürteceğinden korkan asiler ve bazı devlet adamları, padişahtan Üçüncü Selim ve Şehzade Mahmud'un öldürülmeleri için ferman çıkarttırdılar. Nitekim zorla saraya giren Alemdar, Selim Han'ın hançer darbeleriyle şehid edilmiş cesedi ile karşılaştı. Hizmetkarlarının yardımı sayesinde kurtulan şehzade Mahmud' Padişah ilan etti. (28 Temmuz 1808). Mustafa Han ise, Topkapı sarayına yerleştirildi.

   Mustafa Han, zeki ve tedbirli olmasına rağmen, Üçüncü Selim Han'ın tahttan indirilmesi ve başlatmış olduğu ısla- hatların feci akıbeti neticesinde tahta çıkarıldığından, isyancıların etkisinde kaldı. Yeniçerilerin tamamen zorba bir gü- ruh olmaları sebebiyle isyancıları cezalandıracak bir kuvveti yanında bulamadı. Bu sebepşe onların isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı. Daha sonra asileri sindirmek üzere çağırdığı Alemdar Mustafa Paşanın, Selim Han'ı tekrar tahta çıkarma teşebbüsü, Mustafa Han'ın aleyhte hareketine sebep olsu. İkinci Mahmud Han'ın saltanatı döneminden ve ıslahatlarından memnun olmayan bazı devlet adamları, yeniçerileri tahrik ettiler. Ayrıca kendilerine yakın gördükleri Dördüncü Mustafa'yı tahta geçirmek için harekete geçtiler. Bu durum şeyhülislam'ın verdiği fetva üzerine Mustafa Han'ın öldürülmesine yol açtı. Mustafa Han'ın cenazesi merasim ile kaldırılarak, Bahçe kapısında babası Birinci Abdülhamid'in türbesine defnedildi. Saltanat müddeti bir sene iki ay olup, ölümünde yaşı otuz idi.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 11:55:10 PM
Nadir Şah


İran’daki Afşarlılar Hânedanının kurucusu. 22 Ekim 1688’de Kübhân’da doğdu. İmâm Kulu bin Nezr Kulu’nun oğludur. Türklerin Afşar boyundandır. Cesâreti ve yiğitliği dikkati çekerek, etrâfında toplanıldı. 1726’da beş bin kadar askeriyle Sâfevî tahtını ele geçirme mücâdelesi veren İkinci Tahmasb’ın hizmetine girdi. Tahmasb Kulu Han unvânını aldı. Afganlıları, 1727’de İran’dan uzaklaştırdı. Aynı yıl Horasan, Kirman, Sîstân ve Mâzenderân bölgelerinin vâliliğiyle mükâfâtlandırıldı. Vâliliğinde bağımsız bir hükümdâr gibi hareket etti. Adına para bastırdı. İç isyânları bastırdı. 1730’da Âzerbaycan ve Hemedan hareketine katıldı. Osmanlıların Patrona Halil İsyânı ile meşgul bulundukları sırada fırsattan istifâde ile bu devletin hudûdunda bâzı muvaffakiyetler kazandı.
Birinci Mahmûd Hanın Osmanlı Sultanı olmasıyla, İran hudûdu emniyete alındı. 1732’de, Osmanlı-Safevî Antlaşmasıyla Nâdir Han, İran’ın batısından çekildi. Sâfevî İkinci Tahmâsb’ı tahttan indirip, Üçüncü Abbâs’ı geçirdi. 1732’de Şahvekili olunca, Osmanlı-Safevî Antlaşmasını bozdu. Irak’a girdi. 1733’te Osmanlılara yenildi. Bağdat kuşatmasını kaldırdı ve İran’a çekildi. 1734’te Kafkasya Seferine çıktı. Gence’yi kuşattı. Muvaffak olamayıp, Kars’a geldi. Osmanlıların Doğu Seferindeki başkumandanı Köprülüzâde Abdullah Paşaya yenildiyse de, 1735’te Arpaçay Savaşında Türk ordusunu yenerek Gence, Tiflis ve Revan kalelerini ele geçirdi. Osmanlıların Gence Muhâfızı Genç Ali Paşa vâsıtasıyla anlaşma istedi. Bu sırada Rusya Seferine hazırlanan Osmanlılar, anlaşma isteğini kabul etti. Osmanlı Devletiyle anlaşma yaptıktan sonra, İran’da siyâsî nüfûzu daha da artan Nâdir Han, Üçüncü Abbâs’ı tahttan indirerek kendisini şâh îlân etti.

Afşarlı Nâdir Şahın, İran’da hâkimiyet kurmasıyla Şiî Safevî hânedânı son buldu. Hânedânını kurduğunu ve şahlığını arz etmek üzere, İran’daki Osmanlı heyetine, kendi adamlarını da katarak o devirde dünyânın en büyük devleti ve İslâm âleminin liderlik makâmı olan Hilâfet müessesesine sâhip Osmanlı Devletinin merkezi İstanbul’a gönderdi. İran’daki Şiîlerin Sahâbe-i kirâma küfretmelerini önlemek, bozuk inançlarından vazgeçirmek ve onlara ilim yoluyla inançlarının yanlışlığını ispat etmeleri için, Osmanlı Devletinden yardım istedi. Bağdat Vâlisi Eyyûbî Ahmed Paşa Osmanlı âlimlerinden Bağdatlı Ebülberekât Abdullah Süveydî’yi göndererek, Nâdir Şâhın isteğini yerine getirdi. Nâdir Şah, Şiî Mollaları Necef’e çağırttı. Yetmiş kadarı toplandı. Osmanlı âlimlerinden Süveydî ile Efgan müftisi ve altı Buharalı Sünnî âlim de Necef’e geldi. Nâdir Şâh, Süveydî’yi vekil tâyin edip, hak yolun iki tarafça da tasdikini istedi. Şiî Mollalara, Süveydî hazretleri tarafından sıra ile dört halîfenin üstünlükleri, Eshâb-ı kirâmın hepsine hürmet edilmesi lâzım olduğu, gayr-i meşrû yaşama tarzı olan mut’a nikâhının İslâmiyette yasak edildiği ve İran’daki bu çirkin işleri Şâh İsmâil Safevî ile onun yolunda giden çocuklarının çıkardığı ispatlandı. Sünnî âlimlerin, mollaların ve Nâdir Şahın tasdîkinden geçen antlaşma imzâlanıp, Ferman-ı Şâhî îlân edildi. Bu ferman şöyledir:

"Önce Allahü teâlâya sığınırım. Biliniz ki, Şâh İsmâil-i Safevî 1502 yılında ortaya çıktı. Câhil halktan bir kısmını yanında topladı. Bu alçak dünyayı ve nefsinin isteklerini ele geçirmek için, Müslümanlar arasına fitne ve fesat soktu. Eshâb-ı kirâma sövmeyi, Râfızîliği ortaya çıkardı. Böylece Müslümanlar arasına büyük bir düşmanlık soktu. Münâfıklığa ve düşmanlığa sebep oldu. Öyle oldu ki, kâfirler, rahat ve korkusuz yaşıyor. Müslümanlar ise, birbirlerini yiyor. Birbirlerinin kanlarını, nâmuslarını telef ediyor. İşte bunun için Megan Meydanındaki toplantıda; büyük, küçük hepimiz, beni şah yapmak istediğiniz zaman, bu isteğinizi kabûl etmeme karşılık; siz de Şah İsmâil zamânından beri, İran’da yerleşmiş olan bozuk inançlardan ve boş sözlerden vazgeçeceğinizi bildirmiştiniz. Kıymetli dedelerinizin mezhebi olan mübârek âdetlerimiz olan, dört halîfenin hak ve doğru olduğuna kalp ile inanacağınıza ve dil ile de söyleyeceğinize, bunları sövmekten, kötülemekten sakınacağınıza ve dördünü de seveceğinize söz vermiştiniz. İşte bu hayırlı işi kuvvetlendirmek için, seçilmiş âlimlerden, dînine bağlı yüksek zatlardan soruşturdum. Hepsi dedi ki, Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem hak yoluna çağırdığı günden beri, Sahâbe-i râşidîn olan dört halîfenin (radıyallahü anhüm) herbiri, dîn-i mübînin yayılması için canlarını ve mallarını fedâ ettiler ve bu uğurda, çoluk çocuklarından amca ve dayılarından ayrıldılar ve her söze, iftirâya, oka katlandılar. Bundan dolayı, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, husûsî sohbetleriyle şereflendiler. Böylece “Muhâcirlerden ve Ensârdan, ileri olanlar” âyet-i kerimesiyle medh ve senâya kavuştular. İyilerin efendisi vefât ettikten sonra, ümmetin işlerini gören, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinin sözbirliğiyle, hilâfete, birinci halîfe, mağara arkadaşı Ebû Bekr-i Sıddık radıyallahü anh getirildi. Bundan sonra, halîfenin tâyin ve Eshâb-ı kirâmın kabul etmesiyle hazret-i Ömer Fâruk radıyallahü anh ve ondan sonra, altı kişi arasından ve sözbirliğiyle Zinnûreyn Osman bin Affân radıyallahü anh ve bundan sonra Allah’ın arslanı, arayanların aranılanı, şaşılacak şeylerin hazînesi, emîr-ül-müminîn Ali ibni Ebî Tâlib radıyallahü anh halîfe oldu.

Bu dört halîfeden, herbiri, kendi hilâfetleri zamanında, birbirleriyle uygun her türlü ayrılık lekesinden temiz idi.

Kardeşlik ve birlik üzere idiler. Herbiri, İslâm memleketlerini şirkten ve müşriklerin kininden korudular. Bu dört halîfeden sonra, Müslümanlar îmân ve îtikâdda birlik idi. Her ne kadar, zaman ve asırlar geçmesiyle, İslâm âlimlerinin oruç, hac, zekât ve başka yapılacak işlerde ayrılıkları oldu ise de, inanılacak şeylerde ve Resûlullah’ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ve O’nun Eshâbını sevmekte ve hepsini hâlis olarak tanımakta hiçbir kusur ve noksan, bozukluk ve gevşeklik olmadı. Şah İsmâil’in ortaya çıkmasına kadar bütün İslâm memleketleri, böyle saf ve temiz idi. Sizler selîm aklınızla ve temiz kalplerinizin irşâdı ile, sonradan çıkarılan Eshâb-ı kirâmı sövmek ve Râfızî olmak yolunu, çok şükür bıraktınız. Dîn-i İslâm sarayının dört temel direği olan dört halîfenin sevgisiyle kalplerinizi süslediniz. Bunun için ben de, bu söz verdiğimiz beş kararımızı, gökler gibi yüksek, karaların ve denizlerin hâkânı, haremeyn-i şerîfeynin hizmetçisi, yeryüzünün ikinci Zülkârneyn’i, büyük İslâm Pâdişâhı, kardeşimiz, Rum memleketlerinin sultanına bildirmeyi söz veriyorum. Bu işi arzumuza uygun olarak bitirelim.

Bu yazdıklarımız, Allahü teâlânın yardımı ile, çabuk meydana çıksın! Şimdi bu hayırlı işi kuvvetlendirmek için, allâme-i ulemâ (Molla Ali Ekber) molla başı ve başka yüksek âlimlerimiz bir tezkire yazdılar. Böylece, bütün şüphe perdelerini yırttılar. İyice anlaşıldı ki, bütün bu Râfızîlik ve bid’atlar ve ayrılıklar, Şâh İsmâil’in çıkardığı fitnelerden doğmuştur. Yoksa ondan önceki zamanların hiçbirinde ve İslâmın başlangıcında, bütün Müslümanların îmânları, düşünceleri tek bir yolda idi. Bunun için, Allahü teâlânın yardımı ile ve O’nun kalplerimize sunması ile, bu şerefli ve yüksek kararı almış bulunuyoruz. İslâmiyetin başlangıcından, tâ Şah İsmâil’in çıkmasına kadar bütün Müslümanlar, Hulefâ-i râşidîni hak bilirlerdi. Bunları sövmekten, kötülemekten çekinirlerdi. Hatîb efendiler ve büyük vâizler, minberlerde ve derslerde, bu halîfelerin iyiliklerini, güzel hallerini, üstünlüklerini söylerlerdi. Mübârek isimlerini söylerken ve yazarlarken radıyallahü anhüm derlerdi. Derin âlim ve üstünlerin özü Mirzâ Muhammed Ali hazretlerine emreyledim ki, bu; “Fermân-ı hümâyûnumuzu, bütün İran şehirlerine yaysın. Milletim de işitsin ve kabul eylesin! Buna uymamak, karşı gelmek Allahü teâlânın azâbına ve Şâhenşâhın gazâbına sebep olacaktır. Böyle bileler”.

Nâdir Şâh, Afşarlılar Hânedânının hâkimiyetini genişletmek için 1737’de Afganistan’ın Kandehar bölgesine gitti. Kandehar’da Nâdirâbâd şehrini kurdu. 1738’de Hindistan Seferine çıktı. Gazne, Kâbil, Celâlâbâd şehirlerini zabtederek, Peşaver’den Lahor’a girdi. 1739’da Gürgâniyye Devletinin başşehri Dehli’yi aldı. Gürgâniyye Devleti Sultanlığına Muhammed Şâhı getirtti. Hindistan’ın İndüs Nehri kuzeyindeki eyâletler Afşarlılar Hânedanlığına ilhak edilip, hazînesini doldurdu. İran halkı üç yıl vergi dışı bırakıldı. Afşar askerine fazlasıyla ihsânlar dağıtıldı. 1739 yılı sonunda Kabil’e geldi. Âniden Hindistan Seferine geri dönüp, Hind Hükümdârı Hudâ Yar Han Abbâsî’yi esir alıp, 1740 baharında Kâbil’e döndü. 1740 yazında Türkistan’a girdi. Buhara Hanlığı ile Ceyhun Nehri hudut kesildi.

Karışıklıklar üzerine 1741’de Kafkasya Seferine çıktı. Yolda, Mazenderân yakınlarında suikasta uğrayarak, yaralandı. Suikastla alâkalı görülen, Veliahd Rızâ Kulu cezâlandırıldı. Dağıstan’a girdi. Ruslarla münâsebeti gerginleşti. İran’da Afşarlı Hânedânına karşı cephe alındı. İsyanlar başladı. 1743’te Osmanlı hâkimiyetindeki Musul’dan Irak’a girdi. Bağdat’a kadar geldi. Bağdat Vâlisi Eyyûbî Ahmed Paşayla dostça münâsebetler kurup, geri çekildi. 1743’te Kars’a geldi. Kars başkumandanı Yeğen Mehmed Paşanın hastalanıp vefâtıyla, Nâdir Şâh, Kâğâverd’de muvaffakiyet kazandı ise de Osmanlılardan anlaşma istedi. 4 Eylül 1746’da Osmanlı - Afşar Antlaşması imzâlandı. Hudut değişikliği olmadı.

Nâdir Şahın, Sünnîlere tanıdığı haklar, Eshâb-ı kirâma, mübârek makamlara ve âlimlere hürmeti, Râfızîlerin çirkin âdetlerini yasaklaması, halkının çoğunluğu Şiî olan İran’da büyük isyan ve karışıklıkların çıkmasına sebep oldu. Temmuz 1747’de, Sîstân İsyanını bastırmak üzere sefere çıktığında, Fethâbâd civârında âsîler tarafından şehit edildi. Âilesi ve yakınları kılıçtan geçirildi. Hazînesi yağma edildi. Nâdir Şâhın şehit edilmesiyle, İran’da başlattığı ıslahatlar durdu. Çok kan döküldü. Kurduğu Afşarlılar Hânedânı 1795 yılına kadar İran’a hâkim oldu.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 25, 2010, 11:58:58 PM
Nureddin Mahmud Zengî


Selçuklu atabeglerinden. Künyesi Ebü’l-Kâsım Mahmûd bin İmâdeddîn Zengi’dir. 1118’de Musul’da doğdu. Musul ve Haleb Atabegi İmâmeddîn Zengi’nin oğludur. İyi bir eğitim ve öğretim görerek, İslâm terbiyesiyle yetiştirildi. Gençliğinden îtibâren babasının seferlerine katılarak kumandanlık vasıflarını geliştirdi.
Babası İmâmeddîn Zengi’nin 1146’da öldürülmesinden sonra Musul Atabegliği oğullarından Seyfeddîn Gâzi ile Nûreddîn Mahmûd arasında paylaşıldı. Seyfeddîn Gâzi Musul merkez olmak üzere Fırat Nehrinin doğusunda kalan yerleri alırken, Nûreddîn, Halep merkez olmak üzere Fırat Nehrinin batısında kalan yerleri aldı.
Bu sırada Zengi’nin ölümünü fırsat bilen Haçlı liderlerinden İkinci Joscelin, bir kısım Hıristiyan halkla anlaşarak Urfa’yı ele geçirmeye muvaffak oldu. Nûreddîn Mahmûd, bu haberi duyunca süratle gelerek kaleyi tekrar ele geçirdi. İhânet eden Hıristiyanları cezâlandırdı. Halep bölgesine hâkim olup, Hıristiyanların elindeki Keferlâsa ve Artak’ı aldı.
1148’de Seyfeddîn Gâzi Musul’da vefât edince bâzı komutanlar Nûreddîn’in atabeg olmasını istediler. Fakat, Kutbeddin Mevdûd, atabeg oldu.
Sincar Vâlisi, Nûreddîn’i dâvet ederek şehri teslim edince, Mevdûd ordusuyla harekete geçti. Fakat iki kardeş arasındaki anlaşmazlık barış ile netîcelendi. Nûreddîn, Humus ve Rakka’yı alıp Sincar’ı kardeşine verdi (1149). Bu târihten itibâren iki kardeş, Haçlılara karşı Müslümanları birleştirmek için çalıştı. Nûreddîn, Antakya topraklarını zapt etti. Harim civârını yağmalatıp, İnnib Kalesini kuşattı. Sıra ile Harim’i ve Fâmiye Kalesini aldı. Mevdûd da Nûreddîn’in bu muhârebesine katıldı. 1153’de Hıristiyanlardan Askalan’ı aldı. Askalan’ı kaybeden Hıristiyanların Şam’a yönelmeleri üzerine Şam’ı Emir Mucirüddîn’den alarak kendi toprakları arasına kattı (1154). Esediddîn Şirkûh’u Şam vâlisi yaptı ve Haçlıların saldırılarını bertaraf etti. Sonra Mısır işleriyle alâkadar olmaya başlayan Nûreddîn Zengi, Şirkûh ve yeğeni Selâhaddîn Eyyûbî’yi Mısır’a gönderdi. 1164 yılında Harim’i yeniden Haçlılardan aldı. 1169 yılında Şirkûh, Mısır’da hâkimiyeti ele geçirdi. Selâhaddîn Eyyûbî, Nûreddîn Zengi’nin emriyle 1171 yılında Fâtımîleri tamâmen ortadan kaldırdı.
1173 yılında Anadolu’ya giren Nûreddîn Zengi, İkinci Kılıç Arslan’a âit bâzı kasabaları ele geçirdi. Bu esnâda Bağdat Abbâsî halîfesi kendisine Musul, Elcezire, İrbil, Hilât, Sûriye, Mısır ve Konya hükümdârlığını tasdik ettiğini belirten bir menşûr verdi. Fakat çok geçmeden Sultan Nûreddîn Zengi, Şam’da vefât etti (1174). Kendi yaptırdığı Nûriye Medresesine defnedildi. 1147-1149 yılları arasında gerçekleşen İkinci Haçlı Seferlerini netîcesiz bırakan İslâm kahramanlarından biri olan Nûreddîn Zengi, kurduğu eğitim kurumları, sosyal tesisler ve yaptığı îmâr faaliyetlerinin yanında, güçlü bir devlet kurucusu olan Selâhaddin Eyyûbi’yi yetiştirmesiyle de tanınmaktadır. Halep, Şam, Hama, Humus, Baalbek, Menbic ve diğer şehirlerde büyük medreseler, câmiler, imâretler, kervansaraylar, hastâne ve dâr-ül-hadîsler yaptırdı. Masrafların karşılanması, tâmirâtı ve yaşatılması için büyük vakıflar bıraktı. Şam’da yaptırdığı büyük hastâne, devrin en meşhur mütehassıs doktorlarının hizmet verdiği bir sağlık müessesesiydi. Hadis üniversitesi mâhiyetindeki ilk Dâr-ül-hadîsi o kurdu ve pek çok kitap vakfetti. Rasadhâne kurdurarak, güneş saati yaptırdı. Dindâr olup, ilim adamlarının hâmisiydi. Karargâhında dahi Kur’ân-ı kerîm okutup, hürmetle dinlerdi. Ülkesini adâletle idâre ettiği için“Melik-ül-âdil” lakabıyla tanındı. Haftada iki gün halkın huzûruna çıkarak şikâyetleri dinlerdi. Haksızlıkların önüne geçmek ve devletin menfaatlerini korumak için, hassas bir haber alma teşkilâtı kurdu. Haberleşmede güvercinlerden de faydalandı. Kendisinin ve âile çevresinin ihtiyaçlarını, ihsanlarını, şahsî malından karşılardı. Ganîmetten, âlimlerin helâl dediklerinden başkasını almaz, altın, gümüş kullanmaz ve ipek giymezdi.


 
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 12:02:32 AM
ORHAN GAZİ


Babası        Osman Gazi
Annesi       Mal Hatun
Doğumu     1281
Vefatı        1360
Saltanatı   1326-1360


   Osmanlı padişahlarının ikincisi.

    Sultan Osman Gazi'nin oğlu olup, dedesi Ertuğrul Gazi' nin vefat ettiği 1281 senesinde Söğüt' te doğdu. Küçük yaştan itibaren tam bir disiplin ve intizam ile istikbalin beyi olacak şekilde yetiştirildi. Şeyh Edebali ve Dursun Fakih gibi alimlerden ilim öğrenip, feyz aldı. Gençliğinden itibaren Bizans tekfurlarıyla olan gazalara katıldı. Kumandanlık ve devlet idaresi konusunda bilgi ve tecrübe kazandı. Babasının yaşlılığı dolayısıyla 1324' den itibaren devlet idaresinin başına geçti. Osman gazi, onu Bursa' nın fethiyle görevlendirdi.

    Orhan Bey' in 1326' da Bursa' yı fethi sırasında Osman Gazi vefat etti. Babasının naşını Bursa'da Gümüşlü Künbed' e nakledildikten sonra Osmanlı Devleti' nin ikinci sultanı olarak tahta geçti ve devlet merkezini Yenişehir' den Bursa' ya nakletti.

    Bundan sonra fetih ve gaza hareketine hız veren Orhan Gazi, 1329' da Bizans kuvvetlerini Pelakanon' da ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra 1330' da İznik' i aldı. Devlet' in geçiçi merkezi haline getirilen İznik şehri imar edilerek, İslami eserlerle süslendi. Orhan Gazi, İznik' in en büyük kilisesini camiye çevirerek burada Cuma namazı kıldı..

    Fetih hareketine devam eden Orhan Gazi, 1331' de Taraklı, Mudurnu ve Göynük kasabalarını, 1333' de Gemlik, 1336' da Kirmastı, Mihaliç ve Ulubat kasabalarını zabt etti. 1337' de ise İzmit' in fethi ile, Kocaeli yarımadasının tamamı Osmanlıların eline geçti.

    1353' de Bizans' taki iç karışıklıklardan faydalanan faydalanan Orhan Gazi, Gelibolu' da Çimbe kalesine sahip oldu. Bu, Osmanlıların Rumeli' ye geçerek bölgeleri tanımaları ve gelecekteki fetihleri bakımından önemli rol oynadı. Nitekim oğlu Süleyman Paşa'yı Rumeli' deki kuvvetlerin başına tayin eden Orhan Gazi, Bolayır' dan Tekirdağı'na kadar uzanan bölgeyi feth ettirdi.

    Diğer taraftan Anadolu' da da birliği, sağlama çalışmalarına hız veren Orhan Gazi; Karesioğullarından 1345' de Balıkesir' i, 1350' de ise Bergama ve Edremit' i, Eretna beyliğinden de 1354' de Ankara' yı aldı.

   Orhan Gazi, büyük oğlu büyük oğlu Süleyman Paşa' nın 1359' da bir av sırasında attan düşerek vefat etmesi üzerine üzüntüsünden hastalandı ve 1360' da vefat etti. Bursa' daki Gümüşlü Künbet' e defnedildi.

   Şahsiyeti nesillere örnek mahiyette olan Orhan Gazi, halim-selim olup, son derece merhametliydi. Kolay kızmaz, kızınca da belli etmezdi. Askerlerini ve tebasını kendinden fazla korurdu. Çok adildi. "Adaletin en kötüsü geç tecelli edenidir. sonunda hüküm isabetli olsa geçken adalet zulümdür." buyururdu. Orhan Gazi' nin İslam ahlakına hayran olup, adaletine gıpta eden hıristiyanlar kendi soyundan ve dininden hanedanların yerine , Osmanlı isaresini tercih ederlerdi.

    Orhan Gazi devrinde fethedilen beldeler ilmi, mimari ve sosyal te'sislerle süsülendi. İznik fethedilince, manastırı medreseye çevirerek ilk Osmanlı medresesini kurdu. Yine İznik' te yaptırdığı imaretin açılışında kendi eliyle fakirlere aş dağıttı. Ahalisinden müslim ve gayri müslim hiç kimsenin aç kalmamasına gayret etti.

    Cihaddan vazgeçmez ve emri altındakileri devamlı Allahü tealanın dinini yaymaya teşvik ederdi. Oğlu Murad Gazi' ye "Oğul! Cennet - mekan babam Osman Gazi Han bir avuç toprağı beylik yaptı. Biz Allah' ın izniyle beyliği sultanlığa çevirdik. Sen daha da büyüğünü yapacaksın! Osmanlı' ya iki kıt'a üzerinde hükmetmek yetmez. zira İ'la-yı kelimetullah (Allahü tealanın ismi şerifini yüceltmek, İslamiyet' i yaymak) azmi iki kıt' aya sığmayacak yüce bir azimdir." diyerek son vasiyetini yapmıştır..

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 12:05:03 AM
OSMAN GAZİ


Babası        Ertuğrul Gazi
Annesi       Hayme Hatun
Doğumu    1258
Vefatı       1326
Saltanatı   1299-1326


Osmanlı Devleti' nin Kurucusu.

    Oğuzların Kayı boyundan, Türkiye Selçuklularının uç beyi Ertuğrul Gazi' nin oğlu olup, 1258 senesinde Söğüt' te doğdu. Küçük yaştan itibaren İslam ilimlerini öğrenen Osman Gazi, ayrıca mükemmel bir askeri talim ve terbiye gördü. 1277' de Anadolu' nun İslamlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan gönül sultanlarından ve ahilerden biri olan Şeyh Edebeli' nin kızı ile evlendi. Babası Ertuğrul Gazi' nin 1281' de vefatı üzerine bey seçilip iradeyi ele aldı..

    Osman Beyi Kayıların başına geçince Söğüt' ü kendisine merkez yaparak Akçakoca, Gazi Abdurrahman, Aykut Alp ve Konur Alp gibi beylerle Bizans' a karşı fetihlere girişti. 1285' de Kulaca Hisar' ı feth edildi. 1288' de İnegöl ve Karacahisar tekfurlarının kuvvetlerini Ekizce' de bozguna uğrattı. Bu savaşta Osman Gazi' nin kardeşi Saru Batu şehid oldu.

    Osmanlıların daha sonra Karacahisari Taraklı ve Göynük' ü elde etmesi üzerine, bölge tekfurları ittifak ederek Osman Gazi' yi bir düğün münasebetiyle öldürmek istediler. Dostui Harmankaya hakimi Köse Mihal (ki daha sonra İslamiyet'i kabul ederek Mihal Gazi adını almıştır)' in haber vermesi ile vaziyeti öğrenen Osamn Gazi sür'atle harekete geçerek Bilecik ve Yarhisar' ı zabt etti. Gelini ele geçirerek Nilüfer adını verip, oğlu Orhan Gazi ile nikahladı.

    1299' da Türkiye Selçuklu sultanlığındaki iktidar boşluğundan faydalanan Osman Gazi istiklalini ilan etti. 1301' de Yenişehir' i alarak İznik ve Bursa' nın fethinin yolunu açtı. Bursa, Kite ve Atranos tekfurlarının kuvvetlerini Koyunhisar mevkiinde bozguna uğrattı. Bu zaferden sonra Kestel, Kite ve Ulubat kaleleri Osmanlıların eline geçti.

    1308' de İznik' in en mühim ileri karakolu olan Karahisar ele geçirildi. Böylec İznik-İzmit karayolu türklerin hakimiyetine girmiş oldu. Osman Bey artık başta Bursa olmak üzere İznik ve İzmit'in zabıtını ilk hedef olarak görüyordu. 1314 yılında başlayan Bursa kuşatması, 10 senden fazla sürdü. 1324' de hastalanan Osman Bey, kumandayı oğlu Orhan' a devretti.

    Osman Gazi, oğlu Bursa' yı fethettiği sırada vefat etti (1326). Naşı Bursa' ya götürülerek Gümüşlü Künbet' defn edildi.

    Osman Gazi salih bir müslüman olup, İslam ahlakının iyi ve güzel vasıflarına sahipti. Az sayıdaki aşiret kuvvetleriyle Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlup edip zaferler kazanarak dünya' nın en uzun ömürlü hanedanını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Bir taraftan fetihlere devam ederken, diğer taraftan devler taşkilatının müesseselerini mükemmel bir şekilde kurmaya ve sistemleştirmeye çalıştı. Ömrü, Rum kafirleri ile savaşmakla ve İslamiyet' i yaymakla geçti. Vefat edeceği zaman, oğlu Orhan Bey' e gönderdiği vasiyetnamesi, İslamiyet' e olan sevgi ve saygısını ve Türk milletinin rahat ve huzurunu düşündüğünü ve insan haklarına gönülden bağlılığını açıkca bildirmektedir. Vasiyetnemenin özü şöyledir:

    "Allah'ü tealanın emirlerine muhalif bir iş işlemiyesin! Bilmediğini ulemadan sorup anlayasın. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın. Sana itaat edenleri hoş tutasın. Askerine in'amı, ihsanı eksik etmeyesin ki, insan ihsanın kulcağızıdır. Zalim olma! Alemi adaletle şenlendri. Ve Allah için cihadı terk etmiyerek bani şad et! Ulemaya riayet eyle ki, din ve devlet işleri nizam bulsun. Nerede bir ilim ehli duyarsan ona rağbet ve yumuşaklık göster; Askerine ve malına gurur getirip ulemedan uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız Allah' ın dinini yaymakdır. Yoksa, kuru gavga ve cihangirlik davası değildir. Sana da bunlar yaraşır. Daima herkese ihsanda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü tealaya emanet ediyorum. "
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 12:11:16 AM
GENÇ OSMAN - II


Babası        Ahmed Han-I
Annesi       Mahfiruz Hadice Sultan
Doğumu    3 Kasım 1604
Vefatı       20 Mayıs 1622
Saltanatı    1618-1622


Osmanlı sultanlarının on altıncısı ve islam halifelerinin seksenbirincisi. 1604 senesinde İstanbul'da doğdu. İyi bir eğitimle yetiştirildi. Arabça, Farsça, Latince, Yunanca, İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini öğrendi. Kuvvetli bir edebiyat, tarih, coğrafya ve atematik tahsili gördü. 26 Şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası birinci Mustafa Han'ın rahatsızlığı yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine Osmanlı sultanı oldu.

   İkinci Osman'ın tahta çıkışının ilk aylarında İran ile barış andlaşması imzalanarak harbe son verildi. Böylece doğu sınırını emniyet altına alan Genç Osmanlı sultanının hedefi memleketi 1617'den beri uğraştıran Lehistan mes'elesini halletmekti. Bu sırada Boğdan voyvodası Gratiani de Osmanlı'ya karşı cephe almıştı. İhaneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan'a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 50-60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı. Ancak Özi beylerbeyi olan İskender Paşa, süratle harekete geçip bu kuvvetleri Turla nehrini geçerken imha etti. Düşman ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahire ganimet olarak alındı.

   Diğer taraftan Sultan Osman, Lehistan'ı ele geçirip, Baltık denizine çıkmak, orada bir donanma kurarak, Atlas Okyanusuna geçip Avrupa hıristiyanlığını, hem Akdeniz, hem okyanus donanmalarıyla çember içine almak gayesiyle 21 Mayıs 1621'de Cuma namazı kıldıktan sonra sefere çıktı. 1 Eylül 1621'de Hotin önüne varıldı ve kale derhal kuşatma altına alındı. Ancak 35 gün devam eden muharebelerde kale bir kaç defa düşme durumuna geldi ise de yeniçerilerin itaatsizliği ve devlet adamları arasındaki geçimsizlikler, kesin neticenin elde edilmesine mani oldu. Ancak nogay tatarlarının beyi Kantemir Mirza ile Kırım hanının oğlu Nureddin, Lehistan içlerine kadar akınlarda bulunarak pek çok ganimetle döndüler. Neticede kış mevsiminin gelmesi üzerine Lehistan'la barış yapılarak geri dönüldü.

   Lehistan seferinde tam muvaffakiyet elde edemeyen Sultan, bunun sebebinin askerlerinin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve bazı ıslahatlar yapmak istiyordu. Kapıkulu ocaklarını kaldırarak, yerine Anadolu, Suriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sadece askerlikle uğraşan, padişahın emirlerine itaat eden bir ordu kurmak istiyordu. Aynı zamanda saray, harem ve ilmiyye teşkilatlarında da esaslı değişiklikler düşünüyordu. Ancak onun bu ıslahat fikirlerine kapıkulu ocakları açıkça karşı çıkıyor, ilmiyye sınıfı da çekimser davranıyordu. Nitekim Padişahın hacca gitme arzusunu bahane eden yeniçerilerle sipahiler ayaklandılar. Öncelikle Padişah'ın hacca gitmekten vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyan, daha sonra bazı devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü. Neticede Sultan Osman Han'ın hal'i ve Sultan Mustafa'nın ikinci defa tahta geçirilmesiyle son buldu.

   İsyan sırasında Sultan Osman Han'ı ele geçiren caniler, reva gördükleri ağır ve kötü sözlerle Orta Cami'e götürerek orada hapsettiler. Genç Padişah'ın maruz kaldığı hakaretin haddi hesabı yoktu. Yaptıkları eza ve cefa onu boynu bükük ve perişan bir hale koymuştu. İkinci Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı ağlayarak; "Dün sabah Padişah-ı cihan idim, şimdi uryan kaldım; merhamet edip halimden ibret alın;dünya size dahi kalmaz; hangi padişahın kulları padişahlarına bu ihaneti ettiler" diyerek yalvardı ise de, bu sözlerin caniler üzerinde hiçbir te'siri olmadı.

   Daha sonra yedikuleye getirilen İkinci Osman Han'a karşı vezir-i azam Davud Paşa'nın tertibiyle on bir cellat saldırdı. Genç Osman, güçlü kuvvetli olduğundan bunlarla uzun müddet boğuştu ise de, içlerinden birisinin omuzuna vurduğu bir balta darbesi ile yere yıkıldı ve boğularak şehid edildi.(20 Mayıs 1622).

   Sultan İkinci Osman Han, heybetli, yüksek himmet sahibi, yiğit, fevkalade iyi bir binici, silah ve harp aletlerini kullanmakta pek mahir bir padişah idi. Şeceat ve binicilikte akranı pek az olup, güzel tavırlı idi. Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sadık bir yakınına malik olmayışı, kendisine bu hazin sonu hazırlamıştır. Zira yapmayı düşündükleri uzun zaman isteyen ve ancak yetişmiş bir kadro ile mümkün olabilirdi. Sultan Genç Osman dini ilimler yanında fenni ilimleri de tahsil etmişti.Ayrıca Farisi mahlasıyla yazdığı şiirlerinin toplandığı bir divanı vardır.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 12:39:09 AM
OSMAN HAN -III


Babası       İkinci Mustafa Han
Annesi      Şehsüvar Sultan
Doğumu    2 Ocak 1699
Vefatı       29 Ekim 1757
Saltanatı   1754 - 1757


  Osmanlı Sultanlarının yirmi beşincisi ve İslam Halifelerinin doksanıncısı. İkinci Mustafa Han' ın oğlu olup, 2 Ocak 1699' da Şehsüvar Sultan' an doğdu. Ağabeyi Birinci Mahmud' dan bir kaç yaş küçük olup, anneleri ayrıdır. Şehzadeliğinde mükemmel bir eğitim gördü. Zamanını din, edebiyat ve tıp kitapların okuyarak geçirdi. 13 Aralık 1754' de ağabeyi Sultan Birinci Mahmud Han' ın vefatı üzerine tahta çıktı.

   Sultan Osman Han' ın kısa süren saltanat devresi sulh ve sükun içerisinde geçti. 1755' de Rus sınırındaki bazı olaylar bu devletle ihtilafa yol açacak gibi göründü ise de, iki taraf da sulhu bozmadı. Mısır' da Memluklülerin isyan hareketler, kısa sürede bastırıldı. Padişah ayrıca olaylarda ihmali görülenleri vazifelerinden uzaklaştırıldı. Sadrazam Bahir Mustafa Paşa azledilerek yerine Hekimoğlu Ali Paşa getirildi.

   Sultan Üçüncü Osman Han zamanında dışta görülen bu huzurlu ve hadisesiz geçen devreye nazaran içte çeşitli gaileler veya tabii afetlerle karşılaştı. Çok şiddetli geçen 1755 kışında Haliç dondu. İnsanlar Defterdar İskelesiyle Sütlüce arasında karşıdan karşıya geçerlerken olay uzun süre hafızalardan silinmedi.

   Diğer taraftan Osman Han devrinde İstanbul' da büyük tahribata yol açan iki büyük yangın çıktı. 28 Eylül 1755' de Hoca Paşa semtinde çıka yangın, dört kola ayrılarak büyük bit afet halini aldı. Yaklaşık otuz altı saat süren yangın sonunda Paşakapısı da yandığından, sadaret dairesi bir müddet Kadırga limanındaki Esma Sultan Sarayı' na nakledildi. 6 Temmuz 1756' da Cibali taraflarında çıkan yangın ise, genişleyerek hemen hemen İstanbul' un dörtte üçünü kül haline getirdi. Unkapanı, Şehzadebaşı, Fatih, Yavuz Selim, Zeyrek, Saraçhane semtleri bir harabe aline geldi. İki bin ev, bin dükkan, beş yüz seksen değirmen, iki yüz cami ve mescid, yetmiş hamam yandığı gibi insan zayiatı da oldu. Yangının ardından, İstanbul' un yeniden inşası için büyük imar faaliyetleri başladı.

   Önceki yılarda İran harpleri dolayısıyla devletin otorite boşluğundan istifade ederek eşkıyalığa başlayan levedler, Anadolu' da halka büyük eziyetler veriyorlardı. Bu karışıklık Osman Han devrinde daha da arttı. Devlet bunları Mirili leved adı ile bir teşkilata tabi tutarak emri altına almaya ve şekavetlerini (eşkiyalıklarını) önlemeye çalıştı ise de, bir netice elde edemedi. Bunun üzerine Osman Han, Hekimoğlu Ali Paşa' yı bunların üzerine göndererek şiddetle cezalandırdı.

   Sultan üçüncü Mustafa Han, padişahlığının üçüncü senesinde, 29 Ekim 1757' de vefat etti. Yeni Camii yanındaki kardeşi Birinci Mahmud Han' ın türbesine defn edildi.

   Sultan Üçüncü Osman, fakirlere, düşkünlere ço acıyıp, onlara karşı daima cömert ve şegkatli davranırdı. Kıyafet değiştirmek suretiyle İstanbul' da dolaşır, halkın dertleriyle bizzat alakadar olurdu. Haksızların önüne geçip, tamiri mümkün olanların halline çalışırdı. Müslim ve gayr-i müslümlerin kıyafet ve nizamını ve davranışlarını dikkatle takip etti. Kadınların dikkat çekici kıyafetler ile sokağa çıkmalarını yasakladı. "Kocasının zabıtında olan avret kötülük yoluna sapamaz. Kadının ahlaksız olmasında suç, ona sahip olmayan kocasındadır." derdi. Yalan ve rüşvetle amansız bir şekilde mücadele etti. Kim olursa olsun rüşvetçiyle yalancıyı asla affetmedi.

   İmar faaliyetlerine önem vererek Üsküdar' da İhsaniyye Camii ve İhsaniye mescidini yaptırdı. Ağabeyi Birinci Mahmud Han' ın başlattığı cami inşasını bitirerek Nuru Osmaniyye adı ile ibadete açtı. Caminin yanına medrese, kütüphane, imaret, sebil ve çeşme de yaptırıp, tamiratı ve masraflarının karşılanması için vakıflara tesis ettirdi. Midilli adası Siğri limanında, Malta korsanlarına karşı bir kale inşa edilerek tahkim edildi. Bab-ı ali' nin inşası tamamlandı. Ahırkapı feneri de Sultan Üçüncü Osman devrinde yapıldı.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 12:42:09 AM
Raziye Begüm Sultan



Raziye Begüm Sultan Dehli sultanı Babası Şemseddin İltutmuş, annesi Terken Hâtundur Sultan Şemseddin İltutmuş tarafından, 1232 yılında Dehli tahtına veliaht tâyin edildi ve devlet adamları da bîat etti İltutmuş’un iki oğlu varken, kızı Râziye Sultanı Dehli tahtına veliaht tâyin etmesi; aklı, zekâsı, halkın sevmesi ve saraydaki idârî hareketlerindendir Fakat babasının 1236’da vefâtıyla, kardeşi Rükneddîn Fîrûz Şâh, Dehli Sultanı îlân edildi Fîrûz Şâhın devlet idâresiyle alâkadar olmaması üzerine, tahttan indirilip, Râziye Begüm, Dehli Sultanı oldu Râziye Begüm Sultan, 1236’da Dehli tahtına sâhip olunca, babasının hastalığı ve kardeşi devrinde ihmâle uğramış ve ortadan kakmış an’ane ve âdetleri tekrar canlandırdı Ülkede âdil bir îdare kurup, ihtiyâç sâhiplerine cömertçe ihsânlarda bulundu
Raziye Begüm Sultan Râziye Sultanın saltanatı devrinde, Hindistan’daki Râfizîlerden Karmatîler ve Mülhidler zümresi faaliyetlerini arttırdı Bozuk din mensubu Karmatî ve Mülhidler, Nur-Türk liderliğinde isyân edip, Sind bölgesinden, Con ve Ganj nehirleri kıyılarından gelerek, Dehli’de toplandılar Nur-Türk’ün, Ebû Hanîfe ve İmâm-ı Şâfiî hazretleri ile mezhep mensuplarının aleyhinde bulunmaları, sapıkların Cumâ günü Dehli’deki Câmi-i Mescid’e, Muizzi Medresesine silâhla girmeleri ve katliam yapmaları üzerine, tedbir alındı Âsî Karmatîler, ordunun ve halkın desteğiyle Nur-Türk ve pek çok taraftarı öldürüldü Dehli, âsîlerden ve bozuk din mensuplarından temizlenerek, emniyet ve huzur sağlandı
Râziye Sultan, 1238 yılında Gvalyar Seferine çıktı Gvalyar’da ordu ve ihtiyâç sâhiplerine bol bahşiş ve ihsânlarda bulunup, hediyeler dağıttı Görev vermede hassâsiyetle hareket edip, kıymetli âlimleri Dehli’deki Nâsıriyye Medresesine tâyin etti
Râziye Begüm Sultanın hükümdârlığını, Türk asıllı kumandan ve beyler çekemeyerek, 1240’ta tahttan indirip, kardeşi Behrâm Şâhı Dehli Türk Sultanlığına getirdi Râziye Begüm Sultan ise, hapsedilmek üzere Taberhinde Kalesine gönderildi Buradayken, Melik İhtiyârüddîn Altuniyye ile evlenen Râziye Begüm, büyük bir kuvvetin başına geçti Nitekim Melik Altuniyye’nin birlikleri yanında Gakhar, Catvan ve diğer yerlilerden topladığı askerlerle, 1240’ta harekete geçerek, Dehli tahtını tekrar ele geçirmek üzere hareket etti Dehli’den Melik İzzeddîn Muhammed Sâlari ve Melik Karakuş da Râziye Begüm Sultanın kuvvetlerine katıldı Behrâm Şâhın ve Râziye Begüm Sultanın orduları Kaytal’da karşılaştı Mağlup olan Begüm Sultan, esir olmamak için savaş meydanından uzaklaştı Hindû bir rençber, Râziye Sultanı, zîneti için öldürüp, tarlaya gömdü Hindû rençber, mücevherlerle işlenmiş elbiseleri satarken, çarşıda yakalandı Soruşturmalar netîcesinde Râziye Begüm Sultanın mezarı bulundu Râziye Begüm Sultan, bozuk din mensuplarına karşı mücâdele ettiğinden ve âdil, cömert ve cesur olduğundan, âlimler ve Dehlililer tarafından kendisine çok hürmet edilirdi Cesedi tarladan çıkarılarak, muhteşem bir dînî merâsimle defnedilip, Con Nehri kenarındaki mezarının üstüne türbe yapıldı
Râziye Begüm Sultan, Türk İslâm târihinde ender rastlanan, ilk kadın sultandır Batıdaki nümûnelerinin dışında, ahlâksızlığa ve saray entrikasına düşmeden hükümdârlık yapıp, devlete ve millete çok hizmet etti Adâleti, cömertliği, ilme, âlimlere ihsânı ile meşhurdur Dehli’de kestirdiği paralarda “Umdetü’n-Nisvân Melike-i Sultan Râziye binti Şemseddîn İltutmuş” diye yazılıp, “Râziyetü’d Dünyâ ve’d-Dîn” ve “Belkıs-i Cihân” unvânlarını taşıyordu Râziye Begüm Sultan giyimine çok dikkat eder, erkek elbisesi hiçbir zaman giymez ve yüzüne de nikap takardı


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 12:47:25 AM
MEHMED REŞAT HAN


Babası       Sultan Abdülmecid Han
Annesi       Gülcemal Kadın Efendi
Doğumu     1/2 Kasım 1844
Vefatı        3 Temmuz 1918
Saltanatı    1909-1918


Osmanlı Padişahlarının otuz beşincisi ve islam halifelerinin yüzüncüsü. Çocukluğundan itibaren hususi olarak iyi bir tahsil ve terbiye ile büyüdü. Yüksek di ve fen bilgilerini okudu. Arapça ve Fransızca'yı mükemmel bir şekilde öğrendi. Uzun şehzadelik devrinin çoğunu okumakla geçirdi.

   1890 senesinde İngilizlerin yardımıyla kurulan ve padişah aleyhdarı türk, rum, ermeni, arnavud ve yahudiler ile bulgar, sırp ve yunan çeteleri tarafından desteklenen İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1909 yılında Sultan Abdülhamid Han'ı tahttan indirdi ve yerine kukla bir vaziyette Mehmed Reşad Han'ı geçirdi. Devlet idaresine tamamen hakim olan İttihatçılar istedikleri kabineyi iş başına getiriyorlar, istemediklerini ise baskı ve tehditle görevden uzaklaştırıyorlardı. Sultan Abdülhamid tarafdarı diyerek pek çok kişiyi idam ettirdiler. Herkes ölüm ve hapis korkusu içine düştü. Memlekette can, mal ve namus emniyeti kalmadı. Devlet düşmanlığı, küfr ve dinden dönme moda olmağa yüz tuttu. Her vilayette zalimler, asiler ve zorbalar türedi. Bunun neticesi olarak Arnavutluk'ta isyan hareketleri başladı. Arnavutluk bölgesi mebusları hükümete müracaat ederek şiddet hareketlerine başvurulmadan bölgeye bir nasihat hey'eti gönderilmesini istediler. Ancak şiddet tarafdarı olan İttihat ve Terakki mensupları, Mahmud Şevket Paşa komutasında büyük bir orduyu Arnavutluk'a göndermelerine ve pek çok kan dökülmesine sebep oldukları halde isyanı önleyemediler. Sultan Reşad 16 Haziran 1911'de Kosova'ya gitti. Beşyüzyirmiiki sene önce dedesi Murad-ı Hüdavendigar'ın zafer kazandığı yerde, Yüzbin Arnavud ile cuma namazı kıldı. Huzur'u temin etti. Mahmud Şevket Paşa'nın yirmi iki taburla yapamadığını, Sultan Mehmed Reşad bir gövde gösterisi ile te'min eyledi.

   Ancak ittihatçıların ihanet derecesine varan gafletleri devam ediyordu. Sultan Abdülhamid Han'ın bizzat körüklediği kiliseler ihtilafını, 3 Temmuz 1910'da neşrettikleri bir kanunla hallettiler. Böylece Balkan milletleri arasında ihtilaf kalmadığından, Osmanlı Devleti aleyhine kolayca birleştiler. Bu birleşme bir süre sonra (8 Ekim 1912) Balkan harbinin başlamasına sebep oldu. Siyaset yapmaktan memleket müdafaasına vakit bulamayan komutanların elinde kalan Osmanlı Orduları, Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan karşısında bozguna uğradılar. 30 Mayıs 1913'e kadar devam eden savaş sonunda, Osmanlı Devleti, Yenipazar, Libya, Girit, Rodos, Onikiada, Arnavutluk, Epir ve Trakyayı kaybetti. Edirne de Balkan devletleri eline düştü ise de daha sonra müttefikler arasında çıkan anlaşmazlıktan faydalanılarak tekrar kazanıldı. Son facialarla Afrika kıt'ası ile ilişiğimiz kesilirken, Avrupa'da çok küçük bir toprağımız kaldı. Afrika'da bir milyon iki yüz bin, Rumeli'de ise ikiyüz ellibin km2 yerimiz elden gitti.

   İttihad ve Terakki'nin gafil, cahil, fırkacı, bölücü idaresi neticesinde Osmanlı Devleti, Padişah'ın haberi bile olmadan bu defa da dünyanın süper güçlerine karşı Almanya safında Birinci Cihan Harbine katıldı (11 Kasım 1914). Dört sene süren savaş sonunda koca Osmanlı İmparatorluğu yağma olundu. Birmilyon km2. den fazla toprak kaybedildi. Asker zayiatının yekünü ise beşyüzelli bini şehid diğerleri yaralı, kayıp ve esir olmak üzere birmilyonun üzerinde idi.

   Sultan Mehmed Reşad, memleketin içinde bulunduğu durumun ızdırabı içerisinde 3 Temmuz 1918'de vefat etti. Cenazesi kendisi tarafından hazırlanmış olan Eyyüp'teki türbesine defn edildi.

   Mehmed Reşad Han, halim, selim ve merhametli bir şahsiyet olup, terbiye ve nezaketi her türlü ölçünün üstünde bulunuyordu. Meşrutiyet anayasası çerçevesinde devleti idare etmek istedi. Ancak İttihadçıların Osmanlı Devleti aleyhindeki faaliyet ve icraatlarının önüne geçecek kudrette değildi. Hükümeti ele geçiren ittihadçıların çoğu, hatta din işleri başkanı olan Şeyhülislam Musa Kazım dahi masondu. Bu sebeple Sultan Reşad Han'ın saltanat devri, İttihatçıların keyfi ve mes'uliyetsiz icraatları neticesinde büyük hadiseler ile geçti. Neticede üç kıte yedi denize hakim olan Osmanlı Devleti, dünya çapında faaliyet gösteren yıkıcı ve bölücü teşkilatların, planlı, sinsi çalışmaları sonucu yok olma noktasına getirildi.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 12:54:21 AM
Selahaddin Eyyubî


Mısır, Suriye, Yemen ve Filistin sultanı ve Eyyubi hanedanının ilk hükümdarı. Kudüs’ü Haçlılardan alarak (2 Ekim 1187) kentte 88 yıl süren Frank işgaline son vermiş, Hıristiyanların misilleme olarak düzenledikleri III. Haçlı Seferi’ni etkisiz hale getirmiştir.

Babası Necmeddin Eyyub, Selçuklu emiri İmadeddin Zengi’nin hizmetinde görevliydi. Baalbek ve Şam’da büyüyen Salaheddin iyi bir din eğitimi aldı. Askeri yaşamı Zengi’nin oğlu ve ardılı Emir Nureddin’in komutanlarından, amcası Asadeddin Şirkuh’un hizmetine girmesiyle başladı. Şirkuh’un, Mısır’ın I. Haçlı Seferi sonucunda kurulan Latin-Hıristiyan devletlerinin eline geçmesini önlemek amacıyla düzenlediği üç sefer sırasında, Kudüs’ün Latin kralı I. Amalricus, Mısır’ın Fatımi halifesinin güçlü veziri Şavar ve Şirkuh arasında karşılıklı bir mücadele gelişmişti. Salaheddin Şirkuh’un ölümünden ve Şavar’ın öldürülmesinden sonra, henüz 31 yaşındayken hem Suriye birliklerinin komutanlığına, hem de melik unvanıyla Mısır vezirliğine atandı (1169).

1171’de Mısır’da Şii Fatımi halifeliğine son vererek Sünniliğe dönüldüğünü ilan eden Salaheddin Eyyubi böylece Mısır’ın tek yöneticisi durumuna geldi. Bir süre için kağıt üzerinde Emir Nureddin’in vasalı olarak kaldıysa da bu ilişki Suriye emirinin 1174’te ölmesiyle sona erdi. Mısır’daki zengin tarım topraklarını mali dayanak olarak kullanan Salaheddin, Nureddin’in çocuk yaştaki oğlu adına naiplik talebinde bulunmak üzere küçük, ama çok disiplinli bir orduyla Suriye’ye hareket etti. Ama çok geçmeden bu talebinden vazgeçerek, 1174’ten 1186’ya değin Suriye, Kuzey Mezopotamya, Filistin ve Mısır’daki tüm Müslüman topraklarını kendi bayrağı altında birleştirmeye girişti. Zamanla sahtekarlık, ahlaksızlık ve gaddarlıktan uzak, cömert, erdemli, ama kararlı bir hükümdar olarak ünlendi. O zamana değin iç çekişmeler ve yoğun rekabet yüzünden Haçlılara direnmede güçlük çeken Müslümanların maddi ve manevi açıdan güçlenmelini sağladı.

Salaheddin, yeni ya da gelişmiş askeri teknikler kullanmak yerine, çok sayıdaki düzensiz kuvvetleri birleştirip disiplin altına alarak askeri güç dengesini de kendi lehine çevirmeyi başardı. 1187’de bütün gücüyle, Latin Haçlı krallıklarına yöneldi. Düşmanlarının tümüyle yoksun olduğu komuta yeteneğiyle 4 Temmuz 1187’de tükenmiş ve susuzluktan bitkin düşmüş bir Haçlı ordusunu, Kuzey Filistin’de Taberiye yakınındaki Hattin’de sıkıştırdı ve bir hamlede yok etti. Haçlıların verdiği kayıpların büyüklüğü Müslümanların Kudüs Krallığı’nın neredeyse tümünü ele geçirmesini sağladı. Akka, Betrun, Beyrut, Sayda, Nasıra, Caesarea, Nablus, Yafa ve Aşkelon üç ay içinde düştü. Salaheddin Haçlılara en büyük darbesini ise 88 yıl Frankların elinde kalan Kudüs’ü 2 Ekim 1187’de teslim alarak indirdi.

Salaheddin’in başarısına düşen tek gölge Sur’un ele geçirilmemesiydi. 1189’da Haçlı işgali altında yalnızca üç kent kalmış, ama sağ kalan dağınık Hıristiyanlar zorlu bir kıyı kalesi olan Sur’da toplanarak Latin karşı saldırısının çıkış noktasını oluşturmuşlardı. Kudüs’ün düşmesiyle derinden sarsılan Batılılar yeni bir Haçlı seferi çağrısında bulundu. III. Haçlı Seferi çok sayıda büyük soylu ve ünlü şövalyenin yanı sıra, üç ülkenin krallarını da savaş alanına çekti.

III. Haçlı Seferi uzun ve tüketici oldu. I. Richard (Aslan Yürekli) tartışmasız askeri dehasına karşın hiçbir sonuca ulaşamadı. Haçlılar Doğu Akdeniz’de ancak güvensiz bir toprak parçasına tutunabildiler. Kral Richard Ekim 1192’de dönüş için yelken açtığında savaş sona ermişti. Salaheddin başkent Şam’a çekildi. Uzun seferler ve at üstünde geçen günlerden sonra çok yaşamadı. Akrabaları imparatorluğu paylaşırken, arkadaşları Müslüman dünyasının en güçlü ve en eli açık hükümdarının, mezarını yaptırmaya yetecek para bırakmadığını gördüler.




: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 12:57:13 AM
SELİM HAN-II


Babası       Kanuni Sultan Süleyman Han
Annesi      Hürrem Haseki Sultan
Doğumu    28 Mayıs 1524
Vefatı       15 Aralık1574
Saltanatı    1566-1574


Osmanlı sultanlarının on birincisi ve islam halifelerinin yetmiş altıncısı. Şehzadeliğinde mükemmelbir tahsil ve terbiye gördü. Devlet idaresini ve teşkilatını iyice öğrenmesi için Anadolu'nun çeşitli yerlerine vali olarak gönderildi. Bu müddet içinde tahsiline devamla bilgi ve kültürünü artırdı.Babası Kanuni Sultan Süleyman'ın Sigetvar'ın fethi sırasında vefat etmesi üzerine Kütahya'dan İstanbul'a gelerek 30 Eylül 1566'da tahta çıktı.

   Osmanlı Devlet'indeki saltanat değişikliğinden istifade etmek isteyen devletler sulh yapabilmek için elçilerini İstanbul'a gönderiyorlardı. Selim Han uzun görüşmelerden sonra Avusturya ile sekiz yıllığına andlaşma imzaladı.(17 Şubat 1567). Buna göre Kanuni'nin sigetvar seferinde zaptettiği yerler Osmanlı Devletine kalacak ve Avusturya imparatoru hersene Osmanlı Devleti'ne 30.000 macar altını vergi verecekti. İran ile yapılan bir andlaşma ile de Amasya sulhü yenilendi.

   Bu sırada Yemen'de büyük bir isyan çıkmış ve Zeydi imamlarından Topal Mutahhar, Aden, San'a ve çevresini ele geçirmişti. 1568'de Yemen'e serdar olarak gönderilen Sinan Paşa, Süveyş Donanması kumandanı Kurdoğlu Hızır Reis'inde desteğiyle isyanı kısa sürede bastırdı. Mutahhar'ın eline geçmiş olan bütün yerler alındı.

   Osmanlı Devleti, Suriye ve Mısır'ı alıp, Kuzey Afrika'nın en mamur kısmına sahip olduktan sonra yol üzerinde bulu- nan ve korsan gemilerinin barınağı durumuna gelen Kıbrıs adasının alınması bir zaruret halini almıştı. Bu itibarla İkinci Selim Han bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra Lala Mustafa Paşa'yı Kıbrıs Serdarlığına tayin etti.Lala Mustafa Paşa bütün Avrupa devletlerinin yardım etmelerine rağmen 1 Ağustos 1571'de Kıbrıs'ın fethini tamamladı. Ancak Osmanlı Donanması 7 Ekim 1571'de Haçlı Donanmasına karşı giriştiği muharebeyi kaybetti.Savaşta gemilerinin büyük bölümünü kaybeden Osmanlılar, ertesi sene denize daha büyük bir donanma indirmeyi başardılar. Bu sebeple Avrupalılar başarılarının meyvelerini toplayamadılar.

   Osmanlıların 1569'da Don-Volga kanalını açmak üzere giriştikleri teşebbüslerden Rusların kışkırtmaları ve karşı koymaları üzerine bir netice elde edilememişti.Bu sebeple Selim Han, 1571 baharında Kırım Han'ını Ruslar üzerine akına memur etti. Devlet Giray Han, 120.000 kişilik ordusu ile Rus ordularını onbinlerce zayiat verdirerek dağıttı ve Moskova'ya girdi. 150.000 esirle Kırım'a dönen Devlet Giray, bu zaferi üzerine tahtalan lakabıyla anıldı.

   1574'de Boğdan voyvodasının isyanı üzerine Osmanlı kuvvetleri ile birlikte hareket eden Kırım kuvvetleri kısa zamanda duruma hakim oldular.Tunus mes'elesi ile de ilgilenen Selim Han, Kıbrıs'ın fethi sırasında İspanyolların eline geçen kalenin fethine Kılıç Ali Paşa ile Koca Sinan Paşa'yı me'mur etti. İspanyol'ların yıllardır tahkim ederek, hiçbir suretle zaptedilmez diye övündükleri Halk-ul-vad, Osmanlı ordusuna ancak otuzüç gün mukavemet edebildi ve 24 Ağustos'da zaptedildi. 13 Eylül'de ise Tunus tamamen Osmanlıların eline geçti.

   Selim Han, Tunus mes'elesinin hallinden sonra çok geçmeden 15 Aralık 1574'de rahatsızlanarak vefat etti. Mimar Sinan'a Ayasofya Camii avlusunda yaptırdığı türbeye defnedildi.

   İkinci Selim Han, uzuna yakın orta boylu, açık alınlı, ela gözlü ve sarışındı. Avcılık ve yay çekmeğe son derece meraklı idi. Şehzadeliğinde savaşlara katılmakla birlikte padişahlık müddetince bizzat iştirak etmedi. Tecrübeli ve bilgili bir vezir olan Sokullu Mehmet Paşa'yı hükimet işlerinde serbest bırakmakla en isabetli kararı vermiş ve sekiz sene muvaffakiyetli bir devir geçirmiştir.

   Divan sahibi değerli bir şair olan Selim Han, aynı zamanda imarcı bir padişahtı. Kısa süren saltanat döneminde Türk ve dünya san'atının şaheseri sayılan Edirne Selimiye Camii'ini inşa ettirdi. Ayasofya Camii'ini tahkim ettirerek günümüze kadar gelmesini sağladı. Bunlardan başka, Mekke-i mükerremenin su yollarının tamiri, Mescid-i Haram'ın mermer kubbeler ile tezyini, Lefkoşe Selimiye Camii ve Aziz Efendi tekkesi diğer hayratları arasındadır.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 01:01:54 AM
SELİM HAN -III


Babası        Üçüncü Mustafa Han
Annesi       Mihrişah Sultan
Doğumu     24 Aralık 1761
Vefatı        28 Temmuz 1808
Saltanatı    1789- 1807


  Osmanlı sultanlarının yirmi sekizincisi ve İslam halifelerinin doksan üçüncüsü. 24 Aralık 1761' de Topkapı Sarayı'n da doğdu. Şehzadeliğin de, en değerli hocalar elinde mükemmel bir eğitim ve öğretim görerek yetiştirildi. Yüksek din ve fen ilimleri, Arapça ve Farsçayı öğrendi. Amcası Birinci Abdülhamid devrinde hükümdarlık sırasının kendisine de geleceğini düşünerek, Avrupa devletlerinin siyasetini, idari ve askeri eşkilatlarını öğrenmeye çalıştı. Amcasının vefatı üzerine 28 Mart 1789' da tahta çıktı.

   Üçüncü Selim Han' ın hükümdar olduğu sırada Osmanlı-Rus ve Avusturya harpleri devam etmekteydi. Bilhassa Kırım' ın Moskof işgaline düşmesi dolayısıyla Selim Han çok üzülüyordu. Hazmedemediği bu durumu bir an önce düzeltmek istiyordu. Nitekim onun şiirlerinde:

Yüzüm tuttum cenab-ı Kibriya' ya
Resul' ün zikrin aldım ibtidaya
Gidelüm ceyş-i küffara gazaya

Bizim bu memleket kalsun mu böyle!
Olaydım ölmeden bir kez seferber,
Hüda emriyle olursak muzaffer,
İnayet etmez mi Halik-i ruz-i mahşer,
Kalalım mı kılıç altında böyle!

şeklindeki feryatları vatanın kaybı üzerinde ne derece hassas düşündüğünü göstermektedir. O düşmana haddini bildirmeden ve ecdadının ahını yerde bırakmadan Allah' ın canını almasını ve devletin kuvvet bulmasını niyaz eder.

   Cephedeki serdarlara fermanlar göndererek düşmana karşı cansiperane mücadele edilmesini ve Kırım' dan çıkarılmasını istedi. Buna karşılık Osmanlı ordusunun Rusya ve Avusturya cephelerinde bozgun durumda bulunması sebebiyle sadrazam Padişah' a "Askerde cenk edecek hal yoktur" diye cevap verdi. Bu haber üzerine daha da kederlenen Sultan; "Ben kan ağlıyorum" dedikten sonra, gece gündüz uğraşarak gönderdiği bunca askerin ne olduğunu sorar. Lakin bu ordu ile zafer kazanılmasının mümkün olmadığını anlayan Selim Han, Avusturya ile 1791' de Ziştov, Rusya ile de 1972' de Yaş muahedelerini imzaladı.

   Bu sırada Avrupa' nın ve hususiyle komşularının Fransa ihtilali ile meşgul olmalarını fırsat bilen Selim Han, derhal ıslahat teşebbüslerine girişti. Devlet adamlarının ıslahat hakkındaki fikirlerini raporlar halinde aldı. Bir komisyon kurarak ıslahat programını hazırlattı. Bu programda askeri ıslahatın yanısıra, mülki, idari, ticari, ictimai ve siyasi ıslahatlar da yer alıyordu. Bu programa bağlı olarak 24 Temmuz 1793' de Bostancı ocağına bağlı, modern tarzda Nizam-ı cedid adıyla yeni bir ordu kurdu. Irdunun teknik sınıfları takviye edilerek , humbaracı, topçu ocakları için yeni kanunlar yapıldı. Avusturya, Fransa, Prusya ve İngiltere merkezlerine gönderilen elçiler, bulundukları memleketlerin her türlü ilerlemeleri ve gelişmeleri hakkında bilgiler toplayarak İstanbul' a rapor edeceklerdi.

   Selim Han geceli gündüzlü çalışma ile kısa bir sürede gerçekleştirdiği ıslahatların neticelerini görmeye başladı. Mısır' ı işgal eden Napolyon' un 17 Mart 1799' da Akka kuşatması nizam-ı cedid ordusu tarafından kırıldı. Akka önünde ağır bir bozguna uğrayan Napolyon, 22 Ağustos 1799' da Mısır'ı da terketmek zorunda kaldı. 1803' de Arabistan' da ortaya çıkan vehhabi isyanı bastırıldı. 1805' de Fransız ihtilalinin etkisiyle Rumeli' de başgösteren isyan hareketleri Abdurrahman Paşa komutasındaki Nizam-ı cedid askeri tarafından kısa bir sürede bastırıldı. Bu olayları fırsat bilen Rusya, Osmanlı Devleti' nin içişlerine karşmaya başladı. Osmanlı topraklarına girerek Hotin, Bender, Kili ve Akkerman' ı ele geçirdi. İngilizler Mısır' a saldırdı. Fakat disiplinli ve kudretli yeni Osmanlı orduları, İngiliz ve Ruslara her cephede üstünlük kurdular.

   Osmanlı ordusu cephede başarılar elde ederken, İstanbul' da Nizam-ı Cedid düşmanları harekete geçti. Fransa ve İngiltere' nin de etkisi ile Osmanlı devlet adamlarının bazısı da olayları kışkırttı. Aleyhte büyük bir isyanın başlaması üzerine üçüncü Selim Han Nizam-ı Cedid ıslahatlarını kaldırdığını açıkladı. Ancak bununla yetinmeyen isyancılar Nizam-ı Cedid taraftarı devlet adamlarını şehid ettikleri gibi, Selim Han' ı da tahttan indirdiler (29 Temmuz 1808). Ruscuk yaranı Alemdar Mustafa Paşa kuvvetleriyle gelerek Selim Han' ı tekrar tahta çıkarmak için harekete geçti ise de, daha önce davranan asiler, Sultan' ı şehid ettiler (28 Temmuz 1808). Laleli Camii yanında babası üçüncü Mustafa Han' ın türbesine defne edildi.

   Selim Han saltanatı müddetince içte ve dışta düşmanlarıyla mücadele etmesine rağmen , ülke imar edilip fazla toprak kaybı olmadı. Başlattığı ıslahat hareketlerinin tam meyvelerini toplayacağı sırada şehid edildi. Üsküder' da Selimiye ve Çiçekçi Camii, Selimiye Kışlası ve Heybeliada' da Bahriye mektebini yaptırdı. Şair ve hattat olup, şiirlerinde İlhami mahlası kullanırdı.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 01:04:38 AM
Selçuk Bey


Selçuklu Devleti’ne adını veren Selçuk Bey, Aral Gölü ile Hazar denizi arasına hakim olan Oğuz Devleti’nin komutanlarından Dukak Subaşı’nın oğludur.

X. yüzyılın başlarında doğan ve Dukak Bey öldüğü zaman henüz 17-18 yaşlarında olan Selçuk Bey, Yabgu’nun yanında görev aldı ve yetişti. Daha sonra da Yabgu Oğuzlarına subaşı oldu.

Genç yaşına rağmen yüksek mevkilere ulaşan Selçuk Bey’in giderek artan itibarı, Oğuz Devleti’nin Yabgusu ve eşini rahatsız etti. Bir süre sonra Yabgu ile arası açılan Selçuk Bey, kendisine bağlı kalabalık Oğuz kütleleriyle, Maveraünnehir’e doğru göç etti. Çok sayıda at, deve, koyun ve sığırı da yanlarında götürdüler. Bu göçün asıl sebebi yer darlığı ve otlak yetmezliği idi.

Selçuk Bey 960’ı takip eden yıllarda Seyhun (Sırderya) nehri kenarında yine bir Oğuz şehri olan Cend’e geldi. Maveraünnehir’den daha evvel göç etmiş Müslüman Türkler de burada oturuyordu. Selçuk Bey’in Türklerle diğer İslâm ülkeleri arasında bir sınır teşkil eden Cend’e gelişi, tarihte önemli bir çağın başlangıcı sayılır.

Selçuk Bey, bu yeni bölgenin siyasî ve sosyal şartlarını da değerlendirerek, kendisine bağlı Oğuzlarla birlikte Müslüman oldu. Buhara ve Harezm gibi yakın İslâm ülkelerinden de din adamları istedi. Böylece, Türkmen adıyla da anılan bu Türk kütlesi, siyasî ve sosyal yönden yeni bir hüviyet kazanmış oluyordu. Artık o, İslâmiyet için “cihada hazır bir gazi” idi. Nitekim, Oğuz Yabgusu’nun memurları Cend şehrine yıllık vergiyi almak için geldikleri zaman “Ben kâfirlere haraç vermem” diye onları uzaklaştırdı. Gerçekten de Oğuz Yabgusu henüz Müslümanlığı kabul etmemişti.

Bundan sonra İslâmiyeti yaymak için mücadeleye başladı. Oğuz Devletine karşı yaptığı çarpışmalardan iki önemli fayda sağladı. Birinci fayda, Müslüman Oğuzların kendisine katılması ve savaşlarda görev alması oldu. İkinci fayda ise, Cend şehri ve civarında Yabgu’nun nüfuzunu kırarak kendi bağımsızlığını ilân etmesi idi. Komşu devletler de onun bağımsızlığını tanıdılar. Artık Selçuklu Devleti kurulmuş oluyordu. Şimdilik küçücük bir devlet idi ve tam bağımsız sayılamazdı.

Bu sırada Türk Karahanlı Devleti ile İranlı Sâmanî Devleti savaş halindeydiler. Sâmanî Devleti, Selçuk Bey’den yardım istedi. Selçuk Bey’in hem yeni topraklara ihtiyacı, hem de Büyük Türk Hakanlığı’nda gözü vardı. Oğlu Arslan Bey’in kumandasında gönderdiği kuvvetler sayesinde Sâmanî Devleti Karahanlılara galip geldi. Bunun sonucu ve karşılığı olarak da Buhara ile Semerkant arasında, Nûr kasabası yakınlarında bir bölge yurtluk olarak Selçuklulara verildi.

Artık Selçuklu Devleti, bir yanda Karahanlı Türk Devleti, öbür tarafta İran Sâmanî Devleti olmak üzere iki büyük devlet arasında yer almış bulunuyordu ve burada tutunmak zorundaydı. Selçuklular, iki devletle ilişkilerini bütün fırsatları değerlendirerek dengelediler.

Karahanlılar 992’de Sâmanîler başkenti Buhara’yı zaptettiler. Sâmanîler bölgeye yani Maveraünnehir’e ancak Oğuz Devletinin yardımı ile tekrar hâkim olabildiler. Fakat artık Sâmanî Devletinde huzursuzluk ve kargaşa yoğunlaşıyordu. Bundan Gazne Türk Devleti de yararlanmak istedi. Çünkü yeni Gazne Türk Devleti henüz Sâmanîlere bağımlı olmaktan kurtulamamıştı ve kurtulmak için fırsat kolluyordu.

Sâmanî Devleti, Büyük Hakanlığı elinde tutan kuvvetli Karahanlı Devleti ile, gittikçe kuvvetlenen Selçuk ve Gazne Türk devletleri arasında yok olmaya mahkûmdu. Türk devletleri de Büyük Hakanlık için birbirleriyle mücadele verdiler ve yavaş yavaş üstünlüklerini kabul ettirdiler.

Mikail, Arslan, İsrafil, Yusuf ve Musa adındaki oğullarıyla birlikte Büyük Selçuklu Devleti’nin temellerini atan Selçuk Bey 1009 yılında ve 100 yaşlarında öldüğü zaman devleti iyice teşkilâtlanmış, Selçuklu İmparatorluğunun temelleri tamamen atılmıştı.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 01:09:29 AM
Sultan Sencer


Büyük Selçuklu Sultânı. Melikşah‘ın oğludur. Babasının bir seferi sırasında, 1086 yılında Sincar’da doğdu. Küçük yaşından îtibâren ilim öğrenmiş, devlet idâresinde tecrübe kazanmış ve ağabeyi Sultan Berkyaruk’a devlet işlerinde yardımcı olmuştur.
Sencer, gerek ağabeyi Berkyaruk’un, gerekse diğer ağabeyi Muhammed Tapar’ın saltanatları zamânında, devlet hizmetinde bulunarak millî birliğin temini için elinden gelen yardımı yaptı. Doğuda ortaya çıkan isyânları bastırdı. Bu esnâda gösterdiği başarılar sebebiyle Horasan melikliğine tâyin edilen Sencer, taht mücâdeleleri dolayısıyla Selçuklu Devletinin içinde bulunduğu durumdan istifâde ederek, Selçuklu topraklarına saldıran Şarkî Karahanlı Hükümdârı Kadir Hanın saldırılarını bertaraf etti (Haziran 1102). Gazneliler Devletini tâbi duruma soktu. Gazne’de hutbe, sıra ile; halîfe, sultan, sonra Melik Sencer ve nihâyet Gazne sultânı Behramşah adına okundu (1118).
Sencer, ağabeyi Berkyaruk’un vefâtından sonra sultan olan diğer ağabeyi Muhammed Tapar ile de samîmî ve gösterişsiz münâsebetlerini devam ettirdi. O, doğu bölgelerinde siyâsetini icrâ ederken, Sultan Muhammed batı ile ilgileniyordu. Yâni Sultanla müstakbel sultan birbirini tamamlıyorlardı.
Babası Melikşâh’ın siyâsetini tâkip eden Sencer, Horasan’dan îtibâren, devletin doğusunda Selçuklu düzenini yeniden kurdu. Böylece Selçuklu Devleti, doğudan emin olarak batıda mücâdelelerine devâm etti.
Muhammed Tapar’ın ölümü üzerine (18 Nisan 1118), henüz küçük yaşta bulunan oğlu Mahmud, devlet erkânı tarafından, Büyük Selçuklu Devleti tahtına çıkarıldı. Diğer taraftan Sencer de Horasan’da kendisini sultan îlân etti (14 Haziran 1118) ve sultanlığını halîfeye tasdik ettirdi. Sencer’in tek başına Büyük Selçuklu Sultânı olabilmesi için, tahta çıkarılan Mahmud‘un bertaraf edilmesi lâzımdı. 14 Ağustos 1119′da Save’de amca-yeğen arasında yapılan savaş, Sencer’in gâlibiyetiyle netîcelenince Sencer, Büyük Selçuklu sultânı oldu. Devletin merkezi, Irak-ı Acem’den Horasan’a nakledildi.
Mahmud‘la yapılan anlaşmaya göre, Rey, Sencer’de kalmak üzere, imparatorluğun batı tarafları Mahmud‘a verilecekti. Ancak Mahmud, hem sultan unvânını koruyacak, hem de Sencer’e tâbi olacaktı. Böylece Irak Selçukluları Devleti kurulmuş oldu.
Sencer, 1113′te Semerkant’a, 1114′te Gazne ve Gurlular üzerine sefer yaparak, bölgede hâkimiyetini kurdu. Ayrıca Irak, Âzerbaycan, Taberistan, İran, Sistan, Kirman, Harezm, Afganistan, Kaşgar ve Mâverâünnehir’de hakimiyet kurdu. Uzun zaman saltanat mücâdeleleri geçiren devleti, yeniden tanzim etti. Âdeta, devleti yeniden kuran Sencer, idâreci kadroyu da yeniden tâyin etti. Irak-ı Acem’in yarısı ile Gilân bölgesini Şehzâde Tuğrul‘a; Fars eyâletiyle, İsfehan ve Huzistan’ın yarısını ise Selçuk Şâha verdi. Kendisi de Sultan-ül-a’zam unvânını aldı. Diğerleri ona tâbi oldular.
Bu birlik bir müddet böyle devâm etti. Fakat Halife Müsterşît ile bir ittifak kuran Mahmud, amcasına isyân hazırlıklarına başladı. Bunu haber alan Sencer, Mahmud‘un üzerine yürüdü. 26 Mayıs 1132′de yapılan Dînever Savaşı, Sencer’in gâlibiyetiyle netîcelendi. Sencer, yanında getirdiği diğer yeğeni (Mahmud‘un küçük kardeşi) Tuğrul‘u, Irak Selçukluları tahtına çıkardı ve ona bâzı tenbihlerde bulunarak geri döndü.
Daha sonra Karahanlıların isyânını bastıran Sencer, 1136′da Gazneliler ve 1141′de Harezm’in isyânını bastırdı. 1141′de gayrimüslim Karahitayların, Karahanlılara hücûmuna mâni olmak isterken, Semerkant yakınlarındaki Katavan sahrasında Karahitaylara mağlup olması, uzun süren saltanatının dönüm noktası oldu ve onu son derece telâşa düşürdü. Belh’i kaybetti.
Sencer’in bu mağlûbiyeti, gerek Müslüman, gerekse Hıristiyan dünyâsında büyük akisler yaptı. Mağlûbiyeti fırsat bilen Harezmşâh Atsız, Horasan ve Sencer’in pâyitahtı Merv’i istilâ etti ve hazîneleri alıp götürdü. Sencer’in, Harezm’e sefer yapacağını öğrenen Atsız, ona karşı meydan muhârebesi vermeyi göze alamadı, tekrar itâatini arz edince affedilerek hazîneleri iâde etti. Bu uzlaşma, hiçbir şeyi halletmedi ve Sencer, Atsız’ı iknâ etmek üzere meşhûr şâir Edib Sâbir’i elçi gönderdi. Atsız, tertip ettiği bir suikastla Edib Sâbir’i öldürtünce, Sencer, üçüncü defâ Harezm’e sefer yapmaya mecbur oldu (1147). Sencer, pâyitaht kapılarına dayanınca, Atsız af dilemek üzere elçi gönderdi. Sultan yine affetti.
Bu esnâda, Sencer’in kumandanlarından Kumac, bağımsızlık îlân eden Gur Sultânı Alâeddîn Hüseyin Cihansuz’a yenilmişti. Sultan Sencer, Gurlulara karşı sefer hazırlıkları yaparken, Gurlular, Gaznelilerle savaşa tutuştu. Netîcede Gazneliler, kesin yenilgiye uğradı ve Behramşâh Hindistan’a kaçtı. Gaznelilerin başkenti, Gur hükümdârı Alâeddîn Hüseyin Cihansuz tarafından yerle bir edildiği sırada, Sultan Sencer de, Gurlulara haddini bildirmek için yola çıkmıştı. Haziran 1152′de yapılan savaşta Gurlular mağlup ve hükümdârları da esir edildi. Gur idâresi, tekrar Alâeddîn Cihansuz’a verildi. Sencer, Katavan sahrasındaki yenilgiden beri, ilk defâ büyük bir zafer kazanmış ve tekrar îtibârını yükseltmişti.
Fakat, bu defa Oğuzlarla, Selçuklu emirleri arasındaki ayrılık büyüdü ve bir kısım emîrlerin ısrârı üzerine, Oğuzlarla Belh vilâyeti içinde savaşa mecbur oldu (Mart ve Nisan 1153). Savaş, Selçuklu ordusunun mağlup olmasıyla sonuçlandı. Sultan esir düştü. Tâbi bulundukları Selçuklu Devletinin büyük sultânını esir alan Oğuzlar, beklemedikleri bu netîceden sonra, birden bire kendilerini devletin başında buldular. Esir Sultan‘ı Tahta oturtuyor, gereken saygıyı gösteriyor; fakat gece de demir bir kafese koyuyorlardı. Her ne kadar Sencer, aralarında esir sıfatıyla bulunmuşsa da, kendilerinden birini sultan yapmayarak, esir hükümdârı tahta oturtup saygı göstermeleri; Oğuzların, Büyük Selçuklu Devletini devam ettirmek istediklerini gösteriyordu. Fakat Büyük Sultan, Oğuzların elinde esâret altında hükümdâr olmaktansa, tahtı terk etmeyi tercih etti. Merv hânkâhına kapandı. Yine esâret devâm ediyordu. Üç yıl süren esirlik hayâtında çok sıkıntılar çekti. Kumandanlarından Kumac’ın torunu Mueyyed Ayaba tarafından, Oğuz muhâfızları kandırılarak, Nisan 1156′da kurtarıldı.
Ancak kurtuluşundan bir yıl sonra, 29 Nisan 1157 senesinde vefât ederek, Merv’de kendi yaptırdığı türbesine defnedildi. Vefâtında, 91 yaşındaydı.
Kırk yıl süren saltanatı boyunca Sencer, doğu ve batı olmak üzere iki cepheli bir siyâset tâkip etmiştir. Fakat siyâsetinin ağırlık noktasını hep doğu teşkil etmiştir. Önce batıyı tanzime uğraşan Sencer, burada bir türlü istediğini yapamamıştır. Çünkü hâdiseler onu doğuya çekerken, batı tamâmen ihmâl edilmiştir. En ufak bir bahâneyle hep doğuya hareket eden Sultan‘ın, bunda ne kadar haklı olduğunu, Katavan Savaşı ve Oğuz isyânının doğuda patlak vermesi göstermiştir.
Sencer zamânında halk refah içindeydi. Mevcut nizamı bozmak için ortaya çıkan Bâtınîlik ve İsmâilîlik cereyânı, devlet tarafından alınan bütün tedbirlere rağmen, câhiller arasında yayılmaya devâm etmiş, kaleden kaleye sıçrayarak, bir taraftan Sûriye’ye, diğer taraftan devletin belkemiği olan Horasan’a doğru yayılmıştı. Her tarafta bir tedhiş hareketi almış başını gidiyordu. Fakat Sultan, saltanat mücâdeleleri, iç karışıklıklar ve doğudan gelen saldırılar sebebiyle, onlarla yeteri kadar ilgilenemedi.
Sencer devrinin en büyük âlimi, İmâm-ı Gazâlî hazretleridir.
Babası Melikşâh devrinde de bulunmuş olan İmam-ı Gazâlî hazretleriyle Sencer’in münâsebetleri meşhurdur. Ahmed Nâmık-i Câmî ile de münâsebeti olan Sencer, âlim ve şâirleri sarayından eksik etmezdi. Bunun netîcesi olarak, uzun süren saltanatı zamânında Sultanın teveccühüne mazhar olan pek çok âlim, sanatkâr, tabip yetişmiştir. Allah adamlarının yanında bulunmaktan hoşlanan Sultan Sencer, onların nasîhatlerini can kulağıyla dinler, hatâ yaptığında îkâz etmelerini ricâ ederdi. Kim olursa olsun kendisine yapılan şikâyeti sabırla dinler, adâleti yerine getirirdi.
Sultan Sencer’in teşvikleriyle Horasan, bütün İslâm dünyâsına ve bu arada Anadolu‘ya devamlı şekilde din ve ilim adamı sevk eden bir merkez olmuştu. Sencer zamânında Selçuklu devlet teşkilâtı da en sağlam hâlini almıştı.
Sencer, daha sağlığında, babası Melikşâh kadar büyük bir hükümdâr sayılmıştır. Ölümünden sonra da kaynaklarda yine Melikşâh ile birlikte, örnek hükümdâr olarak gösterilmiştir.
Hadîs-i şerîf rivâyet edebilecek kadar ileri derecede ilim sâhibi olup, hadis âlimleri arasında sayılmıştır. Farsça şiirler yazdığı da bilinmektedir.
Daha hayattayken Merv’de yaptırdığı türbesi, büyük bir sanat eseri olup, devrinin medeniyeti hakkında fikir vermeye yeter.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 01:16:05 AM
Sökmen Bey II


Ahlatşahlar da denilen Sökmenliler Devleti hükümdârı. Babası İbrâhim Beydir. Amcası Ahmed’in devlet idâresinde yetersizliği sebebiyle tahttan indirilmesi üzerine 1128’de başa geçti.
Ahlatşahlar Beyliği, çocukluk dönemi hâriç, İkinci Sökmen Bey zamânında en iyi devresini yaşadı. İkinci Sökmen bir ara Sasunlulara esir düştü ise de Artuklu Beyi Timurtaş’ın yardımıyla esâretten kurtuldu. Musul Atabegi İmâdeddîn Zengi’nin ölümünden sonra, İkinci Sökmen, ona âit olan Hızan ve Mâden’i ele geçirdi. Bu sırada Artuklu Beyi Kara Arslan, Malazgirt ve Tûtab şehirlerini Ahlatşâhlardan aldı. Artuklulardan Necmeddîn Alp’in aracı olmasıyla, Kara Arslan ele geçirdiği yerleri geri verdi.

1161 senesinde Gürcüler, Ani’yi ele geçirince, İkinci Sökmen, diğer Türk beyleriyle Gürcistan Seferine çıktı. Bu seferde İkinci Sökmen, büyük bir hezîmete uğradı. İki yıl sonra tekrar birleşen Türk beyleri, Gürcistan’a yeni bir sefer düzenlediler ve Gürcüleri yenilgiye uğrattılar. İkinci Sökmen, Ahlat’ta parlak törenle karşılandı. On iki yıl sonra Âzerbaycan Atabegi Şemseddîn İldeniz, İkinci Sökmen’i Gürcülere karşı yardıma çağırdı. Nahcıvan’da toplanan Türk orduları Taryalis Ovasına kadar ilerledi. Gürcü Kralı savaşmaya cesâret edemedi ve ormanlık bir bölgeye kaçtı. Türk ordusu, pek çok ganîmet elde ederek geri döndü.

Bu sırada Selâhaddîn-i Eyyûbî, 1174 senesinde bağımsızlığını îlân ederek, Eyyûbî Devletini kurdu. Ülkesini genişleten Selâhaddîn Eyyûbî, Doğu Anadolu’yu da topraklarına katmak istiyordu. Selâhaddîn Eyyûbî, Musul’u kuşatınca, Atabeg İzzeddîn Mes’ûd, diğer Türk beylerinden yardım istedi. Halîfe Nâsır, İkinci Sökmen ve Atabeg Kızıl Arslan’ın aracı olmasıyla, Selâhaddîn Eyyûbî, Musul kuşatmasını kaldırdı.

İkinci Sökmen, uzun yıllar hüküm sürdükten sonra, 1185 yılında yaklaşık 80 yaşlarındayken vefât etti. Çevredeki bütün hükümdârlar, ona saygı gösterirlerdi. Akıllı, ileri görüşlü ve güzel ahlâklı bir hükümdârdı. Cesâreti ve Gürcülere karşı mücadelesi, halkın gönlünde taht kurmasına sebep olmuştu. Ahlat, en parlak dönemine onun devrinde ulaştı.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 01:24:51 AM
SÜLEYMAN HAN-II


Babası        Sultan İbrahim
Annesi       Saliha Dilaşub Sultan
Doğumu    15 Nisan 1642
Vefatı       22 Haziran 1691
Saltanatı   1687-1691


Osmanlı Sultanlarının yirmincisi ve islam halifelerinin seksen beşincisi. Şehzadeliğinde mükemmel tahsil ve terbiye gördü. Kardeşi Sultan dördüncü Mehmed Han zamanında sarayda hususi hocalardan ders aldı. Dördüncü Mehmed Han'ın tahttan indirilmesi üzerine, 8 Kasım 1687'de Osmanlı Sultanı oldu.

   Sultan ikinci Süleyman Han, tahta çıktığı zaman, Osmanlı ordularında Viyana bozgunu ile başlayan çözülme ve toprak kaybı devam ediyordu. Venedik, Mora yarımadasını işgal etmiş; Avusturya vişegrad, Uyvar ve Estergon'un ardından 160 yıllık Türk yurdu Budin'e girmişti. Ayrıca Macaristan'da Türk hakimiyeti sona ermek üzere idi. Devletin düştüğü mağlubiyetler hazine geliri üzerinde olumsuz te'sirler yapıyor ve Anadoluda'ki eşkiyalık hareketlerini körüklüyordu. Avusturya cephesi serdarı Yeğen Osman Paşa bir asi lideri gibi Rumeli'de yolsuzluk yapıyor, zorla usûlsüz vergiler topluyordu. Nihayet 8 Eylül 1688'de Belgrad da düştü.

   Devlet içindeki karışıklıklar ve Macaristan'ın elden çıkarak, Belgrad'ın düşmesi Sultan ikinci Süleyman Han'ı çok üzdü. Emir dinlemeyen ve pek çok kalenin düşmesine sebep olan Osman Paşa'nın katline fetva verildi. Avusturya cephesi serdarlığına Recep Paşa tayin edildi. Padişah, sağlığının elvermemesine askeri teşvik için ordunun başında Edirne'den Sofya'ya kadar geldi ve harekâtı bizzat buradan idâre etmeye başladı.

   1689'da Kırım'a saldıran Rus kuvvetlerini Selim Giray Han az bir kuvvetle dağıtarak perişan etti ve ağır kayıplar verdirdi. Vidin muhâfızı Sarı Hüseyin Paşa, Tuna kenarında Gladova ve Orsova kalelerini düşmandan geri aldı, Vişegrad'ı muhasara eden oniki bin kişilik Avusturya kuvveti bozguna uğratıldı. 1689 yılında Fazıl Mustafa Paşa'nın sadarete getirilmesinin ordu üzerindeki te'siri çok müspet oldu. Mustafa Paşa ilk iş olarak bir adâletnâme neşrederek memleketin umûmi ahvâlini yoluna koydu. Aldığı acil tedbirlerle hazineye yıllık 4000 kese fazka para sağladı. Yeniçeri ocağını yoklatıp ulûfeye müstehak olmayanların isimlerini sildirdi. Orduyu disiplinli ve intizamlı bir hâle getirdi. Fazıl Mustafa Paşa, 1690 yılında Edirne'den hareketle çıktığı Avusturya seferinde düşman kuvvetlerini mağlup ederek şehirköy, Musa palangası ve Niş şehrini aldı. Osmanlı Devleti'nin batıda en önemli serhad kalesi olan Belgrad'ı altı günlük bir kuşatmadan sonra fethetti. Bu zaferler Osmanlı ülkesinde büyük sevince vesile oldu.

   Hastalığı sebebiyle Davud Paşa kışlasına kadar araba ile gelen Süleyman Han, burada Fazıl Mustafa Paşa'yı huzuruna kabul edip; " Hoş geldin. Berhudar ol, yüzün ak, kılıcın berrak, ekmeğin sana helal olsun, arzum üzere hizmet eyledin. Seleflerinden birine böyle ulu bir gaza müyesser olmadı." dedikten sonra ordu erkanının önünde samur erkan kürkünü sadrazama giydirdi. Belinden çıkardığı hamçeri beline ve bir kıt'a murassa pençe sorgucu da başına taktıktan sonra; "Ben mükafat vermeye kadir değilim. Allahü teala iki cihanda yüzünü ak etsin." diye duada bulundu.

   Bu sırada Mora Serdarı Koca Halil Paşa da, Venediklilerin elinde bulunan Avlonya'yı otuzbir günlük bir muhasaradan sonra ele geçirmişti. 13 Mayıs 1691'de Sancak-ı Şerifi tekrar Fazıl Mustafa Paşa'ya vererek Avusturya seferine düa ile yolcu eden İkinci Süleyman Han, bir müddet sonra İstanbula yakın Yonca çeşme mevkıinde vefat etti (22 Haziran 1691/26 Ramazan 1102). İki gün sonra Süleymâniye'ye getirilip, Sultan Süleyman kabrinin sağ tarafına defnedildi.

   İkinci Süleyman Han, kadirşinas, halim, cömert ve temkinli bir padişahtı. Fakir, muhtaç ve ihtiyaç sahiplerine pek çok ihsanlarda bulunurdu. Saltanat müddeti iç ve dış gailelerle geçti. Bilhassa, Avusturya karşısında alınan mağlubiyetler dolayısıyla, herkesin Rumeli elden çıkıyor diye Anadolu'ya çekildiği sırada, muktedir devlet adamı Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa'yı iş başına getirerek, kaybedilen yerleri devlete tekrar kazandırdı. Memleket içerisinde imar faaliyetleri ile de ilgilenen Süleyman Han, Fener kulesi ile İzmir'de Cami inşa ettirdi. 

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 01:29:44 AM
Şah Abbas Safevî I. Abbas


Safevî şahlarının beşincisi. Muhammed Hüdâbende’nin oğlu olup, 1571’de doğdu. Safevî şahı olan babası Muhammed Hüdâbende’ye, Herat’ta isyan etti. Kazvin’i ele geçirdi. 1587’de Safevî şahı olarak tanındı.
1588 yılı ortalarında Özbek Hanı Abdullah Han, Safevîlere âit Herat’ı zaptedip Meşhed üzerine yürüdü. Şah Abbas, onu durdurmak için Horasan’a hareket edince Osmanlılar, Gence ve Nihavend’i ele geçirdiler. Böylece doğuda Özbek, batıda da Osmanlı kuvvetlerinin tehdidi altında kalan Safevî Devletinde, iç isyanlar da görülmeye başladı. Ülke içindeki emirler, bağımsız hareket ediyor ve isyan hareketlerinde bulunuyorlardı. Şah Abbas, iç isyanları bastırabilmek için, Osmanlılarla anlaşmak istedi. Yapılan görüşmelerden sonra, İran’da hazret-i Peygamberin Eshâbına ve halîfelerine hakâretten vazgeçilmesi, Sünnîlere karşı zulüm ve eziyette bulunulmaması ve tarafların ellerindeki yerlerin aynen muhâfazası şartlarıyla bir antlaşma imzâlandı. Böylece, Azerbaycan’ın bir kısmı, Şirvan, Gürcistan, Karabağ ve Luristan’ın bir bölümü, Osmanlıların elinde kalıyordu.
Osmanlılarla yapılan bu barış antlaşmasından sonra Şah Abbas, İran’da başkaldırmış olan emirlerle mücâdeleye girişti. Devletin merkezî otoritesini kuvvetlendirince, doğuda Mâverâünnehir Seferine çıktı. 1597’de Özbek Sultanı Abdullah Hanı, Herat’ta yendi ve Horasan’dan uzaklaştırdı. Böylece, ülkesini huzura kavuşturdu. Osmanlılara karşı koyabilmek için devlet merkezini Kazvin’den İsfahan’a nakletti. Osmanlıları taklit ederek maaşlı, tüfenkli yeni bir ordu kurdu. Şahsevenler adı verilen bu ordunun kaynağını daha çok Gürcü ve Ermeniler meydana getiriyordu. Bu hazırlıklardan sonra Şah Abbas, 26 Eylül 1603’te, Basra Körfezi’nde Bahreyn Adalarını alıp, batıda Osmanlı topraklarına göz koydu. Safevîlerin, tek başlarına, Osmanlılarla mücâdelesinin imkânsız olduğunu anlayınca, ittifak aradı. Doğudaki Özbekler ve Gürcüler, Tebriz’i âni bir baskınla işgal etti.
Tebriz’deki Osmanlı askeri, iç kaleye çekilip, şehir, Safevîlerin eline geçti. Lala Ali Paşa, sefer dönüşü Tebriz’in kuzeybatısındaki Sofyan mevkiinde Safevî baskınına uğradı. Şah Abbas, 1500 ile 2500 kadar olan az miktardaki Osmanlı kuvvetleri üzerine süvari kıtalarını gönderip, 15.000 kişilik kuvvetiyle, Lala Ali Paşayı yendi. Lala Ali Paşa'nın; esir edilmesine rağmen kahramanca müdafaası, Şah Abbas’ın dikkatini çektiğinden, hayâtını kahramanlığına bağışladı. Nahcivan ve Erivan da Safevî hâkimiyetine geçti.
Osmanlılar, devamlı Avrupa cephesinde harplerle meşgul olduğundan, İran cephesiyle bütünüyle ilgilemediler. 1671’de, Vezir-i âzam Halil Paşa, Erdebîl Seferi denilen İran Seferine çıkınca, 26 Eylül 1618’de Osmanlı-Safevî Antlaşması yapıldı. Şah Birinci Abbas zamânında yapılan bu antlaşmayla; Kars ve Ahıska ile batısı Osmanlılara kalacak; Osmanlı hâkimiyetinde bulunan Dağıstan beylerine taarruz edilmeyecek; esirler iâde edilecek; İran şâhı her yıl Osmanlıya haraç olarak yüz yük ipek kumaş ve diğer kıymetli eşyâlar gönderecekti. Buna rağmen, Şah Abbas, 1624’te Kerbela Haccı bahânesiyle 11/12 Ocak gecesi Bağdat’ı işgâl ettirdi. Bağdat’taki Osmanlı devlet adamları, askerleri, âlimleri ve Müslümanlardan binlercesini insanlık dışı fiillerle katlettirdi. Eshâb-ı kirâm ve Ehl-i beytin türbelerini tahrip ettiler. Bu katliam ve tahribat üzerine Osmanlılar, Bağdat Seferi hazırlıklarına başladı.
Serdar-ı Ekrem Hâfız Ahmed Paşa, 11 Kasım 1625 târihinde Bağdat’a gelip, Azamiye Kalesini zaptetti. Bağdat, Osmanlı ordusunca kuşatılınca, Şah Abbas, otuz bin kişilik bir imdat ordusuyla bölgeye geldi. Bağdat’ta, Osmanlılarla üç defâ neticesiz muhârebe oldu.
Şah Abbas’tan sonra, Sultan Dördüncü Murad Han (1623-1640) zamânında, bölgedeki üstünlük tekrar Osmanlılara geçti. Sultan Dördüncü Murad Han, 1638’de bizzat Bağdat Seferine çıkınca, şehir, 24 Aralık 1638’de teslim alındı. Bölgede tekrar adâlet tesis edilip, tâmirat ve îmâr faaliyetleri yapıldı.
Zâlimliğiyle ün yapan Birinci Şah Abbas-ı Safevî, kırk üç yıl hükümdarlık yaptıktan sonra, 19 Ocak 1629 târihinde Mazenderan’da öldü. Yerine torunu Sam Mirza, Birinci Şah Safi adıyla Safevî Şahı oldu.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 01:34:36 AM
Şah Cihan


Hindistan’da, Bâbürlüler Devleti hükümdarlarından. Cihangir Selim Şahın oğludur. 1592′de Lahor’da doğdu. Sarayda iyi bir tahsil gördü. Şehzâdeliği, önemli devlet hizmetleriyle geçti.

 Ağabeyi Hüsrev Han meselesinden dolayı babasına karşı geldi. Askerinin çokluğuna ve babası tarafındaki kumandanların, kalpten kendisine bağlı olmalarına rağmen zafer kazanamadı. O zamanın büyük âlimi İmâm-ı Rabbânî’ye giderek, muvaffak olmasına duâ etmesi için yalvardı. Büyük İmâm (kuddise sirruh) babasına karşı gelmesine mâni olup, nasihat etti:

 ‘Babana git, elini öp, gönlünü al! Yakında vefât edecek, saltanat sana kalacaktır’ diye müjde verdi.

 Şah Cihan, emirlerini dinledi ve arzusundan vazgeçti. Az zaman sonra, 1637′de, babası vefât edince, Agra’da ‘Ebü’l-Muzaffer Şihabüddîn’ unvanı ile Bâbürlü tahtına çıktı.

1630 senesinde Nizamşahları itaat altına aldı ve Darur şehrini ele geçirdi. Ertesi sene Devletabad’ı da alarak Nizamşahları ortadan kaldırdı. Şiî Kutubşahlar üzerine yürüyerek, hutbede dört halifeyi zikretmeleri ve vergi ödemeleri şartıyla anlaşma yaptı. Ahmednagar’ı ele geçirdi. Golkonda ve Brezpur gibi Güney Hind Sultanları, Bâbürlü hâkimiyetini tanıdılar. Böylece, devletin otoritesini Hindistan’da tamâmen sağladı.

 Bayındırlık işlerine ehemmiyet vererek, tarımın gelişmesini temin etti. İngiliz, Portekiz ve Hollandalılara karşı ülkenin menfaatlerini korudu. Delhi şehrini îmâr etti ve genişletti. Kale, saray, câmi, mescit ve türbeler yaptırdı. Hanımlarından birinin Agra şehrindeki mezarı üstüne yaptırdığı Tac Mahal denilen, sanat değeri çok fazla ve süslü türbe, Türk mîmarlık târihinin önemli eserleri arasındadır.

 Şah Cihan, 1657′de hastalanınca, oğulları arasında taht kavgası başladı. Evrengzib Âlemgir Şah adındaki oğlu, kardeşlerine karşı üstünlük sağladı ve babasını tahtından indirerek, 1658 senesi Temmuz ayında, Agra’da sultanlığını îlân etti. Şah Cihan, Agra şehrinde sekiz yıl daha yaşadı. 75 yaşında vefât etti. Tac Mahal’de, eşinin yanında toprağa verildi (1666).


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 01:38:08 AM
Şah İsmail I


İran’da Safevi soyundan gelen bir Türk. Erdebil’de doğdu. Ana tarafından Uzun Hasan’ın torunu Bilki Aka’nın oğludur. Babası Haydar’ın ölümünden (1488) sonra dayısı tarafından iki kardeşiyle birlikte düşmanlarından kaçırılarak Şiraz’a gönderildi. Şiraz valisinin, üç kardeşi bir süre hapsettiği söylenir. Akkoyunlu hükümdarı Sultan Yakup’un ölümü üzerine oğlu Rüstem saltanat mücadelesinde onlardan yararlanmak amacıyla üç kardeşi hapisten kurtarır, Şah İsmail’in ağabeyi Sultan Ali, katıldığı iki savaşı da kazanarak Tebriz’e döndüğünde parlak bir törenle karşılanır. Ama üç kardeşin halk üzerinde manevi etkisi, Sultan Ali’nin kazandığı zaferler Rüstem Bey’i korkutur, onları ortadan kaldırmanın yollarını ararken durumu sezen Sultan Ali kardeşleriyle birlikte Erdebil’e kaçar.

Sultan Ali yolda kendilerini izleyen Rüstem Bey’in askerleri tarafından öldürülür. Ama iki kardeşini yedi müridiyle Erdebil’e göndermeyi başarır. Şah İsmail ve kardeşi İbrahim burada müritlerince korunur. Sürekli izlendikleri için bir süre sonra Bağru dağına, oradan da Gilan, Gaskar, Reşt ve Lahican’a kaçırılırlar. Lahican’da Kar Kaya’nın evinde saklanan Şah İsmail ilk öğrenimini özel bir öğretmenden gördü. Babasının müritleri dört bir yandan onu görmeye geliyorlardı. Yakalanamadığını gören Rüstem Bey, Lacihan üzerine yürümeye hazırlanırken öldürülünce (1497), Şah İsmail harekete geçer. Müritlerini toplayıp Hazer kıyılarındaki Aravan’a (1500), oradan Erdebil’e gelir. Kendisine katılan Türk oymaklarıyla birlikte yeterince kuvvet topladığını görünce ilk olarak babasının ve Şiilere yapılan eziyetlerin öcünü alma yolunu tutar. Tebriz’e gelip taç giydiğinde (1502), babasının öcünü almış, Baku’yü zaptetmiş, Nehcivan’da Elvend Bey’i yenmiştir. Şah İsmail’in bundan sonraki yaşamı Şiiliği yaymak, Safevi devletinin sınırlarını genişletmek için yaptığı savaşlarda geçer. Devletin sınırları genişleyip Şiilik Anadolu’ya doğru hızla yayılınca Osmanlı’larla çatışır. Sonunda Çaldıran’da Yavuz’a yenilir (1514) ve kaçar. Bu yenilgiden sonra Tebriz’e döndüyse de eski gücünü yitirdiği gibi uğradığı ruhsal çöküntüyle de kendisini şaraba verir. Oğlu Tahmasb’ı yerine atabey olarak bırakır, her yılını ayrı bir kentte geçirerek yaşamını tamamlar. Azerbaycan’da iken ölür. Cenazesi Erdebil’e götürülür.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 01:40:36 AM
Şah İsmail II


Safevî şahlarının üçüncüsü. Şah Tahmasb’ın oğludur. Gençliğinde, babası Şah Tahmasb (1524-1576) zamânında uzun yıllar hapis yattı. Kahkaha Kalesindeki mahkûmiyeti sırasında, Safevî şahı babası Tahmasb 1576′da ölünce, kızkardeşi Perihan vâsıtasıyla hapisten kurtarıldı. İktidar yolu açıldı. Rumlu (Anadolulu) Avşar ve Tekeli gibi Türk oymaklarının desteğiyle kardeşi Haydar Mirza’yı öldürüp, İkinci Şah İsmâil-i Safevî adıyla 22 Ağustos 1576′da Safevî tahtına geçti. Sünnî olup, Şâfiî mezhebindeydi.

İkinci Şah İsmâil, Safevî Şahı olmasıyla iktidarını kuvvetlendirme faaliyetini başlattı. Safevî devlet kadrosunu sarmış sapıklara karşı temizlik hareketine başladı. Kendi adamlarını devlet kadrolarına tâyin etti. Râfizîliği yasaklayıp, Sünnîliğini ilân etti. Devlet kadrosundan uzaklaştırdığı memurlar ve sapıklar, aleyhine propaganda başlatıp, devlete isyan ettiler. Bunlardan, tespit ettiği, Şah Tahmasb’ın adamlarından ve askerlerden otuz binini cezâlandırdı. Ehl-i beyt, Eshâb-ı kirâm ve İslâm âlimlerine küfür ve kötülemeleri ortadan kaldırdı. Câmilerde halîfe hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer ve hazret-i Osman’ın kötülenmesini yasakladı. Müslümanlara hürriyet tanıdı. Âdil unvanını aldı. Doğu Anadolu‘daki, Osmanlı Devletine tâbi emîrlerin teveccühünü kazandı.

İkinci Şah İsmâil Safevî, ülkesinde, kısa zamanda büyük hizmetler ve icraatlar yaptıysa da, doğru yoldan ayrılmış Safevîlerin düşmanlığını kazandı. 24 Kasım 1577′de zehirletilerek, bir rivâyete göre de Safevî askerlerinin isyânı üzerine şehit edildi. Safevî tahtına, kardeşi Muhammed Hüdâbende geçti.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 01:50:15 AM
Şahruh Mirza


Timurlu hükümdarlarının ikincisi. Timur Hanın oğludur. 20 Ağustos 1377 târihinde Semerkant’ta doğdu.
Küçüklüğünden îtibâren dînî, siyâsî ve askerî tahsil, terbiye ve eğitim görerek yetiştirildi. Timur Hanın Kıpçak Seferinde merkezde kalıp, on üç yaşında devleti idâre etti. 1392’de Kal’a-i Sefid Muhâsarasına katılıp düşman reisini öldürerek üstün muvaffakiyet gösterdi. 1393’te Semerkant’la havâlisinin vâliliğine tâyin edildi. Horasan, Sistan, Mazenderan vâlisi sıfatıyla 1396’da İran, Suriye ve Anadolu Seferine, 1402’de Ankara Muhârebesine katıldı. Timur Hanın 1405’te vefât etmesinden 1409’a kadar Horasan vâlisi kaldı.
1409’da, Timurlu hükümdârı oldu. Hânedan mensuplarıyla uzun süren saltanat mücâdelesinde bulundu. 1415’te, bütün Timurlu ülkesine hâkim oldu. Hindistan, Şahruh’un yüksek hâkimiyetini tanıdı.
1420’de, Âzerbaycan Seferine çıkarak, Karakoyunluları bozguna uğrattı. Sultaniye ve Tebriz ele geçirildi. Bu sırada Deşt-i Kıpçak’ta, Moğolların baş kaldırmaları üzerine oğlu Uluğ Bey, sefere çıktı. Moğollara üst üste ağır darbeler indirdikten sonra Semerkand’a girdi.
Şahruh, 1428’de Karakoyunlu İskender’in Sultaniye’yi ele geçirmesi üzerine, İkinci Âzerbaycan Seferine çıktı. Urmiye Gölünün batısındaki Selman Ovasında, İskender komutasındaki Karakoyunluları bir kere daha bozguna uğrattı. Bu zafer neticesinde, Anadolu ve Mısır yolları Çağataylara açılmış oluyordu. Nitekim bu îtibârla Venedikliler, Osmanlılara cephe almışlar ve Şahruh’u, Osmanlılar üzerine çekmeye çalışmışlardır. Ancak, dindar pâdişâh, Hıristiyanlarla cihad içinde bulunan Osmanlılarla, bir harbe girmeyi uygun görmeyerek Herat’a döndü.
Şahruh’un saltanatının son yılları, huzur içinde geçti. 12 Mart 1447 târihinde, Rey eyâletinde bulunan Peşâver’de vefât etti. İslâm âlimi ve astronom olan oğlu Uluğ Bey, Timurlu hükümdarı oldu.
Şahruh, üstün kumandanlık, hükümdarlık yanında güzel ahlâk sahibiydi. Vakarlı, iyi ve yumuşak huyluydu. Affetmeyi severdi. Ülkesinin îmârına çalışıp, iktisâdî refah seviyesini yükseltti. Mâverâünnehir’in îmârını başlattı. Merv şehrini yeniden inşâ ettirdi. Murgab Suyunun eski yatağı ve bendlerini yeniden tanzim edip, zirâî mahsulün artmasını sağladı. Âlim ve sanatkârları koruyup, himâye etti. Muhteşem bir kütüphâne yaptırıp, âlimleri Herat’ta toplamaya çalıştı. Kendisi de ilme meraklı olup, şâir ve sanatkârdı. Devrinde Molla Câmî, oğlu Uluğ Bey, Seyyid Nimetullah Kirmanî, Enverî gibi âlim ve şâirlerle Nizameddin Şâmî, Şerefeddîn Ali Yezdî, Fasihî ve Abdürrezzak Semerkandî gibi târihçiler ve coğrafyacı Hâfız-ı Ebru yaşayıp, kıymetli eserler verdiler.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 01:56:08 AM
VAHİDEDDİN HAN


Babası         Sultan Abdülmecid
Annesi        Gülistü Kadın Efendi
Doğumu     2 Şubat 1861
Vefatı        16 Mayıs 1926
Saltanatı     1918-1922


  Otuz altıncı ve son Osmanlı Padişahı, yüz birinci İslam halifesi.
Sultan Abdülmecid Han'ın en küçük oğludur. Küçük yaşta anne ve babasını kaybettiğinden, ağabeyi Sultan Reşad'ın vefat ettiği gün padişah ve halife oldu. Saltanata geçtiğinde Birinci Dünya Savaşının korkunç neticeleri alınmak üzere idi. Nitekim 30 Ekim 1918'de Mondros mütarekesi imza edilerek, Birinci Dünya Harbi Mağlubiyetimizle bitti. Vahideddin Han bu mütarekeye imza koyan delegeleri kabul etmedi. Mütarekeden hemen sonra Osmanlı Devleti'ni sebepsiz yere savaşa'a sokan, milyonlarca vatan evladını cephelere eriten Talat, Enver ve Cemal Paşalar yurt dışına kaçtılar.

   İttihatçı liderlerin baskısından kurtulan Sultan Vahideddin'in elinde ancak düşmanlara teslim edilmiş bir milleti idare etmek kaldı. İstanbul, 16 Mart 1920'de itilaf devletleri tarafından işgal edildi. Yunanlılar İzmir'e, İtalyanlar Güneybatı'ya, Fransızlar da Güney Anadolu'ya girdiler. 11 Mayıs 1920'de düşmanların hazırladığı ve Anadolu'nun işgalini ihtiva eden Sevr andlaşmasını bütün baskılara rağmen imzalamadı. Osmanlı ordusu tamamen lağvedildi. Medine muhafızı Fahri Paşa, Onikinci ordu kumandanı Ali İhsan Paşa ve harbiye nazırı Mersinli Cemal Paşa gibi değerli kumandanlar Malta'ya sürüldüler. Padişah'ın şahsını korumak için, yalnız yediyüz kişilik maiyyet-i seniyye kıtası bırakıdı. Sultan bu taburu, Ayasofya etrafındaki sipere sokup camiye çan takmak veya müze yapmak isteyenlere ateş ediniz emrini verdi.

   İşgal altındaki İstanbul'dan vatanın kurtarılamayacağını anlayan Vahideddin Han, güvendiği kumandanları Anadolu'ya göndermek istedi. Ancak bunlar,"Dünyaya karşı harb edilmez. Bu iş olmaz" diyerek gitmeyi reddettiler. Sultan'ın kurtuluşun Anadolu'dan gerçekleşeceğine ümidi tamdı. Bir ara kendisi gitmeyi düşündü ise de, İngilizler "Eğer Anadolu'ya geçersen İstanbul'u Rum'lara işgal ettirir, taş üstünde taş bırakmayız" diyerek engellediler. Bunun üzerine birgün saraya çağırdığı Mustafa Kemal'i;"Paşa paşa şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Devleti kurtarabilirsin!" sözlerinden sonra, büyük yetkilerle Anadolu'ya gönderdi. Böylece İstiklal mücadelesi başlamış oldu.

   İstiklal Harbi zafer ile neticelendikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti 1 Kasım 1922'de hilafet ile saltanatın ayrıldığını ve saltanatın kaldırıldığını bir kanun ile kabul etti. Vahideddin Han'ın adı hutbelerden kaldırıldı. İstanbul ve Anadolu basınında aleyhinde yazılar çıkmaya başladı.

   17 Kasım 1922 Cuma günü Dolmabahçe sarayı'ndan Malaya harb gemisi tarafından alınıp Malta adasına götürüldü. Oradan Melik Hüseyin'in daveti üzerine Mekke'ye gitti. Oradan da İtalya'daki Sen Remo şehrine giderek orada ikamet etti. Vahideddin Han, acı ve sıkıntı içinde geçen bir sürgün hayatından sonra, 16 Mayıs 1926'da İtalya'da vefat etti. Cenazesi Şam'a getirilarek Sultan Selim Camii kabristanına defnedildi.

   Vahideddin Han, çok akıllı ve çabuk kavrayışlı idi. Arada Sultan Reşad olmayıp da, İkinci Abdülhamid Han'dan sonra tahta çıksaydı, belki devletin başına böyle bir bela gelmezdi. Çünkü o, ittihad ve Teraki hükümetinin hatalarını önleyip, felaketlerin önüne geçebilecek kudret ve idare sahibi bir kimse idi. Çok sevdiği vatanından koparken yanında şahsi ve pek cüz'i mal varlığından başka bir şey götürmediği, ülkesinden ayrılmasının üzerinden henüz dört yıl geçmeden vefatında kasaba, bakkala ve fırına olan borçlarından dolayı 15 gün tabutunun kaldırılmamış olmasından da anlaşılmaktadır.

   Vahideddin Han'ın vatanının ve milletinin uğradığı felaketler karşısında neler düşündüğü ve neler hissettiği kayıtlara geçmiş şu hadiseden çıkarılabilir. 1919 senesi Ramazanında bir sabah Yıldız Sarayı'nda yangın çıkar. Kısa zamanda büyüyen alevler, Sultan' ın geceleri kaldığı daireyi de sarar. O geceyi tesadüfen Cihannüma köşkünde geçirmiş olan Vahideddin, yangını haber alınca, üzerine pardesüsünü giyerek dışarı çıkar. Köşkün önünde hiç telaş göstermeden yangını seyrederken çevrede ağlayanları görünce gözleri yaşarak " Benim vatanım ateş içinde, onun yanında bunun ne kıymeti var" demekten kendini alamaz.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 07:14:03 PM
Yakup Han Bâdevlet


Türkistan’ın Kâşgar emirlerinden. Muhammed Yâkub Bey de denir. 1826’da Taşkent’te doğdu. İyi bir eğitim ve öğretim gördü. Eniştesi Nur Muhammed’in himâye ve yardımlarıyla askerî makamlarda yükseldi. Binbaşıyken 1849’da Akmescid hâkimliğine tâyin edildi.1864 yılı sonunda, Cihangir Türe’nin oğlu Buzurk Han Töre başkanlığındaki heyetle Kâşgar’a gitti. Buzurk Han Töre,Kaşgar’da idareyi ele alınca, Yâkub Bey, idârede önemli vazifeler aldı. Yâkub Bey, Buzurk Han Töre’nin idâredeki alâkasızlığından faydalanarak, askerî ve mülkî kadrolara hâkim oldu. Askerî faaliyetleri arttırıp, ordu kurdu. 1866’da Yenihisar, Yarkend ve Hotan’ı zaptetti. 1867’de Kaşgar’a bütünüyle hâkim oldu. Çinliler ve Döngenlerle mücâdele etti. Hudutlarını, doğuda Börköl, Urumçi ve Kumul’a, batıda Pamir ve Isıkgöl havâlisine, kuzeyde Balkaş Gölü ve Altay Dağlarına, güneyde Karanlık Dağ ve Karakurum Dağlarına kadar genişletti. Buhara emiri Muzafferüddîn, Yâkub Beye “Atalık Gâzi” unvânını verdi.
Yâkub Han, Doğu Türkistan’da istiklâlini îlân ettikten sonra müttefik ve destek aradı. 1872’de Osmanlı sultanı ve İslâm âleminin lideri Sultan Abdülaziz Hana, yeğeni Seyid Yâkub Han Töre başkanlığında bir heyet gönderdi. Osmanlı Devletinden destek, yardım, harp levâzımatı ve askerî mütehassıslar istedi. Talepleri kabul edildi. Sultan Abdülazîz Han (1861-1876), beş askerî uzman ve çok miktarda silâh ve harp levâzımatını Kaşgar’a gönderdi. Yâkub Hana “Emirü’l-müslimin” unvanı verildi. Yâkub Han, Sultan Abdülaziz Han adına hutbe okutup, bastırdığı altın ve gümüş sikkelerde Osmanlı Sultanının ve halîfesinin adını yazdırdı. Rus Çarlığı ile 8 Haziran 1872’de beş maddelik ticâret antlaşması imzâlandı. Hindistan’daki İngiliz koloni idâresiyle de 2 Şubat 1874’te on iki maddelik antlaşma imzâlandı.

Yâkub Hanın içte ve dışta kuvvetlenmesi, doğu komşusu Çinlileri çok telaşlandırdı. Tedbir almaya sevk etti. Çin’in Mançu hükümeti, 1877 baharında General Tso Tsung-t’ang ve General Liu Chin-t’ang kumandalarında büyük bir ordu gönderdi. Çinliler, doğuda Kumul ve Urumçi’yi 1877 Nisanında işgâl edip, Kâşgar’a doğru ilerlemeye başladılar. Yâkub Han, Mançu hükümetiyle antlaşma yapmak istedi. General Tso Tsung-t’ang’a elçilik heyeti gönderip, antlaşma isteğini bildirdi. Fakat, teklifi kabul edilmeden, suikasta uğradı.

Hotan hâkimi Niyaz Hâkim Beyle yardımcısı Aşur Bey tarafından Yâkub Hana suikast tertiplendi. Suikastçılar, Yâkub Hanın yâverine çok miktarda para vermek sûretiyle zehirlettiler. Yâkub Beyin 1877’de şehit edilmesiyle Çinliler, Doğu Türkistan’a tekrar hâkim oldu.

Yâkub Han, zekî, çalışkan ve faal bir şahsiyete sâhipti. Ülkesini ittifak sistemiyle kuvvetlendirip, kültür ve îmar faaliyetlerini de arttırdı. Adına altın ve gümüş sikke bastırdı. Devrin en büyük İslâm devleti ve halîfelik merkezine karşı dâimâ hürmetkâr ve dostâne hareket etti. Kâşgar’da 1872’de İdgâh Camiini yaptırdı.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 07:17:43 PM
YAVUZ SULTAN SELİM


Babası        İkinci Bayezid Han
Annesi       Aişe Hatun
Doğumu     10 Ekim 1470
Vefatı        21/22 Eylül 1520
Saltanatı     1512-1520


Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu ve İslam halifelerinin yetmişdördüncüsü. Amasya'da doğdu Küçük yaştan itibaren Kur'an-ı Kerim, tefsir, hadis, ve fıkıh dersleri yanında yüksek fen ilimlerini de öğrendi. Çok çevik ve zeki olup ok atmak, güreş tutmak ve kılıç kullanmak hususunda maharet sahibiydi. Arabi ve Farisi'yi mükemmel bir şekilde konuşurdu. Bbası ikinci Bayezid padişah olduktan sonra, askeri sevk ve idare ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için Trabzon'a vali tayin olundu.

   Yavuz Sultan Selim Trabzon valisi iken, Şah İsmail'in(1502-1524) siyasi-dini faaliyetleri ile Osmanlı Devleti için çok büyük bir tehlike arzettiğini görüyor ve ona göre tedbirler düşünüyordu. Hatta zaman zaman bu devlet üzerine küçük çapta akınlar da yapıyordu.Nitekim, 24 Nisan 1512'de babasının yerine geçince de ilk seferini, Osmanlı Devleti'ni önce bölüp parçalama,sonra da yıkma emelleri güden Safeviler üzerine yaptı. İstanbul'da Eyüp ve diğer mübarek kabirleri ziyaret ederek zafer duaları yaptıktan sonra ordusuyla harekete geçen Selim Han günlerce yol aldıktan sonra nihayet 23 Ağustos1514'de Çaldıran ovasında Safevi ordusuyla karşılaştı. Yavuz ve ordusunun kudreti ile ateşli silahların üstünlüğü sayesinde Osmanlılar parlak bir zafer kazandı.İran ordusunun büyük bölümü imha edilirken bir çok safevi kumandanı ile Şah İsmail'in zevcesi esir alındı.İran'ın başşehri Tebriz'e giren Yavuz Sultan Selim Han, şehirdeki camileri tamir ettirdi ve halka huzur verdi.

   Bu zafer ile Osmanlı hududu Fırat'tan Azerbaycan'a ve İran içlerine kadar uzandı.Yavuz Sultan Selim ikinci seferini Memlukler üzerine yaptı. Bu seferin asıl sebebi Memluklerin Osmanlı Devleti'nin kuvvetlenmesinden endişe ederek şii Şah İsmail ile ittifak içerisine girmesi idi. Şah İsmail'i bir dar- bede saf dışı bırakan Cihangir padişah bu defa da yıldırım sürati ile, Mısır ordularını, 24 Ağustos1516 da Mercidabık ve 26 Mart 1517'de Ridaniye'de kazandığı zaferler ile perişan etti. Artık Memluk devleti kalmamış, bütün arap ülkeleri Osmanlı hakimiyetine girmişti. Bu durum üzerine Mekke ve Medine emiri mukaddes şehirlerin anahtarlarını "Hadimü'l Haremeyn=Mekke ve Medine'nin hizmetçisi" şekline çevirerek aldı ve evladlarına böyle miras bıraktı.

   İki büyük seferin zaferle neticelenmesinden sonra bilhassa donanma faaliyetine hız veren Yavuz, devrin büyük alimi Kemal-paşazade'ye niyetinin feth-i Efrenciye yani Avrupa olduğunu bildirmişti.Ancak yüce Hakan'ın yine Eyüp türbesini ziyaretle başladığı bu seferine yakalandığı amansız şirpençe hastalığı mani oldu. Vefat etmeden önce musabihi Hasan Can kendisine hakka teveccüh etmesini söyleyince, "Bunca zamandan beri bizi kiminle biliyordun.Cenab-ı Hakka teveccühde bir kusur mu gördün." buyurarak Yasin-i Şerif okumasını istedi.Kendiside okurken ruhunu teslim etti. Naşı kendi adı ile anılan camiin avlusundaki türbesindedir.

   Osmanlı Devletinin topraklarını iki buçuk mislinden fazla genişletti. Babasından devr aldığı 2.373.000 km2 olan ülke toprakları, 6.557.000 km2 ye çıktı.

   Devlet işlerinde kesin niyet ve kati programla hareket eden Selim Han, herhangi bir devlet işini fiiliyata koymadan evvel, muhtelif yollarla onun hakkında alim vezir ve sair ilgililerin fikirlerinden istifade eder ve günlerce düşünür, nihayet son kararını verdikten sonra ondan dönmez ve bu kararın aleyhinde söz söyleyenleri en şiddetli şekilde cezalandırırdı.Muntazam bir casus teşkilatı vardı. Bu sayede gerek memleket dışından ve gerek içeriden devamlı bilgi alırdı.Mühim işlerde bizzat tahkikat yapardı. İhtişam ve debdebeye ehemmiyet vermez, sadeliği sever ve sade giyinirdi. Kendisi için fazla para sarfıyla köşk ve lüks şeyler yapılmasını istemezdi. Bir defasında oğlu Şehzade Süleyman çok süslü bir elbise ile huzuruna girince;"Süleyman annen ne giysin" diyerek sitem etmişti.Hazinenin devamlı dolu olmasına dikkat ederdi.

   Sultan Selim Han evliyaya rağbet eder onların sohbetlerine katılmayı bulunmaz bir nimet sayardı. Devamlı;"Padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş-Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş." buyururdu. Yavuz Sultan Selim'in Şam'da Salihiyye'de Muhyiddin-i Arabi'ye yaptırdığı cami,imaret ve türbeden ve bir de Konya'da Mevlevi tekkesine getirdiği sudan başka bir hayır yapmasına vakti ve zamanı müsaid olmamıştır. Hatta başlattığı camiinin bile yanlız temellerini attırabilmiş fakat tamamlayamamıştır.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 07:22:20 PM
YILDIRIM BAYEZİD HAN


Babası        Murad-ı Hüdavendigar
Annesi       Gülçiçek Hatun
Doğumu    1360
Vefatı       1403
Saltanatı    1389-1402


 Osmanlı sultanlarının dürdüncüsü.

   Sultan Murad-ı Hüdavendigar' ın oğlu olup, 1360 yılında Gülçüçek hatun' dan doğdu. Küçük yaştan itibaren zamanın en seçkin alimlerinden ilim öğrendi. Değerli kumandanlardan askerlik, sevk ve idare derleri gördü. 1381 yılında devlet idaresinde yetişmesi için Kütahya' ya vali tayin edildi. 1389' da haçlı ordusu ile yapılan Birinci Kosova savaşına katılarak büyük kahramanlık gösterdi. Babası Sultan Murad, bu savaş sonunda bir Sırplı tarafından şehid edilince, devlet şleri gelenlerinin müşterek kararı ile Osmanlı tahtına geçti.

    İlk olarak Sırbistan işleri yoluna koyan Yıldırım Bayezid bu sırada kendisine karşı ittifak eden Anadolu Beylikleri üzerine yürüdü. Sür'atle hareket ederek Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Germiyanoğulları, Menteşe ve Hamidoğulları beyliklerini ortadan kaldırdı (1390). Karamanoğulları beylğini itaat altına aldı. (1391). 1391' de İstanbul' u muhasara etti ve yedi aylık bir kuşatmadan sonra şehirde bir Türk mahallesi kurulması, bir cami yapılması ve verginin arttırılması şatıyla anlaşma yaptı. 1392' de Kastamonu üzerine yürüyerek, Candaroğlu topraklarını ele geçirdi. 1394' de Selanik ve Yenişehir' i (Mora) alan Osmanlı orduları, Teselya ve Arnavutluk' a kadar ilerlediler.

    Yıldırım Bayezid' in 1395' de İstanbul' u ikinci defa muhasarası yeni bir haçlı ordusunun hareketine yol açtı. bütün Avrupa milletlerinden meydana gelen haçlılar, Osmanlılara ait Niğbolu kalesini kuşatmışlardı. Adına yaraşır bir sür'atle gelen sultan Bayezid haçlıları Niğbolu kalesi önünde ağır bir bozguna uğrattı (25 Eylül 1396). Esir edilen ve fidye karşılığı serbest bırakıldıktan sonra padişaha karşı bir daha savaşmamaya yemin eden Avrupalı asilzadeler ve şövalyelere Yıldırım Bayezid Han şöyle diyordu: "Ettiğiniz yeminleri size iade ediyorum. Gidiniz, yeniden ordular toplayınız ve bizim üzerimize geliniz. Bana bir kere daha zafer kazanmak imkanı sağlamış olursunuz. Zira beni Allahü tealanın dinini yaymak ve O'nun rızasına kavuşmak için dünyaya gelmişim."

    Niğbolu zaferinden sonra Osmanlı akıncıları Macaristan içlerine kadar girerek pek çok ganimetlerle döndüler. 1397' de İstanbul' un üçüncü defa kuşatan Bayezid, Bizans' ın denizle bağlantısını kesmek için Anadolu hisarını inşa ettirdi.

    Yıldırım Bayezid' in 1398' de Karaman ve 1399' da Dulkadırlı topraklarına girmesinden sonra topraklarını kaybeden Anadolu beyleri bu sırada Hindistan seferinden dönen Timur' a sığınarak, onu Osmanlı sultanına karşı kışkırttılar. Bu arada Timur' dan kaçan Karakoyunlu ve Cezayir beyleri de Yıldırım Bayezid' i Timur' a karşı tahrik ediyorlardı. Bu tahrikler ve Timur' un Osmanlılara ait Sivas' ı alması neticede iki büyük Türk hakanını Ankara' da karşı karşıya getirdi. Çubuk ovasında yapılan ve çok şiddetli geçen muharebe sonunda Osamnlı ordusu, mağlubiyete uğrarken, Yıldırım Bayezid Han yedi ay kadar sonra kederinden ve nefes darlığından kırkdört yaşında vefat etti (1403). Timur Han ölüm haberini alınca; "Yazık oldu, büyük bir mücahidi kaybettik." demekten kendini alamadı.

    Sultan Yıldırım Bayezid, çevik, atılgan, cesur aynı zamanda hadiselerini kavramış iyi bir kumandandı. Ani olaylar karşısında soğuk kanlılığını muhafaza ederek kakarını verir ve ordusunu sür'atle istediği yere sevk ederdi. Adeleti çok meşhurdu. Alimlerin sohbetlerinde bulunur, onların Allahü tealanın emir ve yasaklarını bildiren sözlerini gönülden kabul ederdi. Evliyaya çok hürmette bulunurdu. Osmanlı topraklarının her tarafından cami, mescid, darüşşifa, medrese, imaret ve misafirhaneler yaptırdı. Ayrıca bütün bu imaretler için geniş vakıflar kurdurdu. Bursa' daki Ulucamii yaptırdığı en önemli eseridir.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 07:32:46 PM
Timur Han


Türk-İslâm dünyâsının büyük hükümdarlarından. Târihin en büyük cihangirlerinden biridir. Babası Moğol Barlas Aşireti reislerinden Emir Turgaya, annesi Tigin Hatundur. 1336 senesinde Mâverâünnehir’de Semerkand’la Belh arasında Keş kasabasında doğdu. Âlimleri ve Allah dostlarını çok seven babası Emir Turagay, Timur‘a aklî ve naklî ilimleriyle kumandanlık bilgilerini ehil hocaların elinden öğretti. Timur, babasının vefâtından sonra emirler arasında geçimsizlikler yüzünden memlekette anarşinin hâkim olması üzerine siyâsete karıştı. Mâveraünnehir Hâkimi Emir Hüseyin ile birlikte Doğu Türkistan Hükümdarı Tuğluk, Timur‘a karşı mücâdele verdiler. 1370′te, Emir Hüseyin ile arası açılan Timur, onun ölümünden sonra Mâverâünneh,r’e tek başına hâkim oldu ve Semerkand’a gelerek tahta çıktı. Büyük askerlik vasıflarını üzerinde taşıyan Timur Han, yedi senede İran’ı hâkimiyeti altına aldı. Âzerbaycan, Irak-ı Acem ve Irak-ı Arab’ı ele geçirdi. Yine 1371 ve 1379 yıllarında yaptığı seferlerle Harezm’i kendine bağladı. Ömrü harp meydanlarında geçen Timur Han, 1389′a kadar beş sefer yaparak Uygurları itaat altına aldı. Mülteci Moğol Prensi Toktamış’a yardım edip, destekleyerek Altınordu hükümdarı yaptı. Toktamış Han, Timur Hana ihânet edince, 1390 ve 1391′de onu iki kere mağlup etti. İtil Irmağı doğusuna hâkim oldu. Daha sonra Hindistan üzerine de sefer açıp, 1399′da Kuzey Hindistan’ı zaptederek büyük başarılar kazandı. Yaptığı bütün savaşları kazanan Timur Han 1401-1402′de Suriye’yi, 1402 Ankara Savaşı sonunda bâzı Osmanlı topraklarını hâkimiyeti altına aldı. Böylece Çin’e ve Delhi’ye kadar bütün Asya’yı, Irak, Suriye ve İzmir’e kadar Anadolu‘yu aldı. 200.000 kişilik bir ordunun başında Çin’e sefere giderken 1405′te vefât etti.

Timur Han ilim sâhibi, âlim, büyük bir hükümdardı. Âlimleri severdi. Pek çok medrese ve kütüphâne yaptırdı. Bilhassa Semerkant şehrini îmâr etti. Burada pek çok sanat eserleri yaptırarak, örnek ve zengin bir şehir hâline getirdi. Tüzükât-ı Tîmûr adıyla kânunlar çıkardı ve kendi târihini kendi yazdı. Çağatay dilinde yazdığı bu kitaplar Farsça ve Avrupa dillerine de tercüme edildi. Avrupa edebiyatında kendisine geniş yer verilmiş, 16. yüzyıldan îtibâren hakkında pek çok eser neşredilmiştir. Bu eserlerin pek çoğunda Timur Han’dan iyi kalpli ve büyük hükümdar olarak bahsedilmektedir. Osmanlı hükümdarı Sultan Birinci Bayezid Han (1389-1402) ile harp ettiği için bâzı Osmanlı târihçileri bunu kötülemektedir. Ancak, Timur Hanın Ankara Savaşından sonra İzmir’i Hıristiyan şövalyelerden temizlemesi, Anadolu‘daki sapık fırka mensuplarını cezâlandırması, bu seferin hayırlı netîcelerindendir.

Timur öncesinde Orta Asya Türklüğü, doğudan Moğol putperestliği, güneyden Hind Budizmi, batıdan Fars zerdüştlüğünün baskısı ve etkisi altındaydı. Timur Han, devletinin mânevî temellerini dayadığı din adamlarıyla, Türkleri yeniden İslâmlaştırdı.

Timur öncesinde Orta Asya Türklüğü göçebeydi. Timur, Mâverâünnehr’i şehirleştirdi. Obaları iskan etti. Su kanalları inşâsıyla toplumu tarıma geçirdi. Büyük şehirleri ticâret yollarına bağladı. Fetihleriyle âlimleri, sanatkarları Orta Asya‘ya topladı.

İlim adamlarına saygı gösteren, onları koruyan Timur Han, Teftâzânî gibi büyük âlimleri meclisinde bulundurur, nasihatlerini dinlerdi. Âlimlere karşı o kadar saygısı vardı ki; Buhara caddesinden geçerken Muhammed Behâeddîn Buhârî (kuddise sirruh) hânekâhının halılarının silkildiğini öğrenince, İslâmiyete olan sevgi ve saygısının çokluğundan oraya yaklaşıp, tozları yüzüne sürerek bu bağlılığı belirttiği rivâyet edilmektedir. Devrinde yaşayan İslâm âlimlerinin yanında, daha önce yaşamış olanlara karşı da hürmette kusur etmez, onların türbelerini yaptırırdı. Ahmed Yesevî hazretleri bunlardan biridir.

Zamânında Fadlullah-ı Hurûfî tarafından kurulan ve ‘Hurûfîlik’ adı verilen sapık fırka mensupları yayılmaya başladı. Kendisini tanrı îlân ederek bütün dinleri reddeden, kitaplarında dinsizlik ve ahlâksızlıkları anlatan Fadlullah’ı, Timur Han, oğlu Miranşah’a emir vererek 1393′te öldürttü. Tekkelerini dağıttı. İslâm ülkelerindeki bu dinsizlerin çoğunu temizledi. Timur Han, Hurûfî adındaki din ve ırz düşmanlarının yayılmasını önleyerek, İslâmiyete çok büyük hizmet etti. Bunun için sahte (Hacı Bektâş-ı Velî hazretlerinin gösterdiği yoldan çıkan) Bektâşî, yâni Hurûfî tarikatının müritleri, Timur Hanı sevmez, onu hep kötülerler.

Yirmi yedi ülkenin hâkanı olan Timur Han, başarılarının sırrını 12 maddede toplamış ve bunlara, oğullarının da uyması vasiyetiyle eserinde şöyle belirtmiştir:


1. Allahü teâlânın dînini ve hazret-i Muhammed’in şerîatini dünyâya yaymayı esas edindim. Her zaman her yerde İslâmiyeti tuttum.

2. Etrâfımda olan adamları 12′ye ayırdım. Gerek ülkeler fethi ve gerekse fethettiğim ülkeleri idârede bunların bâzısı bana kolları, bâzıları meşveretleriyle yardım ettiler. Bunların ikbâlinin artması için istihdam ettim. Bunlar sarayımın süsüydüler.

3. Düşman ordularını mağlup ve eyâletler feth etmekte âlimler ve emirlerle istişâre ettim. Hükümet idâresinde yumuşaklık, insâniyet ve sabırla hareket ettim. Hiç meşgul olmuyor gibi görünürken her şeyi basîretim altında bulundurdum.

4. Hükümet idâresinde kânunlara riâyet ve intizam o dereceydi ki vezirler, emirler, askerler ve halk bir üst sınıfa çıkmak için can atar halde değildi. Her biri bulunduğu sınıftan memnun olarak vazifesini yapardı.

5. Zâbit ve askerlerime cesâret vermek için altın ve cevâhir sarfından çekinmedim. Onları soframa oturttum. Böyle kıymetli bâzûların ve cengaverlerimin yardımıyla yirmi yedi imparatorluğun hükümdârı oldum.

6. Adâlet ve tarafsızlıkla Allah kullarının hep iyiliğini istedim ve onların teveccühünü kazandım.

7. Seyyidlere, ulemâya, fukahâya ve târihçilere mümtaz muâmele ettim. İyi ve cesur adamlar (Çünkü Allah böylelerini sever) benim dostlarımdı. Ulemâyla sıkı münâsebette bulundum. Bunlarla istişare ettim. Bunların hayır duâları bana zaferler temin etti. Derviş ve fakihleri himâye ettim. Bunlara zerre kadar fenâlık etmemeye uğraştım ve hiçbir taleplerini reddetmedim. Başkası aleyhinde söyleyenleri sarayımdan kovdum. Bunların sözlerine ve iftiralarına hiç ehemmiyet vermedim.

8. Her teşebbüsümü başarmakta sebatkâr idim. Bir projeyi bir kere kabul ettim mi artık bütün zihnim onunla meşgul olurdu. Onu muvaffakiyetle başarmadıkça aslâ terk etmedim. Hiçbir vakit hâlim (davranışlarım), kâlime (söylediğim sözlere) aykırı olmadı.

9. Halkın hâline vâkıf idim. Büyüklere kardeşim, küçüklere çocuklarım gibi muâmele ettim. Her eyâlet ve her şehrin ahâlisinin durumuna ve seciyesine göre âdetler edindim.

10. Bir kabîle veya bir Arap, bir Acem göçebesi bayrağım altına girmeği dileyince beylerini şerefle, diğer adamlarını mevkilerine göre îtibârla kabul ettim. İyilere iyilikle muâmele ettim ve kötülere fenâlıklarını iâde eyledim.

11. Oğul, torun, dost, müttefik benimle bağlantısı olan herkes iyiliğimden nasibdâr oldu. İkbal ve saâdetimin parlaklığı ve yüksekliği hiç kimseyi unutmaya sebep olmadı.

12. Gerek leh, gerek aleyhte hareket etsinler, her zaman askerlere hürmet ettim. Sürekli bir saâdeti, çabucak kayboluveren şeye üstün tutan adamlara teşekkür etmek borçtur. Onlar cihâda koşuyor ve hayatlarını fedâ ediyorlar.

Timur Han, kânunlaştırdığı bu düsturlar yanında, savaş tekniklerinin de tam bir ustasıydı. Düşmanlarının siyâsî, iktisâdî ve askerî zayıflıklarını iyi bilir ve bunlardan istifâde ederdi. Bir sefere girişmeden önce, düşman ülkeye câsuslar göndererek, onları içten zayıflatmaya çalışırdı. Savaş esnâsında başarıya ulaşmak için hareketlilik ve şaşırtmaca gibi pek çok harp hilesine başvururdu.

Böylece her türlü maddî ve mânevî hasletlere sâhip olan Timur Han, Türk târihinin ender yetiştirdiği devlet adamlarından biridir. Bugün bâzı yazarlar devrin sosyal, kültürel ve siyâsî cephesi üzerinde hiç durmadan, onun Altınordu ve Anadolu seferlerini bahâne ederek, bu büyük hâkana akıl almaz iftirâ ve karalamalarda bulunmaktadırlar. Bilhassa İslâmiyetten ayrı bir Türkçülük düşünenler, bu tarz hissî yorumlara girmektedirler.

Oysa; ‘Biz ki, Mülûk-ı Tûrân, Emîr-i Türkistânız!’, ‘Biz ki Türkoğlu Türküz!’, ”Biz ki milletlerin en kadîmi ve en ulusu Türkün başbuğuyuz!’ diyen Timur Han, Türk için, İslâmiyetin ne demek olduğunu da, bugünkü Türkçülere bundan 600 yıl önce şöyle söylemektedir:

‘Tecrübe bana gösterdi ki, din ve yasalar üzerine kurulmayan bir devlet, uzun zaman yaşayamaz. Böyle devlet, çırılçıplak olup kendisini gören herkese karşı gözlerini yere dikmiş ve herkesin yanında saygı ve değerini yitirmiş adama benzer. Bu durumda böyle devlet, tavanı, kapısı, avlu duvarları olmayan ve her önüne gelenin içine daldığı eve benzetilebilir. Bunun içindir ki, ben devletimin çatısını, İslâmiyet üzerine kurdum. Devletimi idâre için yasalar düzenledim. Bu yasalar uygulandığı sürece, onlara aykırı hareket etmekten sakındım.


: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 07:36:04 PM
Toktamış Han


Altınordu hanlarından. Babası Mangışlak Hâkimi Tuli Hoca olup, annesi Künçek Hâtundur. 1341’de doğdu. Babasının, Akordu Hanı Urus Han tarafından öldürülmesiyle, 1375’te Timur Hanın yanına sığındı. Timur Han'dan iyi muâmele ve yakın alâka gördü. Otrar ve Savran şehirleriyle, hâkimiyet alâmetlerinden bayrak, asker, at ve davul verildi. Toktamış, bu târihten îtibâren yaptığı seferlerle, 1378’de Sığnak’ı, 1379’da Temür Melik’i mağlup ederek, Doğu Deşt-i Kıpçak’ı; 1380’de Kıyat Mama’yı yenerek Batı Deşt-i Kıpçak’ı zaptetti. Altınordu birliğini yeniden kurdu.

Rus knezlerinden Dimitri Donskoy’un merkezi Moskova’ya elçi göndererek, itaat etmesini bildirdi. Dimitri’nin bu isteği reddetmesi üzerine, ordusunun başında harekete geçen Toktamış Han, birkaç günlük bir muhârebeden sonra Moskova’ya girdi. 24.000 Rus askeri öldürüldü ve pek çok ganimet ele geçirildi. Büyük oğlu Vasil’i rehin olarak Altınordu merkezine gönderen ve beş yıllık haracını ödeyen Dimitri, yeniden antlaşmaya muvaffak oldu. Böylece Toktamış Han, Altınordu Devletini, Rusya’da tekrar en büyük devlet hâline getirdi.

Toktamış Han, Timur Han İran’dayken, Timurlulara âit Harezm’de adına para kestirdi. Âzerbaycan ve Kafkasya’yı almak için faaliyete geçti. 1384-1385 kışında, Tebriz’i yağmalattı. Mısır Memlûklarıyla iyi münâsebetlerde bulundu. Toktamış Hanın bu faâliyetlerini, Timur Han kendisine ihânet kabul etti. Toktamış Han, 14 Nisan 1395’te Terek Nehri boyunda Timurlulara yenildi. Altınordu başşehri Saray’dan Timur Han tarafından çıkarılınca kaçtı. Toktamış Han, Timur Han tarafından, İtil boyundaki Ükok şehrine kadar tâkip edildiyse de yakalanmadı.

Timur Hanın Âzerbaycan’a çekilmesiyle, tekrar toparlanmaya çalıştı. Terek yenilgisinden sonra, Altınordu Hanı îlân edilen Temür Melik ve onun destekçisi Emir Edigü ile mücâdele etmek zorunda kaldı. 1397’de yenilerek, Litvanya Prensi Vitovt’un mültecisi oldu. Litvanyalıların, Temür Melik’le mücâdelesine katıldıysa da tekrar yenildi. 1399’dan 1405 yılına kadar kaçak yaşadı. Emir Edigü’nün adamları tarafından dâimâ arandı. Timur Han'dan özür dileyip, affedildiği de rivâyet edilir. Toktamış Hanın, Sibirya’da, 1405’teki ölümünün, Emir Edigü’nün fedâilerince gerçekleştirildiği kabul edilir.

Toktamış Han, Altınordu Hânedanının bilinen ilk çalışkan, güçlü hükümdarıdır. Cesur olup, bitmek tükenmek bilmeyen bir azme sâhipti. Toktamış Han, dünyânın en büyük hükümdârlarından Timur Han ve devrinde, çok kudretli, zekî Emir Edigü ile mücâdele etmesine rağmen, Altınordu Devletini, Rusya’da en güçlü devlet hâline getirdi. Rus knezliklerinin büyümesini, güçlenmesini engelledi.
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 07:42:38 PM
TUĞRUL BEY


Babası        Mikail
Annesi       ?
Doğumu    993
Vefatı       1063
Saltanatı    1040-1063


Büyük Selçuklu Devleti'nin Kurucusu.
     Muhtemelen 993 senesinde doğdu. Babası Mikail' in bir gaza akınında şehid düşmesi üzerine kardeşi Çağrı bey' le beraber, dedesi Selçuk Bey tarafından yetiştirildi. Dini ve milli terbiyenin yanında mükemmel silah kullanmasını öğrendi.

    Selçuk Bey'in vefatı (1000 veya 1007) ve daha sonra amcası Arslan Bey'in Gazneli Mahmud tarafından esir edilmesi (1025) üzerine Tuğrul bey, selçuklu hanedanının başına geçti. Çağrı Bey' le birlikte iç ve dış hasımlarına karşı verdiği büyük mücadelelerden sonra, Nişabur şehrini devlet merkezi yapan Tuğrul Bey, ilk defa burada Es-sultan-ül Muazzam ünvanı ile namına hutbe okuttu (1038). 23 Mayıs 1040' da Gaznalilere karşı kazandığı Dandanakan zaferi ile devletinin temellerini sağlamlaştırdı. Tuğrul bey, bu büyük zaferden sonra, Bağdad' daki Abbasi halifesine bağlılık ve hurmet ifade eden mektubunu gönderdi ve devlet merkezini Rey şehrine taşıdı (1043).

    Tuğrul Bey'in Abbasi halifesine bağlılığını bildirmesi, müslümanlar arasında büyük itibar kazanmasına sebep oldu. Halife, Tuğrul Bey'in büyük İslam alimlerinden Maverdi' yi gönderdi. Hutbeyi Abbasi halifesi adına okutan Tuğrul Bey, halifenin bozuk itikad sahibi Büveyhilere karşı yardım talebini de kabul etti. Tuğrul bey bundan sonra Selçuklu ordularını hıristiyanların ve sapık bir kolun mensupları olan Büveyhilerin üzerine gönderdi. Abbasi halifelerini Büveyhilerin vasiyetinden kurtarmayı hedefledi.

     Kardeşleri Çağrı Bey, İbrahim Yınal ve amcasının oğlu Kutalmış' ın komutasındaki Selçuklu orduları, Batı' ya doğru hızla yayıldılar. Azerbaycan, Irak-ı Arab ve Irak-ı Acem Selçuklu topraklarına katıldı. 1053' te bizzat Bizans seferine çıkan Tuğrul Bey, Gürcistan' a kadar ilerledi ve pek çok ganimetle geri döndü.

     Tuğrul Bey 1055' de, hac yollarını Bedevilerin akınlarından korumak, Suriye ve Mısır' da Fatimilere karşı savaşmak üzere Bağdad' a geldi. Büveyhiler ve Fatimilere karşı mücadele ederek bölgede Selçuklu hakimiyetini tesis etti. Bağdad ve Sünni alemini katliam ve tahripten korudu.

     Tuğrul Bey'in Hilafet merkezine girip Büveyhileri temizlemesinden sonra Halife kendisine tac giydirme ve kılıç kuşanma merasimi yaptı. Onu "Dünya Sultanı" ilan etti, Rükneddin (Dinin temeli) ve Kasım emir ül-Mü'minin (Halifenin ortağı) ünvanlarını verdi. Böylece Selçuklular İslam halifeliğini, Abasiler elinde himayelerine almış ve dokuz asırlık Türk-İslam saltanatı başlamış oldu.

     Tuğrul Bey , yirmi beş sene adalet, ihsan ve gazalrla geçen bir hükümdarlıktan sonra hastalandı. 5 Eylül 1063 senesinde Rey şehri yakınlarında yetmiş yaşlarında iken vefat etti. Rey' deki türbesine defnediledi.

     Tuğrul Bey, devamlı mücadele ile geçen uzun yıllar sonunda büyük işler başardı. Dünyanın en büyük devletlerinden birini kurup, Türk-İslam alemine çok hizmet etti. Maveraünnehr' den Anadolu' ya, Irak' dan Azerbaycan ve Kafkasya' ya kadar olan ülkede huzur ve emniyeti tesis etti ve pek çok ülkeye hakimiyetine kabul ettirdi. Zirai ve ticari faaliyeti neticesinde iktisadi hayat gelişip, refah seviyesi yükseldi. Muazzam bir şekilde tesis edilen devlet teşkilatı, kuvvetli temeller üzerine oturtuldu. Bu teşkilat, devrinde ve sonra kurulan Türk-İslam devletlerine nümune oldu.

      "Kendime bir saray yapıp da yanında bir cami inşa etmezsem, Allahü tealadan utanırım" sözü Tuğrul Bey'in dünü duygularını çok güzel ifade etmektedir. Tuğrul Bey, adil, vakur, cömert, cesur, samimi, iyi ve yumuşak huylu bir hükümdar idi. Sarayın kapısına ümid ile gelen hiç kimse boş dönmezdi. Beş vakit namazını cemaatle kılmağa itina gösterir ve haftanın iki gününü oruç tutmakla geçirirdi. Bağdad' da yaptırdığı sarayının yanına cami, medrese ve hamam da yaptırmıştır. Bütün bu özellikleri ile Tuğrul Bey, halkın ve ordusunun sevdiği ve tam bağlı bulunduğu bir hükümdardı..

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 07:47:39 PM
Uluğ Bey


Türk matematikçilerinden birisi olan Uluğ Bey, Timur'un erkek torunlarından hükümdar olanlardan birinin oğludur. Asıl adı Mehmet'tir. Fakat o, daha çok Uluğ Bey adı ile ünlü olmuştur. 1393 yılında Sultaniye kentinde doğmuştur. Timur'un öldüğü sıralarda Uluğ Bey Semerkant'ta bulunuyordu.


Semerkant ve Maveraünnehir, Mirza Halil Sultan'ın saldırısı ve işgali üzerine babasının yanına gitmek zorunda kalmıştır. Babası buraları yeniden yönetimine alarak on altı yaşında olan Uluğ Bey'e yönetimini bırakmıştır. Uluğ Bey, bu tarihten sonra, hem hükümeti yönetmiş ve hem de öğrenimine devam etmiştir.

Uluğ Bey, bilgin ve olgun bir padişahtı. Boş zamanını kitap okumak ve bilginlerle ilmi konular üzerinde konuşmakla geçirirdi. Tüm bilginleri yöresinde toplamıştı. Uluğ Bey, dikkatlice okuduğu kitabı kelimesi kelimesine hatırında tutacak kadar belleği vardı. Matematik ve astronomi bilgileri oldukça ileri düzeydeydi. Bir söylentiye göre, kendi falına bakarak, oğlu Abdüllatif tarafından öldürüleceğini görmüş ve bunun üzerine oğlunu kendisinden uzak tutmayı uygun görmüştür. Baba ile oğlu arasındaki bu soğukluk, Uluğ Bey'in küçük oğluna karşı olan yakınlığı ile daha da şiddetlenmiş ve sonunda Uluğ Bey'in korktuğu başına gelmiştir.

Uluğ Bey, Semerkant'ta bir medrese ve bir de rasathane yaptırmıştır. Kadı Zade bu medreseye başkanlık etmiştir. Rasathane için yörede bulunan tüm mühendis, alim ve ustaları Semerkant'a çağırmıştır. Kendisi için de bu rasathanede bir oda yaptırarak tüm duvar ve tavanları gök cisimlerinin manzaralarıyla ve resimleriyle süsletmişti. Rasathanenin yapım ve rasat aletleri için hiç bir harcamadan kaçınmamıştır. Bu gözlemevinde yapılan gözlemler, ancak on iki yılda bitirilebilmiştir.

Gözlemevinin yönetimini Kadı Zade ile Cemşid'e vermiştir. Cemşid, gözlemlere başlandığı sırada ve Kadı Zade de gözlemler bitmeden ölmüştür. Gözlemevinin tüm işleri o zaman genç olan Ali Kuşçu'ya kalmıştır. Bu gözlem üzerine Uluğ Bey, ünlü Zeycini düzenlemiş ve bitirmiştir. Zeyç Kürkani veya Zeyç Cedit Sultani adı verilen bu eser, birkaç yüzyıl doğuda ve batıda faydalanılacak bir eser olmuştur. Zeyç Kürkani bazı kimseler tarafından açıklanmış ve Zeyç'in iki makalesi 1650 yılında Londra'da ilk olarak basılmıştır. Avrupa dillerinin birçoğuna, çevrilmiştir. 1839 yılında cetvelleri Fransızca tercümeleriyle birlikte, asıl eser de 1846 yılında aynen basılmıştır.

Zeyç Kürkani'nin asıl kopyalarından biri Irak ve İran savaşlarından sonra Türkiye'ye getirilmiş ve halen Ayasofya kütüphanesindedir. Bir hile ile oğlu Abdüllatif tarafından 1449 yılında öldürülmüştür.

 
: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 07:50:45 PM
Umur Bey


Aydınoğulları Beyliği hükümdarlarından. Babası Aydınoğlu Mehmed Beydir. Lâkabı Bahâüddîn’dir. Genç yaşında babası tarafından İzmir Emiri tâyin edildi. Bu sırada deniz seferlerinde gösterdiği cesâreti, kumandanlık ve adâletiyle meşhur oldu. 1328-1329′da Bozcaada’ya kardeşi İbrâhim’le birlikte bir akın harekâtında bulundu. Sakız Adasına da bir sefer tertip etti. 1332 yılında Gelibolu, Semendire; 1333 yılında Yunanistan ve Ege adalarına tertip ettiği sefer neticesinde, buraları haraca bağladı. Umur Bey, bu deniz seferlerinden birçok ganîmet elde etti.

1334 yılında babasının vefâtı üzerine, yirmi beş yaşında Aydınoğulları Beyi oldu. 1334-1335′te Yunanistan ve Mora’ya sefer düzenledi. 1335′te Alaşehir’i kuşatarak aldı. Bu kuşatma sırasında üç yara aldığı rivâyet edilir. 1336 yılında Bizans İmparatorunun Midilli ve Foça’daki Cenevizliler üzerine yaptığı sefere, Umur Bey de yardım etti. Bu yardıma karşılık Sakız Adasını aldı. 1338 yılında, Ege adalarına ve 1339 yılında da Yunanistan’a seferlerde bulundu. Ayrıca Karadeniz seferine de çıkıp; Kili, Eflâk gibi sâhillere baskınlar yaptı. Umur Bey, bu seferleriyle Lâtinleri, Rodos Şövalyelerini tesirsiz hâle getirdi.

1341 yılında, Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos’un ölümü ve tahta geçen İonnes’in yaşının küçük olması dolayısıyla, Bizansta saltanat mücâdeleleri başladı. Umur Bey, bu mücâdeleler esnâsında kara orduları komutanı Kantakuzen’i destekledi. Bu sırada Kantakuzen, Dimetoka’da krallığını ilân etmişti. Umur Beyin deniz seferlerinden bunalan Lâtinler ve Bizans İmparatorunun annesi, Papa’ya mürâcaat edip, yardım istediler. Papa’nın teşvikiyle bir Haçlı donanması kuruldu. Bu donanmada Papalık, Kıbrıs, Venedik, Ceneviz ve Rodos Şövalyeleri yer alıyordu. Haçlı taarruzu başladığında, Umur Bey, daha yeni Kantakuzen’e yardım etmekten dönmüştü. İlk hücum başarıyla püskürtüldü. Haçlılar, Aralık 1344′te yaptıkları ikinci hücumda, Sâhil İzmir’i almayı başardılar. Bu durum karşısında Umur Bey, Yukarı İzmir’e çekilmek zorunda kaldı. Umur Bey müsâit zaman ve şartlar kollamak gâyesiyle, anlaşma teklifinde bulundu. Böylece geçici bir süre için harp durdu. Umur Bey, bu fırsattan istifâdeyle, Rumeli’ye Kantakuzen’e yardım etmeye gitti. İstanbul üzerine yapılan harekât sırasında, yanında bulunan Saruhan Beyin oğlu Süleyman vefât etti. Umur Bey, bunun üzerine dönüp, Süleyman’ın cenâzesini babasına teslim etti.

Papa şiddetle, taarruzun devam etmesini istediğinden, tekrar çarpışmalar başladı. Bütün bunlara rağmen, 1347 yılında anlaşma yapıldı. Buna göre; İzmir, Aydınoğullarının olacak, buna mukâbil Haçlılara bâzı ticârî imtiyazlar verilecekti. Haçlı rûhu kabarmış olan Papa, bu antlaşmaya da muhalefette bulunup, anlaşmayı tasdik etmedi. Umur Bey, bu olumsuz tutum üzerine ordusunu toplayıp, karşı hücuma geçti. 1348′deki hücum sırasında, alnından okla vurularak şehit düştü. Umur Bey, Birgi’de babasının yanına defnedildi. Yerine büyük ağabeyi, Ayasuluğ Emiri Hızır Bey geçti.

Umur Bey, bilhassa yaptığı deniz seferleriyle meşhur oldu. Aydınoğulları Beyliğine yükselme devrini yaşattı. Ege Adaları, Yunanistan ve civar yerlere yaptığı seferlerle bol ganimet ele geçirip, Haçlıların korkulu rüyâsı hâline geldi. Bütün bu harp faaliyetleri yanında, beyliğin îmârına ve gelişmesine de önem verdi. Zamânında birçok şehirde câmi, medrese, kervansaray, çeşme vs. gibi hayır eserleri kuruldu. Umur Bey, yazar, şâir ve âlimleri koruyup, teşvik ederdi. Kendi adına 5568 beyitli Süheyl-ü Nevbahar manzumesiyle, Farsça’dan Türkçe‘ye çevrilmiş olan Kelile ve Dimne ve Tabiatnâme adlı eserler vardır. Umur Bey adına, üzerinde ‘Umur bin Mehmed’ yazan bir sikke bastırılmıştır.

: Ynt: Hükümdarlarımız
: @sen@ October 26, 2010, 07:56:26 PM
Uzun Hasan


Akkoyunlu hükümdarlarından. Oğuzların Bayındır boyundan, Akkoyunlu Hanedanının kurucusu Kara Yülük Osman'ın torunu olup, babası Celaleddîn Ali Beydir. 1423 yılında Diyarbakır'da doğdu. Uzun Hasan'ın gençliği, Akkoyunlu emirî Hamza Bey ile Cihangir arasında vukû bulan savaşlarla geçti. Hamza Beyin vefatından sonra, Akkoyunlu tahtına ağabeyi Cihangir geçti. Kardeşi Hasan Beyin büyük gayret ve yardımları sonucu iktidarı ele geçiren Cihangir, Ergani ve çevresini ona ikta olarak verdi. Cihangir Bey (1444-1463), 1455'te amcaları Şeyh Hasan ve Kasım'a karşı kardeşi Uzun Hasan'ı gönderdi. Uzun Hasan amcalarını mağlup etti.

Erzincan valisi, Cihangir Beye isyan edince, Uzun Hasan onu da itaat Altına aldı. 1452'de Karakoyunlular karşısında bozguna uğrayan Cihangir, Şah Cihan'ın hakimiyeti altına düşünce, Hasan Bey, kuvvetleriyle bizzat harekete geçti. Erzincan ve Van Gölü çevresini yağmaladı. Malazgirt Hakimi Kasım Beyin kuvvetlerini bozguna uğrattı. 1453'te ağabeyinin Diyarbakır'ı terk ettiğini haber alınca, süratle gelerek şehri ele geçirdi ve beyliğini îlan etti.

Uzun Hasan, Akkoyunlu tahtına sahip olmasıyla, iktidarını kuvvetlendirme faaliyeti içine girdi. Cesur, tedbirli ve cömert olduğundan ordunun kendisine itaati tamdı. Akkoyunluların düşmanı Karakoyunlu Şah Cihan'ın, Erdebil'den hudut dışı ettiği Safevîlî Şeyh Cüneyd'i ülkesine davet etti. 1456'da, Diyarbakır'a gelen Şeyh Cüneyd'e, kızkardeşi Hatice Begüm'ü verip, evlendirdi. Uzun Hasan'ın, Şeyh Cüneyd ile münasebeti ve hanedana akraba yapması Akkoyunluların, Türk ve İslam aleminin aleyhine oldu. Akkoyunlu-Safevî münasebeti önce gizli, Şah İsmail'den sonra da aşikar pek çok hadiselere sebep oldu.

Anadolu çok zarar gördü. Trabzon Rum İmparatoru Kalo İonnas, Osmanlılara karşı ittifak teklif edince, kızı Katerina Despina'yı isteyip karşılığında 1458'de Antlaşma imzalandı. Katerina Despina, Akkoyunlulara gelin gelince, Uzun Hasan'ı, Osmanlılar aleyhine faaliyet içine soktu. Trabzon Rum İmparatorluğu, Uzun Hasan'ı İstanbul'un fethinden sonra, sürekli, Osmanlılar aleyhine kışkırttı. Trabzon Rum İmparatorluğunun, Osmanlılara ödeyecekleri otuz bin Altından vazgeçilmesi için aracılık yaptı. Uzun Hasan, yeğeni Murad'ı İstanbul'a gönderdi.

Osmanlı Sultanı Fatih'ten, Trabzon Rum İmparatorluğu vergisinin affedilmesinden başka, Katerina Despina'ya çeyiz olarak verilmiş olan Kayseri bölgesini ve önceki hediyeleri istedi. Fatih, vergi işini bölgeye gelerek bizzat halledeceğini bildirdi. Fatih, Uzun Hasan ve müttefiki Trabzon Rum İmparatorluğu ile Gürcülere karşı 1461'de harekete geçti. Uzun Hasan'ın, 1459'da zaptettiği Koyulhisar'ı aldı. Akkoyunlu ordusu Erzincan'daki Munzur Dağlarında Osmanlılara yenildi. Uzun Hasan, annesini Fatih'e gönderip, antlaşma sağlandı. Fatih, 1461'de Trabzon'u fethedip, bölgedeki Rum hakimiyetine son verdi. Uzun Hasan, Akkoyunluların batısındaki devamlı genişleyen Osmanlılara karşı, bölgedeki hakimiyetini kuvvetlendirme siyasetini takip etti. Mısır Memlûklarından Harput'u alıp, Gürcistan'a akın harekatı yaptırdı. azerbaycan ve Irak'a hakim Karakoyunlular hükümdarı Cihan Şahı, 1467'de yenerek, öldürttü. Karakoyunluların müttefiki Şeybanîlerden Ebû Saîd'in saldırısını, 1469 başında bertaraf etti.

Ebû Saîd'i öldürttü. Karakoyunlu Devletine son verip, ülkelerine hakim oldu. Anadolu beyliklerinden Karamanlıları, Osmanlılara karşı kışkırttı. Avrupa devletlerinden Venediklilerden, Osmanlılara karşı kullanılmak üzere malzeme ve yardımcı kuvvet istedi. Venedik, Papalık, Cenova ve Karamanlılarla ittifak yaptı. Fatih, Uzun Hasan'ın faaliyetlerini dikkatle takip ediyordu. Uzun Hasan'a karşı harekete geçip, hazırlıklarını tamamladı. Uzun Hasan ve Papa, Fatih'in hazırlıkları üzerine, Venediklilerden top, teknik malzeme ve cephane yardımıyla Almanya, Fransa ve İspanya'yı, Osmanlılara karşı harekete geçirdiler. Hıristiyan donanması, Uzun Hasan'a yardım için Akdeniz sahiline çıkarma yaptı.

1473 Mart ayında sefere çıkan Osmanlı ordusu, Ağustos ayında Akkoyunlu topraklarına girdi. Bayburt'tan Tercan'a geldi. Uzun Hasan ordusuyla, Fatih'in ordusu, 11 Ağustos 1473 tarihinde, Otlukbeli'nde karşılaştı. Uzun Hasan, zekî, cesur bir kumandan olmasına rağmen, Fatih ve Osmanlı ordusunun ateşli silahlardaki teknik üstünlük ve stratejisine karşı duramadı. Akkoyunlu ordusu bozulunca, Uzun Hasan, muharebe meydanından kaçtı (Bkz. Otlukbeli Meydan Muharebesi). Uzun Hasan Tebriz'e gelip, ordusunu tekrar toparlamaya başladı. Osmanlıların devamlı genişleyip, bölgede hakimiyetini artırması üzerine başşehrini Diyarbakır'dan Tebriz'e naklettirdi. Otlukbeli yenilgisinden sonra, Gürcistan valileri, Uzun Hasan'a itaatsız olmaya başladılar. 1477 sonbaharında, asi valileri itaat altına almak için Gürcistan Seferine çıktı. Tiflis'e harpsiz girdi. Bölgedeki prenslikleri tekrar itaat altına aldı. 1477 yılı sonunda Gürcistan'da hastalanıp, Tebriz'e geldi. 1478 yılı başında hastalığı artıp, 7 Ocak gecesi, Tebriz'de vefat etti. Kendi yaptırdığı Nasriyye Medresesi avlusuna defnedildi. Uzun Hasan'dan sonra oğlu Halil, Akkoyunlu hükümdarı oldu.

Uzun Hasan, büyük bir devlet adamı ve kumandan olmasına rağmen, Osmanlı Sultanı Fatih ile mücadeleye kalkışması talihsizliğidir. Lakabı Nusreddîn Ebû Nasr'dır. İlmî, dînî, sosyal ve devlet teşkilatıyla alakalı mîmarî eserler yaptırdı. Tebriz'de Nasriyye Medresesini yaptırıp, bakımı için vakıflar kurdu. Nasriyye Medresesinin yanında cami, bir de hastane yaptırdı. Hastane çok geniş olup, binden fazla hastaya hizmet verirdi. Hastanenin bitişiğindeki mutfakta, fakir ve kimsesizlere yemek verilirdi. Tebriz'de meşhur Heşt-Behişt Sarayının inşasını başlattı. Fırat'ın kolu üzerinde Taşköprü'yü yaptırdı.

Uzun Hasan, ilim ve alimleri sevdiğinden, Akkoyunlu ülkesinde pek çok meşhur alim bulunurdu. Meşhur astronom Ali Kuşçu, Uzun Hasan'ın sarayında olup, büyük itibar görürdü. Fatih'e elçi olarak gönderilen Ali Kuşçu, daha sonra tekrar gelerek İstanbul'da ilim öğretmeye, talebe yetiştirmeye devam etmiştir. Uzun Hasan'ın sarayında Ali Kuşçu'dan başka, Mevlana Mahmûd Şarihi, Şirazi Mehmed Münşî ve fıkıh alimi İmam Ali de bulunurdu. Uzun Hasan'ın hükümdarlığı zamanında, büyük İslam alimi, edib ve Kadı Celaleddîn-i Muhammed Devanî, çok kitap yazıp, bunlardan Ahlak-ı Celali pek meşhurdur. Uzun Hasan'ın tarihçisi Mevlana Ebû Bekr-i Zihrani, Kitab-ı Diyarbekriyye de denen Tarih-i Selatin-i Türkmen adlı eserini yazdı. Fazlullah Ruzbehan, Tarih-i Alemarayı Emînî'yi, Uzun Hasan'ın oğlu Yakub için yazdı.

Uzun Hasan, Akkoyunlu Devlet teşkilatını Osmanlılar usûlünde tertipleyip, kuvvetlendirdi. Akkoyunlu Devletini, İslam, Oğuz boy töresi ve Osmanlı-Timurlu-Fars karakterinde teşkilatlandırdı.




: Ynt: Hükümdarlarımız
: uSLaNMaZ October 26, 2010, 09:05:53 PM
tek tek okumadım tabi ki ama emek akıyor baştan aşağıya. uğraşan ellere sağlık. tşkler asena...