Birçok gözler şahitti yorgun yılların yaşanmışlıklarına, yılların terk edişlerine, ezilişlerine, sessiz kalışlarına… Belki ilk bakışta fark edemezsiniz yılların gözlerdeki izlerini, ama biraz daha dikkatli bakınca yüzlerdeki çizgiler her şeyi apaçık ortaya seriyor… Ben biraz daha yakından inceledim, babaannemin yüzündeki çizgileri ve onunla tarihin tozlu raflarındaki bir defterin sayfasında buldum kendimi…
İşte size bir muhacir yorgunu… Benim sevgili babaannem… Şu anda 90 yaşında. Onun da bu 90 yılda silinmeyen bir muhacirlik öyküsü var beyninin bir köşesinde… Anlattıkça daha da derinleşen bir kuyu misali… Dünyaya merhaba dediğinde tanıştığı ilk yüz annesinin yüzüydü, ama daha sonra, sadece kırk günlükken farklı yüzler geçti önünden… Hiç tanımadığı yüzler… Bunlar Sürmene'yi saran Rus askerlerinin yüzleriydi. O zamanlar ne olduğunu bilmeden, ışıl ışıl bakıyordu etrafına. Daha kırk günlük bir bebek iken ayrılmıştı yurdundan. İşte babaannemin daha sonra büyüklerinden öğrendiği hikâye de böyle başlı-yordu.
Deniz yoluyla Sinop'un Gerze ilçesine ulaşmıştı annesinin kucağında. Orada kendilerine ev verilmişti. Hepsinin yüzünde farklı bir hüzün ve yüreklerinde sindiremedikleri bir çaresizlik vardı. Yaşadıkları yerde hiç görmedikleri yüzler dolaşıyordu ve hiç bilmedikleri dilden sözcükler yankılanıyordu boş evlerin duvarlarından. Yapabilecekleri pek bir şey yoktu, çaresiz katlandılar bunlara…
Aylar peşi sıra geçti Gerze'de. Yeni yeni alışıyorlardı buraya. Fakat geçim sıkıntısı başlayınca bambaşka bir durum ortaya çıktı. Yeni ısındıkları ortamda karşılaştıkları zorluklar biraz daha yordu onları… Babaannem dokuz aylıkken, annesi tifonun pençesine düştü ve kısa bir süre arkasında çocuklarını bırakarak hayata veda etti… Yeni yeni emekleyen küçük Ayşe annesinin son sütünü de yine onun soğuk bedeninden içti. Artık onu annesinin kolları yerine yengelerin kolları saracaktı, annesinin kolları kadar sıcak olmasa da…
Babaannem iki yaşına geldiğinde bu muhacirlik öyküsü de hayatlarından birçok şeyi alarak son bulmuştu. Küçük Ayşe henüz iki yaşında annesizliği öğrenmişti; bir de kendi tabirince, düşmanlığı. Annesini ondan ayıran insanlara… Bir çocuğun düşmanlığı ne olabilirdi ki? Belki oyuncağını paylaşmazdı; ya da kendisini öpmelerine izin vermezdi, başka yapabileceği yoktu onun. İşte babaannemin düşmanlığı da bu kadardı, doğduğu yeri saran ve annesini koparıp alan askerlere…
Şimdi küçük Ayşe yılların yükünü omuzlarında taşıyarak ve hiç belini bükmeden 90 yaşına geldi. Muhacirlik anısı da bu yaşında beyninde silinmeyen bir anı olarak kaldı onun için…
Kimbilir, belki de yüzündeki çizgilerin birkaçını o yıllardan hatıra saklıyordur geleceğe… Doksan yaşında bir kadının, torununun torununu gören bir babaannenin kalbinden ve hayatından alınanlar bunlardı. Hiç silinmeyenler de anılar ve yüzündeki çizgiler… Onlar tarihin izleriydi ve dünyaya yemyeşil bakan gözleri de tarihin yorgun bekçileri.
(alıntıdır)