Gönderen Konu: Kuşlara Bile Ev Yapan Millet"Türkler"  (Okunma sayısı 1452 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Kuşlara Bile Ev Yapan Millet"Türkler"
« : Nisan 22, 2011, 01:23:50 ÖS »

Kuşlara Bile Ev Yapan Millet"Türkler"


Atlı kültürün kılıçlı çocukları" atalarımız, derin bir doğa
sevgisi ile doluymuş. İşte otağının üzerine yuva yapan güvercinler
için çadırını bırakıp savaşa giden atalarımızın doğa sevgisi...
Atlı kültürün kılıçlı çocukları" atalarımız, derin bir doğa sevgisi ile
doluymuş. Otağının üzerine yuva yapan güvercinler için çadırını bırakıp
savaşa giden, miraslarından bir bölümünü sokaktaki hayvanlara bırakan,
sadaka niyetine kuş azat edenler de onlar. Bugünkü halimizse,
geçmişimizle kıyaslanamaz...



İnsan olarak bundan 150 sene öncesine göre ne durumdayız? Cevap çok acı:
Maalesef bugün millet olarak atalarımızın çok gerisindeyiz. Çünkü
doğanın sade bir üyesi olmaktan çıkıp, yırtıcı birer canavara dönüştük.
Bu halimizle de atalarımızdan çok geriye düştük. Bizim atalarımız öyle
bir doğa sevgisi ile doluydu ki ağaçta, kuşta, suda, kayalarda bile
kutsallık görür; onları kutsar; onlarla bir arada yaşamaktan derin
mutluluk duyardı. Bu yüzden kuşlar için bile evler yaparlardı. "Serçe
saray, kuş köşkü, kuş evi" gibi adlar verilen bu evler; özenle ve kutsal
bir hizmet yerine getiriliyormuşçasına yapılırdı. Camilerde, mezar
yapılarında, köşklerde özenle yapılmış; havalandırması bile düşünülmüş
bu minyatür yapılar bulunuyordu. Hayvanlara bakmak, ihtiyaç sahibi
olanın ihtiyacını gidermek, çaresizlere el uzatmak Türk milletinin en
asli ibadeti olarak öne çıkmıştı.



YILANA BİLE DOKUNMA
Sanat tarihçisi Malik Aksel bakın daha yakın zamanlara kadar
atalarımızın yaşadığı evleri nasıl anlatıyor: "Eskiden hayvanlarla
insanlar akrabalar gibi bir arada yaşarlardı. Kediler davetsiz
misafirlerdi. Köpekler hakkında hadis olduğu için eve sokulmazdı. Fakat
sokakta bunlara ekmek doğranır, hatta adaklar dahi adanırdı. Yarasa,
sansar, gelincik ise evin en kuytu köşelerini doldururlardı. Temel
yılanına dokunulmaz, görüldüğü zaman "Şahmelek veya Şahmaran başı için
bana dokunma" denir. İyi, kötü her türlü hayvanlara dostluk ve
misafirperverlik gösterilir, ayrı ayrı konuklanırdı. Ağaçların
tepelerinde, bacalarda, leylekler yer tutardı. Çatı aralarında
kırlangıçlar, boş tavanlarda örümcekler! Şayet örümcekler alınacak
olursa öğleden evvel alınmalarına dikkat edilir, öğleden sonra başka
yerlerde yuva yapabilsinler diye. Hele kuş yuvalarına el değdirilmez,
tedirgin edilmezdi. Yuva bozanın günahı büyüktü. Leylek uğurludur. Sıcak
memleketlerden geldiği için kendisine hacılık kondurulmuştur. Kumru ve
güvercinler kafeste beslenemezler yahut bunları kafeste beslemek günah
sayılırdı. Fakat kanarya, saka, ispinoz, flurya, iskete gibi ötücü
kuşlar böyle değil. Papağan, dudu kuşu, muhabbet kuşu ise kibar ev ve
konakların kuşlarıydı."



YABANCILAR ÖVGÜYLE ANLATIYOR

Atalarımızın hayvanlara karşı gösterdiği sevgi ve ilgiyi Avrupalı
gezginler hayret ve hayranlıkla anlatmışlardır. İşte onlardan bir demet:

Önce 1555'te İstanbul'a gelen Avusturya Elçisi Ogier Ghiselin de
Busbecg'in mektubundan bir bölüm: "Bizim mahallenin civarında bir yerde
gür yapraklı dallarını etrafa yaymış büyük bir çınar ağacı var. Bazen,
kuşçular, yanlarında birçok küçük kuş olduğu halde bu çınarın alına
gelip oturuyorlar. Gelip geçenler de onlara para vererek kuşları alıyor
ve azat ediyorlar. Serbest kalan kuşlar çoğunlukla çınarın yaprakları
arasına konarak kanatlarını çırpıyor, sevinçle cıvıldaşıyorlar, adeta
esaretten kurtulmalarının heyecanını yaşıyorlar. Onları serbest bırakmış
olan Türkler de bu manzarayı görerek aralarında şöyle konuşuyorlar: "Bak
nasıl seviniyor, minnetlerini nasıl dile getiriyorlar". Cıvıltıları
kırları dolduran küçük kuşları öldürmek şöyle dursun, onları
hürriyetlerinden mahrum edip kafeste beslemeye bile bir kısım Türkler
asla razı olmazlar.




Diyebilirim ki Türk atları kadar insana yakın bir hayvan daha yoktur.
Bunlar binicilerini ve bakıcılarını hemen tanırlar. Türkler atları
terbiye ederken onlara çok şefkatli davranırlar. Köylüler tayları
incitmemek için ellerinden geleni yapıyorlar, evlerinin içine kadar
sokuyorlar, yemek sofralarına bile alıyorlar, seviyorlar, okşuyorlardı.
Tayları adeta çocuklarıyla bir tutuyorlardı. Kötü nazarlardan onları
korumak düşüncesiyle boyunlarına gerdanlık gibi bir muska takarlar. Zira
Türkler nazardan pek korkarlar. Hayvanlara bakanlar onları hep
okşayarak, iyi davranarak sevgilerini kazanırlar. Mecbur olmadıkça sopa
veya kırbaçla vurmazlar."



SOKAK HAYVANLARINA MİRAS BIRAKANLAR

1655-1656'da Türkiye'ye gelen Fransız Jean Thevenot da aynı görüşleri
dile getirmektedir: "Türklerin iyilikseverliği hayvanlara ve bu arada
kuşlara kadar ulaşır; her gün birçok kimse pazarlara kuş satın almaya
gider ve bunları serbest bırakırlar. Söylediklerine göre bu kuşların
ruhları, kıyamet gününde Tanrı huzurunda olanların iyiliklerine şahitlik
edecekledir. Bir hayvanın acı çekmesinden ıstırap duyarlar, tavuklarını
kesmek istedikleri zaman onlara fazla ıstırap vermemek için başlarını
bir darbede keserler; eğer onların, Fransızların yaptıkları şekilde
öldürüldüklerini görselerdi yapana birkaç sopa atmaktan kendilerini
alamazlardı.




Ölen bazı kimseler mallarını haftada birkaç defa köpek ve kedileri
beslemek üzere bırakırlar. Bu vasiyetlerini yerine getirmek için
sadakatle ve dindar bir şekilde bunu yapan fırıncı ya da kasaplara
paralarını bırakırlar ve her gün yanında et taşıyan insanların köpek ya
da kedileri çağırarak bu hayvanları çevresine toplayıp onlara parçalar
halinde bunları atması hoş bir şeydir."

MÜBAREK GÜVERCİN HACI LEYLEK

18. yüzyıl Türkiye'sini ayrıntılarla veren Leydi Montague güvercinlerle
leylekleri anlatırken diyor ki: "Burada masumiyetlerinden dolayı
güvercinlere dindarca bir hürmet besliyorlar. Bu yüzden adetleri gün
geçtikçe artıyor. Leyleklere de aynı saygı gösteriliyor. Çünkü bunların
her kış Mekke'yi ziyarete gittiklerine inanıyorlar. Velhasıl bunlar Türk
İmparatorluğu'nun en bahtiyar tebaası. Zaten onlar da imtiyazlarını fark
ettikler için sokakta rahatça dolaşıyor, evlerin üst katlarına yuva
yapıyorlar. Evlerine yuva yapılan halk kendilerini şanslı sayıyorlar.
Bütün sene ne yangına ne de vebaya uğramayacaklarına inanıyorlar. Odamın
penceresinde bu uğurlu yuvalardan bir tane bulunduğu için ben de
bahtiyarım."



TAHTA KUŞ EVCİKLERİ

19. Yüzyıl yazarlarından Gerard de Nerval'den şu not da ilginç:
"Tekkenin bahçesine girdiğimizde iş gören dervişlerin akşam yemeğini
verdikleri bu hayvanlardan pek çoğunu gördük. Bunun için çok eski ve çok
sayıda vakıflar var. Akasya ve çınar ağaçları dikilmiş olan bahçenin
duvarında, konsollar gibi belli bir yüksekliğe asılmış, boyalı, oymalı
küçük tahta evcikler vardı. Bunlar, kuşlar için yapılmış evciklerdi ve
serbestçe uçuşan kuşlar gelip bu barınaklara sahip çıkıyorlardı."
İstanbul kanatlar altında

19. yüzyılın yazar ve gezgini Edmondo de Amicis İstanbul'un kuşlarını
şöyle anlatıyor: "Türklerin çok sevip korudukları her cinsten sayısız
kuş yüzünden İstanbul'un kendine mahsus bir neşesi ve zarafeti vardır.
Camiler, korular, eski surlar, bahçeler, saraylar, her şey şarkı söyler,
dem çeker, cıvıldar, öter, şakır; her tarafta kanatların teması
hissedilir, her tarafta hayat ve ahenk vardır. Serçeler evlere cesaretle
girip çocuklarla kadınların ellerinden yem yer; kırlangıçlar yuvalarını
kahve kapılarının üstüne, çarşı kubbelerinin altına yapar, sultanların
veya şahısların hayratlarıyla beslenen sayılamayacak kadar çok güvercin
sürüsü kubbelerin saçakları boyunca ve şerefelerin etrafında beyazlı
siyahlı halkalar meydana getirir; martılar sevinçle uçuşur, binlerce
kumru mezarlık servilerinin arasında sevişir; Yedikule'de kargalar öter,
akbabalar daire çizerek uçar; deniz kırlangıçları uzun diziler halinde
Karadeniz'le Marmara arasında gidip gelir ve leylekler ıssız türbelerin
üzerinde lak lak eder. Türkler için bu kuşların her birinin güzel bir
manası veya hayırlı bir tesisi vardır. Kumrular sevdaları korur,
kırlangıçlar yuva yaptıkları evleri yangından muhafaza eder, leylekler
her kış Mekke'ye hacca gider, deniz kırlangıçları müminlerin ruhlarını
cennete götürür. Böylece minnet hissiyle ve dindarlıkla Türkler kuşları
himaye edip beslerler, kuşlar da onların evlerinin etrafında, denizin
üstünde ve mezarların arasında şenlik eder. İstanbul'da, her yerde
insanın başının üzerinde, dört bir tarafta kuşlar vardır, şehre köy
neşesi dağıtan ve ruhunuzdaki tabiat duygusunu durmadan yenileyerek
içinizi serinleten cıvıl cıvıl sürüler size şöyle bir dokunup geçer



Doğayla uyum

Velâyetname'de anlatıldığı üzere; Hacı Bektaş Veli Anadolu'ya gelirken
atalarımızın en mazlum yaratık gördüğü güvercin donuna girmiştir. Bunun
da ayrı bir hikayesi vardır. Aynı biçimde 1140'larda bir savaşa giderken
Selçuklu Sultanı Sencer'in otağının üzerine güvercin yuva yapar. Sultan
bunu görünce otağını orada bırakır ve başına da gözcüler diker. Ta ki
yavrular çıkar, uçarlar; otağ öyle sökülüp götürülür. İşte bizim
atalarımız bunlardı... Atlı kültürün kılıçlı temsilcileri; binlerce yıl
Avrasya'ya egemen olmuşlarsa bunu kılıç gücünden değil doğa ile olan bu
uyumlarından sağlamışlardır. Bugün onların torunu olan bizler ise
hayvanları, böcekleri, bitkileri yok etmek için müthiş bir yarış
içindeyiz. Atalarımızın çok çok gerisine düştüğümüzü acaba anlıyor musunuz?

Üsküdar'da kedi hastanesi
Prusya'da genelkurmay başkanlığı da yapmış olan General Von Moltke
'Türkiye Mektupları'nda şunları yazıyor: "Türkler hayırseverliklerini
hayvanlara karşı bile gösterirler. Üsküdar'da bir kedi hastanesi
bulursun, Beyazıt Camisi'nin avlusunda da güvercinler için bir bakım
yeri vardır. Yoksul Müslümanlar bile ölenlerin mezarını, canlılar için
hayra vasıta etmeye çalışırlar; birçok mezar taşlarının altı bir yalak
şeklinde oyulmuştur, buraya yağmur suları toplanır ve sıcak yaz
günlerinde köpekler ve kuşların susuzluklarını giderebilecekleri, küçük
mikyasta bir fukara mutfağı vazifesini görür, Müslümanlar hayvanların
şükranının da insanlara hayır getirebileceğine inanırlar."
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı uSLaNMaZ

  • Premium Üye
  • *******
  • İleti: 9942
  • Rep Puanı: +163/-17
Ynt: Kuşlara Bile Ev Yapan Millet"Türkler"
« Yanıtla #1 : Nisan 24, 2011, 09:57:05 ÖS »
vay, resimler çok etkileyiciydi. +1967
***KiMiNe GöRe KRaLıZ, KiMiNe GöRe YaLaNıZ, HeRKeS KeYFiNe BaKSıN, aDaMıNa GöRe aDaMıZ***


Çevrimdışı A.ÜSTÜNBAŞ

  • Deneme Mod
  • *
  • İleti: 4388
  • Rep Puanı: +112/-0
Ynt: Kuşlara Bile Ev Yapan Millet"Türkler"
« Yanıtla #2 : Nisan 25, 2011, 05:54:50 ÖÖ »
      :!: DİKKATLE  OKUYALIM  !!!!!!!!!!!    :!:
"İnsan olarak bundan 150 sene öncesine göre ne durumdayız? Cevap çok acı:
Maalesef bugün millet olarak atalarımızın çok gerisindeyiz. Çünkü
doğanın sade bir üyesi olmaktan çıkıp, yırtıcı birer canavara dönüştük.
Bu halimizle de atalarımızdan çok geriye düştük. Bizim atalarımız öyle
bir doğa sevgisi ile doluydu ki ağaçta, kuşta, suda, kayalarda bile
kutsallık görür; onları kutsar; onlarla bir arada yaşamaktan derin
mutluluk duyardı. Bu yüzden kuşlar için bile evler yaparlardı. "Serçe
saray, kuş köşkü, kuş evi" gibi adlar verilen bu evler; özenle ve kutsal
bir hizmet yerine getiriliyormuşçasına yapılırdı. Camilerde, mezar
yapılarında, köşklerde özenle yapılmış; havalandırması bile düşünülmüş
bu minyatür yapılar bulunuyordu. Hayvanlara bakmak, ihtiyaç sahibi
olanın ihtiyacını gidermek, çaresizlere el uzatmak Türk milletinin en
asli ibadeti olarak öne çıkmıştı. " (Yukarıdan  ALINTI. Yazının  tamamını  okumakta  yarar  var.)

ÇOK  ÇOK  TEŞEKKÜRLER @sen@    ALLAH  RAZI  OLSUN......   
« Son Düzenleme: Nisan 25, 2011, 05:57:26 ÖÖ Gönderen: A.ÜSTÜNBAŞ »
SİGARA ' sız  temiz  çevre, temiz  toplum,  sağlıklı  yaşam  için  elele...

. . ..  NE  KADAR  TEMİZ  İSEN, O  KADAR  İNSANSIN  . . .

Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Kuşlara Bile Ev Yapan Millet"Türkler"
« Yanıtla #3 : Nisan 25, 2011, 09:26:50 ÖÖ »
Rica ederim. Allah hepimizden razı olsun.
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.