Gönderen Konu: Hükümdarlarımız  (Okunma sayısı 21186 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #65 : Ekim 25, 2010, 10:57:46 ÖS »
Mete


M.Ö. 209 - M.Ö. 174 arasındaki Türk-Hun (Hiung-nu) hükümdarıdır.

Çin kaynaklarında anlatılan bir olaya göre, babası Teoman, kendisi yerine üvey annesi Yenşi'nin oğlunu tahta çıkarmak istedi ve Mete'yi komşu kavim olan Yüeçiler (Yuezhi) rehin olarak gönderdi. Babası, ardından Yüezhi'lere savaş ilan ederek Mete'yi öldürtmek istedi. Mete, babası Teoman Yüeçilerin topraklarına girmeden Yüeçilerin elinden kaçtı. Babası bu kadar zorlukları atlatmasının ardından hakkını vermek için emrine on bin çadırlık bir birlik verdi. Sonunda da Mete öz babasını, üvey annesi ve kardeşlerini öldürüp kağan oldu. (M.Ö. 209).

Daha sonra pek çok göçebe kavimin kullandığı çavuş oku adı verilen ıslıklı okun mucidinin Mete olduğu kabul edilir. Çin kaynaklarına göre eğer okunu bir yöne yöneltirse emrindeki askerlerin hepsi o hedefe ok atarak hemen yok ederdi. Bir gün okunu en sevdiği atına çevirdi. Askerlerinden bazıları tereddüt etti. Bunun üzerine okunu sırayla tereddüt edenlerin üzerine çevirdi. Atına ok atmakta tereddüt eden askerlerinin hepsi atılan oklarla öldürüldü. Böylece küçüklükten beri oynadığı okunu hedefe çevirme oyunu emirlerinin tartışılmazlığını da perçinledi. Bir gün emrinde demir disiplini ile yetiştirdiği 10 bin askeri varken okunu ava çıkan babasının üzerine çevirdiğinde askerlerinden hiçbiri tereddüt etmemişti.

Mete Önce Hunlardan toprak talebinde bulunan doğu komşuları Donghu üzerine yürüdü ve onları ağır bir yenilgiye uğrattı. Yapılan anlaşmada Donghular yıllık sığır, at ve deveden oluşan bir vergi ödemeyi kabul ettiler ve M.Ö. 208 yılında onları hakimiyetine aldı.

Donghu'yu yendikten sonra, Kuzey Moğolistan'da yaşayan Tunguz gibi halkları da içine kattı. M.Ö. 177-165 yılları arasında Hunların güney batısında, Tanrı Dağları ile Gansu arasında yaşayan Yüeçilein üzerine seferler düzenledi. M.Ö. 203'de Yueçi'yi mağlup ederek kendi toprağna kattı.

Ordos'da hakim olmaya çalışan Tahin Türklerini[kaynak belirtilmeli] yendi. Çin üzerine sürekli seferler düzenleyerek Sarı Irmak'ın güneyindeki kaleleri egemenliğine aldı. Bu zaferlerle, sonradan Hunlara büyük gelirler getirecek önemli ticari yollarının kontrolüne sahip oldu.

Bölgede yaşayan Altay (Moğol, Tunguz ve Türk vb.) kavimlerini egemenliği altına alarak askeri ve stratejik olarak daha güçlü bir hale geldi.

M.Ö. 200'de Han Hanedanı imparatoru Gaozu'nun (Gao-Di) 320.000 kişilik ordusunu Baideng (bugünkü Datong, Şanşi)'de Peteng Kalesinde kuşattı. Gaozu (Gao-Di) Mete'nin eşine hediyeler gönderdi ve Mete'nin kuzey eyaletlerini Hunlara bırakma ve yıllık vergi ödeme gibi bütün şartlarını kabul etti ve kuşatmadan çıkmasına müsade edildi. Gaozu payitahtı Çang'an(bugünkü Şian)'a dönebildiyse de Mete arada bir Han'ın kuzey sınırını tehdit etmiş ve nihayet M.Ö. 198'de Gaozu barış istemiş ve Han'ın prensesini Tanhu'nun eşi olması ve yıllık haraç ödemesi şartlarıyla antlaşması imzalanmıştır.

Qin ve Chu ile yıllar süren mücadelenin ardından Han imparatoru olan Liu Bang (Gaozu), Baideng'da Mete karşısında zor duruma düşünce, yorgun ordusunun Hunlarla baş edemeyeceğini farketmişti. Akrabalık (和亲) ilişkisi kurmak amacıyla, bir prensesi yüklüce hediyeyle birlikte Hun sarayına gönderdi.

Liu Bang M.Ö. 195'te ölür, karısı Lü Hou imparatoriçe olur. M.Ö. 192'de Mete Lü Hou'ya mektup göndererek kaba bir üslupla evlenme teklif eder. Ülkesinin içinde bulunduğu koşullarda Hunlarla bir çatışmayı göze alamayan imparatoriçe, uğradığı saygısızlığa karşın bir mektup yazarak Mete'ye bir prenses gönderir. Çin kaynaklarına göre, Lü Hou'nun davranışı karşısında pişman olan Mete, imparatoriçeden bir mektupla özür dilemiştir.

Çin savaşından sonra, Mete,Yüzehi ve Wusun'u Hun'un köleleri olmaya zorladı.

Saltanatı boyunca çoğu halklar Hun idaresi altına girdi. Onların tümünü, steplerin bütün göçebe atlı okçularını bir imparatorluk altında birleştirdi. Göçebe tebaalarından başka Mete ayrıca Tarım Havzası'nda kendisine bağlılık yemini eden vaha şehir devletleri kurdu. Onun hem askeri hem de idari yapılanması sonradan birçok merkezi Asya halklarında ve devletlerinde uygulandı.

Bölgesinde askeri gücü ile korku saldı. Savaş taktikleri ve askeri disiplini sayesinde Çin İmparatorluğu'nu ve çevre kavimlerle yaptığı savaşları kazandı. Ordusu savaş zamanında toplanan sivillerden oluşmuyordu. Onun yerine sürekli eğitimli ve savaşa hazır halde bulunan profesyonel askerlerden oluşmaktaydı. Hakim olduğu bölgelerdeki geniş tahıl ve yiyecek kaynakları ile ordusunu ayakta tutabiliyordu.

Mete, M.Ö.174 yılında öldüğünde, birçok kavimleri çatısı altında birleştiren büyük bir imparatorluk geriye bıraktı. Bu imparatorluk yaklaşık 18 milyon km2 büyüklüğe sahipti. İmparatorluğunun sınırları doğudan batıya Japon Denizi'nden İdil Nehrine ve kuzeyden güneye Sibirya'dan Tibet ve Keşmir'e uzanıyordu. Hunların karşılarında bulunan tek düzenli ve güçlü kuvvet olan Çin ordusunun, iç karışıklıklar nedeniyle idari zaafiyet içinde olması Mete'nin devletini kolayca büyütmesine sebep gösterilir.

Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #66 : Ekim 25, 2010, 10:59:54 ÖS »
Muhammed Tapar


Büyük Selçuklu Devleti sultanı. Sultan Melikşah’ın oğlu olup, 1082 yılında doğdu. Babasının 1092’de vefâtıyla, Selçuklu sultanı olan ağabeyi Berkyaruk’un yanında yetişti. Sultan Berkyaruk, ona, Gence havâlisinin idâresini verdi. Muhammed Tapar, Gence’ye gelerek Arran’ı da hâkimiyeti altına aldı. Kumandanlarının kışkırtmaları ile ağabeyine karşı zaman zaman isyân etti. Yapılan andlaşmayla Âzerbaycan, Diyar-ı Bekir ve el-Cezîre kendisine verildi. Sultan Berkyaruk’un vefâtından (1104) sonra, Bağdat’a gelerek Selçuklu tahtına geçti (1105).
Muhammed Tapar önce amcasının oğlu Mengü Bars’ın isyânını bastırdı. Daha sonra, ülkede uzun zamandır karışıklık çıkaran, anarşiyi tahrik eden Bâtınîlere karşı mücâdele etti. 1107’de Bâtınîlerin merkezi olan Alamut Kalesi kuşatıldı ve çok sayıda Bâtınî öldürüldü. Birinci Haçlı Seferinden sonra, Haçlı ordularının tam hâkimiyeti altına giren Suriye’de Haçlı devletleri kurulmaya başlanmıştı. Sultan Muhammed Tapar, Haçlılar üzerine ordular gönderdi. Ancak, kumandanlar arasında irtibat sağlanamadığından kesin sonuca gidilemedi. Sefer kumandanı Emir Mevdûd, Şam Câmiinde bir Bâtınî tarafından öldürüldü. Sultan, Haçlılara karşı Aksungur Porsuki’yi kumandanlığa getirdi. Bu arada ikinci bir orduyu yeniden Alamut üzerine gönderdi. Kalenin kuşatıldığı sırada âniden rahatsızlanarak vefât etti (1118). Sultanın beklenmedik ölümü, Haçlılara ve Bâtınîlere karşı açılan savaşların duraklamasına sebep oldu. Ondan sonra Büyük Selçuklu Devleti, dağılmaya yüz tuttu. Sultan Muhammed Tapar, Selçuklu Devletinin son büyük hükümdârı sayılmaktadır. Ebû Şücâ, Gıyâsüddünyâ ved-dîn, Kerîmü Emirü’l-müminîn unvanlarıyla tanınırdı.


Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #67 : Ekim 25, 2010, 11:04:11 ÖS »
MURAD-I HÜDAVENDİGAR


Babası        Orhan Gazi
Annesi       Nilüfer Hatun
Doğumu    ?
Vefatı       1389
Saltanatı    1360-1389


  Osmanlı padişahlarının üçüncüsü, veli ve ahi şeyhi. Orhan Gazi'nin oğlu olup, 1326' da Bursa' da doğdu. Küçük yaştan itibaren devrin alimleri tarafından büyük bir ihtimamla yetiştirildi. Daha sonra Lala Şahin Paşa' nın yanında idare ve harp bilgilerini öğrendi. ağabeyi Rumeli Fatihi Süleyman Paşa' nın 1359' da vefatı dolayısıyla Rumeli' deki ordunun kumandasına getirildi. Kısa bir müddet sonra da babasının vefatı üzerine Bursa' ya davet edilip, Osmanlı tahtına geçti (1360).

    Murad Han, ağabeyi Süleyman Paşa' nın başlattığı Rumeli fütuhatını büyük bir siyasi deha ile kısa zamanda geliştirdi. 1362' deEdirne'yi fethederek devlet merkezini buraya taşıdı. Anadolu'daki Türkmen aşiretlerini, fethettiği bölgelere yerleştirerek bölgede türk nüfusunun çoğunluğu ele geçirmesini sağladı. Bu göçler sayesindedir ki, Osmanlı Türkleri Viyana önlerine kadar ilerledi ve Rumeli' de Osmanlı hakimiyeti beşyüz yıl devam etti.

    Osmanlı Devleti' nin Rumeli' de ilerlemesini durdurmak için Papa Beşinci Urban' ın teşvikiyle Macar, Sırp, Bosna, Eflak ve Bulgar kuvvetlerinden meydana gelen bir haçlı ordusu Sırpsındığı savaşında Hacı İlbeyi komutasındaki birliklerce bozguna uğratıldı (1364). bu büyük zaferi Yanbolu, Samaku, Gümülcine, İskeçe, Kavala, Dırama, Serez ve Karaferye gibi önemli kalelerin fethi takip etti. Bu arada harekat halindeki Osmanlı akıncıları Vardar' ı geçip Sırbistan, Bosna, Arnavutluk ve Dalmaçya' ya kadar uzanan Adriyatik denizine dayandılar.

    Murad Han bir taraftan fetih hareketlerine devam ederken, diğer taraftan ortaya çıkan mali, idari ve askeri ihtiyaçları karşılamak için tedbir aldı. Tımar teşkilatı geliştirildi. Yaya, müsellem ve yeniçerilere ilaveten kapıkulu askerinden maaşlı süvari ocağı kuruldu.

    Murad Han 1387' de Osmanlı topraklarına tecavüzü adet haline getiren Karamanoğlu üzerine sefere çıktı. Konya önünde Karamanoğlu kuvvetlerini bozguna uğratarak Konya ve Beyşehir' i alıp Bursa' ya döndü.

    Bu sırada Sultan Murad' ın anadolu' da uğraşmasını fırsat bilen Bosna, Sırp ve Bulgar kralları Osmanlıları Balkanlardan atmak için ittifak kurmuşlardı. Sultan Murad Han 150.000 kişilik bu müttefik kuvvetlerini Kosova' da karşıladı. 8 Ağustos 1389 berat gecesi idi. Abdest alıp iki rekat hacet namazı kılan Sultan sonra ellerini açıp Cenab-ı Hakk'a gözyaşları içinde şöyle yalvardı. "Ya Rab! Bu mü'minleri küffar elinde mağlub edip helak eyleme. Bunları mansur ve muzaffer eyle. Ya ilahi! Mülk ve kul senindir. Sen kime istersen verirsin. Ben dahi aciz bir kulunum. Mülk ve mal benim maksafım değildir. Hemen halis ve muhlis senin rızanı isterim. Beni bu müslümanlara kurban eyle. Evvel beni gazi kıldın, şimdi de şehadet nasip kıl! Amin."

   Ertesi gün Birinci Kosova savaşında düşman büyük bir bozguna uğradı. Ancak sultan zaferin şükranesi olarak savaş meydanında gezerken Miloş Obiliç adında bir Sırp tarafından hançerle vurularak yaralandı. Çok geçmeden de arzuladığı şehidlik mertebesine kavuştu.


    Azim, irade, vakar ve ciddiyet sahibi olan Sultan Murad Han, din farkı gözetmeksizin tebeasına karşı çok şefkatli ve merhametli idi. Samimi şahsiyeti ile içte ve dışta sevgi ve saygı uyandırdı. Hukuki, mali ve askeri sahalarda yaptığı esaslı teşkilatlar ile kudretli bir devletin temellerini attı. Kararlarını mutlak surette tecrübeli beyleriyle müzakere ettikten sonra verirdi. Kendi mütalaasına aykırı fikirleri de dinler yerinde gördüklerini kabul eder, itirazlara ehemmiyet verirdi. Bu hali başarılarında çok etkili olmuştur.

    Fethedilen yerlerde imar faaliyetlerine de önem veren Murad Han, yeni fethettiği Edirne' yi; cami, medrese, han, hamam saray gibi eserlerle Türk-İslam beldesi halina getirdi. Memleketin çeşitli yerlerini hayır eserleri ile donattı.
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #68 : Ekim 25, 2010, 11:08:56 ÖS »
MURAD HAN- II


Babası        Çelebi Mehmed Han
Annesi        Emine Hatun
Doğumu     ?
Vefatı        3 Şubat 1451
Saltanatı    1421-1451


Osmanlı padişahlarının altıncısı.
    1404 senesinde Amasya' da doğdu. Küçüklüğünden itibaren devrin en büyük alimlerinden ders alarak yetişti. 1415 yılında idari ve askeri bilgileri öğrenip tecrübe kazanması ve devlet yönetimine hazırlanması gayesiyle Amasya sancakbeyliğine gönderildi. Bu görevde iken 1420' de vezir-, azam Bayezid Paşa ile birlikte Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarını bastırdı. Babasının 1421' de vefatı üzerine 25 Haziran 1421' de Bursa' da tahta çıktı.

   Murad Han' ın yılları isyanları bastırmakla geçti. Bizans imparatoru Manuel' in tahriki ile amcası Mustafa Çelebi Saltanatını ilan etti. Yine Anadolu beyliklerinden Germiyanoğulları, Ramazanoğulları ve Menteşeoğulları da Osmanlı tabiiyyetini tanımıyarak ayaklandılar. Murad Han, amcasının kuvvetlerini Ulubat çayı kenaında bozguna uğrattıktan ve kendisini de yakalatıp öldürttükten sonra İstanbul' u kuşattı. Ancak bu defa Karamanoğulları teşviki ile kardeşi küçük Mustafa Çelebi' nin isyanı ile karşılaştı. Onun İznik' i alarak, Bursa üzerine yürümesi ie İstanbul kuşatmasını kaldıran Murad Han, 1423' de İznik' i geri alarak kardeşini idam ettirdi. Sonra da sür'atle harekete geçerek, Anadolu beyliklerini itaat altına aldı. 29 Mart 1430' da Venediklilerden Selanik kalesini zabtetti. Fetihten sonra yeni muhacirlerle iskan edilen şehir, çok geçmeden bir Türk-müslüman şehri hüviyetini aldı.

   1432' de Osmanlı aleyhine Karamanoğulları, Macaristan krallığı ve Sırp despotu anlaştılar. İki ateş arasında kalmak istemeyen Murad Han, Rumeli beylerbeyi Sinan Paşa' yı Macarlar üzerine gönderdi. Bu kuvvetler Macarları Tuna nehri kenarında perişan ettiler. Bundan sonra Karamanoğulları üzerine yürüyen Sultan, Konya ve Seydişehir' i aldı. İbrahim Bey' in özür dilemesi üzerine sulh yapıldı.

   Murad Han, 1437' de büyük bir kuvvetle Tuna' yı geçerek Transilvanya' ya girdi. Zibin şehrine kadar pek çok kale fethedildi. 1439' da Belgrad kalesi muhasara altına alındı ise de, bir netice elde edilemedi.

   1444' de Macarla yapılan Segedin antlaşmasından sonr, saltanatı, geleceğin Fatih' i oğlu Memed' e terkeden Murad Han, Manisa' ya çekildi. Fakat bu taht değişikliğinden istifade eden Avrupalılar, Türkleri Rumeli' den çıkarmak için yeni bir haçlı ittifakına giriştiler. Bunun üzerine tekrar ordusunun başına geçen Murad Han, Bizans İmparatorluğu ile Macar, Leh, İtalyan, Çek, Litvanya, Hırvat, Fransız, Alman ve Venediklilerin katıldığı bir büyük haçlı ordusunu Varna' da ağır bir yenilgiye uğrattı. 1448' de Kosova' da haçlıları ikinci defa bozguna uğratarak Osmanlıların bu toprakalrdan atılamıyacağını gösterdi. Murad Han 47 yaşında iken 3 Şubat 1451 günü vefat etti.

   İnce ruhlu, hassas lütufkar, adil, merhametli, sözüne sadık, cesur ve tedbir sahibi, kumanda kabiliyeti yüksek bir devlet adamı idi. On iki yaşında şehzade iken başlayan muhabere hayatı vefatına kadar devam etti. Devlet işleri ile yakından ilgilenen Murad Han İslamiyet'in yayılması için herşeyini fedaya hazırdı. Bu halini Varna fetihnamesindeki sözleri açık olarak göstermektedir.

"Bizler Allahü tealanın ihsanlarının, şükrünü yerien getirebilmek için bütün günlerimizi, senelermizi, İslam dinine hizmete, Allahü tealanın bize emaneti olan insanları ruh, düşüce, beden ve dünyalık bakımından saadet ve selamete kavuşturmaya adadık. İnsanlığın dünyevi ve uhrevi huzur ve seadeti, yalnız İslam dinine uymakla tahakkuk edebileceğinden, biz de bütün ömrümüzü, her şeyimizi Muhammed aleyhissamın dinini sancağını yüceltmeye, O'nun dinini bütün insanlara ulaştırmaya gayret ettik. Dünyada yegane gayemiz ve maksadımız halisane olarak budur..."

   İmar işlerine de ehemmiyet veren ikinci Murad Han, çok eser bıraktığı için Ebu'l-Hayrat diye anıldı. Bursa, Edirne ve başka şehirlerde yolcular için imaret ve ulema için medreseler yaptırdı. Bu faaliyetler neticesinde doğudan pek çok alim ve san'at erbabı Osmanlı ülkesine gelerek ilim hayatına yeni bir canlılık kazandırmıştır..

Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #69 : Ekim 25, 2010, 11:13:21 ÖS »
MURAD HAN- III


Babası        İkinci Selim Han
Annesi       Nur Banu Sultan
Doğumu    4 Temmuz 1546
Vefatı       15/16 Ocak 1595
Saltanatı   1574-1595


Osmanlı sultanlarının onikincisi ve islam halifelerinin yetmişyedincisi. 1546 yılında Manisa'nın Bozdağ yaylağında doğdu. Küçük yaştan itibaren Manisa'da değerli hocalar huzurunda tahsil ve terbiye gördü. 1558 senesinde dedesi Kanuni Sultan Süleyman tarafından Alaşehir sancak beyliğine tayin edildi. Babası İkinci Selim Han'ın tahta geçmesinden sonra Manisa sancak beyliğine getirildi. Bu vazifesi sırasında kıymetli hocalardan askeri ve idari bilgileri öğrendi. 15 Aralık 1574'de babasının vefatı üzerine Manisa'dan İstanbul'a gelerek 22 Aralık 1574'de Osmanlı tahtına çıktı.

   1575'de Venedik, 1576'da İran ve 1577'de de Avusturya ile eski sulh andlaşmalarını yeniledi. 1578'de Osmanlı toprakların- daki yıkıcı ve bölücü faaliyetleri dolayısıyla İran'a sefer açtı. Bu sefer sırasında bilhassa Özdemiroğlu Osman Paşa İran kuv- vetlerini üst üste mağlubiyete uğrattı. Azerbaycan, Tiflis, Nihavend ve Hemedan bölgeleri Osmanlı hakimiyetine katıldı. Bu sırada Portekizliler Osmanlı himayesi altında bulunan Fas'a büyük kuvvetlerle saldırmışlardı. Portekiz ordusunu karşılamak vazifesi Divan-ı Hümayun tarafından Ramazan Paşaya verildi. Ramazan Paşa Vadi's Seyl ovasında Portekiz ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Portekizlerin ölüleri arasında kralları, büyük asilzadeleri ve devlet adamları da vardı. Kurtulabilenler donanma ile kaçmaya çalı- şırken bunlara da Sinan Reis ağır kayıplar verdirdi. Bu zafer ile Fas, Osmanlı Devleti'ne daha kuvvetli bir şekilde bağlandı. 11 Mayıs 1583'de üç gün üç gece devam eden ve gece de ateşler yakılarak devam edilmesi dolayısıyla Meşaleler savaşı denilen çar- pışmada Özdemiroğlu Osman Paşa İran kuvvetlerini perişan etti. Bu zaferin ardından Revan fethedildi. İran'la 1590 yılında İstanbul'da sulh andlaşması imzalandı. Buna göre İran bütün Osmanlı fütuhatını tanıyor ve ülkede sünni büyüklere dil uzatmamayı taahhüt ediyordu.

   1592 yılında Bosna ve Macaristan hududunda vukubulan olaylar Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki andlaşmayı bozdu. Neticede Avusturya ile onüç sene devam edecek olansavaş başladı.

   Serdar-ı Ekrem Sinan Paşa 13 Eylül 1594'de Yanıkkalesi önünde Avusturya kuvvetlerini bozdu ve kaleyi zabtetti.Ancak Avusturya mes'elesi kesin olarak halledilmeden Sultan üçüncü Murad Han 15/16 Ocak gecesi vefat etti Naşı Ayasofya Camii yanındaki babası babası ikinci Selim Han'ın türbesine defnedildi.

   Sultan Üçüncü Murad Han Arapça Ve Farsçayı Çok iyi Bildiği Gibi İslami ilimlerin tamamına vakıf olup,bazı ilimlerde mütehassız idi.Tedbirli hareket eder, ifrattan (aşırıya kaçmaktan) ve küçük bir haksızlık yapmaktan çok sakınırdı.Şair bir sultan olup Muradi mahlasıyla şiirler yazmıştır.Divanında Yer Alan şiirlerinden bir tanesinin açıklaması şu şekildedir: "Güzel huylu ol. Sen herkesin sözlerine kanma. Kalbini deniz gibi geniş tut. Herkesin işinin ne olduğuna bak. Makamına ve maiyyetin- deki adamlara güvenme. Çünkü onlar geçicidir. Ahiret hayatını iste. Dünyanın işlerine bakma. Dünya oturma yeri değildir. Sadece köhne,geçici bir konaktır.Bu dünyaya her kim geldi ise kendi yurduna göçtü. Maddi ve manevi ilimleri öğren. Sana büyük rütbe olarak bu yeter. Cehennem ateşine girmemek için çok çalış."

   Murad Han devrinde Osmanlı Devleti en geniş sınırlarına erişti. Ülkede pek çok bayındırlık eseri ile ilim, kültür ve san'at merkezleri inşa ettirdi. Kabe-i şerif duvarlarını memerden yaptırdı. Harem-i şerfin su yollarını temizletti. Medine'de bir medrese, mektep ve zaviye, Manisa' da bir cami, medrese, imaret ve tabhaneden meydana gelen Muradiye külliyesi en önemli eserleri arasındadır.

Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #70 : Ekim 25, 2010, 11:23:27 ÖS »
MURAD HAN -IV


Babası        Birinci Ahmed Han
Annesi       Mahpeyker Kösem Sultan
Doğumu     27 Temmuz 1612
Vefatı        8/ 9 Şubat 1640
Saltanatı    1623 - 1640


Osmanlı Sultanlarının onyedincisi ve İslam halifelernin seksen ikincisi. 27 Temmuz 1612' de İstanbul' da doğan şehzade Murad, tam bir İslam terbiyesi ve ahlakı ile yetiştirildi. Enderun mektebindeki hocalarından hususi ders aldı. Genç Osman' in başına gelen acı felaket ve yerine geçen amcası Mustafa Han' ın kısa bir süre sonra tahttan indirilmesi üzerine, henüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623' de Osmanlı tahtına çıktı. Eyyüp sultan hazretlerinin türbesinde hocası Aziz Mahmud Hüdai' nin elinden kılıç kuşandı. Yaşı küçük olduğu için, devleti bilfiil idare edemiyeceği görüşü hakim olarak, annesi Mahpeyker Kösem Sultan saltanat naibesi tayin edildi.

   Çok zeki ve seri anlayışlı ve hafızası kuvvetli olduğundan, yaşı ilerledikçe, devlet işlerine alakası artıyordu. Zaman zaman halkın içine girer değişik kıyafetlerle onların sohbetlerini dinlerdi. Halkın derdini halktan bir kimse olarak yerinde incelerdi. İnsanların kimden nasıl zarar gördüğünü, zulüm merkezlerini tek tek tesbit etti.

   Diğer taraftan Sultan Murad' ın saltanatının bu ilk devresinde, payitaht İstanbul ve anadolu' da asayişsizlik büyük ölçüde artmıştı. Abaza Mehmed Paşa' nın çıkardığı isyan büyümüş ve bu karışıklıklar sırasında Bağdad İran kuvvetlerinin eline geçmiş bulunuyordu. Sadrazam olan Hüsrev Paşa' nın azlini bahane eden yeniçeriler ve sipahiler ayaklanarak saraya yürüdüler ve yeni sadrazam Müezzinzade Hafız Ahmed Paşa' yı öldürdüler (1632). Bundan sonra zorbaların zoru ile sadrazam olan Receb Paşa döneminde İstanbul' da karışıklıklar günlerce sürdü. En küçük bir olayda Receb Paşa' nın tahriki ile harelete geçen zorbalar yeni kaleler istiyorlardı.

   Nihayet yirmi yaşını dolduran ve vücutça çok kuvvetli, demir pençeli ve gözü pek bir yiğit olan genç Padişah, 18 Mayıs 1632' de huzuruna çağırdığı Receb Paşa' ya:

  --Gel beru topal zorbabaşı. Bre mel'un abdest al! dedikten sonra "Şu hainin tiz başını kesin" diyerek öldürttü ve devlet idaresini eline aldı. Bundan sonra yeniçerileri ve sipahileri itaat altına alarak kendisine bağlılık yemini ettiren Sultan, tütünü ve alkollü içkileri yasakladı. Kahvehaneleri, meyhaneleri kapattı. Zorbaları ve emrine karşı gelenleri şiddetle cezalandırdı. Memleketin her tarafına huzur ve asayiş geldi.

   Dördüncü Murad Han, daha sonra ordusunun başına geçerek hükümdarlığının ilk yıllarında kaybedilen toprakları geri alma teşebbsüne geçti. 1634 baharında Lehistan seferine çıktı ise de Lehliler derhal Padişah' ın şartlarını kabul ederek bir anlaşma yapmaya muvaffak oldular. 1635' de İran seferine çıkan Sultan, Revan ve Hoy kalelerini aldıktan sonra, Tebriz' e girdi. Ertesi yıl en büyük arzusu olan Bağdat' ın fethi için tekrar İran üzerine sefere çıktı. Şehir kuşatılıp, Padişah' a İmam-ı a'zam' ın türbesini ziyaret etmesi teklif edildiğinde; "Bağdat, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce imamı ziyaretten haya ederim" cevabını verdi. Şiddetle cereyan eden çarpışmalar sonunda muharebenin 39. günü Bağdad fethedildi. Müslümanların en mübarek makamlarından olan İmam-ı a'zam' ın türbesini zitaret eden Padişah, kurbanlar kestirip, içerisini ipek halılar, kıymetli şallar ve altın, gümüş murassa kandillerle süsletti. Ertsi yıl İran' la Kasr-ı Şirin antlaşması imzalanmış ve bu antlaşma ufak değişikliklerle günümüze kadar devam etmiştir.

   Sultan dördüncü Murad Han, İran seferinin üzerinden çok geçmeden daha önce yakalamış olduğu Damla hastalığının ilerlemesi üzerine kurtulamıyarak 8/9 Şubat 1640 günü henüz 28 yaşında iken vefat etti.

   Murad Han, çok kuvvetli olup, kılıç, ok, harbe ve başka silahları kullanmakta usta idi. Güçlü bir iradeye ve hafızaya sahip bulunuyordu. Arapça ve batı dillerine hakimdi. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Tahta geçtiğinde bomboş olan hazinede vefatında on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesabı yoktu. İç huzura o kadar önem verirdi ki, zamanında halk büyük bir rahatlık ve emniyet içinde yaşamıştır. Son derece adil olan sultan, din ve devletin menfaatine ters düşen en küçük hataları bile affetmedi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hırka-i saadet dairesinde Kur'an-ı kerim okurdu. Dördüncü Murad Han' ın müspet icraatları, devlete asrın sonuna kadar devam edecek bir azamet kazandırmıştır.

Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #71 : Ekim 25, 2010, 11:27:29 ÖS »
MURAD HAN-V


Babası        Sultan Abdülmecid Han
Annesi       Şevkefza Kadın Efendi
Doğumu    21 Eylül 1840
Vefatı       28 Ağustos 1905
Saltanatı    30 Mayıs-31 Ağustos 1876


   Osmanlı sultanlarının otuz üçüncüsü ve İslam halifelerinin doksan sekizinci. Küçük yaştan itibaren özel bir eğitim ve öğretimle yetiştirildi. İnce ruhşlu olup, güzrel san'atlara karşı büyük ilgisi vardı. Türkçe yazı ve inşanın yanında Arapça, Farsça ve Fransızcayı çok iyi öğrendi. Babasının 25 Haziran 1861'de vefatından sonra Abdülaziz Han Padişah olunca, veliahd oldu. nezaketi, kibarlığı, çağına göre bilgisi ve yumuşak huyluluğu ile sevildi. Amcası Abdülaziz Hanın 1863 Mısır ve 1867 Avrupa seyahatlerine katıldı. Bu gezilerde davranışları ile osmanlı hanedanın asaletini temsil ederek takdir topladı. Yurda döndükten sonra ikamet ettiği Kurbagalıdere köşkünde dış dünya ile temaslarını devam ettirdi. 30 Mayıs 1876 tarihinde Sultan Abdülaziz Han'ın tahttan indirilmesiyle Osmanlı sultanı ilan edildi.

   Ancak Devlet işlerindeki bütün yetkiler Hüseyin Avni, Kayserili ahmed, Midhat ve Reşid paşaların elindeydi. Abdülaziz Han'a aşırı derecede kin besleyen bu paşaların, amcasına karşı yaptıkları edepsizlikler Murad Han'ı çok üzdü. Saltanatının beşinci gününde, yine bu paşaların tertibiyle, Abdülazizhan'ın feci şekilde şehid edildiğini ve annesi Pertevniyal Sultan'a haraketler yapıldığını öğrenince iyice sarsıldı ve bu felaket yolunun sonunu düşünmekden akli dengesi bozuldu. Bilhassa hadiseler karşısında çaresizliği devletin sultanı olduğu halde amcası ve annesine yardım elini uzatamaması Murad Han'ı perişan ediyordu. Zaman zaman derin bir süküta dalar kimse ile konuşmazdı. ayrıca Doktorların Yanlış teşhis ve tedavisi de hastalığının artmasına sebep oldu.

   Diğer taraftan ihtilali gerçekleştiren paşalar, 15 haziran 1876'daMithat Paşa'nın evinde toplantı halinde iken, odaya giren erkan-ı harp kolağası Çerkes Hasan beğ Hüseyin Avni Paşa ile Hariciye nazırı reşid Paşa'yı öldürdü. Yaralı olarak yak- alanan Hasan Beğ ertesi gün Beyazıd meydanında asılarak şehid edildi.

   Padişahın devlet işleriyle meşğul olacak şuura malik olamamsı iktidarı ele geçiren devlet adamlarının işine geliyordu. sadrazam mütrcim Rüşdi Paşa kimseye hesap vermeden devleti yönetiyordu. Kanun-i esasi'nin ilanını iateyen Midhat Paşa ise anayasa taslağı ile uğraşıyordu. bu surada başlayan Sırp-karadağ muhaberesi ve mali zorluklar, başsız kalan devletin büsbütün perişan olmasına ; Anarşi veisyanların artmasına sebep oldu. ulema arasında ise şuuru yerinde olmayan bir padişahın ülkenin başında duramayacağı ile ilgili sözler dolaşmaya başladı. Şehzade Abdülhamid ise Sultan Murad'ın hastalığının tedavi edilemez olduğunun tıbben belirtmesi durumunda hükümdarlığı kabul edebileceğini bildirdi.

   Nihayet 31 Ağustos'ta toplanan kabine, Sultan Murad'ın tahttan indirilmesine karar verdi. Şey'hülislam, Padişahı'ın şuurunun yerinde olmadığından hal için buna cevaz (izin) veren bir fetva hazırladı. Doktorlar Sultan'ın iyileşmesinin imkansız olduğuna dair rapor verdiler. ertesi gün devlet ileri gelenleri Topkapı Sarayı Divan-ı humayun salonunda toplanarak Sultan Murad'ı tahttan indidiler (31 Agustos 1876). Aynı gün Osmanlı tahtına geçen Sultan İkinci Abdülhamid Han'a herkes biat etti.

   Murad Han, saltanattan hal'inden sonra ailesiyleberaber kendisine ayrılan Çırağan Sarayı'na yerleşti.Abdülhamid Han'ın bizzat ilgilenip, zamanın meşhur doktorlarını göndererek tedavi ettirmesiüzerine bir müddet sonra tamamen iyileşti. Vefat edinceye kadar yirmi sekiz yıl ikamet ettiği Çırağan Sarayı'nda vaktini okumak ve torunlarını okutmakla geçiren Murad Han, Abdülhamid Han'ın nazikane hatır sormasını, daima teşekkürle cevaplandırdı. 1905'de şiddetini arttıran şeker hastalığı bildirilince, Abdülhamid Han doktor Ali Rıza Paşa ile Etfal hastahanesi başhekimi İbrahim Paşa'yı tedavisi için görevlendirdi. Fakat bütün uğraşmalara rağmen kurtarılamadı ve 28 Ağustos 1905 Pazartesi gecesi vefat etti. Cenazesi Hanedana mahsus merasimle kaldırılıp Hidayet Camii'nde namazı kılınarak Yeni Camii türbesinde, annesi Şevkefza Kadın Efendinin yanına defnedildi.

Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #72 : Ekim 25, 2010, 11:31:16 ÖS »
MUSTAFA HAN -I


Babası        Üçüncü Mehmed Han
Annesi       Handan Sultan
Doğumu    1591
Vefatı        20 Ocak 1639
Saltanatı    1617-1618 (Birinci defa)
                1622-1623(İkinci defa)

 
  Osmanlı Padişahlarının on beşincisi ve islam halifelerinin seksenincisi. 1591 senesinde Manisa'da doğdu. Her şehza- de gibi iyibir eğitim gördü. Ağabeyi Birinci Ahmed Han'ın vefatı üzerine 22 Kasım 1617'de ilk defa ekberiyet kaidesine göre yani hanedanın en yaşlı mensubu olarak tahta çıkarıldı.

   Sultan Mustafa Han, devlet mes'eleleri ile ilgilenmediğini ifade ederek saltanatı kabul etmedi ise de bu hal devlet erkanınca göz önüne alınmadı. Ancak çok geçmeden devlet işlerinde Sultan'ın yabancı kalması ve işlerin karışması üzerine devlet adamları durumun böyle devam edemeyeceğini anlayıp hal'ine fetva aldılar. Nitekim tahta geçtikten doksanaltı gün son- ra 26 Şubat 1618 günü Sultan Mustafa'yı tahttan indirerek yerine Genç Osman'ı çıkardılar.

   Ancak yenilik tarafdarı olmayanların tahrikleri neticesinde isyan eden yeniçerilerin 19 Mayıs 1622'de Genç Osman'ı tahttan indirmeleri, Sultan Mustafa'nın ikinci defa tahta geçirilmesine yol açtı. Bu sırada Sultan Osman Han'ın vezir-i a'zam Kara Davud Paşa tarafından şehid ettirilmesi büyük karışıklıklara sebep oldu. Sultan Mustafa Han, Davud Paşa'yı azlederek yerine Mere Hüseyin Paşa'yı getirdi ise de, isyanlar son bulmadı. Erzurum beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa başkaldırarak, bölge- sindeki yeniçerilerin bir kısmını öldürttü. Genç Osman'ın intikamın alacağım diye and içen Abaza, İstanbul'a gelmek için yola çıktı. Bursa'yı muhasara etti ise de alamadı. Kış geldiği için Niğde'ye çekildi. Anadoludaki isyanlar ve Genç Osman'ın şehid edilmesi olayına adı karışan sipahiler, halk nezdinde kazandıkları nefreti silmek için bir divan toplantısı sırasında ayaklanarak Sultan Osman Han'ın katillerinin bulunmasını istediler. Bunun üzerine Kara Davud Paşa ve Kalenderoğlu denilen kişiler yakalanarak idam edildiler.

   Diğer taraftan Osmanlı Devleti'nin iç karışıklıklarından istifade etmek isteyen Lehistan kazakları, daha önce imzalanan andlaşma şartlarına uymayarak şayka adı verilen yüzelli civarında küçük gemi ile Osmanlı kıyılarına saldırdılar. Kazakların üze- rine gönderilen Karadeniz serdarı Damad Recep Paşa, kazakları takibederek Rilgra önünde bir çok gemilerini batırdı ve 21 gemiyi zaptederek, beşbin esir ile İstanbul'a döndü.

   İstanbul'daki karışıklıklar ve Anadolu'da meydana gelen isyanlar Osmanlı Devleti'nin başında daha kudretli, azimkar ve zeki bir padişahın bulunmasını gerekli kılıyordu. Bu sebepşe 1623'de sadarete getirilen sadrazam Kemankeş Ali Paşa, Şeyhülislam Yahya Efendi ve diğer devlet erkanı toplanarak Sultan Mustafa'nın artık makam-ı saltanatta kalmaması gerektiği hususunda karara vardılar. Nitekim verilen fetva ile 10 Eylül 1623 günü Sultan Mustafa ikinci defa tahttan indirildi ve yerine dördüncü Murad Han geçti.

   Sultan Mustafa Han, zayıf ve narin vücudlu olup, yüzü her zaman solgun ve üzüntülü bir görünüşü vardı. Son derece dindardı. Sık sık türbeleri ziyaret eder ve çokça sadaka dağıtırdı. Saraydaki hayatını ibadet içinde, dini eserler ve Kur'an-ı Kerim okuyarak geçirmiştir. Sultan Mustafa Han, saltanatta gözü olmadığı için her iki defaki hal'inde de en küçük bir memnuni- yetsizlik göstermemiş ve tahttan sevinçle inmiş ve devlet işlerini ehline teslim etmekten geri kalmamıştır.

   20 Ocak 1639 günü Topkapı Saray'ında vefat eden Sultan Mustafa Han, Ayasofya Camii karşısındaki türbesine defn edildi.


Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #73 : Ekim 25, 2010, 11:42:45 ÖS »
MUSTAFA HAN-II


Babası        Sultan Mehmed-IV
Annesi       Rabia Gülnüş Sultan
Doğumu     5 Haziran 1664
Vefatı        20 Aralık
Saltanatı     1695-1703


Osmanlı sultanlarının yirmi ikincisi ve islam halifelerinin seksen yedincisi. 5 haziran 1664'de İstanbulda doğdu. Küçük yaştan itibaren devrin en iyi alimlerinden tahsil ve terbiye gördü. Ayrıca devlet idareseni ve harp oyunlarını çok iyi öğrendi. Amcası İkinci Ahmed Han'ın 6 Şubat 1695'de vefatı üzerine 31 yaşında tahta çıktı. Genç Padişah gayretli ve vatan sevgisiyle do- lu idi. nitekim yayınladığı ilk hatt-ı humayunda "Zevk ü safa ve rahatı kendümüze haram eylemişüzdür" diyordu.

   Sultan Mustafa, ceddi kanuni Sultan Süleyman gibi bizzat ordusunun başında sefere çıkmak istiyordu. Devlet adamları Sultan'ın sefere çıkması halinde büyük masraflar gerekeceğini ve kazara bir yenilgi halinde de adının mağlup bir hükümdara çıkacağını bildirdiler. Bunun üzerine Sultan Mustafa; " Bana hazine lazım değil. Kuru ekmek yerim. Vucudumu din uğruna feda ederim.Her ne denlü meşakkat arz olınsa, sabr ve tahammül ederim. Hizmet-i ibadullah (halka hizmet tamama ermeyince seferden dönmem" diyerek kesin kararını bildirdi. Nihayet 30 Ağustos 1695 günü Mustafa Han halkın da zafer duaları arasında Avusturya işgalindeki Macaristan'ı kurtarmak için ilk sefrine çıktı. 9 Eylül günü Lipva kalesini alındı. 22 Eylül'de Lagos kalesi yakınında Temes suyu kenarında bulunan Avusturya ordusunu bozguna uğrattı. Lagos Osmanlıların eline geçti. Bu arada ordunun ikinci bir koluda Sabeş kalesini zabtetti. Mevsimin ilerlemesiyle Mustafa Her ordunun başında İstanbul'a döndü. halk bu büyük zafer için şenlikler yaptı.

   Padişah, Avusturya üzrine ikinci seferine 20 Nisan 1696'da çıktı. Osmanlı ordusu Belgrad'a vardığında düşman kuvvetlerinin Temeşvar-ı muhasara altına aldığı haberi geldi. Bu cihet üzerinde yol alan Osmanlı ordusu, düşmanı Olaş suyu kenarınd yakaladı. Yapılan muharebede Avusturyalılar mağlup ve perişan oldu. Kumandaları savaş alanında öldü. Padişah İstanbul'a döndüğünde, Andros önlerinde venedik donanmasına büyük zaviat verdiren Mezemorta Hüseyin Paşa, bütün toplarını ateşleyerek kendisini selamlıyordu.

   Muzaffer padişah, Avusturya'ya son ve kesin bir darbenin vurulması için yeniş bir seferin luzumunainanıyordu. Ancak 17 Haziran 1677'de bu maksatla çıkılan sefer, sadrazam Elmas mehmed Paşa ile temeşvar muhafızı Koca Cafer paş'nın padişah'ı yanlış yola sevketmeleri Zente bozgununa sebep oldu. Bu sorada Venedik, Rusya ve Lehistan birlikleri de saldırıya geçtiler. Padişah sulh istemek zorunda aldı. Uzun görüşmelerin sonunda imzalanan karlofça antlaşmasıyla (1699) Erdel ve Mcaristan'ın büyük bölümü Osmanlılar elinden çıktı. Azak kalesi Ruslara bırakıldı. Kamanice, Ukranya be Podolya eyaletlerinin ise lehistan aldı. Bu geniş toprak parçalarının Osmanlılar elinden çıkmasının izleri pek derin oldu. Osmanlılarının adil idaresininden ayrılmak istemeyen 1400 macar ailesi göz yaş- ları içerisinde Türk topraklarına Hicret ettiler.

   Sultan Mustafa Han, Karlofça antlaşmasından sonra askeri ve mali teşkilatlarla ıslahat hareketlerine girişti. Donanmada çektiri usulünün kullanılması terk edilerek kalyon sistemine geçildi.Bilhassa Mezemota Hüseyin Paşa'nın kapdan-ı deryalık döneminde yaptığı çalışmalar ile kısa bir sürede kalyon miktarı 40'a ulaştı. Ayrıca bahriyenin ıslahı ve ihtiyaçlarının giderilmesi için bir kanunname ilan edildi. Buna göre deniz ümerasının bahriyeden yetişme kimselerdem seçilmesi esası getiriliyordu. Diger taraftan kapıkulu ocakları arasında yapılan ıslahatlar yeniçeri ve sipahilerin hoşlarına gitmedi. Bazı devlet adamlarının tahriki ile başlayan ayaklanma sonunda Sultam Mustafa Han 22 Agustos 1703'de tahttan indirildi. Saraya geldiğinde kapıda kendisini feryad ederek karşılayan Valide Sultan'ın elini öptükten sonra; "Kul beni tahttan indirmişler, yerine karındaşım Sultan Ahmed'i padişah eylemişler; Allah mubarek eyleye,evladlarım kendisine Allah emaneti olsun"sözleriyle kendisine ayrılan özel daireye çekildi. Mustafa Han, hizmetleri ortada iken karşılaştığı bu durumdan dolayı çok mütessir oldu. istiska hastalığında da muzdarip bulunan Sultan, nihayet 20 Aralık 1703'de vefat etti. Yeni Camii'deki türbede babasının ayak ucuna defnedildi.

   Dokuz seneye yakın Osmanlı sultanlığı yapan İkinci Mustafa Han, muktedie,gayretli,vatanperver,çalışkan ve değerli bir padişahtı. Orduların başında sefere giden son Osmanlı sultanıdır. Alimlere ve hocasına karşı hürmeti çok fazla idi. Edebiyata meralı olup "Meftuni" ve "ikbali" mahlasıyla şiirler yazmıştır.

Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #74 : Ekim 25, 2010, 11:45:25 ÖS »
MUSTAFA HAN-III


Babası        Üçüncü Ahmed Han
Annesi       Mihrimah Sultan
Doğumu     28 Ocak 1717
Vefatı        21 Ocak 1774
Saltanatı     1757-1774


Osmanlı Sultanlarının yirmialtıncısı ve islam halifelerinin doksan birincisi. Küçüklüğünden itibaren iyi bir eğitim ve öğretim gördü. Yüksek din ilimleri, Edebiyat, tarih, coğrafya , nücum(Astroloji), tıb, devlet idaresi ve askeri bilgileri devrin meşhur alimlerinden tahsil etti. Üçüncü Osman Han'ın vefatı üzerine 30 Ekim 1757'de hükümdar oldu.

   Cülusunu (Tahta geçişini) müteakib ilan ettiği Adaletname ile reayanın vaziyetini düzeltti. Hazineyi zenginleştirmek için tedbir aldı. Devletin maliyesine zarar veren, zahmetsiz karlar peşinde koşan yahudi ve hıristiyan taifesinin sıkı kontrol altına alınmasını sağladı. Osmanlı Devleti'ni askeri bakımdan kalkındırmak için topçu sınıfını ıslah, tophaneyi tanzim ve mühemdis mektebini te'sis yoluna gitti. Ordunun artan top ihtiyacına cevap vermek üzere Hasköy'de modern bir top dökümhanesi kuruldu. Bu iş için bilhassa Fransız ordusunda hizmet görmüş bulunan Baron de Tott'dan istifade edildi. Donanma faaliyetleri ele alınıp gemi inşaası hızlandırıldı.

    Bu arada Urban eşkiyasının faaliyetleri, hac yolunu tehlikeye düşürmüştü. Bu olaylara sebep olan Beni Harb kabilesi şiddetle cezalandırıldı. İsyan eden Eflak voyvodası yakalanarak hapsedildi. Çıldır, Kars, Karaman, Aydın, Kıbrıs, Bosna ve Karadağ'da meydana gelen disiplinsizliklere karşı tedbirler alındı.

   Üçüncü Mustafa Han dış siyasette daima temkinli hareket ederek sulh ve sükunu muhafaza etti. Fransa ve Prusya arasında yedi yıl devam eden savaşlara tarafların tahriklerine rağmen katılmadı. Osmanlı Devleti'ni bu devrede savaştan uzak tutan devlet adamları arasında bilhassa Sadrazam Koca Ragıb Paşa önemli bir yer tutmaktadır. Nitekim Ragıb Paşa'dan sonra devlet idaresinde söz sahibi olan paşalar arada daimi olarak bir ihtilaf bulunan Rusya ile harbe sebebiyet verdiler(1769). Osmanlı Kuvvetleri başlangıçta Kırım'da ve Tuna boylarında ağır yenilgiler aldı. İbrail, Bender, Kefe, Yenikale ve Kerç gibi müstahkem yerler Ruslar tarafından işgal olundu. Rus donanması Çeşme limanında yakaladığı Osmanlı donanmasına baskın düzenliyerek yaktı.

   Bu mağlubiyetler üzerine idarede değişiklikler yapan Mustafa Han, Silahdar Mehmed Paşa'yı sadrazamlığa, Cezayirli Hasan Paşa'yı Kaptan-ı Derya'lığa, Muhsinzade Mehmed Paşa'yı Vidin seraskerliğine, Kırım Hanlığına da Üçüncü Selim Giray'ı detirdi. Bu tayinler ve fermanlarla vaziyeti düzeltmeye muvaffak olan Mustafa Han, Rusların Tuna Boylarındaki ilerlemesini önledi.1772'de başlayan sulh görüşmeleri muvaffakiyetsizlikle neticelendi. Yeniden başlayan savaşta Rusların Dobruca ve Kuzeydoğu Bulgaristan'daki Osmanlı Kasabalarını aldıktan sonra akıl almaz barbarlıklarla tahribetmeleri ve müslüman halkını küçük bebeklere varıncaya kadar, türlü işkencelerle öldürmeleri Mustafa Han'ın üzüntüden hastalanmasına ve 21 Ocak 1774'de bir cuma günü öğle ezanı okunurken hayata gözlerini yummasına sebeb oldu. Cenazesi Laleli Camii yanında bulunan türbesine defnedildi. Türbesinin başucunda yer alan bir çekmece içerisinde Peygamber efendimizin kadem-i şerifi ( Mübarek ayak izi) bulunmaktadır.

   Üçüncü Mustafa Han, dindar, çalışkan, adil, hamiyetli bir padişahtı. Verdiği vazifeleri takib eder, mes'ullerinden hesap sorardı. Saltanatı boyunca devleti kalkındırmakla uğraştı. Fakat ne yazık ki, bu hususlarda kendisine yardımcı olacak devlet adamlarından mahrumdu. O bu sıkıntısını şu ktasıyla dile getirdi.

Yıkıluptur bu cihan sanma ki bizde düzele,
Devleti Çerh-i deni verdi kamu mübtezele
Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hazele
İşimiz kaldı hemen merhamet-i lem-Yezel'e


   Üçüncü Mustafa Han ilme ve alimlere büyük değer verirdi. Alimleri huzurunda toplar, münazaralar yaptırır ve onları cömertce mükafatlandırırdı. Cihangir mahlasıyla şiirler yazdı. Padişahlığı zamanında sonradan çıkan Rusya harbinden dolayı memlekette başlayan sıkıntı ve buhrana rağmen, evvelce başladığı hayır ve imar işlerini mümkün olduğu kadar devam ettirdi. Üsküdar'da Ayazma camii'ni yaptırdı. 1766 zelzelesinde büyük hasar gören Fatih ve Eyyüb Sultan camiilerini yeniden inşa ettirdi. Yine aynı faciada yıkılan yüzlerce abide ve evi çoğu eskisi gibi olmak üzere bir kaç yıl içinde yeniden yaptırdı. Davudpaşa kasrı ile Kapalıçarşı'yı, baruthane'yi, Saraçhane'yi, Tophane ve Kızkulesi'ni tamir ettirdi.

Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #75 : Ekim 25, 2010, 11:49:23 ÖS »
MUSTAFA HAN-IV


Babası        Birinci Abdülhamid Han
Annesi       Aişe Sineperver Valide Sultan
Doğumu    8 Eylül 1779
Vefatı        15/16 Kasım 1808
Saltanatı    1807-1808


Osmanlı sultanlarının yirmi dokuzuncusu ve İslam Halifelerinin doksandördüncüsü. 8 Eylül 1779 tarihinde Aişe Sineperver Valide Sultan'dan doğdu. Şehzadeliğinde yüksek din ve fen bilgileri öğretilerek yetiştirildi. Amcası Sultan Selim Han'ın ıslahat fikirlerine karşı çıkan bazı devlet adamları yeniçerileri tahrik ettiler. Neticede Kabakçı Mustafa'nın sevk ve idaresinde ayaklanan yamaklar, Selim Han'ı tahttan indirerek şehzade Mustafa'yı sultan ilan ettiler.(29 Mayıs 1807)

   Devlet idaresini ele geçiren asiler, Nizam-ı cedid kuvvetlerini dağıttılar. İsyanın teşvikçisi köse Musa Paşa Sultan Selim taraftarlarını birer birer ortadan kaldırdı. İstanbul'daki isyan, Rus cephesindeki ordunun disiplinini de bozdu. Orduda bulunan Selim Han taraftarlar, Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşanın yanına sığındılar. Bu hadiseler üzerine Mustafa Han sadrazam Hilmi Paşa'yı azlederek yerine Çelebi Mustafa Paşa'yı sadarete getirdi. Osmanlı Ordusundaki bu karışıklıktan faydalanan Ruslar, Eflak ve Boğdan'da bazı kaleleri ele geçirdiler. Ancak bu sırada Ruslar'ın Fransa imparatoru Napoleon karşısında zor durumda kalmaları, barış istemelerine sebep oldu. 20 Ağustos 1807'de yapılan mütarekeye göre Ruslar, Eflak,Boğdan ve diğer zaptettiği yerleri tahliye ederek çekilecekti.

   Dördüncü Mustafa Han, Rusya ile yapılan mütarekeden sonra, İstanbul'da asayişi sağlayabilmek için harekete geçti. Bu sırada asiler işi çığırından çıkararak halkın mallarınıyağmalamaya, yeniçeriler de her işe karışmaya başlamışlardı. Mustafa Han öncelikle asilerin bir kısmını çeşitli bahane ve vazifelerle saraydan uzaklaştırdı. Ancak zorbaları tamamen sindirebilmek için büyük bir güce ihtiyaç vardı. Bunun için Alemdar Mustafa Paşa'nın İstanbul'a gelmesi istendi. Kendisine sadık 16 bin kişilik kuvvetle harekete geçen Alemdar, öncelikle boğaz nazırlığı yapmakta olan Kabakçı Mustafa'yı öldürterek kafasını sadrazaama yolladı. Kabakçı'nın öldürülmesi, saray erkanı ve yeniçeriler arasında büyük telaşa sebep oldu. Daha sonra İstanbul'a giren Alemdar, zorbaları ortadan kaldırmaya ve fesatçıları sürmeye başladı. Bu sırada Alemdar'ın tarafdarları Sultan Selim Han'ı tekrar tahta çıkarmaları için tahrike başladılar. Bunu sezen sadrazam Çelebi Mustafa Paşa, kendisinden İstanbul'u terketmesini istedi. Buna karşılık Alemdar Mustafa Paşa 28 Temmuz günü onbeş binden fazla askeri ile Bab-ı Ali'yi bastı. Sadrazamdan mührünü aldı. Ancak Selim'in yeniden tahta çıkması halinde kendilerini öldürteceğinden korkan asiler ve bazı devlet adamları, padişahtan Üçüncü Selim ve Şehzade Mahmud'un öldürülmeleri için ferman çıkarttırdılar. Nitekim zorla saraya giren Alemdar, Selim Han'ın hançer darbeleriyle şehid edilmiş cesedi ile karşılaştı. Hizmetkarlarının yardımı sayesinde kurtulan şehzade Mahmud' Padişah ilan etti. (28 Temmuz 1808). Mustafa Han ise, Topkapı sarayına yerleştirildi.

   Mustafa Han, zeki ve tedbirli olmasına rağmen, Üçüncü Selim Han'ın tahttan indirilmesi ve başlatmış olduğu ısla- hatların feci akıbeti neticesinde tahta çıkarıldığından, isyancıların etkisinde kaldı. Yeniçerilerin tamamen zorba bir gü- ruh olmaları sebebiyle isyancıları cezalandıracak bir kuvveti yanında bulamadı. Bu sebepşe onların isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı. Daha sonra asileri sindirmek üzere çağırdığı Alemdar Mustafa Paşanın, Selim Han'ı tekrar tahta çıkarma teşebbüsü, Mustafa Han'ın aleyhte hareketine sebep olsu. İkinci Mahmud Han'ın saltanatı döneminden ve ıslahatlarından memnun olmayan bazı devlet adamları, yeniçerileri tahrik ettiler. Ayrıca kendilerine yakın gördükleri Dördüncü Mustafa'yı tahta geçirmek için harekete geçtiler. Bu durum şeyhülislam'ın verdiği fetva üzerine Mustafa Han'ın öldürülmesine yol açtı. Mustafa Han'ın cenazesi merasim ile kaldırılarak, Bahçe kapısında babası Birinci Abdülhamid'in türbesine defnedildi. Saltanat müddeti bir sene iki ay olup, ölümünde yaşı otuz idi.

Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #76 : Ekim 25, 2010, 11:55:10 ÖS »
Nadir Şah


İran’daki Afşarlılar Hânedanının kurucusu. 22 Ekim 1688’de Kübhân’da doğdu. İmâm Kulu bin Nezr Kulu’nun oğludur. Türklerin Afşar boyundandır. Cesâreti ve yiğitliği dikkati çekerek, etrâfında toplanıldı. 1726’da beş bin kadar askeriyle Sâfevî tahtını ele geçirme mücâdelesi veren İkinci Tahmasb’ın hizmetine girdi. Tahmasb Kulu Han unvânını aldı. Afganlıları, 1727’de İran’dan uzaklaştırdı. Aynı yıl Horasan, Kirman, Sîstân ve Mâzenderân bölgelerinin vâliliğiyle mükâfâtlandırıldı. Vâliliğinde bağımsız bir hükümdâr gibi hareket etti. Adına para bastırdı. İç isyânları bastırdı. 1730’da Âzerbaycan ve Hemedan hareketine katıldı. Osmanlıların Patrona Halil İsyânı ile meşgul bulundukları sırada fırsattan istifâde ile bu devletin hudûdunda bâzı muvaffakiyetler kazandı.
Birinci Mahmûd Hanın Osmanlı Sultanı olmasıyla, İran hudûdu emniyete alındı. 1732’de, Osmanlı-Safevî Antlaşmasıyla Nâdir Han, İran’ın batısından çekildi. Sâfevî İkinci Tahmâsb’ı tahttan indirip, Üçüncü Abbâs’ı geçirdi. 1732’de Şahvekili olunca, Osmanlı-Safevî Antlaşmasını bozdu. Irak’a girdi. 1733’te Osmanlılara yenildi. Bağdat kuşatmasını kaldırdı ve İran’a çekildi. 1734’te Kafkasya Seferine çıktı. Gence’yi kuşattı. Muvaffak olamayıp, Kars’a geldi. Osmanlıların Doğu Seferindeki başkumandanı Köprülüzâde Abdullah Paşaya yenildiyse de, 1735’te Arpaçay Savaşında Türk ordusunu yenerek Gence, Tiflis ve Revan kalelerini ele geçirdi. Osmanlıların Gence Muhâfızı Genç Ali Paşa vâsıtasıyla anlaşma istedi. Bu sırada Rusya Seferine hazırlanan Osmanlılar, anlaşma isteğini kabul etti. Osmanlı Devletiyle anlaşma yaptıktan sonra, İran’da siyâsî nüfûzu daha da artan Nâdir Han, Üçüncü Abbâs’ı tahttan indirerek kendisini şâh îlân etti.

Afşarlı Nâdir Şahın, İran’da hâkimiyet kurmasıyla Şiî Safevî hânedânı son buldu. Hânedânını kurduğunu ve şahlığını arz etmek üzere, İran’daki Osmanlı heyetine, kendi adamlarını da katarak o devirde dünyânın en büyük devleti ve İslâm âleminin liderlik makâmı olan Hilâfet müessesesine sâhip Osmanlı Devletinin merkezi İstanbul’a gönderdi. İran’daki Şiîlerin Sahâbe-i kirâma küfretmelerini önlemek, bozuk inançlarından vazgeçirmek ve onlara ilim yoluyla inançlarının yanlışlığını ispat etmeleri için, Osmanlı Devletinden yardım istedi. Bağdat Vâlisi Eyyûbî Ahmed Paşa Osmanlı âlimlerinden Bağdatlı Ebülberekât Abdullah Süveydî’yi göndererek, Nâdir Şâhın isteğini yerine getirdi. Nâdir Şah, Şiî Mollaları Necef’e çağırttı. Yetmiş kadarı toplandı. Osmanlı âlimlerinden Süveydî ile Efgan müftisi ve altı Buharalı Sünnî âlim de Necef’e geldi. Nâdir Şâh, Süveydî’yi vekil tâyin edip, hak yolun iki tarafça da tasdikini istedi. Şiî Mollalara, Süveydî hazretleri tarafından sıra ile dört halîfenin üstünlükleri, Eshâb-ı kirâmın hepsine hürmet edilmesi lâzım olduğu, gayr-i meşrû yaşama tarzı olan mut’a nikâhının İslâmiyette yasak edildiği ve İran’daki bu çirkin işleri Şâh İsmâil Safevî ile onun yolunda giden çocuklarının çıkardığı ispatlandı. Sünnî âlimlerin, mollaların ve Nâdir Şahın tasdîkinden geçen antlaşma imzâlanıp, Ferman-ı Şâhî îlân edildi. Bu ferman şöyledir:

"Önce Allahü teâlâya sığınırım. Biliniz ki, Şâh İsmâil-i Safevî 1502 yılında ortaya çıktı. Câhil halktan bir kısmını yanında topladı. Bu alçak dünyayı ve nefsinin isteklerini ele geçirmek için, Müslümanlar arasına fitne ve fesat soktu. Eshâb-ı kirâma sövmeyi, Râfızîliği ortaya çıkardı. Böylece Müslümanlar arasına büyük bir düşmanlık soktu. Münâfıklığa ve düşmanlığa sebep oldu. Öyle oldu ki, kâfirler, rahat ve korkusuz yaşıyor. Müslümanlar ise, birbirlerini yiyor. Birbirlerinin kanlarını, nâmuslarını telef ediyor. İşte bunun için Megan Meydanındaki toplantıda; büyük, küçük hepimiz, beni şah yapmak istediğiniz zaman, bu isteğinizi kabûl etmeme karşılık; siz de Şah İsmâil zamânından beri, İran’da yerleşmiş olan bozuk inançlardan ve boş sözlerden vazgeçeceğinizi bildirmiştiniz. Kıymetli dedelerinizin mezhebi olan mübârek âdetlerimiz olan, dört halîfenin hak ve doğru olduğuna kalp ile inanacağınıza ve dil ile de söyleyeceğinize, bunları sövmekten, kötülemekten sakınacağınıza ve dördünü de seveceğinize söz vermiştiniz. İşte bu hayırlı işi kuvvetlendirmek için, seçilmiş âlimlerden, dînine bağlı yüksek zatlardan soruşturdum. Hepsi dedi ki, Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem hak yoluna çağırdığı günden beri, Sahâbe-i râşidîn olan dört halîfenin (radıyallahü anhüm) herbiri, dîn-i mübînin yayılması için canlarını ve mallarını fedâ ettiler ve bu uğurda, çoluk çocuklarından amca ve dayılarından ayrıldılar ve her söze, iftirâya, oka katlandılar. Bundan dolayı, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, husûsî sohbetleriyle şereflendiler. Böylece “Muhâcirlerden ve Ensârdan, ileri olanlar” âyet-i kerimesiyle medh ve senâya kavuştular. İyilerin efendisi vefât ettikten sonra, ümmetin işlerini gören, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinin sözbirliğiyle, hilâfete, birinci halîfe, mağara arkadaşı Ebû Bekr-i Sıddık radıyallahü anh getirildi. Bundan sonra, halîfenin tâyin ve Eshâb-ı kirâmın kabul etmesiyle hazret-i Ömer Fâruk radıyallahü anh ve ondan sonra, altı kişi arasından ve sözbirliğiyle Zinnûreyn Osman bin Affân radıyallahü anh ve bundan sonra Allah’ın arslanı, arayanların aranılanı, şaşılacak şeylerin hazînesi, emîr-ül-müminîn Ali ibni Ebî Tâlib radıyallahü anh halîfe oldu.

Bu dört halîfeden, herbiri, kendi hilâfetleri zamanında, birbirleriyle uygun her türlü ayrılık lekesinden temiz idi.

Kardeşlik ve birlik üzere idiler. Herbiri, İslâm memleketlerini şirkten ve müşriklerin kininden korudular. Bu dört halîfeden sonra, Müslümanlar îmân ve îtikâdda birlik idi. Her ne kadar, zaman ve asırlar geçmesiyle, İslâm âlimlerinin oruç, hac, zekât ve başka yapılacak işlerde ayrılıkları oldu ise de, inanılacak şeylerde ve Resûlullah’ı (sallallahü aleyhi ve sellem) ve O’nun Eshâbını sevmekte ve hepsini hâlis olarak tanımakta hiçbir kusur ve noksan, bozukluk ve gevşeklik olmadı. Şah İsmâil’in ortaya çıkmasına kadar bütün İslâm memleketleri, böyle saf ve temiz idi. Sizler selîm aklınızla ve temiz kalplerinizin irşâdı ile, sonradan çıkarılan Eshâb-ı kirâmı sövmek ve Râfızî olmak yolunu, çok şükür bıraktınız. Dîn-i İslâm sarayının dört temel direği olan dört halîfenin sevgisiyle kalplerinizi süslediniz. Bunun için ben de, bu söz verdiğimiz beş kararımızı, gökler gibi yüksek, karaların ve denizlerin hâkânı, haremeyn-i şerîfeynin hizmetçisi, yeryüzünün ikinci Zülkârneyn’i, büyük İslâm Pâdişâhı, kardeşimiz, Rum memleketlerinin sultanına bildirmeyi söz veriyorum. Bu işi arzumuza uygun olarak bitirelim.

Bu yazdıklarımız, Allahü teâlânın yardımı ile, çabuk meydana çıksın! Şimdi bu hayırlı işi kuvvetlendirmek için, allâme-i ulemâ (Molla Ali Ekber) molla başı ve başka yüksek âlimlerimiz bir tezkire yazdılar. Böylece, bütün şüphe perdelerini yırttılar. İyice anlaşıldı ki, bütün bu Râfızîlik ve bid’atlar ve ayrılıklar, Şâh İsmâil’in çıkardığı fitnelerden doğmuştur. Yoksa ondan önceki zamanların hiçbirinde ve İslâmın başlangıcında, bütün Müslümanların îmânları, düşünceleri tek bir yolda idi. Bunun için, Allahü teâlânın yardımı ile ve O’nun kalplerimize sunması ile, bu şerefli ve yüksek kararı almış bulunuyoruz. İslâmiyetin başlangıcından, tâ Şah İsmâil’in çıkmasına kadar bütün Müslümanlar, Hulefâ-i râşidîni hak bilirlerdi. Bunları sövmekten, kötülemekten çekinirlerdi. Hatîb efendiler ve büyük vâizler, minberlerde ve derslerde, bu halîfelerin iyiliklerini, güzel hallerini, üstünlüklerini söylerlerdi. Mübârek isimlerini söylerken ve yazarlarken radıyallahü anhüm derlerdi. Derin âlim ve üstünlerin özü Mirzâ Muhammed Ali hazretlerine emreyledim ki, bu; “Fermân-ı hümâyûnumuzu, bütün İran şehirlerine yaysın. Milletim de işitsin ve kabul eylesin! Buna uymamak, karşı gelmek Allahü teâlânın azâbına ve Şâhenşâhın gazâbına sebep olacaktır. Böyle bileler”.

Nâdir Şâh, Afşarlılar Hânedânının hâkimiyetini genişletmek için 1737’de Afganistan’ın Kandehar bölgesine gitti. Kandehar’da Nâdirâbâd şehrini kurdu. 1738’de Hindistan Seferine çıktı. Gazne, Kâbil, Celâlâbâd şehirlerini zabtederek, Peşaver’den Lahor’a girdi. 1739’da Gürgâniyye Devletinin başşehri Dehli’yi aldı. Gürgâniyye Devleti Sultanlığına Muhammed Şâhı getirtti. Hindistan’ın İndüs Nehri kuzeyindeki eyâletler Afşarlılar Hânedanlığına ilhak edilip, hazînesini doldurdu. İran halkı üç yıl vergi dışı bırakıldı. Afşar askerine fazlasıyla ihsânlar dağıtıldı. 1739 yılı sonunda Kabil’e geldi. Âniden Hindistan Seferine geri dönüp, Hind Hükümdârı Hudâ Yar Han Abbâsî’yi esir alıp, 1740 baharında Kâbil’e döndü. 1740 yazında Türkistan’a girdi. Buhara Hanlığı ile Ceyhun Nehri hudut kesildi.

Karışıklıklar üzerine 1741’de Kafkasya Seferine çıktı. Yolda, Mazenderân yakınlarında suikasta uğrayarak, yaralandı. Suikastla alâkalı görülen, Veliahd Rızâ Kulu cezâlandırıldı. Dağıstan’a girdi. Ruslarla münâsebeti gerginleşti. İran’da Afşarlı Hânedânına karşı cephe alındı. İsyanlar başladı. 1743’te Osmanlı hâkimiyetindeki Musul’dan Irak’a girdi. Bağdat’a kadar geldi. Bağdat Vâlisi Eyyûbî Ahmed Paşayla dostça münâsebetler kurup, geri çekildi. 1743’te Kars’a geldi. Kars başkumandanı Yeğen Mehmed Paşanın hastalanıp vefâtıyla, Nâdir Şâh, Kâğâverd’de muvaffakiyet kazandı ise de Osmanlılardan anlaşma istedi. 4 Eylül 1746’da Osmanlı - Afşar Antlaşması imzâlandı. Hudut değişikliği olmadı.

Nâdir Şahın, Sünnîlere tanıdığı haklar, Eshâb-ı kirâma, mübârek makamlara ve âlimlere hürmeti, Râfızîlerin çirkin âdetlerini yasaklaması, halkının çoğunluğu Şiî olan İran’da büyük isyan ve karışıklıkların çıkmasına sebep oldu. Temmuz 1747’de, Sîstân İsyanını bastırmak üzere sefere çıktığında, Fethâbâd civârında âsîler tarafından şehit edildi. Âilesi ve yakınları kılıçtan geçirildi. Hazînesi yağma edildi. Nâdir Şâhın şehit edilmesiyle, İran’da başlattığı ıslahatlar durdu. Çok kan döküldü. Kurduğu Afşarlılar Hânedânı 1795 yılına kadar İran’a hâkim oldu.


Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.


Çevrimdışı @sen@

  • Moderator
  • *
  • İleti: 4979
  • Rep Puanı: +100/-0
Ynt: Hükümdarlarımız
« Yanıtla #77 : Ekim 25, 2010, 11:58:58 ÖS »
Nureddin Mahmud Zengî


Selçuklu atabeglerinden. Künyesi Ebü’l-Kâsım Mahmûd bin İmâdeddîn Zengi’dir. 1118’de Musul’da doğdu. Musul ve Haleb Atabegi İmâmeddîn Zengi’nin oğludur. İyi bir eğitim ve öğretim görerek, İslâm terbiyesiyle yetiştirildi. Gençliğinden îtibâren babasının seferlerine katılarak kumandanlık vasıflarını geliştirdi.
Babası İmâmeddîn Zengi’nin 1146’da öldürülmesinden sonra Musul Atabegliği oğullarından Seyfeddîn Gâzi ile Nûreddîn Mahmûd arasında paylaşıldı. Seyfeddîn Gâzi Musul merkez olmak üzere Fırat Nehrinin doğusunda kalan yerleri alırken, Nûreddîn, Halep merkez olmak üzere Fırat Nehrinin batısında kalan yerleri aldı.
Bu sırada Zengi’nin ölümünü fırsat bilen Haçlı liderlerinden İkinci Joscelin, bir kısım Hıristiyan halkla anlaşarak Urfa’yı ele geçirmeye muvaffak oldu. Nûreddîn Mahmûd, bu haberi duyunca süratle gelerek kaleyi tekrar ele geçirdi. İhânet eden Hıristiyanları cezâlandırdı. Halep bölgesine hâkim olup, Hıristiyanların elindeki Keferlâsa ve Artak’ı aldı.
1148’de Seyfeddîn Gâzi Musul’da vefât edince bâzı komutanlar Nûreddîn’in atabeg olmasını istediler. Fakat, Kutbeddin Mevdûd, atabeg oldu.
Sincar Vâlisi, Nûreddîn’i dâvet ederek şehri teslim edince, Mevdûd ordusuyla harekete geçti. Fakat iki kardeş arasındaki anlaşmazlık barış ile netîcelendi. Nûreddîn, Humus ve Rakka’yı alıp Sincar’ı kardeşine verdi (1149). Bu târihten itibâren iki kardeş, Haçlılara karşı Müslümanları birleştirmek için çalıştı. Nûreddîn, Antakya topraklarını zapt etti. Harim civârını yağmalatıp, İnnib Kalesini kuşattı. Sıra ile Harim’i ve Fâmiye Kalesini aldı. Mevdûd da Nûreddîn’in bu muhârebesine katıldı. 1153’de Hıristiyanlardan Askalan’ı aldı. Askalan’ı kaybeden Hıristiyanların Şam’a yönelmeleri üzerine Şam’ı Emir Mucirüddîn’den alarak kendi toprakları arasına kattı (1154). Esediddîn Şirkûh’u Şam vâlisi yaptı ve Haçlıların saldırılarını bertaraf etti. Sonra Mısır işleriyle alâkadar olmaya başlayan Nûreddîn Zengi, Şirkûh ve yeğeni Selâhaddîn Eyyûbî’yi Mısır’a gönderdi. 1164 yılında Harim’i yeniden Haçlılardan aldı. 1169 yılında Şirkûh, Mısır’da hâkimiyeti ele geçirdi. Selâhaddîn Eyyûbî, Nûreddîn Zengi’nin emriyle 1171 yılında Fâtımîleri tamâmen ortadan kaldırdı.
1173 yılında Anadolu’ya giren Nûreddîn Zengi, İkinci Kılıç Arslan’a âit bâzı kasabaları ele geçirdi. Bu esnâda Bağdat Abbâsî halîfesi kendisine Musul, Elcezire, İrbil, Hilât, Sûriye, Mısır ve Konya hükümdârlığını tasdik ettiğini belirten bir menşûr verdi. Fakat çok geçmeden Sultan Nûreddîn Zengi, Şam’da vefât etti (1174). Kendi yaptırdığı Nûriye Medresesine defnedildi. 1147-1149 yılları arasında gerçekleşen İkinci Haçlı Seferlerini netîcesiz bırakan İslâm kahramanlarından biri olan Nûreddîn Zengi, kurduğu eğitim kurumları, sosyal tesisler ve yaptığı îmâr faaliyetlerinin yanında, güçlü bir devlet kurucusu olan Selâhaddin Eyyûbi’yi yetiştirmesiyle de tanınmaktadır. Halep, Şam, Hama, Humus, Baalbek, Menbic ve diğer şehirlerde büyük medreseler, câmiler, imâretler, kervansaraylar, hastâne ve dâr-ül-hadîsler yaptırdı. Masrafların karşılanması, tâmirâtı ve yaşatılması için büyük vakıflar bıraktı. Şam’da yaptırdığı büyük hastâne, devrin en meşhur mütehassıs doktorlarının hizmet verdiği bir sağlık müessesesiydi. Hadis üniversitesi mâhiyetindeki ilk Dâr-ül-hadîsi o kurdu ve pek çok kitap vakfetti. Rasadhâne kurdurarak, güneş saati yaptırdı. Dindâr olup, ilim adamlarının hâmisiydi. Karargâhında dahi Kur’ân-ı kerîm okutup, hürmetle dinlerdi. Ülkesini adâletle idâre ettiği için“Melik-ül-âdil” lakabıyla tanındı. Haftada iki gün halkın huzûruna çıkarak şikâyetleri dinlerdi. Haksızlıkların önüne geçmek ve devletin menfaatlerini korumak için, hassas bir haber alma teşkilâtı kurdu. Haberleşmede güvercinlerden de faydalandı. Kendisinin ve âile çevresinin ihtiyaçlarını, ihsanlarını, şahsî malından karşılardı. Ganîmetten, âlimlerin helâl dediklerinden başkasını almaz, altın, gümüş kullanmaz ve ipek giymezdi.


 
Zordur benimle yürümek. Bunu benimle yola çıkanlar bilir, hepsi yarı yolda gittiler. Suç kimde? Ben zoru seviyorum, onlar sevmiyor. Yapacak bi şey yok. Suçum var mı? Tabi ki var. 'Zor yola, kolay kişilerle çıkmak en büyük hatam'.