Gönderen Konu: Osmanlı beyliği ve Osmanlı devletinin kuruluşu (I. MURAD (DÖNEMİ)-3)  (Okunma sayısı 889 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı sars

  • Bağımlı Üye
  • ***
  • İleti: 70
  • Rep Puanı: +3/-0
OSMANLILARIN BALKANLAR'DAKI MUVAFFAKIYETLERININ MANEVÎ SEBEPLERI

Kurulusundan itibaren Müslüman bir topluma istinad eden bünyesi ile ser'î hukuku hem amelî, hem de nazarî bir sekilde uygulayan Osmanli Devleti, bu anlayisim devletin bütün sistem ve organlarinda devam ettiriyordu. Çünkü "bu devlette din asil, devlet ise onun bir fer'i olarak görülmüstür". Bu bakimdan Osmanli Devleti'nin bütün müesseselerinde bu anlayisin hakim olmasi ve sosyal bünyenin buna göre organize olmasi normal karsilanmalidir. Bu anlayis sebebiyledir ki, Osmanlilar, Balkanlarda idarelerine aldiklari yerli unsurlarin din ve vicdan hürriyetlerine müdahale etmedikleri gibi onlari diger milletlerin her türlü baskisindan da kurtarmislardi.

Her ne kadar Osmanlilar, kurulus yillarinda askerî islere fazla ehemmiyet veriyor ve askerî basarilarini bu sayede hazirliyorlarsa da, onlarin bu muvaffakiyetlerinin sebebini sadece askerî saha ile sinirlandirmak mümkün degildir.

Bilindigi gibi, tarihî bir yerlesim bölgesi olarak Balkan Yarimadasi'nin güneyinde Akdeniz bulunmaktadir. Burada yüzlerce adasiyla Ege, adeta Balkanlar içindedir. Batida Adriyatik Denizi, kuzeyde ise Tuna irmagi bulunmaktadir. Farkli kültürlere sahip insanlarin yasadigi bu bölge, jeopolitik yönü ile önemli idi. Balkan yarimadasi içinde stratejik massif daglik bölgeler, bogaz ve geçitler, devletin kurulus asamalarini belirlemistir denebilir. Bu jeopolitik faktör, Balkanlarda Osmanlilarin yayilis ve fetih dönemlerini anlamak için büyük bir önemi haizdir.

Öyle anlasiliyor ki bazi kimseler, Osmanlilarin Balkanlardaki ilerleyisini ve oradaki hakimiyetini sadece Osmanli askerî gücü ve karsi tarafin daginik olmasina baglamak istiyorlar. Böylece bir bakima Osmanlilarin fazla bir sey yapmadiklarini anlatmaya çalisiyorlar. Nitekim bu konuda:

"Osmanlilarin Balkanlardaki genislemesi, hem iç islerini halletmis olmalari, hem de fetih yöntemleri yüzünden kolaylasiyordu. Balkanlarda cografya ve siyaset, siki bir sekilde birbirine baglidir. Daglar, ordularin geçisine hesaba katilir bir engel olusturmazlar. Bir kaç su yolunun denetim altina alinmasiyla Tuna vadisine geçit bulunur. Eger Tuna'ya Demir-Kapi'nin ilerisinde bir noktadan erisilirse Macaristan ve Orta Avrupa akinlara müsaittir. Bölgeyi isgal etmek isteyenler, Eflak ve Bogdan yönünde hareket edebilir, daha sonra da Karadeniz kiyisi boyunca ilerleyebilirler. Böylesi genis bir arazinin savunulmasi siyasî birlik ve bunun olmayisi halinde de isbirligi ve es güdüm ister. Ondördüncü yüzyilin son çeyreginde Balkanlar, siyasî bakimdan birlesik degildi. Burada oturanlar, kendi aralarindaki rekabet ve karsilikli kiskançliklarla hirpalanmis bulunduklarindan Osmanlilara karsi birlikte direnis gösterecek takatten mahrumdular." denilip fikirler ileri sürülmektedir.

Osmanli fetihlerini ve bu fetihlerdeki basariyi, bölge halklari arasindaki çekisme ve cografî sebeplere baglayacak kadar basite indirgemek, her halde dogru olmasa gerekir. Zira Osmanlilardan önce de bölge, defalarca istilaya ugramisti. Fakat bunlarin hiç birinde Osmanli Türkü'nün gösterdigi basariya denk bir muvaffakiyete tesadüf edilmemistir. Aksine Balkan ülkeleri, zaman zaman gelen bu kavimleri kendi bünyelerinde eritmesini bilmislerdir. Bu bakimdan Osmanlilarin basarili olmasinda ve hatta herhangi bir zorlama olmadan bölge halklarini kendi dinlerine sokmalarinda baska sebepler aramak lazim gelecektir.

Gerçekten Osmanlilar, vicdan hürriyetini temel tasi kabul eden, ekonomik ve sosyal haklara saygi gösteren bir anlayisla, idareleri altina giren kavimleri yumusak ve müsavatçi prensipler ile idare ediyorlardi. Onlar, bundan baska türlü davranamazlardi. Çünkü mensubu bulunduklari Islâm, onlarin baska türlü davranmalarina ve idarelerindeki insanlara karsi baska türlü muamelede bulunmalarina izin vermiyordu. Islâm, Müslümanlarin feth ettigi topraklarda yasayan hiç bir kimsenin zorla dine girmesine müsaade etmez. O, herkesi inanç ve fikrinde serbest birakir. Hak ile bâtilin neler oldugunu, inançlar arasindaki orta ve dogru yolun hangisi oldugunu bildirmekle yetinir. Zorlama sonunda müslüman olma keyfiyetinin Islâmi bir hareket olmadigini beyan etmekten çekinmez. Bu sebepledir ki Müslüman Türklerle Hiristiyan Balkanlilar arasinda çok iyi bir ahenk tesis edilmis, aralarinda din ayriligindan baska bir sey kalmamisti. Islâm'i kabul etmeyenler bile Osmanli idaresinden o kadar memnundular ki, sözde kendilerini kurtarmaya gelen Haçlilara hiç iltifat etmediler. N. Jorga (Geschichte des Osmanischen Reiches, I, 456) bu mevzuda sunlari söyler: "Ne kadar tedkik edersek edelim, Osmanli Imparatorlugu'nun idaresine giren bir sehir veya bir millet içinde, Osmanli idaresine karsi en ufak bir memnuniyetsizlige bile rastlamiyoruz. Balkanlari kurtarmaya gelen ve ekseriya bütün Hiristiyan âleminin vicdanlarina hitab edebilecek bir surette Haçli seferleri karakteri tasiyan bütün Avrupa milletlerinin istirak ettikleri o büyük seferlerde bile Osmanli idaresinde bulunan yerli Hiristiyan halkin bunlara katilmak arzusunu göstermediklerini katiyyetle görüyoruz.”

Osmanlilar, sadece idareleri altinda yasayan milletlerin, dinî hürriyet ve serbestisini saglamakla kalmamis, ayni zamanda Balkanlar'daki milletlerin de bunu kazanmalarina yardim etmislerdi. Sayet Türkler, Rumeli'ye ayak basip Balkan Türklügü'nü kurmamis ve farkli kavimlere vatan olmus Balkan cografyasi üstünde hâkim ve efendi millet olarak teskilat ve idaresini tesis etmemis bulunsalardi, bugün ne Sirp, ne Sloven, ne Bulgar, ne Romen ne de bir Yunan milleti kalmis olurdu. Zira Ortodoks Balkan Hiristiyanligi ne çekmisse dindaslari olan Katolik Latinlerden çekmistir. Öyle ki bu zulüm ve ceberut, Ortodoks mezhebindeki Balkan topluluklarim eritip ortadan kaldirmak yoluna giderken, ancak Türklerin Rumeli'ye adim atmalari ile Katoliklerin bu imha ve kolonizasyon politikasina son vermistir. Büyük Lui (Ludwig I, 1342-1382) devrinde Avrupa'nin en büyük devletlerinden biri haline gelen Macaristan, Balkanlara göz dikmis ve Vidin Prensligini zapt ederek, Katolikligi büyük bir enerji ve tazyikle Balkanlara yaymaya baslamisti. Bu tazyik sonucu olarak Balkanlar, Katolik mezhebine girmeye mahkum olmustu. Fakat Osmanlilarin, Macarlari önlemek üzere derhal kuzeye atilmalari bu tehlikeye bir set çekmis ve Balkanlarda Ortodoks mezhebinin serbestçe yasamasini mümkün kilmisti.

Uzunçarsili da bu dönemden bahsederken: "Görülüyor ki, yeni dogan Osmanli devletinin sür'atle genislemesinde, denizi asarak Balkanlari isgalinde yalniz fütûhatin ve devletler arasindaki ihtilaflardan istifadenin ve siyasetteki maharetin degil, ayni zamanda mânevî sebeplerin de tesiri vardir. Ancak bu sayededir ki Türkler, Rumeli'de isgal ettikleri (feth ettikleri) genis ülkeleri bir avuç kuvvetle elde tutmuslardir. Ve yine bu sayede Timur'un sadmesiyle Osmanli Devleti, Anadolu'da parçalandigi halde Rumeli'de dimdik durmustur" demektedir. Tarihî olaylara bakildigi zaman bu ifadelerin ne kadar gerçek olduklari görülür.

Gerçi Osmanli Beyligi, daha kurulus safhasinda iken askerî ve adlî teskilatla ise baslamisti. Bu esnada özellikle askerî islere fazla agirlik verilerek muvaffakiyetin sebepleri hazirlanmisti. Bununla beraber bu zahirî (görünür) kudret, halki tamamen ayri dinde olan yabanci bir bölgede, yani Balkanlar'da göz kamastiran hizli ve suurlu bir yayilma ve yerlesme için kâfi degildi. Bunun birtakim manevî ve ruhî sebepleri de vardi.

Osmanli Beyligi, Anadolu'daki fetihleri esnasinda hiç bir siyasî firsati kaçirmamaya gayret ediyordu. Onlar, feth ettikleri yerlerdeki halkla kaynasarak onlarin dinî, örfî ve sosyal islerine karismiyorlardi. Onlarin, vicdan hürriyetlerine hürmet etmis ve agir vergiler altinda ezilmis olan yeni tebeasindan belli bir vergi (cizye) almakla Yetiniyorlardi. Kanunlara aykiri olarak keyfî hiçbir muameleye müsaade etmediler. Bundan dolayi Osmanli Türklerinin sür'atle ilerlemeleri ve feth edilen bölge halkinin Türk idaresini kendi idarelerine tercih etmelerinin sebebini anlamak kolaydir. Bu konuda ilk Osmanli eserlerinde (Asikpasazâde, Nesrî) epey bilgi vardir. Nitekim 1355 yilinda Osmanlilara esir düsmüs olan Selanik bas piskopos'i Gregory Palamas'in mektubu da bu durumu açik bir sekilde ortaya koymaktadir. O, Hiristiyanlari tam bir serbesti içinde görmüstü. Orhan'in oglu Süleyman Pasa, ona hiristiyanlik hakkinda serbestçe bazi sorular sormustu. Isin daha enteresan tarafi, bizzat sultan Orhan, Palamas ile görüsür ve ulema ile onun arasinda bir münazaranin yapilmasini emreder.

Osmanlilar, Anadolu'da nasil Hiristiyan varliklarini ve idare tarzlarini bozmayarak onlari kendi nüfuzlari altina aldilarsa bu müsaadeyi Rumeli'de daha genis bir sekilde ve onlarin eski varliklarini muhafaza etmek üzere tatbik etmislerdir ki, bunu Osmanli tahrir defterlerinde birçok örnekleri ile görmekteyiz. Gerçekten, dogrudan dogruya Osmanli yönetimi altina alinan topraklarda Osmanlilar, yerli senyör ailelerinin çogunu eski feodal topraklarinda timar sahibi olarak birakiyordu. Böyle bir mazhariyete nail olabilmek için bunlarin eski dinlerini birakmalari sarti aranmiyordu. 1500 tarihine kadar Rumeli'de pek çok Hiristiyan timar sahibi bulunuyordu. Yani halk gibi yerli aristokrasi de sadece yeni bir hanedani Osmanli hanedanini tanimaktan ve onun hizmetine girmekten baska bir sey yapmiyordu. Henüz ilhak olunmayan bölgelerde, tâbi despotluk veya senyörlükler, kendi aralarindaki anlasmazliklar için metbulari olan sultana bas vuruyorlardi.

Zaten, bastan basa hiristiyanlarla meskûn olan Balkan Yarimadasinda bu tarzdaki hareket ve davranisin Osmanli fetihlerini kolaylastirdigi bir gerçektir. Kisa zamanda bölgeyi bir Osmanli topragi haline getiren âmil, bu âdilâne hareket ve idarî siyasetteki inceliktir. Bir taraftan Bizans Imparatorlugunun bozulmus olan idare tarzi, vergilerin keyfi olmasi, Rum bey ve hatta imparatorlarinin kendi küplerini doldurmak isteyerek halki soymalari, asayissizlik ve ekonomik buhran gibi âmiller, halkin Osmanli idaresini memnuniyetle karsilamasina sebep olmustu. Bizans ve diger derebeylerin idare tarzina karsilik Osmanlilarin disiplinli hareketleri ve feth edilen yerlerin halkina karsi adaletli, sefkatli ve taassuptan tamamen uzak bir siyaset takip etmeleri, vergilerin tebeanin ödeme imkânlarina göre tertip edilmis olmasi ve bilhassa Ortodoks olan Balkan halkini Katolik mezhebine girmek için ölümle tehdid edenlere karsi Türklerin buralardaki unsurlarin dinî ve vicdanî hislerine hürmet göstererek bu ince ve hassas noktayi prensip olarak kullanmalari, Balkanlilarin Katolik tazyikine karsi Osmanli idaresini bir kurtarici olarak karsilamalarina sebep olmustur. Balkan milletleri bunu yapmakla, Osmanlilara karsi böyle bir tavir sergilemekle yerinde bir karar vermislerdi. Çünkü Osmanli rejimi, din ve irk ayirimi gözetmeyen, bütün tebeayi Osmanli Devleti semsiyesi altinda birlestiren siyasî bir idare idi. Osmanlilar, devletlerini kurarken kitleleri çeken bu uzlasici, koruyucu ve hos görülü siyaseti suurlu bir sekilde takib ediyorlardi. Onlarin idare sistemi, tamamen insanî idi. Hiç kimse dininden veya irkindan dolayi küçük görülmemis, zorlanmamis ve sadece bu sebepten dolayi öldürülmemistir. Bir Batili yazarin bu konudaki görüsleri, Osmanlilarin gayr-i müslimlere karsi takindiklari tavirin nasil oldugunu açik bir sekilde ortaya koymaktadir. Ona göre Osmanli idaresinin insanî yönünü ortaya koyan faktörlerden biri de sudur:

"Kendi idaresi altinda yasayan Hiristiyan ve Mûsevîler, vergilerini zamaninda verdikçe ve Müslümanlari kizdiracak kiskirtici bir harekette bulunmadikça onlara en güzel bir sekilde muamele etmek."

Osmanli fetihlerinin en açik ve bariz özelliklerinden biri de, onlarin bu hareketlerinin gelisigüzel bir macera veya rastgele bir yerlesme ugruna olmamis olmasiydi. Onlarin her hareketi, bilinçli bir yerlesmeye yönelik olarak yapilmistir. Bu da feth edilen yerlerdeki halkin hosnutluguna ve yeni idareden memnun olmalarina istinad ettirilmistir. Fetih prensiplerinden biri de yeni elde edilen stratejik yerlere, büyük ve önemli sehir ile kasabalara Anadolu'dan göçmenler getirtilerek yerlestirmek (iskân) olmustur. Elde edilen topraklar da mirî, mülk ve vakif suretiyle muhtelif kisimlara ayrilip sehir ve kasabalarda derhal ilmî ve sosyal müesseseler vücuda getirilmistir. Bu isabetli siyaset, gerek Anadolu, gerek Rumeli'nin fethinde o kadar maharetle tatbik edilmistir ki, halk bu yeni idareyi yadirgamadiktan baska gösterilen muamele ve müsamahadan memnun kalmistir.

Osmanlilarin hosgörüsünden bahseden birçok yabanci yazar, sadece Balkanlari degil, daha sonraki dönemleri hatta Istanbul'un fethinde gösterilen müsamahadan söz ederek Osmanlilarin ne kadar hos görülü olduklarini anlatirlar. Örnek olmasi bakimindan Brockelmann'in bir ifadesini buraya aliyoruz:

"Müslüman Türkler, fetihleri esnasinda isteselerdi hiristiyanligi tamamen yok edebilirlerdi. Fakat mensubu bulunduklari din, buna müsaade etmez. Bu yüzden Fâtih Sultan Mehmed, nasil ki daha önce dedeleri, kendi kilise teskilatinda serbest birakmak suretiyle Bulgarlari rahatsiz etmedilerse o da eski dinî gelenekle taninmis Islâmî devlet görüsüne de tamamiyle uygun olarak Ortodoks Rum ruhanî sinifinin silsile-i meratibini bütün selahiyetleri ile tanidi. Hatta o, hiristiyanlar üzerindeki medenî hukuk alaninda kaza hakkini tanimak suretiyle kilisenin nüfuzunu artirdi bile." der.

XV. yüzyilin ilk yarisi içinde (II. Murad zamani) Rumeli'yi gezerek Türklerle diger Balkan hiristiyanlarinin sosyal durumlari hakkinda bir mukayese yapmis olan ve Türklerin her konuda Balkanlilardan üstün olduklarini gösteren Bertrandon de la Broqulere ise sunlari söylemektedir:

"Büyük bir refah içinde bulunan Türk köylüleri, Hiristiyan köylülerin çogunun aksine olarak hiç bir zaman yalin ayak gezmezler, dizlerine kadar çikan sari çizme giyerler; Türkler, erken kalkar ve islerine erken giderler. Sükûnet ve büyük bir gayretle is görürler. Rumlar, Sirplar ve Bulgarlarin aksine olarak Türkler, evlerinin kendilerine mahsus olan kisminda ehlî hayvan bulundurmazlar. Hiç bir Türk, temizce yikanmadan evinden çikmaz. Bir hayvanin yedigi yemegi bir Türk yemez. Bir tavuk kesmek istedigi takdirde bile onu bir müddet temiz yiyecekle besler. Merhamet sahibi olan Türk, harpte mecburiyet altinda insan öldürür. Tabiaten sukûtî olmasina ve çalismakla sertlesmis bulunmasina ragmen siir kabiliyeti yüksek, ilme meyil ve istidadi çoktur..."

Bunlari söyleyen seyyah, ahlâk bakimindan da Türklerin Balkanlilardan üstün olduklarini söyle anlatiyor:

"Türkiye'de giristigim her is ve bulundugum her münasebette Türkler'de Rumlara nazaran çok daha fazla arkadaslik duygusunun mevcud oldugunu gördüm. Ve Türklere Rumlardan ziyade itimad ettim." dedikten sonra:

"Gerek sehirde, gerek köyde Türkler kuvvetli, cengaver, kanaatkâr isçi, namuslu tüccar, sadik arkadas ve himaye edici efendilerdir. Kisaca, dogru ve samimi kimselerdir."

Iste Balkanlari fethe baslayan küçük Osmanli Beyligi'nin manevî ve sosyal cephesi de böyleydi. Bu karakter ve manevî cephe, devletin suurlu siyaseti, azim ve irade kudreti ile bir ahenk teskil edince bunun neticesinin ne olabilecegini yine Osmanli tarihi gösteriyor.

OSMANLI KARAMANLI MÜNASEBETLERI

Daha önce, Anadolu Selçuklu Devleti'ne merkezlik (payitaht) yapmis bulunan Konya'nin yeni sahipleri olan Karamanogullari, bir bakima kendilerini Selçuklularin vârisi gördüklerinden, Anadolu'da üstünlük iddiasinda bulunuyorlardi. Bu sebeple de Osmanlilarin, Anadolu'daki gelisme ve genisleme hareketlerine karsi koymaya çalisiyorlardi. Gerçi Osmanli-Karamanli rekabeti, Osmanlilarin Eretna Beyligi'nden Ankara'yi aldiklari zamanda baslamisti. Fakat Sultan Birinci Murad, bir çatismaya girmemek ve Müslüman kani dökmemek için büyük bir gayret sarf ediyordu. Ancak Osmanlilarin, Germiyan ve Hamid ogullan arazisinden bir kismini evlenme, bir kismini da para ile satin alip Karamanogullan'nin kalbi durumunda olan Konya'ya dogru büyük bir ilerleme kayd etmeleri, iki tarafi ayni sinirlan paylasan komsu iki devlet haline getirmisti. Böyle olmakla beraber kizi Nefise Sultan'i Karamanoglu Beyi Alaeddin Ali Bey ile evlendiren Sultan Murad, Karamanlilar'la akrabalik kurmak suretiyle Anadolu'dan emin vaziyette Rumeli harekâtina devam edecegini ümit ediyordu. Gerçekten de Sultan Murad'in gayesi, Anadolu'daki Müslümanlarla degil, Bati'daki Hiristiyan devletlerle mücadele etmek, oralarda fetihlerde bulunmakti. Nitekim Karamanoglu'nun isyanini ve kendi topraklarina saldirisini duyunca söyle demekten kendini alamamisti:

"Su ahmak zalimin yaptigi isleri görün. Ben, Allah Teâlâ yolunda din gayretiyle çalisarak ülkemi birakip, bir aylik yol kâfir içine gireyim. Gece ve gündüz ömrümü gazaya sarf etmek için niyet edeyim, yeyip içmeyi terk edeyim, bela ve mihneti seçeyim, o gelip bir bölük mazlum Müslümanlarin üzerine düssün. Yagma edip anlari incitsin. Ey gaziler, bu zalimleri nasil edeyim? Beni gazadan men ederek, bana, Müslümanlar üzerine kiliç sallamak kötü isini isletir. Eger vaz geçip cihad ve gaza ile mesgul olursam, Müslümanlar zâlim eline düser. Eger üzerine varirsam gaza kilan gazilerin kiliçlarini mü'minlerin üzerine döndürmek lâzim gelir" diyerek bir hayli tereddüd geçirmisti. Nihayet, Karamanli'nin bu zulmü karsisinda çaresiz kalinca, tekrar Anadolu'ya geçerek Bursa'ya gelir. Hayreddin Pasa'yi da Rumeli'nde birakir. Sultan Murad, daha sonra bizzat Karamanoglu'na da söyle diyecektir:

"Hey bedbaht, müfsid, zâlim, benim kastim ve isim gece gündüz gazaya adanmaktir. Benim gazama mani olur. Ben gazada iken Müslümanlari incitirsin. Ahd ü emân bilir adam degilsin. Senin kökünü kazimayinca huzur ile gaza edemem. Nasil barismak, zira gazaya mani olan ile gaza, en büyük gazadir" diyecektir. Hemen hemen bütün Osmanli tarihlerinde buna benzer ifadelerin bulundugunu söylemek mümkündür. Bütün bunlardan, Sultan Murad'in, Karamanli ile bir savasa girmek istemedigini, zira Müslüman kaninin akitilmasina gönlünün razi olmadigini çikarmak mümkündür. Kendi öz kizini Karaman Beyine nikahlayip onunla akrabalik bagi kurmasi da bunun açik delilidir. Fakat Venedik, Sirbistan ve Papalik gibi Hiristiyan devletler, Osmanlilarin Balkan fetihlerini basarisizliga ugratmak için Karamanogullari'ni Osmanlilara karsi tahrik edip kullanmakta idiler. Bu tahriklere kapilan Alaeddin Ali Bey, 1386 yilinda Osmanlilarin elindeki Hamid Ogullari topraklarina saldirir. Karamanlilar, Osmanlilarin; Hamid Ogullarindan satin aldiklari Beysehri'ni isgal etmekle harbi baslatirlar. Halbuki Osmanli Devleti'nin bir köyüne taarruz etmek, büyük imparatorluklarin dahi cesaret edemedigi bir hareket iken, kiskirtmalar sonucunda Karamanoglu bu cesareti göstermisti. Bu da onun ne kadar dar görüslü, ileriyi görmeyen bir kimse oldugunu göstermektedir. Esasen diger Anadolu beyliklerinin Osman ogullari gibi dahi yetistirememesi, onlari sonunda Osmanlilara katilma mecburiyetinde birakan mühim sebeplerden biri olmustu.

Osmanlilar açisindan bu tecavüze baktigimiz zaman, olaylarin baska bir boyut kazandigini görürüz. Zira bu tecavüz kalmadigi takdirde Karamanlilarin ve ondan cesaret alacak olan diger beyliklerin, Balkan fütuhatinin en kritik anlarinda Osmanlilar'i Anadolu'da rahatsiz edeceklerini çok iyi takdir eden Sultan Murad, derhal Anadolu'ya geçip Bursa'ya gelir. Sultan Murad, Anadolu'daki beylikler üzerindeki nüfuzunu göstermek için Candarogullari'ndan yardimci birlik ister. Bu birlik gelince Ali Pasa ve oglu Sehzade Bâyezid Bey'le birlikte Karaman seferine hazirlanir. Osmanli ordusunun içinde, antlasma geregi iki bin kadar da Sirpli asker bulunuyordu. Bunlar, yardimci kuvvet niteliginde idiler. Böylece Sultan Murad, Anadolu beylerine kudretinin derecesini göstermek istiyordu. Onlar, Osmanlilarin bu gücünden ne kadar çekinirlerse, Anadolu'da o kadar az Müslüman Türk kani akacakti.

1386 Kasim'inda Konya yakinlarinda cereyan eden meydan muharebesinde Osmanli ordusu, Karamanlilari kolayca yenilgiye ugratti. Muharebede Bâyezid büyük bir kabiliyet göstererek zaferin kisa zamanda kazanilmasini sagladi. Bu muharebedeki muvaffakiyetinden dolayi kendisine "Yildirim" lakabi verildi.

Büyük bir yenilgiye ugrayan Alaeddin Ali Bey, Konya kalesine siginmak zorunda kaldi. Padisah, bu zaferden sonra Konya'yi kusatma altina aldi. Ordu mensuplarinin, kusatilan halktan herhangi bir sey almalari yasaklandi. Yasaklara uymayanlar için çok agir cezalar kondu. Birkaç Sirpli, emir disi hareket ettiklerinden, idam cezasina çarptirildilar. Sultan Murad, sehri on iki günden beri kusatma altinda bulunduruyordu. Fakat henüz hücuma geçilmemisti. Karaman Beyi, mevkiinin tehlikeli durumunu idrak etmeye baslayinca esi ve Sultan Murad'in kizi Nefise Hanim'i, Konya'nin ileri gelenleri ile birlikte ricada bulunmak ve kendisini af etmek için padisaha gönderdi. Kizinin ricasi üzerine Karamanoglunu af eden Sultan Murad, bizzat gelip af dilemek ve elini öpmek sartiyle onu af edecegini bildirdi. Bunun üzerine Karamanoglu, Osmanli ordugâhina gelip kayinbabasinin elini öptü ve ondan af istirhaminda bulundu. Sultan Murad, Karaman ülkesini yine kendisine vererek isyan eden Beysehri üzerine yürüdü. Birkaç gün içinde orayi tekrar kendine bagladi. Burada bulunuldugu bir sirada Tekke Beyi'nin isyan ettigi haberi ve bu habere dayanarak Tekke üzerine yürümesi hususunda Sultan Murad'a tekliflerde bulunuldu. Fakat Sultan Murad, bu teklifleri reddederek:

"Tekke Beyi fakirdir. Hükümeti Istenos ve Antalya sehirlerine inhisar etmistir. Bana isyan edecek ne gücü var, simdi onun üzerine varmak bizim için ardir. Sivrisinek kovalamak sahine (veya arslan) yakismaz" diyerek tekrar Bursa yolunu tutar.

Konya önündeki maglubiyeti üzerine Karamanlilarin Anadolu'daki nüfuzlari kirilmis, Sultan Murad'in seferde gösterdigi basarili taktik sayesinde bütün Anadolu'da yildizi parlamisti. Böylece, Osmanlilarin Anadolu birligini gerçeklestirecegi kesin bir sekilde anlasilmis oluyordu. Gerçekten bes yil sonra Yildirim Bâyezid'in Anadolu'yu zapt edebilmesinde Sultan Murad'in bu seferde takib ettigi siyasetin birinci derecede tesiri olmustur. Takriben bir buçuk asir devam edecek olan Osmanli-Karamanli harplerinin ilki olan bu savasta yenilmesine ragmen Karamanoglu, Osmanli hâkimiyetini hiç bir zaman kabule yanasmamistir. Bunun içindir ki Sultan Murad uzaklasir uzaklasmaz, Kosova'yi hazirlamakla mesgul olan Haçlilarla müzakerelere girismis, fakat korkusundan Kosova muharebesinde Osmanli ordusuna katilmak üzere bir birlik göndermekten de geri kalmamistir. Böylece iki yüzlü bir siyaset takip etmistir.

BALKAN ITTIFAKI VE KOSOVA SAVASI

Siyasî ve askerî sahada Avrupa'yi titreten Sultan Murad, gerektiginde Anadolu'ya atlayip Karamanoglu ile ellesiyor ve bu namli Türk beyini sindirip tekrar Rumeli'ye geçiyordu. Fakat onu burada da bekleyen düsmanlari eksik degildi. Garp dünyasini titreten bu basiretli ve hakim adam, arkadan kendisine karsi birlesen kuvvetleri Kosova Meydan Muharebesinde ezecekti. Sonra da magluba kin ve intikam gösterecegi yerde, bir ruh ve mânâ medeniyeti kurmus olan devletinin o muhtesem insanlik anlayisi ile dünkü düsmanlarina kollarini açacak ve anlari, dindaslarindan görmedikleri bir müsamaha, rifk ve yumusaklikla bayraginin gölgesinde toplayacakti.

Sultan Murad, Karamanoglunu dize getirdikten ve kendisinden söz aldiktan sonra tekrar Bursa'ya döndü. Çünkü devletinin içinde bulundugu siyasi durum ve düsmanlarinin devleti için meydana getirdigi ittifak, onun uzun müddet baris içinde yasamasina ve sürekli asayisten faydalanmasina elverisli degildi. Sirbistan taraflarinda yeni bir firtina bas gösterdiginden, Sultan Murad gerekli tedbirleri almak için dinlenmeyi birakmak zorunda kaldi.

Osmanli saflarinda Karaman Beyi ile savasan Sirplar, memleketlerine döndükleri zaman kendilerine istedikleri gibi riayet edilip saygi gösterilmedigi ve Konya önünde bazi kardeslerinin öldürüldügünü söyleyerek halkin Osmanlilara karsi harekete geçmesine sebep oldular. Sirp kralina mübalagali bir sekilde anlatilan haksizlik ve öldürme hadisesi, aslinda basit bir olaydi. Çünkü Konya'nin muhasarasi esnasinda sehrin yagma edilmemesi, bizzat Sultan Murad tarafindan istenmis, aksine davrananlarin öldürülerek cezalandirilacaklari söylenmisti. Buna ragmen bazi Sirplarin emre muhalefet etmesi, böyle bir olayin meydana gelmesine sebep olmustu. Sikâyetler üzerine Sirplar, isyana baslamislar ve Osmanlilara ait olan bazi yerleri isgal etmislerdi. Bütün bir Sirp halki, bölge halklari ve hatta Bulgarlarin kendilerine yardim edeceklerine güvenerek ayaga kalktilar. Bulgar Krali Sisman, Sultan Murad'in dostu ve kayinbabasi olmakla beraber gizlice Sirp Krali Lazar ile ittifak etti.

Bu arada Karamanoglu ile daha önce muharebe edip anlasan Bosna kralligini da cezalandirmak gerekiyordu. Balkanlari siyasî nüfuz altinda bulundurmak ve bölge halklarinin Osmanliya karsi olabilecek ittifakina mani olmak için daha önce buralarda (Bosna) bulunan Kula Sahin Pasa komutasindaki 20.000 kisilik bir Osmanli ordusunun hareketini gözleyen ve onlarin maksadini anlayan düsman, Nis yakinlarinda Ploçnik denen yerde 30.000 kisi ile Osmanli ordusunu büyük bir bozguna ugratti. Osmanli ordusu üzerine saldiran bu müttefik ordu, öyle hareket etti ki Osmanli askerinden ancak bes bini, bu kana susamislarin "genel katliamindan kurtulabildi." 1388'de meydana gelen bu muharebede Hammer'in dedigi gibi ancak bes bin Osmanli askeri kurtulup geri dönebilmisti.

Osmanli kuvvetlerinin Ploçnik'te bozguna ugramasindan büyük bir cesaret alan ve Sultan Murad'in da Anadolu'da bulunmasini firsat bilen Bosna, Sirp ve Bulgar krallari, Osmanlilari Balkanlardan sürüp atmak için ikinci bir ittifak kurdular. Bu ittifak, sonucu I. Kosova meydan muharebesinde belli olacak Osmanli Türklerine karsi UI. Haçli Seferi'ni hazirlamaya sevk etmistir. Düsmanin faaliyet derecesini ve ittifakin önemini kavrayan Sultan Murad, bu ittifakin saglayacagi gücü, askerî ve siyasî yollardan küçültmeye gayret etti. Bunun için sür'atli bir sekilde tedbirler almaya basladi. O zaman Teke, Aydin, Mentese, Saruhan ve Karaman beylerinin askerleri de Sultan Murad'in emrine girdiler. Sultan Murad, hemen savas hazirliklarina giristi. Yoklugunda Anadolu'nun âsâyisini korumak için, ülkesini bes sancaga böldü. O zamana kadar Bâyezid'in idare ettigi Germiyan'i, sehzadenin kardesi Yakub ile birlikte o da Avrupa'ya geçtiginden dolayi vezir Timurtas'a havale etti. Baska bir Timurtas (Subasi), Sivrihisar ile Sakarya'nin suladigi bölgeye tayin edildi. Yine Subasilardan Kutlu Bey, Hamid bölgesinde Egridir'e tayin edildi. Sultan Murad, Asya topraginda kalacaklarla Avrupa'ya gidecek askerin komutanlarini da önceden tayin etti.

Bütün savas hazirliklari tamamlanmisti. Bununla beraber Sultan Murad, seferden önce Sehzâde Bâyezid'in üç oglunun sünnet dügünü ve kendisi ile iki oglunun üç Bizans Prensesi ile evlenmelerini kutlamak için Yenisehir'e gitti. Padisah, Yenisehir'de yapilan bu dügünler sirasinda hediyeler göndermek ve Karamanoglu'na karsi yapilan savastan önce gösterdigi dostluga karsilik vermek için, Yazicioglu'nu elçilikle Misir'a gönderdi.

Dügün henüz bitmisti ki, Ali Pasa, hükümdarin emri ile hainliginden dolayi Sisman'i yola getirmek ve Bulgaristan'da Türklerin elinde bulunmayan son yerlerin fethini ve müttefiklerle birlesmeye mahal birakmadan Bulgar kuvvetlerini ortadan kaldirmak için 30.000 kisilik bir ordu ile yola çikti. Pravadi'ye karsi Beylerbeyi Timurtas Pasa'nin oglu Yahsi Bey komutasinda bes bin kisi ayirdiktan sonra, NadirDerbent bogazindan Sumnu üzerine yürüdü. Balkan'in en dogu bogazinda bir tepenin ortasinda bulunan Pravadi, hücumla alindi. Osmanli Devleti'nin daha sonralari Rusya ile meydana gelen harplerinde ordunun merkezi olacak olan Sumnu, Sisman'in eski kalesi olan Tirnova'nin düstügünü duyunca teslim oldu. Sisman ise Nigbolu'ya kapanmisti. Gücünün, karsi gelmeye yetmeyecegini anlayinca Ali Pasa'dan kendisi ile Padisah arasinda araci olmasini istemisti. Sultan Murad, Silistre'yi kendisine birakmak ve zamani gelen vergi taksidini ödemek sartiyla barisa razi oldu. Bundan sonra Ali Pasa, Kosova'ya dogru bir birlik gönderdi. Bu akinci firkasi birçok esir ile döndü. Ali Pasa, Çetehezar (Hezargrad) kalesinin teslimi sarti ile esirleri Sisman'a geri vermeye niyetlendi ise de gerek Sisman'in Söz verdigi halde Nigbolu'yu birakmaktan vazgeçmeyerek onu yeni istihkâmlarla kuvvetlendirmesi, gerekse kendisinin de Hezargrad'i elde etmesi dolayisiyla is sonuçsuz kaldi. Bunun üzerine savas daha hizla yeniden basladi. Ali Pasa bir hisar ve bir sehri aldiktan sonra bütün kuvveti ile Nigbolu önlerine vardi. Orayi kusatti. Bulgar Krali her taraftan sikistigini ve artik karsi koymanin faydasiz oldugunu anlayinca bütün aile halki ile birlikte sartsiz teslim oldu. Osmanli, Pasasi, krali, çocuklarini ve hazinelerini Sultan Murad'in ordugâh olarak seçtigi TaYHshi'ya gönderdi. Padisah, Sisman hakkinda âlicenab ve civanmerdâne bir davranisgosrerdLOnun hayatina ilismedigi gibi kendisine durumuna lâyik tahsisat ta bagladi. Ancak onun Bulgaristan'daki topraklarini elinden aldi.

Sirp Krali Lazar, müttefikinin maglub olup düstügünü ögrenince, mevkiinin tehlikeli durumunu anlamakta gecikmedi. Firtinanin sinirlarina dogru yavas yavas yaklastigini görünce zorlu bir karsi koymaya hazirdandi. O, sadece bununla da yetinmedi. Bu firtinaya karsi koymak için taarruza karar verdi. Lazar, generali Dimitriyus'a, Bulgar sinirinda dik bir dagin tepesinde bulunan Sehirköyü almasini emretti. Sehirköy'ün çevresinde bulunan askerler, o zaman Osmanli ordusunda bulunduklarindan sehir, Sirplilarin eline geçti. Ancak Ali Pasa'mn gönderdigi on bin civarindaki asker sehri geri aldi. Sirp muhafizlarini da esir alip istihkamlarini da yiktilar.

Lazar bu yenilgiye kizdiysa da cesaretini kaybetmedi. Sadece bir mevkiin kaybedilmesinden dolayi kendisini maglub saymayarak bir kat daha cesaretlendi. Bosna ve Arnavutluk hükümdarlarini kendisine baglamakta olan eski antlasmayi yenilemek için bir tesebbüste bulundu. Onlarin yardimindan emin olarak padisahi kesin bir savasa çagirmakta tereddüd göstermedi. Kralin komsulari ile haberlesmesi sirasinda Sultan Murad da ogullari Bâyezid ve Yakub'u yanina getirdi. Bunlar, yanlarina almis bulunduklari Kütahya ve Karesi sancaklari askerlerinden baska Saruhan, Mentese, Aydin ve Hamid illerinin paylarina düsen yardimci kuvvetlerini de almislardi. Bunlara Dobruca Tatarlan komutani Sarac ile Köstendil Prensi Konstantin'in yardimlarina ilaveten o sirada Hac'dan dönen Evrenos Bey de katildi. Bulgaristan isini halletmis olan Çandarli Ali Pasa, Yanbolu'da padisah ile bulusarak orduya katildi.

Osmanli ordusu, Yanbolu'da Tatarpazarcigi yolu ile Sofya'ya geldi. Oradan güneybatiya sapilarak Köstendil'e varildi. Bu istikamette oldugu haber alinan Haçli ordusuna dogru gidildi. Ordunun öncü kuvvetleri Hicaz'dan dönmüs olan Evrenos Bey ile Pasa Yigit komutasinda idiler. Sirp despotunun merkezi olan Piristine'nin güneybatisindaki Kosova (Kara Tavuk ovasi) düzlügünde müttefik ordusu ile Osmanli ordusu karsi karsiya geldi. Sirp kaynaklarina göre Osmanli ordusu geçtigi hiç bir yerde zulüm ve tahribat yapmamisti. Ordunun Kosova'ya varisinin ertesi gününde harbe karar verilecekti.

Osmanlilarin, Balkanlardaki durumunu tayin edecek olan bu muharebenin tarihi, kaynaklarda farkli olarak verilmektedir.

Sirp, Bosna, Macar, Arnavut, Eflak (Romanya), Bogdan (Moldovya), Hirvat, Bohemya ve bir kisim Bulgarlardan meydana gelen bu muazzam Haçli ordusundaki asker mevcudunun, Osmanli kuvvetlerinin bes kati oldugu belirtilmektedir. Bununla birlikte bu ordunun 100.000 civarinda, Osmanlilar'in da 60.000 kadar askerden meydana gelen askerî bir birlige sahip oldugu kabul edilmektedir. Aradaki büyük sayi farkina ragmen Sultan Murad, komutanlari ile müzakerede bulunur. Onlarin, nasil bir çare ve tedbir almak gerektigini düsünmelerini ve düsündüklerini de hiç çekinmeden açik bir sekilde ortaya koymalarini söyler. Bazi komutanlar, Macar atlarinin henüz deveye alisik olmadiklarini söyleyerek anlari atlara karsi canli bir engel gibi kullanmanin mümkün olabilecegini ifade ile bu develerin düsman atlarina dehset ve düzensizlik vermeleri için ordunun ön cephesine konulmasi teklifinde bulunurlar. Fakat Sadrazam, Gazi Evrenos Bey, Timurtas Pasa ve Sehzade Bâyezid bu teklife karsi çikip söyle dediler:

"Develer, süvarilerin atlarina dehset vermek söyle dursun, agir silahli süvariyi görünce kendileri ürkeceklerdir. Bu durumda bizim saflarimizin üstüne atilip kargasalik ve karisiklik dogmasina yol açabilirler." Ayrica, Osmanli askeri gibi din ve devleti ugrunda "feday-i cani, cana minnet bilen" saf ve güvenilir bk askerin itikad zaafina da sebep olabilecegini söylediler. Bu bakimdan hiç bir seyden korkmadan ve sadece Allah'a güvenerek meydan muharebesi yapip düsmana saldirmayi teklif ettiler. Bu görüs, bütün askerî erkân tarafindan kabul edildi. Bundan sonra herkes gayet mesrur bir sekilde ve kararli olarak, sabahla birlikte baslayacak olan savasa hazirlanmak üzere birliklerinin basina gitti.

Bu arada bir sey padisahin dikkatini çekmisti. Düsman tarafindan esmekte olan rüzgâr, Osmanli askerinin gözüne toz toprak savuruyordu. Padisah, böyle bir durumun savasta sebep olabilecegi felaketi düsünüp üzüldü. Bütün gece Allah'a yalvarip O'ndan yardim diledi. Zafer karsiliginda kendisinin din yolunda sehid olmasi için dua etti. Osmanli tarihleri Sultan Murad'in o geceki münacat ve yakarisini su sekilde ifade ederler:

"Ab-i rûy-i Habib-i Ekrem için

Kerbelâda revan olan dem (kan) için

Veda gecesi aglayan göz için

Askin ugruna sürünen yüz için

Ehl-i derdin dil hazini için

Cana tesir eden enini için

Eyle ya Rab, lütfunu hem râh

Hifzini eyle bize püst u penah

Ehl-i Islâma ol muin u nasir

Dest-i a'dayi bizden eyle kasir

Ya Rab, mücahidini etme telef

Tir-i a'daya (düsman okuna) bizi kilma hedef.

Bakma ya Rab bizim günahimiza

Bak sen can ve gönülden ahimiza

Sakla gözümüzü cengin tozundan

Islâm erini koru saldiridan

Bunca yil süren gayretlerimizi

Gazalarda sanli kil ismimizi

Etme ya Rab kahrinla beni fena

Yüzümü halk içinde etme kara

Dinin ugruna ben feda olayim

Askerim önünde ben heba olayim.

Din yolunda beni sehid eyle

Ahirette beni said eyle

Mülk-i Islâmi paymal etme

Menzil-i firka-i dalal etme

Keremin çoktur ehl-i Islâma

Dilerim kim erise itmama."

Gerçekten, ertesi sabah safakla birlikte yagan yagmur, tozlan bastirdigi gibi agir silahli olan düsman süvarisinin atlarinin, seri bir sekilde hareket etmelerine de mani olmustu.

O gece, birlesik Haçli ordusu da Osmanlilara karsi nasil bir hareket içinde bulunmasi gerektigini, toplamis oldugu harp meclisinde görüsmeye baslamisti. Generallerden bir kismi, gece ansizin Türklerin üzerine hücum edilmesini teklif etmisti. Fakat kendinden çok emin bulunan ve mutlaka galip geleceklerine inanan Yorgi Kastriyota, gece karanliginin düsmanin firarini kolaylastiracagini, böylece Osmanlilarin büsbütün yok olmaktan kolayca kurtulmus bulunacaklarini ifade ederek bu teklifi reddetti.

Osmanli ordusunun aldigi savas düzenine göre Sultan Murad, ordunun merkezinde bulunuyordu. Ordunun sag kolunda veliahd sehzade Bâyezid, sol kolunda da sehzade Yakub bulunuyorlardi. Evrenos Beyin tavsiyesi üzerine ordunun her iki cenahina ihtiyat olmak üzere 1000'er kisilik okçu birlikleri yerlestirilmisti. Bunlar, muharebenin en kizgin devresine kadar müdahalede bulunmayacaklar, savasin tam kizgin devresinde düsmani oklamaya baslayacaklardi. Rumeli Beylerbeyi Kara Timurtas Pasa Bâyezid'in, Anadolu Beylerbeyi Sanca Pasa da Sehzade Yakub'un maiyetinde idiler. Evrenos Bey'in birlikleri sag cenahta, Anadolu beyliklerinin birlikleri ise sol cenahta yer almisti.

Balkan ve Orta Avrupa milletlerinden çogunun bulundugu birlesik Haçli ordusunun merkezinde Sirp krali Lazar, sag kolunda yegeni ve damadi prens Brankoviç, sol kolda da Bosna krali Tvartko bulunuyorlardi.

Sirplarin top atisiyla baslayan büyük meydan muharebesi, sekiz saat içinde kesin bir sekilde neticelendi. Kendilerinden sayi, techizat ve araziyi tanima bakimindan kat kat üstün olan müttefik Haçli ordusu karsisinda Osmanlilar, büyük bir basari elde ettiler. Bu basarida Bâyezid (Yildirim)'in büyük bir payi bulunuyordu. Baslangiçta bozulmak üzere olan Osmanli'nin sol cenahina kendine has pek hizli bir manevra ile yetisip düsmani çeviren veliahd sehzade, müttefiklerin korkunç yarma hareketlerine ragmen kiskacini açmadi ve bu kiskaçta perisan olan düsmani yok etmeyi basardi. Bas komutan Lazar da dahil olmak üzere düsman ordusu Kosova sahrasinda kaldi. Kaçmak isteyen küçük ve daginik düsman birlikleri de arkalarindan yetisen Sehzade Yakub tarafindan imha ediliyorlardi.

Böylece Allah, Sultan Murad'in yüzünü kara çikarmamis, onun geceki dua ve niyazlarina icabet ederek onu muzaffer kilmisti. Fakat bu muzafferiyetin bir bedeli daha olacakti. Çünkü Sultan Murad, duasinda sehadeti de istemisti. Hükümdar, harpten sonra harbin yapildigi sahrayi dolastigi sirada ölüler arasinda yarali olarak bulunan Lazar'in damadi Milos Obiliç, müslüman olacagini ve padisaha gizli bir sözü bulundugunu söylemek istedigini bildirince Sultan Murad'in müsaade etmesi üzerine yanma yaklasarak yeninde saklamis oldugu hançer ile onu kalbinden yaralayarak attan düsürmüstü. Bu suikast üzerine katil, Sultan Murad'in maiyyetinde bulunanlar tarafindan yakalanip öldürülmüstü. Bu olay, tarihlerde farkli sekillerde anlatilmakta ise de neticesi hep ayni oldugundan fazla teferruata girmek istemedik. Sultan Murad yaralandiktan sonra bir müddet yasamis, yakinlarinin üzüntü ve kederlerini su sözlerle hafifletip onlara vasiyette bulunmustu:

"Islâm'in zaferi için kendimin sehid olmasini Allah'tan ben istedim. Dualarim Allah tarafindan kabul oldu. Binlerce hamd ve sena olsun ki, Islâm askerini muzaffer görerek hayata veda ediyorum. Oglum Sultan Bayezid'e uyunuz ki o sizi ogullari gibi görsün. Milos'un beni yaralamasina üzülmeyin. Sakin reâyayi incitmeyin. Mal ve irzlarina tecavüz ettirmeyin. Eger reâyanin mesru haklarini muhafaza ederseniz Cenab-i Hak da sizi ve devletinizi muhafaza ve payidar eyler, çünkü rizasi ondadir."

Sultan Murad'in yarali olarak düstügü yere hemen bir çadir kurulup muhafaza altina alinir. Hükümdarin yarasi agirdi. Hayatindan ümid kesilince derhal Veliahd Bâyezid'e haber verilerek oraya çagrilir. Düsman takibinde bulunan Bâyezid, bu kötü ve feci haberi alir almaz derhal oraya gelir. Babasini kanlar içinde görünce kendine hâkim olamaz. Fakat Murad Hüdavendigâr, bu an, aglanip feryad edilecek bir an degildir. Ölüm denilen sey herkesin basina gelecektir. Fakat baskalari ile mukayese edildigi zaman sehidligin cana minnet bir nimet oldugunu söyleyerek oglunun üzüntüsünü hafifletmeye çalisir. Ogluna askerî ve siyasî bazi tavsiyelerde bulunduktan sonra bu fani hayata gözlerini kapar.

Ordu merkezinde cereyan eden bu hadiseden kollardaki sehzadeler ile diger komutanlarin haberleri olmamisti. Yine bu sirada Osmanli kuvvetleri tarafindan sarilmis bulunan Lazar, maiyeti ile beraber yakalanarak o esnada ölmek üzere olan Sultan Murad'a karsilik öldürülmüslerdi. Kosova muharebesi, Osmanlilarin Rumeli'de kalmak için Sirp Sindigi savasindan sonra kazandiklari ikinci büyük muharebedir.

Biraz önce belirtildigi üzere Sultan Murad'in ölümünü müteakib, devlet adamlarinin da karari üzerine zaten o maksatla babasinin yanina çagrilmis bulunan Sehzade Bâyezid (Yildirim Bâyezid) hükümdar ilân edilmisti. Durumdan haberi olmayan ve düsmani kovalamakta olan Sehzade Yakub Çelebi de "fitne katldan daha siddetlidir" hükmüne göre "Baban seni istiyor" denilerek ordu merkezine davet edilmisti. Gelip otagdan içeri girince hemen öldürülmüstü. Çünkü daha önce, Savci Bey olayi meydana gelmis ve devlet büyük bir siyasî çalkanti içinde kalmisti. Bir daha böyle bir olayin meydana gelmemesi için Sehzade Yakub Osmanli tarihçilerinin ifadesi ile sehid edilmistir. Büyük bir askerî birlige komuta eden Yakub Çelebi'nin saltanat davasina kalkisacagi göz önünde bulundurularak böyle bir çareye bas vurulmustur ki bu, bütün devlet erkaninin teklifi ve yeni hükümdar olan Yildirim Bayezid'in tasvibi üzerine olmustu.

Sultan Murad ölünce, çikarilan iç organlari, sehid düstügü yere gömüldü. Daha sonra cenazesi, oglu Yakub Bey'in cenazesi ile birlikte Bursa'ya gönderilerek Çekirge'deki türbeye defn edildi. Sultan Murad'in yaralanip öldügü (sehid edildigi) ve iç organlarinin defnedildigi yere "Meshed-i Hüdavendigâr" adi verilen bir türbe yapilmis, daha sonra da buna bir cami ilave edilmistir. Bu türbe zamanimiza kadar Balkan Müslümanlarinin ziyaret ettikleri bir ziyaretgâh olmustur.

Sultan Murad'in sehadeti, bütün Islâm âlemini teessür içinde birakmisti. Bunun bir belirtisi olmak üzere Memlûk Sultani Meliku'z-Zahir Ebû Said Berkuk, onun Bursa'daki türbesine konmak üzere Kur'an-i Kerim cüzleri gönderip vakf etmistir.

Gazi Hünkâr ve Murad Hüdavendigâr diye meshur olan Sultan I. Murad'in hükümdarligi 27 veya 28 sene devam etmis olup hicrî 791 (M. 1389) yilinda vefat ettigi zaman genel olarak kabul edilen görüse göre 63 veya 64 yaslarinda bulunuyordu. Bu arada onun vefati esnasinda yasinin 66 oldugunu söyleyen tarihçilerin bulundugunu da belirtmek gerekir.

Muhtelif rivayetlerden anlasildigina göre Murad Hüdavendigâr'in, Bâyezid (dogm. 761=1360), Yakub (dogm. 769=1367), Savci (dogm. 773=1371) adinda üç oglu olmustu. Bazi kaynaklara göre Savci'nin en büyük ogul oldugu kayd edilmekte ise de bu, gerçege pek uygun degildir. Bundan baska Ibrahim adinda baska bir oglundan bahs edilmekte ise de kaynaklarda bununla ilgili bir bilgi bulunmadigindan bunun küçük yasta vefat etmis oldugu düsünülebilir.

Otuz yila yakin (27 yil 3 ay) bir zaman, dünya sahnesinin ender rastladigi bir ustalik ve maharetle devletinin mukadderatini sevk ve idare eden Murad Hüdavendigâr, pek çok hayir yeri meydana getirmekle de söhret bulmus bir kimsedir. Günümüze kadar gelen vakfiyesi, onun neler yaptigini, hayrat hakkinda neler düsündügünü göstermektedir. Onun su tesisleri bu konuda bize bir fikir vermektedir: Bursa'da Çekirge'deki cami, medrese, imâret, misafirhane. Bursa hisarinda sarayinin yaninda Hisar Camii, Bilecik ve Yenisehir'de birer cami, yine Yenisehir'de gazi erenlerden Postin pûs Baba için yaptirdigi zâviye. Çekirge'de bulunan vakfa, vezir Hayreddin Pasa'yi hem mütevelli hem de nâzir olarak tayin etmistir. Keza o, annesi adina Iznik'te de 790 Cemayizelevvel ayi baslari (Mayis 1388) tarihli bir imâret yaptirmistir. O, ahiret azigi olarak insa ettigi imâret ve diger tesislerine pek çok arazi vakf etmistir. Islâmî gelenege göre tesis edilen vakfiye bize vakiflarinin idaresi hakkinda, kimlerin bu vakiflardan nasil ve ne sekilde istifade edecegini, vakfi bozmaya, haksiz sekilde ondan yararlanmaya kalkanlara nasil muamele edilecegini de açiklamis bulunmaktadir. Bilgi edinilmesi bakimindan onun 787 Cemaziyelahir ortalan (Temmuz 1385) tarihini tasiyan vakfiyesinden bazi pasajlari buraya almayi faydali buluyoruz.

"Vakf, hibe ve rehin olunmaz, kimse mâlik olamaz. Telef ve helâk olmaz. Kimse halef olup vâris olamaz. Kiyamete kadar devam eder. Sebeplerden bir sebeple kimse elini uzatamaz, asli üzere kalir. Sartlari üzere devam eder. Günlerin geçmesiyle vakif ve vakfiye bozulmaz. Allah ve Resûlüne ve ahiret gününe iman edenlerden, Allah'in ve yarattiklarindan melik, kadi, vezir, muhtesibden ve insanlarin tamamindan hiç bir kimse bu vakfi bozamaz. Bir kimse onu tahvil ve tebdil ederse günah irtikhab etmis olur. Allah'in kitabina ve Resûlünün sünnetine muhalefet eden ve din kardesinin vakfinin fesadina sa'y eden (çalisan) Allah'in gazabina ugrar. Onlarin üzerine Allah'in, meleklerin ve bütün insanlarin laneti olsun." Görüldügü gibi bu ifadeler vakfin muhafazasi gayesine yönelik bulunmaktadirlar. Bundan baska bir de vakiftaki hizmet ve onlardan yararlanma ile ilgili bilgiler bulunmaktadir ki buna göre hiç kimse imârete inmekten men olunamaz. Hizmetçiler, gelenlere güzel bir sekilde hizmet etmek zorundadirlar. Hele fakirlere bu hizmeti çok daha iyi yapmalilar. Çünkü onlar, kalbi kirik kimselerdir. Bu konuda da vakfiyenin kendi ifadesi ile söyle demektedir:

"Imârete, büyüklerden, âlimlerden, seyh ve sâdattan birisi inerse hizmetçi bunlara hizmet eder. Bunlarin sanina göre onlara hizmet eder. Hayvanlarina da hizmet eder. Bu hizmet sadece büyüklere mahsus olmaz. Imârete inenlerin tamamina böyle muamele yapilir. Hatta fakir ve miskinlere bu yolda hizmet daha evladir. Çünkü onlar, kalbi kirik olanlardandir. Imâretteki kalislar 3 günü geçerse bu, mütevellinin reyine baglidir."

Sükrullah, gazi ve sehid sultanin yaptirdigi hayirlardan bahs ederken sunlari söyler:

"Bursa'da ahiret için bir yapi yaptilar. Hem konuk evi, hem cami, hem medresedir. Kimsesizler, yoksullar için paçalardan, tatlilardan, eksilerden daha güzeli olmayan yemeklerin hepsinden verilmesini, konuklarin hayvanlarinin da yemlendirilmesini buyurdu. Hatiplere, hafizlara, müderrislere muridlere ve ögrencilere vazife karsiligi akça bagladi. O evin karsisinda bir kubbe yapilmasini buyurdu. Her gün ayrica otuz hafiz o kubbede güzel sesle Kur'an okuyup hatm etmektedirler. Mübarek vücudu o kubbede dinlenmektedir." Gerek bu, gerekse daha önce verilen bilgiler, Sultan Murad'in nasil hayir yaptigini, kurdugu vakiflar vasitasiyla onlarin devamini sagladigi ve insanlara hizmeti bir ahiret azigi olarak kabul ettigini göstermektedir.

Sultan Murad, tahta çikinca babasinin sikkelerinde oldugu gibi Selçuk paralarini taklid etmek suretiyle sikke kestirmistir. Baslangiçta "kûfi"ye yakin, daha sonra da "nesih" yazisi ile kestirdigi sikkeleri görülür. Kûfi hatli olan sikkelerinin bir tarafinda kelime-i sehâdet, etrafinda ilk dört halifenin isimleri ve diger yüzünde de "Murad b. Orhan halladallahu mülkehû" ibareleri bulunmaktadir. Sonradan kesilen akçalarin bazilarinda kelime-i sehadet ile kendisinin ve babasinin isimleri, bazilarinda da akçanin her iki tarafinda Murad b. Orhan yazisi görülmektedir. Sultan Murad'in 790 (1388) tarihli bakir sikkesinde kesildigi tarih ve ay bulunmaktadir.

Daha önce de kisaca temas edildigi gibi Osmanli Devleti'nin kurulus hamurunda mayasi bulunan teskilâtlardan biri de "ahilik"ti. Bu bakimdan ilk Osmanli padisahlari, bu teskilâtin birer mensubu ve hatta reisleri durumunda idiler. Bazi vesikalar, Murad Hüdavendigâr'in bu teskilatin reislerinden biri oldugunu göstermektedir. Nitekim bu hususta onun Receb 767 (Mart 1366) tarihli olarak Malkara'da Ahi Musa için yaptirmis oldugu zaviye vakfiyesindeki "ahilerden kusandigim kusagi Ahi Musa'ya kendi elimle kusadup Malkara'ya ahi diktim" ifadesi, onun ahi reislerinden biri oldugunu göstermektedir.

Vakfiyesinde de görüldügü gibi Sultan Murad, bilgin, talebe, garip ve fakir olan kimselere karsi son derece sefkatle muamele eden bir hükümdardir. Hz. Peygamber'in soyundan gelen seyyid ve seriflere karsi ise özel bir ilgisi bulunmakta, onlara saygiyi Hz. Peygamber'e yapilmis saygi olarak kabul etmektedir. Bu sebepledir ki o, ülkesinde bulunan seyyid ve serifleri her türiü vergiden muaf sayan fermanlar isdar etmistir. Nitekim, 787 (1385) tarihli bir ferman, onun Seyyid Büzürg Ali'nin evladlarini vergiden muaf saydigini su ifadelerle ortaya koymaktadir:

"... Seyyid Büzürg Ali'nin ogullan yaslan ile kapima gelip ettiler. Bizim atamiz sizin duaciniz idi. Biz fakir kullariniz dahi size duacilariz. Biz kullarina bir hüküm sadaka eyle ki sizden sonra gelen bizi ve evladimizi ve kullarinizi ve karaveslerimizi (câriye) incitmeyeler. Hem simdiye degin atamiz bir dâne ösür vermedi. Ve koyun hakkin vermedi. Biz kullarina bir ihsan eyle bizden ve evladimizdan ösürlerin ve koyunlari haklarin kimesne taleb etmeyeler deyicek emr olundu ki, bu sâdâtlarin evladlari, kullari ve karavesleri ve bir damla kanlan deme can ola. Onlar, benim her defterimden ihrac olalar. Her kim bu hükmü görüp Seyyid Büzürg adini yazanlara teaddi ederse lânet ba'lânet ola. Rumeli kadilari ve sancak beyleri ve subasilari ve sipahiler her kanginizin yerinde eker biçerse bir dâne ösürlerin almayasiniz. Ben bagisladim canim için olsun. Benim devletime duaya mesgul olalar. Her kande hatirlari dilerse yürüyeler..."

SULTAN MURAD'IN SAHSIYETI

Tarihler, Osmanli padisahlari içinde, Murad ismini tasiyanlarin ilki olan Sultan Murad'i, orta boylu, yuvarlak yüzlü, sahin bakisli, koç burunlu, seyrek disli, uzun boyunlu, iri parmakli, sen ve yakisikli bir padisah olarak tasvir ederler.

Dahi bir asker ve devlet adami olan Sultan Murad, bütün hareketlerinde belli bir plân çerçevesinde hareket etmis, son anina kadar kabiliyet ve dehasindan bir sey kayb etmemistir. Azim ve idare kudreti, iyilik severligi, tebeasina karsi merhametli olusu ve ordusunda inzibatli, verdigi emrin yapilmasini isteyen ve bunlari takib eden bir hükümdardi. Bütün tarihler onun bu özelliklerinde birlesirler. Nesrî bu konuda sunlari söyler:

"Bu Gazi Murad Han dahi, atasi gibi sahib-i hayr idi. Adil ve kâmil, din perver, adalet yayici, âli himmet, kesiru'l-menfaat (menfaat saglamasi çok), fakir dost, garip oksayici, düskünlere yardimci, rey ve tedbir sahibi, pehlivan, cesur ve yigit idi. Bütün ömrünü gazaya sarf etmistir. Bunun ettigi gazayi Osman'in neslinden hiç bir padisah etmedi. Himmet ve cömertlik sahibi idi ki kapisina gelen hiç kimse mahrum gitmezdi."

Sultan Murad'in sahsiyetinin azametinde ve Türk tarihi bakimindan oynadigi rolün ehemmiyetinde, Osmanli tarihçileri oldugu gibi yabanci tarihçiler de mütefiktirler. Nitekim, Osmanlilari sevmemekle birlikte Sultan Murad'in vasiflarini ortaya koymaktan da kendini alamayan Gibbons, onun hakkinda su degerlendirmeyi yapar:

"Otuz sene kadar bir müddet Murad, zamaninin hiç bir devlet adami tarafindan üstüne çikilamayan bir kiyâset ile Osmanlilarin mukadderatini sevk ve idare etmistir. Fâtih ve Kanunî hakkinda çok sey bildigimiz için Murad, Osmanli sultanlari içinde kendine layik olan yere geçememistir. Onun hayati esnasinda meydana gelen inkilablar, bütün tarihin en hayret veren olaylarindan biridir. Onun fetihleri 1878'deki Berlin antlasmasina kadar bes asir devam etmistir. Kendisinin harb hususundaki cevvaliyet ve gayreti, babasininki gibi idi. Fakat babasinin tahayyül ettiginden daha genis bir icraat sahasina yayilmis oldugu için daha müskül vaziyetlere maruz kaldigi halde gevsemedi. Emrindeki komutan-valilerin hiç birisi ile arasinda bir anlasmazlik olmadi. Rumlara karsi muamelesi, onlarin seciyesini tayinde mükemmel bir feraseti oldugunu gösteriyor. Bizans Kilisesi erbabi nazarinda, bir kâfir ve Isa'nin düsmani idiyse de, onlara Papalardan daha iyi muamele etmekle teveccüh ve muhabbetlerini kazanmistir. Hem irkî, hem de dinî mahiyette olan temsil mes'elesinde kazandigi tam muvaffakiyetin en parlak delilini görmek için Ortodoks Patriginin 1385'te Papa VI. Urben'e yazdigi mektuptan daha iyi bir vesika olamaz. Bunda Patrik, Sultan Murad'in kiliseye hareketlerinde tam bir serbestî verdigini söyler." dedikten sonra "Osman, etrafina bir irk toplamistir. Orhan bir devlet kurmustur. Imparatorlugu kuran ise Murad olmustur." der.

Bizansli tarihçi Chalcondyle ise onun hakkinda sunlari söyler:

"Murad, hayatinda pek çok tehlikeler atlatmis ve pek çok hayir isleri görmüstür. Rumeli ve Anadolu'da 37'den fazla büyük ve mesakkatli harbi idare ederek hepsinden galip ve muzaffer olarak ayrilmistir. Düsmana muharebe meydanini biraktigi ve arka çevirdigi asla görülmemistir. Isleri güzel bir sekilde tanzim ile, münasib vakti geldiginde menfaatlerini koruyup yerine getirmekte mahirdi. Muharebede çok cesurdu. Sasirip telas göstermezdi. Askerini istirahat ettirdigi zaman kendisi av ile vakit geçirir, dinlenmek nedir bilmezdi. Gençliginde oldugu gibi ihtiyarliginda da çaliskan, enerjik ve sertti. Her seyden önce iyice düsünür, maksat ve meramina ermek için hiç bir seyi ihmal etmez ve unutmazdi. Kendisine boyun egip itaat eden bütün milletlere ve sarayindaki efrada yumusaklikla muamele ederdi. Yeri geldigi ve gerektigi zaman mükâfatlandirmaktan geri kalmazdi. Herkesi adi ile çagirmak adeti idi. Harbe girilecegi zaman askerini münasib nutuklarla cesaretlendirir, yapilan en küçük hataya tekrar etmemesi için göz yummadan müsebbibini cezalandirirdi. Verdigi sözü tutan hükümdarlardandi. Aleyhinde dolaplar döndürmek isteyenler elinden kurtulamazlardi."

Hammer, Sultan Murad'in dahiyâne denilebilecek faaliyetlerini belirttikten sonra "adaleti ve gerektiginde siddeti cihetiyle halki, kendisini hem sever hem de korkardi. Ser'î kanunlari itina ile muhafaza eylediginden, kurmakta oldugu devlete, o kanunlari te'kid ve te'yid edecek gayretlerin hiç birinde kusur etmezdi." der.