Gönderen Konu: ATATÜRK' ÜN DRAMATİK ANLARI ! ( Çok muazzam bir kaynak yazı !!..)  (Okunma sayısı 1420 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı A.ÜSTÜNBAŞ

  • Deneme Mod
  • *
  • İleti: 4388
  • Rep Puanı: +112/-0
      ATATÜRK' ÜN  DRAMADİK  ANLARI !   

 Mustafa Kemal Atatürk, her insan gibi yaşadığı müddet içerisinde pek çok sınamadan ve insana has hadiselerden geçmiş; o da hepimiz gibi gülmüş, sinirlenmiş, duygulanmış, üzülmüş, hastalanmış veya ağlamıştır.

Atatürk’le çocukluk ve silah arkadaşı olması nedeniyle, yakın çevresinde ona ismiyle hitap edebilen, en ağır şakaları çekinmeden yapabilen tek insan Nuri Conker’di diyebiliriz.

Mesela küçük bir ameliyat geçiren Atatürk bu durumu çevresindekilere anlattığında, sözünü bitirir bitirmez araya girip “Kedi bir yerini görmüş, yaram var zannetmiş” demiştir ve Atatürk bu şakasına uzun uzun gülmüştür.

Türkiye’nin ilk sinemacısı Cemil Filmer, Atatürk’e meşhur komedyen Şarlo’nun filmini izlettiğinde çok gülmüş ve yeniden izlemek istemiştir.

“Cemil, hayatımda bu kadar gülmemiştim.” Demiştir.

Atatürk kendi portrelerini de çizdirdiği ressam İbrahim Çallı’yla şakalaşmayı, ona takılmayı çok severdi.

Atatürk, yeni paltosunu giyip İbrahim Çallı’ya dönerek:

“Gördün mü İbrahim, kürk nasıl olurmuş? Bak bunun içi baştanbaşa kürk kaplı. Senin paltonun içinde ne var?” diye sordu gülerek.

İbrahim Çallı heyecanlanarak ayağa kalktı ve paltosunu açarak:

“Benim paltomun içinde de Çallı İbrahim var, Gazi Paşam…” diye cevap verdi.

Bütün masadakiler kahkahadan kırılıyordu. Atatürk’ün de hoşuna gitmişti bu şaka, gülüyordu…

Ankara başkent olduğunda sosyal yaşam yönünden pek çok eksiği vardı. Bunu gidermek isteyen Atatürk ve İsmet İnönü, Hergelen Meydanı denen yerde at yarışları sahası kurmayı uygun görmüşlerdir. Kısa zamanda at yarışlarına başlanır.

Yarış günü gelince, Atatürk, İsmet İnönü ve pek çok bakan ve yabancı ülke temsilcileri tribünlerdeki yerlerini alırlar.

Oldukça şişman bir adam, atını da yanında getirir ve ısrarla yarışlara kendisinin de katılmak istediğini söyler. Hem kendi hem de atı, yarışlar için uygun olmadığı halde ateşli ısrarından dolayı kabul etmek zorunda kalırlar.

Atların üzerinde biniciler olduğu halde yarış için tabanca atımı yapılır ve yarış başlar. Şişman adamın atı böyle bir çıkışa ve yarışa alışık olmadığı için huysuzlanır, şaşırır ve ürker. Çıkıştan 10-15 metre sonra şişman adamı sırtından atıverir. Şişman adamın düşüşü o kadar komik bir görüntü oluşturur ki, başta Atatürk olmak üzere tüm seyirciler kahkahalarla gülerler…

Bu büyük vatan evladının, güzel anılarla dolu olduğu kadar üzüntülü hatıraları da vardır ki, bu kitabın yazarı olan ben, o anıları her okuduğumda boğazım düğümlenir.

Onun dramatik anılarını bir araya getirip insanlarla paylaşma fikri aklıma geldiği günden bu yana hep erteledim. Milletiyle gülüp milletiyle ağlayan Mustafa Kemal’in dokunaklı anılarını her yazmaya niyetlendiğimde “bugün üzülmek istemiyorum”, “şu an buna hazır değilim” diyerek kendimi atlattım. Fakat, artık bunları yazmalıyım…

___Ali Rıza Bey Vefat Ediyor

Atatürk ne yazık ki pek çoğumuz gibi babasının güvenli ellerinde büyüyememiştir.

Selanik’te Gümrük Muhafaza Teşkilatında memurluk yapan babası Ali Rıza Efendi, Atatürk henüz 7 yaşındayken vefat etmiştir.

Mustafa Kemal, Askeri Lise’de öğrenciyken çok ateşli bir hastalık geçirmiş, Manastır Askeri Hastanesinde tedavi altına alınmıştı. Biraz kendine gelir gibi olduğunda baba yadigarı saatinin çalındığını görmüştü.

Babasıyla beraber, bir ramazan akşamı Selanik’te gezdikleri geceyi ve kendisine aldığı tatlıyı hep gözleri dolarak anlatmıştır yakın arkadaşlarına. Ve babasından hatıra kalan saatin çalınmasına uzun zaman yanmıştır.


___Yarbay Hüseyin Avni Bey’in Şehit Olduğu Haberi Geliyor

1915 yılında Çanakkale’ye gelen istila güçlerine karşı tarihte eşi görülmemiş bir savunma yapan ordumuzun kumandanlarından birisi de Edirne’den Gelibolu’ya kaydırılan 19. Tümen’in Kumandanı Kurmay Yarbay Mustafa Kemal’di. Onun tarih sahnesine zekası, öngörüsü ve kahramanlığı ile çıkmasını sağlayan bu savaş, her iki tarafın da yüz binlerce şehit verdiği, son derece şiddetli geçen bir muharebeydi.

Muharebenin sonlarına doğru düşman, Conkbayırı ve Anafartalar’da yenilmişti ve Ramazan Bayramı gelmişti. Cephemizde adeta çifte bayram yapılıyordu. Askerlerden ve kumandanlardan bazıları izinli olarak memleketlerine gidip dönüyor, gelirken yanlarında akide ve badem şekeri, çikolata gibi hediyelerle dönüyorlardı. Akşamların zafer ve bayram yemeği de tüm orduya moral ve iştah veriyordu:

Kuru fasulye, pilav ve üzüm hoşafı…

Bu olumlu havanın tüm ordumuzda estiği manidar günlerde 57. Alay Kumandanı Yarbay Hüseyin Avni Bey, kendisini ziyarete gelenlere ve astındaki kumandanlara hitaben:

“Beyler, İstanbul’u, mahallemi, sokağımı, evimi, eşimi, oğlumu ve kızımı çok özledim. Sizi burada savaşırken bırakıp izinli gitmeye utanmıştım. Şimdi Mustafa Kemal Bey sayesinde durumumuz iyileşti. Karar verdim; ben de haftaya izne gideceğim. Birkaç gün kalsam yeter” dedi.

Hüseyin Avni Bey öğleden sonra bazı arkadaşlarının karargahını ziyarete gidecekti, gitmedi. Serseri, hain ve rezil bir obüs mermisi 57. Alay karargahına düştü. Hüseyin Avni Bey’i şehit etti…

Olayı duyan vurulmuşa dönüyordu. Bayram herkese zehir zıkkım oldu.

Mustafa Kemal hala Çanakkale’deydi. Çadırında neşe içinde annesine mektup yazıyordu. Hüseyin Avni Bey’i ne kadar sevip değer verdiğini bilenler, bu acı haberi bir başkasına söyletmek için adeta kaçışıyorlardı. Haberi vermeyi Cevat Abbas Bey üzerine aldı.

Çadıra girdi.

Olayı kekeleyerek açıkladı. Taştan demirden sanılan, enerji dolu, yorulmak bilmez, kurşun işlemez kumandan Mustafa Kemal’in gözyaşları taşarak yanaklarından yere damlıyordu…

___Selanik’in Elden Gidişi

Yolumdan çekil yavrum, bağlasalar duramam!
Demir asa demir çarık dedim, neyleyim, yolculuk dedim.

Ağaçlara tünedi yine akşam kargalarla bir
Rüzgar kendini yerden yere vuruyor.
Kırık-dökük yıldızlar belirdi uzaktan,
Telsiz mercileri ardım sıra koşturuyor…

Anamdan yolcu doğmuşum
Nehirlerle birlikte denizlere kavuştum
Akşam dedim, şu koca dünya dedim, ağlasam dedim…

Yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir;
Ekmeğin ve şarabın peşinden, turnaların peşinden
Büyük şehirler büyük aşklar
Çığlık çığlığa terk edilir…

(Attila İlhan)

İtalyanların Libya’da Trablus’a saldırıp işgal etmeleriyle başlayan savaşta Osmanlı bir çok nedenden dolayı oraya asker, mühimmat ya da yiyecek ulaştıramıyordu. Neredeyse hiçbir savunmayla karşılaşmadan Trablus’a rahatça giren İtalyanlar bu toprakları ele geçirmişti. Trablus’ta bulunan halkı ve Müslüman aşiretleri İtalyanlara karşı örgütlemek ve burada bir savunma hattı kurmak amacıyla o zamanlar Kolağası olan Mustafa Kemal, Nuri Conker, Fethi Okyar gibi isimler Binbaşı Enver’in başkanlığında Trablus’a gitmeye karar verdiler.

Bu vazifeye atılmadan önce Selanik’e giden genç Mustafa Kemal, arkadaşı Ali Fuat (Cebesoy) ile Beyaz Kule bahçesinde oturuyorlardı. Mustafa Kemal’in çok mahzun ve düşünceli olduğunu fark edince:

“Sende bir şey var. Ne oldu?” diye sordu.

Mustafa Kemal:

“Bir şey yok. Fakat son derece müteessirim (üzgünüm). Doğup büyüdüğüm Selanik acaba Türkler elinde kalacak mı Fuat? Ben, eğer Trablus’tan dönebilirsem, yine buralara gelebilecek miyim? Dedi.

Sabaha kadar iki kumandan ve iki yakın arkadaş saatlerce dertleştiler.

Mustafa Kemal ayağa kalkıp iç çekerek:

“Ah, Selanik! Seni bir daha Türk olarak görebilecek miyim…” dedi.

O gece ay Olimpos dağlarının arkasından kaybolurken, Ali Fuat, Mustafa Kemal’e baktığında ağladığını gördü. Dostunun sarı saçlarını okşadı, teselli vermeye çalıştı.

Mustafa Kemal, doğup büyüdüğü, okullarında okuduğu, sokaklarında koşup çocukluğunu yaşadığı, aşık olduğu Selanik’te geçirdiği gecelerin sonuna geliyordu…

Balkanda ortaya çıkan kalkışmalardan ve harplerden sonra elden giden Selanik, Atatürk’ün içinde ömür boyu sızlayan bir şehir olarak kalmıştır.

İstanbul’a geldiği günlerde Babıali’de bulunan Meserret Kıraathanesi’nde çocukluk arkadaşı ve ileride yaveri olacak Salih Bozok’u görünce çok duygulanmış ve gözyaşları içerisinde:

“Salih! Salih! Selanik’i, o güzel memleketimizi nasıl bıraktın? Düşmana niçin teslim ettiniz de buraya geldiniz? Demiştir.

___İsmet Paşa’nın Hiç Görmediği Bebeğine Duyduğu Özlem

İsmet (İnönü) Paşa, ailesini ve çocuklarını İstanbul’da güvenli bir haneye yerleştirip Anadolu’ya gelmiş ve Milli Mücadele’de Gazi Paşa’dan en büyük sorumluluğu alarak Batı Cephesi Kumandanı olmuştu. Sık sık Yunan birlikleriyle muharebeye giriyor ve zaferlerle dönüyordu.

Ortalığın biraz durulduğu dönemdi. İsmet Paşa ailesi ile haberleşmiş ve Konya’da görüşmeleri için yola çıkmalarını söylemişti. Hem bir buçuk yıldır görmediği karısı Mevhibe Hanım’ı hem de bir yaşına gelmiş bebeğini ilk defa görecekti.

O gece eşini ve bebeğini ne kadar görmek istediğini sevinç içinde Halide Edip Adıvar’a anlattı, Gazi Paşa’dan izin alıp erkenden yattı.

O odadan çıktıktan sonra Halide Hanım, Gazi Paşa’ya dönerek, İsmet Paşa’nın bebeğinden ne kadar heyecanla bahsettiğini gülerek anlattı. “Doğrusu o kadar özlediği oğluyla karşılaşmasını çok görmek isterdim” dedi. Bir anda ortalık buz kesti, odaya katı bir sessizlik çöktü. Mustafa Kemal Paşa buruklaştı.

Halide Hanım, “Bir hata yaptım. Nedir? Lütfen söyleyin.” dedi.

İsmet Paşa’nın altına girdiği ağır sorumluluk ve durmadan cephede savaştığı düşünülerek, morali bozulmasın diye kendinden bir haber gizlenmişti.

Mustafa Kemal: “Ailesi bildirmeye cesaret edemedi. Ben de söyleyemedim. İsmet Paşa’nın bebeği ne yazık ki bir yıl önce…”

Halide Hanım’ın ağzından feryat eden bir “Ah” sesi çıktı.

Mustafa Kemal Paşa, ağladığı görülmesin diye arkasını döndü…


___Zübeyde Hanım Vefat Ediyor
Atatürk 14 Ocak 1923 gecesi trenle Eskişehir’e gitmekteydi. Anadolu’da bazı şehirlerin nabzını yoklayarak İzmir’e dönecek ve annesi ile Latife Hanım’ı görecekti.

O gece çok sıkıntılıydı, uykuya zor daldı.

Rüyasında yeşil bir ovada annesi Zübeyde Hanım’la el ele geziniyordu. Annesi ona bir şeyler anlatıyor, dertleşiyordu. Birden bire bir fırtına çıktı ve bir sel bastı. Annesinin sulara kapılıp gittiğini ve kendisinin buna mani olamadığını gördü.

Ter içinde uyandı. İzmir’de bulunan Salih Bozok’tan şifreli bir mesaj geldiğini duydu. Kompartımanın önünde nöbet tutan Ali Çavuş’a seslendi.

“Annemden bir haber mi var?” diye sordu.

Ali Çavuş bir şey yokmuş gibi davranmaya çalıştıysa da durumu anladı. Telgrafın derhal getirilmesini emretti.

Telgrafı getiren Ali Çavuş kompartımana girdi, selam durdu. Telgrafı verdikten sonra:

“Sen sağ ol Paşam!” dedi.

Atatürk, “Vatan sağ olsun” derken ağlamaya başladı.
Tren İzmir’de gara girdiğinde Salih Bozok kendisini karşılamaya gelmişti. Başsağlığı diledi. Atatürk, Bozok’a, Latife Hanımla evlenmeye karar verdiğini münasip bir dille iletmesini emretti.

Hep beraber annesinin defnedildiği Karşıyaka’daki mezara geldiler. Orada gözleri dolu dolu olduğu halde çok dokunaklı ve coşkun bir konuşma yaptı.

İşte o dramatik sözler:
“Zavallı Annem, bütün millet için ülkü haline gelmiş İzmir’de vefat etmiştir. Efendiler, ölüm var oluşun en doğal kanunudur. Fakat yine de hazin durumlar ortaya koyabilir. Beni yüzbaşıyken tevkif edip zindana koydular. Annem, ben ancak oradan çıktıktan sonra haberimi alıp beni görmeye geldiğinde, dönemin ağalarının casusları, cellatları beni alıp götürmüşlerdi. Anneciğim beni arkamdan ağlayarak takip etmişti.

Sürgünde geçirdiğim seneleri anam, ıstırap ve gözyaşlarıyla geçirmiştir.

Anadolu’ya geçtiğim sene validemi İstanbul’da bırakmaya mecbur kalmıştım. Yakın bir adamımın kendisine yalnız geldiğini görünce, hakkımda verilen idam fermanının tatbik edildiğini sanmış ve kendisi üzüntüden felce uğramıştır.

Hayatı, padişah ve düşmanlarımızın daima tazyik ve işkencesi altında geçmiştir. Sürekli evi aranır ve rahatsız edilirdi. Validem, üç-beş senenin gece ve gündüzlerini sürekli gözyaşları içinde geçirdiği için gözlerini kaybetmiştir.

Validemin vefatından son derece üzüntü duymaktayım.

Validem artık toprağın altındadır; fakat milletin hakimiyeti sonsuza dek var olsun!

Validemin mezarı önünde yeminimi tekrar ediyorum:

Ben, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği hakimiyetin korunması için, icap ederse validemin yanına gitmekte tereddüt etmeyeceğim!

Milli hakimiyet uğruna canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun!”

___Gazi Paşa’yı Ağlatan Çocuk ve Şiiri
İstila güçleri Anadolu’dan def edilip Cumhuriyetin ilanına az bir zaman kalan günlerde, Muallim Mektebi talebeleri bir müsamere düzenlerler ve Gazi Mustafa Kemal’i de davet ederler.

Müsamerede Gültekin isimli küçük çocuk, babasının yazdığı HINÇ isimli şiiri büyük bir coşkunlukla ve içtenlikle seslendirir.

Küçücük bir vatan evladından böyle coşkulu ve içli bir şiir dinleyen Gazi Paşa’nın çok duygulandığı ve etrafındaki kalabalığa aldırmadan gözlerinden birkaç damla yaşın süzülüp gittiği görülür.

İşte HINÇ isimli şiir:
Düşman, vahşi düşman,
Geçtiğin yer ateşle-kan!
Katil düşman, hain düşman,
Türk geliyor, buna inan!

Elde bomba, ruhta iman,
Kovacağız seni yurttan!
Ey batı, bu mu medeniyet?
Zulme bizden bin lanet!

Ben Gültekin, fedadır canım,
İstiklale baş koyarım,
Yurt kurtulur, var imanım…

___İhtiyar Bir Anayla Ağlaşması
Sabiha Gökçen’in anılarında yer verdiği bir olay vardır. Ankara’da orman Çiftliği’nde Atatürk ile beraber gezerlerken, oldukça yaşlı bir kadının geldiğini gördüler. Atatürk atından atlayıp ihtiyar kadının yanına sokulur ve aralarında şöyle bir konuşma geçer:

- Merhaba nine.
- Merhaba oğlum.
- Nereden gelip nereye gidiyorsun?
- Neden sordun ki? Buraların sahibi misin, yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi:

- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?

- Tabii söyleyeceğim. Ben Sincan’ın köyündenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetiştiği kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı, trene bindirdi. Angara’ya geldim…

- Muhtar niçin Ankara’ya gönderdi seni?
- Gazi Paşamızı görmem için. Muhtarın başını pek ağrıttım da… Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Ben de gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı. Angara’ya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.

- Senin Gazi Paşa’dan başka bir isteğin var mı?

Kadın birden sertleşti:

- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki? O bizim vatanımızı kurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi, daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı?

Atatürk dikkatle dinliyordu yaşlı kadını:

- …Buralara bir defa yüzünü görmek, sağ ol Paşam demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşa’yı bulacağım yeri deyiver…

Atatürk’ün gözleri dolu dolu olmuştu. Çok duygulandığı her halinden belliydi. Sabiha Gökçen’e dönerek:

- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır… Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu!

Sabiha Gökçen de atından atladı ve kadının yanına gitti. Onun elini tutup:

- Anacığım, sen gökte aradığını yerde buldun. Rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşan, yani Atatürk işte tam karşında duruyor! Dedi.

Kadıncağız bu sözleri duyunca şaşkına döndü, elindeki değneği yere fırlatıp Atatürk’ün ellerine sarıldı. Atatürk de çok duygulanmıştı.

İkisi de ağlıyordu.
Yaşlı kadın defalarca Atatürk’ün ellerini öptü; Atatürk de köylü ananın ellerini öpüyordu. Ara sıra yeniden sarılıp ağlaşıyorlardı. Görmeye değer bir manzaraydı.

Yaşlı kadın heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Beze sarılmış bir köy peyniri vardı içinde. Atatürk’e uzattı:

- Tek ineğimin sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.

Paşa bezi açıp peyniri yedi, çok beğendiğini söyledi. Hep beraber köşke gidildi, oradaki yaverlerine şu emri verdi:

- Bu anamı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin, benim armağanım olsun…

___Salih Bozok’un Gördüğü Rüyayı Anlatması
Türk milletinin kurtarıcısı ve sevgilisi, dost ya da düşman tüm dünyanın saygı duyduğu Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’nda hasta yatağında yatıyordu. Yaver Salih Bozok heyecanla içeriye girdi, Gazi Paşasının halini hatırını sordu.

Gece gördüğü rüyasını heyecanla, adeta yeniden yaşıyormuş gibi hayret ederek anlatmaya başladı:

- Paşam, rüyamda kocaman bir öküz beni kovalamaya başladı. Ben koşuyorum o koşuyor, ben kaçıyorum o kovalıyor… Nasıl korktum bilemezsiniz. Birden altımı ıslatıvermişim…

Daha Salih Bozok rüyasını tamamlamadan Atatürk hasta yatağında kendini tutamayıp Bozok’un haline gülmeye başladı.

Bu onun son gülüşüydü…
т๏ℓga คгαรαη
Kaynakça:
Atatürk / Ahmet Özer
1915 Çanakkale / Turgut Özakman
Atatürk’ün Kehanetleri / Ali Bektan
Şu Çılgın Türkler / Turgut Özakman
Salih Bozok’un Anıları / Can Dündar
Gizli Yönleriyle Atatürk / Ergun Candan
Atatürk’ün Günlük Yaşamı / Orhan Girgin
Türkiye’nin Siyasi İntiharı / Cengiz Özakıncı
Kutsal İsyan 2 / Hasan İzzettin Dinamo (sy.24)
Nükte ve Fıkralarıyla Atatürk / Niyazi Ahmet Banoğlu
Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar / Yurdakul Yurdakul
      Naklen  Yazan  :  A. ÜSTÜNBAŞ         
SİGARA ' sız  temiz  çevre, temiz  toplum,  sağlıklı  yaşam  için  elele...

. . ..  NE  KADAR  TEMİZ  İSEN, O  KADAR  İNSANSIN  . . .