Gönderen Konu: Çarşıbaşı Kültürel Yapısı  (Okunma sayısı 2073 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gül-can

  • Süper Üye
  • *****
  • İleti: 495
  • Rep Puanı: +85/-1
Çarşıbaşı Kültürel Yapısı
« : Aralık 12, 2008, 01:52:40 ÖÖ »
Kültürel Yapısı


Gelenekler : Yöremizde diğer yörelerden en çok farklılık gösteren düğün geleneğimizdir . Otuz yıl öncesinde düğün için tanıdıklara şeker ve ekmek verilerek davet edilirdi . Davet işini kız tarafı yapardı . Düğün eğlencesi çarşamba gecesi kız evinde kına gecesi ile başlardı . Kına gecesine kızın arkadaşları , komşular , erkek tarafıda giderdi , damat götürülmezdi . Çeyiz asma işi çarşamba günü yapılır , aynı gün davulla çeyiz toplanırdı . Kına gecesinde eğlence olur , oyunlar oynanırdı . Hediye toplama işi eğlence arasında isim çağırarak yapılırdı . İsmi çağrılan kişi gelinin yanına giderek hediyesini verirdi . Hediyeler genellikle çamaşır , mutfak eşyası ve nadiren para olurdu . Gelinin eline kına koyma işlemi yapılırken , kınanın içine para konulurdu . Bu parayı genellikle kaynana koyardı . Ancak , kaynana çift nikahlı ise bu işi başkası yapardı . Perşembe günü damatın kapısında eğlence olurdu , aynı zamanda yemek verilirdi . Bu eğlenceye gelin katılmazdı . Akşama doğru gelin süslenen atla alınır , yeni evine doğru giderdi . Eve gelen çift kapıda bekletilir , gelin asma kırardı . Asma dalını üç yerden birbirinden ayırmadan kıran gelinin uğurlu olup olmadığı denenirdi . Kırılan dal tekrar filiz sürerse gelinin uğurlu olduğuna inanılırdı . Sahana su konularak evde kimin sözünün geçeceği belirlenirdi . Sahana kim vurup suyu dökerse hakimiyet ondaydı . Ayrıca , gelin eve girerken yüksekten başından aşşağıya buğday , şeker ve para atılırdı . Nedeni ise eve bereket yağmasını sağlamaktı . Bu olaya " darı saçma " adı verilirdi . Geçmişten bugüne değişmeyen tek gelenek silahların duyulan sesidir . Düğünün başlangıcından bitimine kadar kemençe sesi ile birlikte duyulan en güzel ses Çarşıbaşılı için silah sesidir . Silahsız ve kemençesiz düğün düşünülemez ve yapılamaz . Düğünün güzelliği v zenginliği nerede ise silah sesleri ile ölçülür .

Günümüzde düğünler davul , saz , kemençe eşliğinde yapılır , her düğünde mutlaka horon oyunu oynanır . Orta denen bir adet vardır , yörede herkesçe tanınan , iyi konuşabilen bir kişi spiker olarak görev yapar . Eğlence başladıktan bir iki saat sonra masa başında oturan gelinle damatın yanına gelir , isim söyleyerek tek tek herkesi hediye vermeye çağırır . Hediyeler verilirken , spiker ne olduğunu ve miktarını oradakilere duyurur . Sonra gelin ve damat birbirlerine hediyelerini verirler Spiker toplanan parayı oradakilere duyurur . Orta olayından sonra eğlence devam eder .

Bugün ilçemiz merkezinde ve köylerimizin birkaçında Sağlık Ocağı vardır . Ancak doktor sorunu son yıllarda had safhaya çıkmıştır . Herhangi bir hastalık durumunda doktora başvurulur . Doktorların yanında " kocakarı " ilacı adı verilen eskiden kalma , yaşlılardan görülen , duyulan tedavi şekilleride uygulanır . Bu tedaviler nedense daha çok bebek rahatsızlıkları ile ilgilidir .Yeni doğan bebek sarılık olursa banyo suyuna sarı altın , mısır , sarı yayla çiçeği atılır . Eskiden bebeğin yanına sarı renkli birşey yaklaştırılmazdı , sarılık olmasın diye . Günümüzde ise sarı giydirilir , sarı tülbent örtülür ki sarılık çabuk geçsin diye . Bebeğin üzerinden bir şey geçirilmez büyüyüp gelişmez diye . Bebek 40 günlük olmadan eve balık et sokulmaz , bebeğin basılacağına , büyüyemeyeceğine inanılır .40 ' ı dolmamış iki bebek aynı odaya getirilmez , birbirlerine basacaklarına yani büyümelerine engel olacaklarına inanılırdı .Bebeklerin biraraya gelmeleri zorunlu ise anneler bebekleri kucaklarına alarak , birlikte üç kere eğilip kalkarlar böylece basma olayı engellenir .

Zayıf ve çelimsiz olan , yaşıtlarına göre gelişmeleri yetersiz olan bebekler , çocuklar ay yeni iken bir kürel içine oturtularak aya doğru uzatılır ve şöyle denirdi : " ay ay , ya al , ya iyi et " . Yani bu çocuk ya ölsün , ya iyilrşsin , büyüsün . Günümüzde ise bu unutulmaya yüz tutmuştur .Bebekler yürümeye çalışırken doğal olarak ufak tefek kazalar geçirirler , kendi kendilerine zarar verirler . Bunu önlemek için bir süpürge alınır , çocuğun başından üç kere döndürülüp , dolandırılarak camiye bağışlanır . Bu gelenek azalarak sürmektedir . Zamanında yürümeyen çocukları Mayıs 7 ' sinde cinsinden olmayan birisi denizde yıkar , çocuk yürür , hala yapılmaktadır . Yine yürümeyen çocukların iple ayakları birbirine bağlanır . Cuma günü camiden çıkan ilk kişiye bu ip kestirilir . Ya da iki sınırda birden kökü olan bir diken bulunur , çocoğa dua okunarak , üç kere dikenden geçirilir veya üç sabah erken tavuk foluna çocuk götürülür . Günümüzde bunların hala yararlı olduğuna inanılır

Çarşıbaşı ilçesinde eskiden beri bol miktarda mısır yetişmektedir . İmece yani yardımlaşmanın , dayanışmanın yoğun olduğu dönemlerde mısırın soyulma işleminden sonra " sivi " adı verilen bir oyun oynanırdı . Soyulan mısırların burçakları örülerek ip haline getirilirdi . Orada bulunanlar burçakların etrafında halka halinde toplanırlardı . Örülen ip bir kişinin elinde bulunurdu . Halka halindeki insanların arkasında dönen kişi ipi farkettirmeden birinin arkasına bırakırdı . Halkayı dönmeye devam eden kişi ipi bıraktığı yere gelene kadar ip , arkasındaki kişi tarafından farkedilmezse onu alarak o kişiye vururdu . Halkadaki kişi ipi farkedip alırsa ayağa kalkarak bırakanı kovalamaya başlardı . Yakalanmadan boş kalan yere oturusa o kişi kurtulurdu . Oturamaz ve yakalanırsa siivi denen iple o dayak yerdi . Halkadaki diğer kişiler vurana yardım ederdi . Mısır soyma işinin bitimi eğlenceli bir şekilde kutlanmış olurdu .Çarşıbaşı ilçesinde önceleri çokca da soğan yetişirdi . Soğanla ilgili şöyle bir olay anlatılır . " Dışarıya okumaya giden Çarşıbaşılı bir öğrenci yatılı okulda hastalanır , hiçbir şey yemez . Arkadaşlarından biri ona şeker getirir . Yanında Çarşıbaşılı olan ve hastalığında ona bakan arkadaşı şöyle de : " Nar gibi soğanı yemedi de taş gibi şekerimi yiyecek ?" daha sonraları bu espri olarak yerleşir .

Kalandar : Yöremizde çocuklar , gençler tarafından eğlence kabul edilen ve hala devam eden geleneklerden biriside " kalandar " eğlencesidir . Rumi takvime göre yılbaşı gecesi kabul edilen 14 Ocak gecesi gençler uzun bir sopanın ucuna torba ve zil bağlarlar . Karanlık olduktan sonra mani söyleyerek evlerin kapılarını çalarlar . " Gece geldim kapınıza / Selam verdim yapınıza / Selamımı almazsanız / Daha gelmem kapınıza " diyerek açılan kapıdan zil ve torbayı uzatırlar . Ev sahibi kim olduğuna bakmadan torbaya fındık , meyve ve para koyar . Gençler o gece hem eğlenir , hem yiyecek , para toplarlar . Kalandar gecesinin sabahı hiç kimse başka bir eve gitmez , Çünki o evde o yıl olacak bütün terslikler o kişiden bilinir .

Hıdrellez : İlkbaharın ilk günlerinde toprağın canlandığı 6 Mayıs tarihinde insanlar piknik yerlerine giderek eğlenir . Halkın bazı inanışları vardır . O gün anahtarla kapı açılmaz , açılırsa o ailede doğacak çocukların tavşan dudaklı olacağına inanılır . Değirmen çevrilirse sürekli başını sallayan bebekler doğar diye bilinir. Bütün bu terslikler olmasın diye halk toprağa kabak veya başka bir çekirdek eker . Ekerken herhangi bir araç kullanılmaz . Şöyle der : " Bütün terslikler burada kalsın "

20 Mayıs : Yöremizde Mayıs 7 ' si olarak anılır . İnsanlar eğlenmek amacı ile kayıklarla Beşikdüzü civarındaki Dilek Taşı ' na giderler . İnsanlar Dilek Taşına para atarlar , dilekte bulunurlar . Sara olarak bilinen hastalığa tutulmuş olanlara kayıkla yedi dere ağzı gezdirilir . Bazı hastalar iyileşir ümidi ile aniden denize atılırlar . Halk bu tarihte tüm hastalıkların dermanının denizde olduğuna inanır . Hastalığı olanlar denize girerek yıkanırlar.

alıntı